Kimilerine göre disiplinli oldukları, kimilerine göre ise rakibi uyuttukları için... Ama günümüzdeki en önemli etken, futbol anlayışlarındaki total değişim...
Bugüne kadar 19 Dünya Kupası oynandı. Almanlar 17’sine katıldı, 11’inde de ilk üçe girmeyi başardı. Bugüne kadar 14 kez Avrupa Şampiyonası oynandı, Almanlar 11’inde yer aldı. 3 kez şampiyon oldu. İngilizlerin efsane golcüsü Garry Lineker’in futbol özdeyişleri arasına giren “Futbol 22 kişiyle oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.” sözü, cuk oturuyor Alman Millî Takımı’na.
2012 Avrupa Şampiyonası’na da bu sözü doğrularcasına başladı Almanlar. Portekiz’i istatistiksel anlamda hiç de üstün olmadıkları bir oyun sonunda Gomez’in golüyle yendiler. Ve çoğu gazete ‘22 kişi oynadı, Almanlar kazandı’ minvalinde başlık attı. Ama Almanlar bu tür başlıkları, hatta Lineker’in efsane sözünü, hatta ve hatta “O kadar sıkıcı oynuyorlar ki rakipleri 55. dakikadan sonra maça tüm ilgilerini yitiriyor ve böylece hep onlar kazanıyor.” diyen Nick Hornby’nin düşüncelerini geride bırakmak istiyorlar.
En son 1996’da kupa kazandılar. Avrupa Şampiyonası finalindeki rakipleri Çek Cumhuriyeti’ydi. Çekler oynadı ama Bierhoff’un altın golüyle Almanlar kazandı. 2002’deki Dünya Kupası’nda akıllarda kalan maçları olmamasına rağmen yine finaldeydiler. Brezilya’dan futbol dersi aldılar. 2000 ve 2004 Avrupa Şampiyonası’nda daha ilk turda kupaya veda etmeleri ‘Oh be!’ dedirtti. Oynamadan kazanmak da bir yere kadardı. 2006 Dünya Kupası’nda ev sahibiydiler. Yarı finalde İtalya’ya 2-0 kaybettiler. Ama üçüncülük yine onlarındı.
Özellikle Euro 2000 ve 2004’teki başarısız sonuçlar, Almanlarda ‘Artık şapkayı önümüze koyma vakti geldi’ anlayışını doğurdu. 2004’te Jürgen Klinsmann’ın teknik direktörlüğe getirilmesiyle başlayan, ardından Joachim Löw ile devam eden bir değişime gidildi. Euro 2008’de bu değişimin emareleri ortaya çıktı. Geçmiş yıllara nazaran iyi oynadılar ama finalde kaybettiler. Çünkü karşılarında formda ve futbol oynamak için bir araya gelmiş İspanya vardı. 2010 Dünya Kupası’nda değişimin ilk aşaması geride kaldı. Artık Almanya iyice gençleşmişti. Futbol adına da akıllarda kalacak maçlar ortaya koydular. Yarı finalde İspanya’ya Carlos Puyol’un kafa golüyle kaybettiler ama göze hoş gelen, seyirciyi kendine çeken futbol oynuyorlardı. 2010 Dünya Kupası’nda Arjantin’i 4-0, İngiltere’yi 4-1 yendikleri maçta ortaya koydukları futbol unutulmazdı.
Peki, iyi oynasa da oynamasa da neden hep Almanlar kazanıyordu? Bugüne kadar bunun tek bir cevabı vardı: Disiplin ve sorumluluk... Makinenin dişlileri gibiydiler. Oyunda durum ne olursa olsun disiplinden kopmuyorlardı. Bunun yanında futbolun eğitim aşamasındaki teknik ve taktik gereklerini de yerine getiriyorlardı. Ülke baştan başa bir futbol ülkesiydi. Bırakın profesyonel takımları, neredeyse her amatör takımın bile sahası vardı.
