İstanbul’u dolaşmaya nereden başlamak gerekir? Cevabı her insana göre değişir. Her semtin, her cadde ve sokağın kendine mahsus bir cazibesi vardır.
Ancak İstanbul öyle rastgele gezilmemeli. Hele gezmekten murat, şehrin ruhunu anlamaksa iş tamamen değişir. Bu yüzden İstanbul’u adımlamaya başlanacak nokta, Eyüpsultan olmalıdır.
Adını, Hz. Muhammed’in (sav) sancaktarı ve Medine’de Efendimiz’i misafir eden, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen hicri 52. yılda İstanbul’u kuşatan İslam ordusu içinde yer alan Ebu Eyyüb Halid bin Zeyd el Ensari’den (ra) alan semt, İstanbul’un manevi dönüşümünün ilk başladığı yerdir.
Türbe ve kabirlerin oldukça bol olduğu bir yerden canlı şehri gezmeye başlamak nereden çıktı derseniz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” eserinde söylediklerine kulak vermenizi dilerim: “Eski medeniyetimiz dinî bir medeniyetti. Beğendiği, benimsediği adama ölümden sonra verilecek tek rütbesi vardı: Evliyalık... Onun içindir ki İstanbul evliyalarla doludur. Bunların başında fetih ordusunun şehitleri gelir... Hemen her yerde, çoğu surların etrafında olmak üzere, fetih şehitlerinin mezarları vardır. Bunlar Türk İstanbul’un tapu senetleridir. İstanbul’da bizim hayatımız, bu şehit türbelerinin etrafındaki hürmetle başladı.”
Ve bu hürmete binaen Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesi önünde hiç eksilmeyen kalabalığın arasına karışıp bir Fatiha okuyorum. Gelinlikleriyle, sünnet kıyafetleriyle, ellerindeki Yasin-i şeriflerle türbeyi ziyaret eden insanlarla birlikte İstanbul’u kuşanıyorum. Tahta yeni çıkan her Osmanlı padişahının törenle Osman’ın kılıcını kuşandığı bu kutsal yeri ziyaretin ardından, tek kubbenin etrafına sıralanmış sekiz yarım ve köşelerdeki dört küçük kubbesi ile Eyüp Sultan Camii’ni gezmeyi ihmal etmemek lazım. Ulu bir çınarı çevreleyen parmaklıklı setin dört köşesindeki Sultan III. Selim tuğralı dört çeşme, Hacat veya Kısmet Çeşmeleri diye anılır. Parmaklıklardaki Mevlevi sikkelerinin sebeb-i hikmeti ise şudur: Sultan III. Selim, Mevlevi tarikatına bağlı olduğu için bu tarikatın simgesini parmaklıklar üzerine koydurtmuştur. Bir rivayete göre buranın parmaklıklarla çevrilmesinin sebebi, Hz. Eyüp Ensari’nin gasledildiği yer olmasıdır. Böylece burası ayak altında kalmamıştır.
Eyüp’ün ruhu
Şu sıralar restore hâlinde olan türbenin içinde padişahların birçoğunun ve ünlü hattatların kaleminden çıkmış levhalar var. İçi ve dışı 16. ve 17. yüzyılın en güzel çinileriyle süslenen türbenin içinde Hz. Muhammed’in (sav) ayak izi de bulunuyor.
Gezimizi tarihî ayrıntılara boğmaya gerek yok. Meraklısı bu tür bilgilere zaten her yerden ulaşabilir. Tarih hükmünü yürütedursun, biz, yeniden düzenlenen ve ortasına kocaman bir su fıskiyesinin yerleştirildiği meydanda uçuşan güvercinlerin arasından Pierre Loti Tepesi’ne doğru yola koyulalım. Bu arada Eyüpsultan ve civarının restorasyonlar sayesinde epeyce güzelleştiğini görmeniz mümkün olacak. Daha öncesinde oldukça izbe ve unutulan bir semt görüntüsüne sahip Eyüp civarında hâlâ hummalı bir faaliyet var. Mezarlıkların, türbelerin, yıkılmak üzere olan evlerin bakım ve restorasyonları devam ediyor.
