PKK derin bir örgüt. Bir tek katmandan ibaret değil. Bir tek ülkeden de. PKK içinde PKK’lar var. PKK içinde farklı ülkeler var. PKK içinde farklı ülkelerden unsurlar var.
PKK’nın bir ucu içerideki derinliklerde, bir ucu dışarıda. Zahiren Kürt halkının çıkarları için savaşım veren bir örgüt olarak görünüyor, ama yapıp ettikleriyle herkesten çok Kürt halkına zarar veriyor. İçeride Ergenekoncu-ulusalcı statükonun devamı için çabalayan derin unsurların değirmenine su taşıyor, dışarıda ise AK Parti Hükümeti eliyle Türkiye’nin bölgesel bir aktör olmasından rahatsızlık duyan ülkelerin taşeronu olarak duruyor. Öcalan yakalandıktan sonra yaptığı açıklamalarda PKK içindeki Ergenekoncu unsurlara dikkat çekmişti. Ama nedense hep kendisini dışarıda tutarak. Dışarının, yani başkaca ülkelerin PKK ile olan ilgisini de apaçık bir dille faş etmişti. Tek tek ülke ismi vererek. Hangi ülkenin PKK’yı Türkiye’ye karşı nasıl kullandığını en ince ayrıntısına varıncaya değin anlatmaktan kaçınmamıştı. Suriye, Yunanistan vs...
Öcalan’ın bizzat kendisi PKK’nın Ankara’da kuruluş sürecinde MİT’le çalıştığını söylemişti. O tarihte karısı olan Kesire’nin babasının ve Ağrılı pilot Necati gibi yakın isimlerin MİT’le ilişkilerini bildiğini itiraf etmişti. MİT’le olan ilişkisini de, “Onlar beni kullanmak istedi, ben de onları kullanmak istedim!” mealindeki sözlerle açıklamaktan da geri durmamıştı. (Meraklıları daha geniş bir izahat için Öcalan’la yapılan söyleşilerden oluşan “Erkeği Öldürmek” adlı kitaba bakabilirler. )
PKK’da neler değişti?
PKK’nın dağa çıktığı yıllar, Türkiye’de koyu bir inkar anlayışı egemendi. PKK’nın amacı da Türkiye’yle sınırlı bir Kürdistan değildi. “Bağımsız ve Birleşik Kürdistan!” idealiyle Kürt gençlerini dağa çıkartan PKK, Öcalan’ın yakalandığı 1999 tarihinden sonra bütünüyle kurucu felsefesini ve amacını inkar etti. Öcalan tarafından dile getirilen yeni amentü üniter devleti, tek resmi dili, tek bayrağı, tek Türkiye ulusunu ve tek vatanı esas alan, her türlü federasyon ve özerklik talebini de ilkellik olarak değerlendirip reddeden “Demokratik Cumhuriyet” söylemi üzerine oturuyordu.
PKK’nın dağa çıktığı yıllarda temel amaç olarak benimsediği “Bağımsız ve Birleşik Kürdistan!” için bahusus Suriye’nin ve zaman zaman İran’ın niçin destek verdiği sorgulanabilir elbet. Çünkü İran ve Suriye’nin topraklarından bir bölümü de PKK’nın kurmak için savaşım verdiğini söylediği Kürdistan kapsamındaydı. Hadi bu paradoksa şimdi değinmeden geçelim ve diyelim ki PKK’nın bu büyük amacına ulaşabilmesi için kendi gücü yetmeyeceği için dış ülkelerin desteğine ihtiyaç hissetmiş olsun!
Peki “Demokratik Cumhuriyet” söyleminden sonra hala dış ülkelerin yedeğinde veya güdümünde olmak neyle izah edilebilir?
Her halde aklı başında hiç kimse dış ülkelerin desteği olmadan PKK’nın bu silahlı mücadelesini kendi öz gücüyle verdiğini söylemez! Buna kargalar bile güler çünkü.
Hadi diyelim “Bağımsız ve Birleşik Kürdistan!” için silahlı mücadelenin dışında bir seçenek yoktu. Peki “Demokratik Cumhuriyet” için hala silahları konuşturmak niye? Kürt halkının artık varlığı inkar edilmiyor. Dili devlet katında muteber addediliyor. Kürtçe seçmeli ders olarak milli eğitim müfredatına giriyor. Özel okullarda anadilde eğitim hiç de uzak görünmüyor. Yani Kürtçe’nin önündeki bütün anayasal ve yasal engeller bir bir kaldırılıyor.
Siyasetin konusu olan talepler için PKK niye hala silah kullanıyor dersiniz? Sahi Kürtlerin hangi hak talebi için silah kullanmak, Kürt gençlerini dağ başlarında öldürmek ve Kürt gençleri eliyle Türk gençlerini öldürmek gerekli görülüyor? Soruyorum: Hangi hak veya talep için? Anadilde eğitim için mi? Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için mi? Bunlar için ancak siyaset yapılır.