Almanya’nın bugünkü değişimindeki en önemli olay olan Euro 2000’de gruptan çıkamayıştan sonra ‘Yetenekli oyuncu nasıl yetiştirebiliriz?’ sorusu gündeme geldi. Hiç vakit kaybetmeden ülkede 121 tane futbolcu yetenek merkezi kurmaya karar verildi. Bu merkezlerde 10-17 yaş arası gençler, tam zamanlı koçlar tarafından, teknik beceriyi vurgulayan eğitimlere alındı. Akademilere başlayan her grubun Alman Millî Takımı’nda oynayabilecek statüde eğitilmesi gerekiyordu. Aynı zamanda tüm Bundesliga ve Bundesliga 2 kulüplerine Alman Futbol Federasyonu (DFB) tarafından akademiler kurma zorunluluğu getirildi.
Atılan bu tohumların sonucunda 2010 Dünya Kupası’na katılan Almanya’nın 23 kişilik kadrosunda Bundesliga akademilerinden yetişen 19, Bundesliga 2 akademilerinden yetişen 4 oyuncu yer aldı. Bu oyuncuların yaş ortalaması ise 24,7 idi. Almanya’nın Euro 2012’de kadrosundaki 23 kişiden 19’u da bu altyapılardan yetişerek geldi. Euro 2012’deki kadronun yaş ortalaması ise 24,5. Tüm takımlar içinde en genç kadro ile mücadele eden bu kadro, aynı zamanda ülke tarihinin Avrupa Şampiyonlarına katılan en genç kadrosu. 2006 yılında Almanya’nın Genç Takımlar sorumluluğuna getirilen Matthias Sammer’in genç yetenekleri keşfetmesinin de başarıda rolü büyük.
Almanya, geleneksel olarak dayanıklılık ve fizik güce bağlı olarak gençleri yetiştirirken, bu akademiler sayesinde bugünlerde ise teknik kabiliyet ön plana çıkartıldı. Akademilerde 9 yaş altı çocuklara yer veriliyor. Bu çocuklar küçük sahalarda 4’er kişilik bireysel yetenekleri teşvik eden bir eğitime tabi tutuluyor. Her sene oyuncu sayısı artırılıyor. Nihayet 13 yaş kategorisindekiler 11’er kişilik takımlar hâlinde futbol oynamaya başlıyorlar. Akademilerde, millî takımın mevcut dizilişi 4-2-3-1 sistemi uygulanıyor.
Bütün bu akademilerin bir maliyeti var. Alman Futbol Ligi CEO’su Christian Seifert, 2000’de dibe vuran Alman futbolunun, altyapıya 700 milyon dolar aktararak zirveye çıktığını söylüyor. Sadece geçen sezon bu akademilerin geliştirilmesi için toplam 87 milyon avro harcandı.
Almanların 2000 yılında elenmesinden sonra federasyonun 4 yıllık yayın hakkı ihalesini verdiği Alman Ligi yayıncısı Kirch iflas etmişti. Kulüpler naklen yayın paralarını alamamışlardı. Buna rağmen kurtuluşu altyapıda gördüler ve buraya 700 milyon dolar aktardılar. Pahalı yabancı yıldız transferi yerine altyapıdan oyuncu yetiştirip A takımlara yerleştirdiler. Bu sayede ülkedeki yabancı oyuncu sayısı da her geçen yıl düşmeye başladı.