Gün ışığının iyice azaldığı bir ikindi vakti, camiyi hemen sağınıza alıp Eyüp Mezarlığı’nın içinden Pierre Loti Tepesi’ne doğru adımlamak Eyüp’ün ruhunu anlamanızı sağlayacaktır. Tepeye ulaşmak için yapılan 380 metre uzunluğundaki 4 vagonlu teleferik bir alternatif olabilir ancak bunu hiç tavsiye etmem. Aslına bakarsanız bu tarihî bölgeye teleferik konulması da rahatsız edici bir durum. Eyüp’ün tarihî dokusu, panoraması ve uhrevi havasını tam ortadan yarıp geçiyor teleferik. Siz en iyisi mi mezarlığın içinden dualar okuyarak yürümeyi tercih edin. Zira mezarlıklarımızın tamamlayıcı bir unsuru olan servi ağaçlarının en yoğun olduğu yerlerden biri Eyüp Mezarlığı. Arnavut taşı döşeli daracık sokaktan yukarı doğru çıkarken mezar taşlarını okumaya çalışırsanız bir hayli vakit kaybedeceğinizi söylemem lazım. İsmine aşina olduğunuz birçok ünlü kişinin mezarına rastlayacak ve dualarla yâd etmek durumunda kalacaksınız ki saatlerin geçtiğinin farkında bile olmayacaksınız. Mezarların arasından önünüze parça parça serilen İstanbul panoramasının tamamına ise Pierre Loti Tepesi’ne ulaştığınızda erişeceksiniz.
İdris-i Bitlisi mi, Pierre Loti mi?
Tepe, adını 1876’da İstanbul’a gelerek buraya yerleşen ve sık sık bu tepedeki bir kıraathaneye gelmesiyle tanınan Fransız roman yazarı ve doğubilimci Pierre Loti’den alır. Zamanını geçirdiği kahveye verilen Pierre Loti adı zamanla tepenin ismine dönüşür. Tepe ve burada bulunan çay bahçesi İstanbul’a gelen turistlerin de sık sık ziyaret ettiği yerlerin başında gelir. Geçen haftalarda AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler’in “Pierre Loti Tepesi’nin adı İdris-i Bitlisi olarak değiştirilsin.” önerisi ile dikkatleri tekrar üzerine çeken İstanbul’un bu en güzel seyir terasının adını değiştirmeye gerek var mı bilmiyorum ama adı değiştirilse bile halkın nazarında tepenin adı aynı kalır.
Peki, İdris-i Bitlisi kimdir? Güneydoğu Anadolu’da bir aşiret reisi olan İdris-i Bitlisi Hazretleri, Yavuz’un İslâm birliği hamlesine destek çıkarak topraklarını Osmanlı’ya bağışlamasıyla tanınan bir Kürt siyasetçi. Safevilerin doğu illeri ve halkları üzerindeki amaçlarını boşa çıkartarak ümmet birliğini tesis eden faaliyetlerin mimarı olan İdris-i Bitlisi, aynı zamanda Urfa ve Musul’un fethinde önemli rol oynamış ve bölgenin iç işlerini tanzim etmişti. Ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçiren ve 1520’de vefat eden bu zat, divan edebiyatına da Heşt Behişt, Selimname, Risâle-i Hazâniyye, Münâzara-i Savm u İyd ve Mecmuât-ül-Fevâid-il Müteferrika isimli eserleri kazandırdı.
Pierre Loti ise İstanbul’a ilk kez 1876’da bir Fransız gemisiyle, görevli subay olarak geldi. Osmanlı hayat tarzından çok etkilenen ve pek çok eserinde bu etkiyi hissettiren yazar, “Aziyade” adlı romanına adını veren kadınla Eyüp’te tanışmıştı. Sultanahmet’teki Divanyolu’nda bir caddeye de adı verilen Pierre Loti, kendisini Türk dostu olarak nitelendirmiş, kimi aydınlar ise onun Osmanlı’nın zayıf ve geri kalmış hâlini acıyarak sevdiğini iddia ederek bu dostluğa karşı çıkmışlardır. Bunların başında da Nazım Hikmet gelir. 1925’te yazdığı ‘Şarlatan Pier Loti’ şiirinde “Hatta sen, sen Pier Loti! / Sarı muşamba derilerimizden / Birbirimize geçen tifüsün biti / Senden daha yakındır bize / Fransız zabiti!” diyerek eleştirmekten ve onu “Çürük Fransız kumaşlarını yüzde 500 ihtikârla şarka satan” bir burjuva olarak tanımlamaktan geri kalmamıştır. Buna karşılık Abdülhak Şinasi Hisar ise “İstanbul ve Pierre Loti” adlı kitabında Loti’ye övgüler yağdırmaktadır.
Aman canım, şu mis gibi İstanbul manzarasının karşısında nefis bir çay yudumlamak varken bu tartışmalara boğulup gitmenin anlamı var mı? İşte karşınızda seyrine doyum olmayan İstanbul. Haliç, Galata Kulesi, Galata Köprüsü, Ayasofya ve Sultanahmet Camii tam önünüzde. Hava püfür püfür esiyor. Çay 2,25, kahve 4,5 TL. Manzara fiyata dâhil. Biraz soluklandıktan sonra, pamuk şekeri, takı, süs eşyaları, çanta, yelpaze, oyuncak, şal, macun, mısır, fes satan tezgâhların arasından Aziyade Cafe’nin bahçesine geçebilirsiniz. Burası oldukça güzel ve elden geçmiş bir yer. İçinde butik otel ve kafe var. Yeşillikler ortasında başarılı bir dönüşüm uygulaması.