Ha, unuttum, bir de Öcalan’ın cezaevi ve tecrit koşulları var tabii. PKK bunun için mi silah kullanıyor? Kürt gençleri Öcalan cezaevinden çıkartılıp bir villada yaşasın diye mi ölüme gönderiliyor? Eğer öyleyse Kürtlük davası bunun neresinde? Öcalan cezaevi yerine kendi evinde yaşamayı madem bu kadar çok istiyor idiyse kendi evini niçin terk etti, hangi ideal için terk etti?
Tabii ki Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” söylemini kendi adıma en başından itibaren olumlu görenlerden biriyim. İtirazım bu projenin kendisine değil. İtirazım, bu projeye rağmen PKK’nın silahlarını toprağa gömmemekte ısrar etmesinedir. Sadece ve yalnızca siyaset yapma yolunu tercih etmemesindedir.
Karayılan’a inanmak!
PKK elindeki silahları Kürtlerin kahir ekseriyetine rağmen üstünde zorbalıkla hakimiyet kuracağı bir siyasi-idari birim için istiyorsa, burada da saf Kürtlük idealinden bahsetmek mümkün değildir.
“PKK’nın ipleri kimin elinde?” diye sorarken aynı zamanda PKK’nın Kürtlük vadisindeki yerinin de artık ciddi bir biçimde sorgulanması gerektiğini söylemek istiyorum.
PKK’nın Kandil’deki lideri Karayılan her seferinde barış istediklerini söylüyor. Silahlarını toprağa gömmeye hazır olduklarını belirtiyor. Yanına giden her gazeteciye bunu söylemekten, onlar üzerinden Türkiye toplumuna bu mesajları vermekten sakınmayan Karayılan, Silvan vb. terör eylemsellikleri için de her seferinde merkezden bağımsız birimleri suçlamayı marifet biliyor.
Yakınlarda kendisiyle Kandil’de görüşen Avni Özgürel’e yaptığı açıklamalarda Silvan saldırısının çözüm sürecine zarar verdiğine inandığını söylüyor. Ne güzel! Peki sormak gerekmez mi: Ya Dağlıca saldırısı?
Siyasi müzakere kanallarının tekrar açılmak istendiği bir dönemde gerçekleşen Dağlıca saldırısı, çözüm yoluna bilerek mayın döşemek değil de nedir?
Barış, öldürerek mi gerçekleşir?
Peki sormak gerekmez mi: Dağlıca saldırısının emrini kim verdi? Yoksa gene merkezden bağımsız yerel birimler mi, merkezi bile takmayan başkaca unsurlar mı yaptı?
Karayılan sekiz askerin şehit edildiği ve onlarca askerin de yaralandığı Dağlıca saldırısının çözüm sürecine sahiden zarar verdiğine inanmıyorsa o zaman Silvan için getirdiği argüman samimiyetten ve inandırıcılıktan uzak. Ha Silvan, ha Dağlıca, ne fark eder?
Karayılan’ın cevabı belki gecikir, belki de hiç gelmez, en iyisi mi kendisiyle yakında çok yakından görüşen Avni Özgürel dostumuza soralım: Sahi sizce bu katliam emrini Karayılan vermiş olabilir mi, yoksa gene Karayılan’ın deyimiyle yerel unsurlar merkezin kararı dışında kendileri mi yaptılar?
Barış sürecinin devamı için...
Eğer örgütün başı olarak Karayılan bu saldırı emri verdiyse o zaman Özgürel’e söylediği o barış ve çözüm başlığı altındaki sözlerin hiçbirinin zerrece inandırıcılığı yok. Yok bu emri bir türlü merkezin lafını dinlemeyen yerel birimler verdiyse, o zaman PKK’yı kim yönetiyor, PKK’nın ipi kemin elinde diye sormak gerekmez mi?
Lafı uzatmadan bitireyim: Tıpkı Silvan gibi Dağlıca saldırısı da çözüm sürecine indirilmiş bir darbedir. PKK’nın savaş baronları hem kendi statükolarını sürdürmek, hem de Türkiye’de malum güç odaklarının oluşturduğu statükonun devamını sağlamak gibi Kürtlük davasıyla zinhar alakası olmayan bir derin anlayış hattında duruyorlar. Başkaca ülkelerin çıkarlarına hizmet etmek ise cabası. Sonuçta olan bu ülkenin Kürt ve Türk gençlerine oluyor. Onların annelerine ve babalarına oluyor.
Başbakanın, “Silahlar susarsa operasyonlar durur!” sözünü tam da bu süreçte herkes doğru okumalıdır. Dahası, bu söze çözümden yana olan herkes büyük bir önem atfetmelidir. Barış süreci, “Eller karşılıklı tetikten çekilsin!” türünden devlet ile PKK’yı aynı kefeye koyan zararlı öneri ve polemiklere kurban edilmemelidir. PKK’nın ipi başkalarının elindeyse, daha bir süre terörle yaşamaya devam edeceğiz demektir. Önemli olan bu süreçte demokratik açılımları eksiksiz bir demokrasi anlayışıyla nihayete erdirmektir. PKK beslenebileceği bir bataklık kalmadığında toplumsal desteğini hızla yitirerek tarihe uğurlanacaktır.
Mehmet Metiner
STAR