Almanya, Birleşmiş Milletler gibi
Almanların bugünkü başarısında farklı milletlerden oyunculara yer vermeleri de etkili oldu. Geçmiş yıllarda mekanik bir oyun anlayışı benimseyen Almanların arasına Gana, Türk, Brezilya, Tunus, Polonya asıllı oyuncuların katılmasıyla ortaya hoş bir sentez çıktı. Kendi milliyetlerinden olmayan futbolcuların millî takıma alınmasına pek sıcak bakmayan, hatta kulüp takımlarında bile zenci futbolcu görmek istemeyen Almanlar, bu anlayışı 2001’de Gana asıllı siyahi futbolcu Gerald Asamoah’a millî formayı vererek sonlandırdı. Asamoah, 2001’de Slovakya ile oynanan maçta Almanya forması giydi. İlk maçında gol attı. Alman gazeteleri de ‘Asamoah, düşüş içerisindeki Alman futbolunun yeni favorisi. Yorgun Almanya onunla birlikte çıkışa geçecek.’ yorumlarında bulundu. Asamoah ile birlikte Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu daha iyi anlaşılacak ve göçmenlerin kariyer yapmaları yavaş yavaş kabul edilecekti. Nitekim öyle de oldu. 2010 Dünya Kupası’nda birçok yabancı asıllı oyuncu Almanya adına ter döktü. Panzerlerin 2012 Avrupa Şampiyonası’na katılan kadrosunda ise 7 yabancı asıllı (Jerome Boateng, Sami Khedira, Mesut Özil, İlkay Gündoğan, Mario Gomez, Miroslav Klose ve Lukas Podolski) oyuncu yer alıyor. Üstelik Polonya asıllı Klose ve Podolski, öz vatanlarındaki şampiyonada boy gösteriyor.
Almanya’nın bugünkü değişiminde hiç kuşkusuz Teknik Direktör Joachim Löw’ün de büyük katkısı var. 52 yaşındaki Löw, 2004’ten 2006’ya kadar yardımcılığını yaptığı Klinsmann ile bugünün tohumlarını attı. 2006’dan sonra da bayrağı eline alarak ‘değişim’i sağladı. Ülkedeki farklı milletlere mensup gençlerle yakından ilgilendi. Mesut Özil, İlkay Gündoğan dâhil birçok oyuncuyla bizzat iletişime geçerek onları Alman Millî Takımı’na kazandırdı. Löw, patron olduğu 6 yılda Alman futbolunun karakteristik özelliğini tamamen değiştirdi. Fiziğe dayalı, daha çok atletik unsurların üzerine kurulu bir Alman takımı, yerini, oynayan ve zevk veren bir takıma doğru bıraktı. Löw, takımdaki en büyük gelişimi ofansif bölgede gerçekleştirdi. Geçmişte kreatif oyuncu eksikliği yaşadığı için ofansif oyundan ödün veren Almanya, kuvvetli defans hatları sayesinde turnuvalarda iyi sonuçlar alıyordu. Şimdi ise Mario Götze, Thomas Müller, Lukas Podolski, Andre Schürrle, Mesut Özil, Toni Kroos ve Marco Reus gibi her biri fark oluşturan oyunculardan kurulu bir Alman Millî Takımı var.
Almanya’nın oyun anlamında yükselişe geçtiği bu dönemde önündeki en büyük engel İspanya. 2008 Avrupa Şampiyonası finalinde Fernando Torres’in golüyle İspanya’ya yenilen Panzerler, 2010 Dünya Kupası yarı finalinde de Puyol’un kafa golüne engel olamamıştı. Almanlar, Boğalar karşısındaki kaderlerini bu sefer değiştirmek istiyor. Löw, “Artık İspanya’yı yenmek için ne kadar iyi olmamız gerektiğini biliyorum.” diyor. Buna karşılık İspanya’nın hocası Del Bosque, “Futbol, iyi olduğunu düşünen ülkeyi cezalandırır.” görüşünde.
Eğer büyük bir sürpriz olmazsa İspanya ile Almanya’nın final mücadelesi zevk verecek. Almanların en yaşlı ve en deneyimli oyuncusu Miroslav Klose (34 yaşında), “6 kez turnuvalarda oynadım, 2 kez ikinci, 2 kez üçüncü oldum. Artık birinci olmak istiyorum ve içimdeki ses bunun bu kez mümkün olacağını söylüyor.” diyerek takıma olan inancını ortaya koyuyor. Tarihinde ilk kez bütün eleme maçlarını kazanarak Euro 2012’ye gelen, şampiyonada Portekiz, Hollanda, Danimarka ve Yunanistan’ı yenerek üst üste 15. resmi maçını kazanan Almanya, sonuç ne olursa olsun artık daha genç, daha güçlü ve daha tehlikeli. Almanya, genç kadrosuyla önümüzdeki 10 yılları da şimdiden parsellemiş gözüküyor.