Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kusursuzluk huzursuzluk yapar; işte de evde de...

'Bu kitap büyük şehirlerde yaşayan, çalışan çiftleri anlatıyor. Kitabın 'Kusursuzluk huzursuzluk yapar; işte de evde de...' alt başlığı tüm anlatmak istediğimi kapsıyor...' İşte Sayım Çınar'ın Yonca Eldener ile 'Eş işten geçmeden' adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi...

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-07-06 10:05:12

Kusursuzluk huzursuzluk yapar; işte de evde de...
TİMETÜRK / Haber Merkezi

Sayım Çınar
'ın Yonca Eldener ile 'Eş işten geçmeden' adlı kitabı üzerine yaptığı söyleşi...


KUSURSUZLUK HUZURSUZLUK YAPAR; İŞTE DE EVDE DE...

Yonca Eldener’in romanındaki kadın kahramanımız Zeynep kozmetik sektöründe çalışmaktadır Evliliğini ve işini bir proje gibi algılayan Zeynep, kendi ideallerine uygun olarak hayatını biçimlendirmeye çalıştıkça işinde de evliliğinde de ummadığı sonuçlarla karşılaşmaya devam eder. Yaptığı planlar işlemiyor ve bunun sonucunda da sürekli hata yapmış gibi hissediyordu kendini. Zeynep, ailesinin yanında iyi çocuk, evinde kendi çocuğu için mükemmel anne, kocası için mükemmel eş ve iş yerinde başarılı iş kadını olmaya şartlandırmıştı kendini. Her biri için o kadar net tanımlara sahipti ki yaşadığı olumsuzlukları ve aksilikleri göremeyecek kadar çok kaptırmıştı kendini bu mükemmeliyetçiliğe. En ince ayrıntısına kadar hesaplar yaparak hareket ettiği iş yerinde hiçbir şey yolunda gitmez. Kendisince mükemmel bir eş olduğu halde eşiyle de arasında ciddi bir uçurum vardır. Zeynep’in hayatı, kontrolünden çıkmıştır artık. Hayatta mutlak mutluluk veya mutsuzluk yok, mutlu ve mutsuz anlar var. Yapılan hesaplar ne kadar ayrıntılı olursa olsun hayatın akışı her zaman kendi gerçekliğiyle bu hesapları geçersiz kılabiliyor.

Bu kitabı yazarken daha çok kimleri hedef aldınız… Çok kolay okunan, okuru sıkmayan bir roman yazmışsınız. Her konuyu bir proje gibi mi ele alıyorsunuz eşinizle ilişkiniz dahil?

Bu kitap büyük şehirlerde yaşayan, çalışan çiftleri anlatıyor. Kitabın "Kusursuzluk huzursuzluk yapar; işte de evde de..." alt başlığı tüm anlatmak istediğimi kapsıyor. Her konuyu proje gibi ele almak aslında hayatın akışına biraz ters düşmek, kontrolü elinde tutmak ve mükemmeli ararken de sürekli bir iç huzursuzluğu yaşamak demek. Benim de konuları proje gibi ele aldığım oluyor ama insanlarla ilişkimde değil. Kitabımda yazdığım gibi insanla uğraşmak kimya laboratuarında deney yapmak değildir. Çünkü insan kalbiyle de düşünür. İşyerlerinde de insan ile çalıştığınız için bu bakış açısı insan ilişkilerini göz ardı etmek demek. Zamanla konuları proje gibi ele alıyorsanız da değişiyorsunuz elbette.

Romanındaki kadın kahramanımız Zeynep kozmetik sektöründe çalışmaktadır: bu romanı yazarken hayatınızın ne kadarını yazdınız? Yazmak için yaşamak gerekli mi?

Zeynep ben değilim ve kitap benim hayatım değil ama büyük şehirlerde çalışan insanlardan biri olarak benim gibileri anlatıyor. Kitapta birebir yaşadığım çok az şey olsa da bütün bunlar çevremde olan ve duyduğum şeyler veya en azından yaşanabilecek olaylar. Zeynep'in annesi benim annem değil ama annemden, eşimin annesinden, arkadaşlarımın annelerinden bir şeyler var. Veya bir restoranda otururken yan masada çocuğuyla yemek yiyen bir annenin davranışlarından bir şeyler var. Yazmak için yaşamak gerekirden çok içselleştirmek gerekir diye düşünüyorum. Bundan sonra yazacağım kitapta kahraman çalışan bir kadın olmayabilir ama yazarken onun gözünden ve dilinden yazmam için o kişiye dönüşmem gerekir. Ancak bu kitap özelinde o dünyanın içinde olmanın avantajlarını yaşadım doğrusu. O dünyada çok uzun süredir varım ve çok şey birikmiş. Yine çok uzun süre saha görevi yapmam nedeniyle Türkiye'yi kasaba kasaba dolaşmaktan edindiğim oldukça fazla gözlemim olmuş. Yaşamak en azından kitap yazmaya başlamam için sebep oldu kesinlikle.

Günlük hayatınızda tanışsanız arkadaş olmayı kesinlikle düşünmeyeceğiniz insanlarla işyerinde yıllarınızı geçirmek zorunda kalıyorsunuz. Bu durumu idare etmek çok zor değil mi?