Eğer yarım daire çizerek arka kısma geçebilirseniz Ballıbaba Sokağı ile Karyağdı Sokağı’nın birleştikleri köşede yer alan bir tekke ile karşılaşırsınız. Burası bir Bektaşi tekkesi. Meyve ve bilumum ağaçların içinde bulunduğu, etrafı yığma taşlarla çevrili tekkenin sadece kalıntıları mevcut. Horasan erenlerinden olan kişinin asıl adı Es-Seyyid Mehmet Ali Baba. Hikâyesi ilginç: Bir yaz günü İstanbul’da müthiş bir kuraklık baş gösterir. Talebeleri ve halk Karyağdı Baba’dan dua etmesini isterler. 93 Harbi’nde Balkanlar’dan sürülen bir evliya olduğu belirtilen bu zatın duası ile yaz günü İstanbul’a kar yağar. Hazreti Eyyüb’e komşu olması hasebiyle yaz kış demeden beş vakit namazını Eyüp Sultan Camii’nde kılan Karyağdı Baba’nın müritleri, şeyhlerinin bu uzun yoldaki çilesini görerek Pierre Loti’den Eyüp’e inen yolu Arnavut kaldırımları ile döşerler. Böylece ilk defa ülkemize Arnavut kaldırımları diye bildiğimiz o tarihî yollar girmiş olur.
İstanbul’un eşsiz ziyneti olan Eyüp’ün kısacık gezisi bu kadar. İstanbul’a Eyüp’ten esen manevi havayı teneffüs etmek isteyenler ve İstanbul’u yeni bir ruhla gezmek isteyenlerin yolu ise çok uzun.
Eyüp Mezarlığı’nda metfun ünlüler
Sultan Reşat (35. Osmanlı padişahı), Mehmet Akif Ersoy (millî şair), Necip Fazıl Kısakürek (şair ve yazar), Hüseyin Avni Lifij (ressam), Bakkal Arif Efendi (hattat), Hacı Arif Bey (musikişinas), Abdurrahman Şeref (devlet adamı), Küçük Said Paşa (devlet adamı), Şeker Ahmet Paşa (ressam), Gazi Edhem Paşa (Harbiye nazırı), Hüseyin Fahreddin Dede (musikişinas), Ömer Ferit Kam (yazar), Şevki Bey (musikişinas), Rahmi Bey (musikişinas), Hattat Hulusi Efendi, Ahmet Irsoy (musikişinas), Süleyman Nazif Efendi (yazar), Kara Ahmet (pehlivan), Vedat Tek (mimar), Mareşal Fevzi Çakmak (asker), Prens Sabahattin (siyasetçi), Münir Kökten (musikişinas), Ahmet Haşim (şair), İsmail Hakkı Uzunçarşılı (tarihçi yazar), Ömer Rıza Doğru (yazar), Süheyl Ünver (tıpçı, sanat tarihçisi), Peyami Safa (yazar), Sadettin Heper (musikişinas), Küçük Kemal (tiyatrocu), Nihat Sami Banarlı (yazar), Ziya Osman Saba (şair), H. Hilmi Işık (yazar), Zübeyir Gündüzalp (yazar), Ömer Nasuhi Bilmen (âlim), Ahmet Kabaklı (yazar), Esad Coşan (âlim, ilim adamı), Bekir Berk (yazar, avukat), S. Ahmet Arvasi (yazar, mütefekkir), Prof. Dr. İbrahim Canan (hadis âlimi), İzzettin Yıldırım (Risale-i Nur talebesi), Pişekar Asım Baba (tiyatrocu), Kührevi Şeyhi Kasım Kührevi, H. Cemal Öğüt (şeyhül vaizin), Medineli Hacı Osman Efendi (ilim adamı), Gönenli Mehmet Efendi (İslam âlimi, Reisul kurra).
İsimsiz cellat kabirleri
Osmanlı döneminde sarayda verilen infaz hükümlerini uygulayan cellatlar, normal mezarlıklara defnedilmez ve gece gizlice gömülürlerdi. Mezar taşları üzerine ise isim ve tarih yazılmazdı. Dikdörtgen, düz taştan ibaret mezar taşlarında hiçbir iz bulunmamasının sebebi ise öldürülen kişinin geride kalan yakınlarının bu mezarları tahrip etmemesiydi. Pierre Loti Tepesi’nde, Karyağdı Baba Tekkesi’nin hemen ilerisinde bulunan cellat mezarlığı aradan geçen uzun zaman içinde unutulmuş veya kaybolmuştur. Dikkatlice bakarsanız tek tük cellat mezarlıklarına rastlarsınız. Dünyada bir başka örneği olmayan bu mezarlar normal mezar taşları ile yan yana ve sırları içinde barındırarak öylece dururlar.