Zor ama hayat böyle. Komşunuzu da sevmeden yıllarca yan yana yaşamak zorunda kalmıyor muyuz? Veya akrabalarımızı seçme şansımız da yok. İş yerinde ilave olarak çok fazla zaman geçirme zorunluluğunuz var durumu zorlaştıran. Eşinizden daha çok iş arkadaşlarınızı görüyorsunuz. Ancak ben bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Günlük hayatta tanışsam arkadaş olacağım çok insanla çalıştım.




Feray, karşısına çıkan erkekleri baştan çıkararak kariyer planlaması yapan bir kadındır. Feray, şirketin genel müdürü Mustafa’nın gözdelerinden biridir.Dişi kadının hayatı çok korkunç değil mi?

Feray'ın işinde tutunmak için kullandığı yöntem, bence koltuğunu kaybetmemek için bilgi paylaşmamaktan veya çevresini kullanarak hayatta kalmaya çalışmaktan farklı değil. O da bir tutunma biçimi ve diğerleri gibi doğru değil. Dişiliğini kullanarak tutunmaya topluca bir kötü bakış olduğu için dikkat çekiyor. İşini karar almayarak sürüncemede bırakan bir avukat, ilişkilerini yöneterek şirkette var olan bir genel müdür ve sürekli laf taşıyan bir çaycı da var şirkette. Bunlar da korkunç bence.

Evliliğini ve işini bir proje gibi algılayan Zeynep, kendi ideallerine uygun olarak hayatını biçimlendirmeye çalıştıkça işinde de evliliğinde de ummadığı sonuçlarla karşılaşmaya devam eder. Evlilik daha çok insanın kendisini cezalandırması mıdır?

Kitabımda Cem eşi Zeynep ile olan ilişkisi için "kadınlarla erkekler genleri itibarıyla aynı tür olamazlardı. Ya Zeynep homo sapiens değildi ya kendi" diyor. Zeynep hem cinsiyet farkını anlamıyor hem de eşinin hayat görüşünün farklı olduğunu baştan bildiği halde değiştirebileceği yanılgısına kapılıyor. Evlilik ortak noktaları yakalamak ve güçlendirmek sanırım. Bir söz var, 'haklı mı olmak istiyorsun mutlu mu?' diye. Çok hoşuma gidiyor. Haklı olma kavgasını verirken bile herkesin kendince haklılığı olabileceğini unutmamak lazım. Farklılıklardan ortak nokta yakalama işi evlilik herhalde. İnsanın cezalandırılması diye düşünmüyorum. Zaten parçanız olan bir eşle birlikteyseniz, zaten kendiniz olan bir işteyseniz ceza değil ödül söz konusu.

Hayatta mutlak mutluluk veya mutsuzluk yok, mutlu ve mutsuz anlar var. Yaşadığımız mutlu anlar dışında hiçbir şeye sahip değiliz değil mi?

Ben bunu biraz kendime yazdım sanırım. Mutsuz ve üzgünüm çünkü annemi kaybettim ve yarattığı boşluk asla dolmuyor. Mutluyum çünkü çok sevdiğim bir ailem var. Kızlarıma sarılırken duyduğum mutluluk, üzerlerindeki giysiyi annemin aldığını hatırladığımda duyduğum üzüntüyle kol kola gidiyor. Hayatta kendimize mutlu anlar yaratmak elimizde. Trafik gibi bir illetin içindeyken sevdiğim bir müziği dinlemeye, sabah işe giderken yeni keşfettiğim bir çay bahçesinde çay içip mutluluklar yaratmaya çok önem veriyorum. Gerçekten yaşadığımız mutlu anlar dışında hiçbir şeye sahip değiliz.

“Bir insanı sevmek, onunla birlikte yaşlanmaya razı olmaktır” tezini savunuyor musunuz?


Razı olmak kötü bir duygu. İstemediğimiz bir şeye istediğimiz bir şey için katlanmak. Bu zamanla birikip patlamaya yol açar diye düşünüyorum. Herhalde içimizdeki terazi sevmek ve katlanmak dengesini tartıyordur. Kefenin biri diğerinden ağır gelirse huzurumuz da yok oluyor.

Yazar, sanatını büyük yapan şu iki görevi yüklenmelidir; gerçeği ve özgürlüğü. Bu kitabı okuyanlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Öncelikle kitabı eline alan bir veya iki günde bitirdiğini söylüyor. Kahkahalarla güldüklerini, kitabı okurken onları görenlerin neye bu kadar güldüklerini sorduğunu çok duyuyorum. Ve de kitabın onların hayatını yazdığını. Bir okurun internet yorumundan kitabı bitirdikten sonra devamını kendi yaşantısına dayandırarak yazabileceğini okudum. Bir arkadaşım da kitabı okurken sık sık eşine dönüp 'bak, bu tam sensin' demiş. Bitirip eşi okumaya başladığında da 'bak bu da tam sensin işte!' diye takılmış. Erkekleri de kadınları da yakalamış diye düşündüm o zaman. Ve 'kariyer de yaparım, çocuk da' diye düşünenleri çok düşündürmüş kitap.

Haber Ara