Yazarlar, sorguluyor
Dünkü Milliyet gazetesinde yayınlanan “Müslümanlar neden Nobel Bilim Ödülü alamıyor?” başlıklı Meral Tamer'in yazısını, yazar Ümit Aktaş ve yazar Kenan Alpay Timeturk'e değerlendirdi:
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-06-21 13:21:02
Milliyet gazetesi yazarı Meral Tamer; “Müslümanlar neden Nobel Bilim Ödülü alamıyor?” başlıklı dünkü yazısında, “Nobel ödüllerinin 111 yıllık tarihinde ipi göğüsleyen Müslüman sayısının sadece 10 olduğunu” yazmıştı.
Tamer, yazısında dünyadaki müslüman nüfus ile Yahudi nüfusu karşılaştırmış ve azınlık olan Museviler'in şimdiye kadar 104 Nobel Bilim Ödülü kazanarak Müslümanlardan önde olduğunu belirtmiş ve bunun sebebini şöyle açıklamıştı yazısında:
“Neden dünyada 1.4 milyar Müslüman yaşarken, bu kalabalık nüfustan ancak 2’si Nobel Bilim Ödülü alabilmiş de, Müslümanların %1’i kadar nüfusa sahip Museviler, Nobel Bilim Ödülü alan 104 bilim adamını yetiştirebilmişler sizce?
Çünkü onların aldığı eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil), yaratıcı; bilgi üretmeye/bulmaya dönük. İslam dünyasının büyük bölümünde ise çocuğun zihinsel gelişimine yararı olmayan, büyük ölçüde din eksenli, sorgusuz, ezberci, dayatmacı bir eğitim sistemi var.”
Milliyet yazarının bu ifadelerini, yazar Ümit Aktaş ile Haksöz Dergisi yazarı ve Özgür-Der Başkan Yardımcısı Kenan Alpay Timeturk'e değlendirdi.
İşte Aktaş'ın ve Alpay'ın değerlendirmeleri:
Ümit Aktaş: Sorun “Nobel” almak değil!
Günümüz batı dünyası, büyük ölçüde İslam dünyasıyla çatışarak ve yine bu dünyadan da yararlanarak, mevcut bilimsel paradigmasını oluşturmuştur. Yahudiler de, her ne kadar batı dünyası tarafından aşağılansalar ve kıyıma uğrasalar da, bu dünyaya eklemlenerek, aynı paradigmatik alana dahil olmuşlardır. Dolayısıyla günümüzde batı dünyasının oluşturduğu paradigmatik alana karşı direnen -bu belki olumsuz bir şey olarak da nitelenebilir-, neredeyse sadece İslam dünyasıdır.
Bu uyuşmazlık, ister istemez İslam dünyasını farklı arayışlara itmiştir. Bu farklılaşma arzusu her açıdan tasvip edilebilir olmasa da -sözgelimi silahlanma gibi-, bir açıdan da, batının giderek tıkanan mevcut paradigması dışında, alternatif bir dünya üretme, yani alternatif bir paradigma oluşturma kapasitesi ve umudu sadece İslam dünyasında bulunmaktadır.
Tüm bunlar elbet ne bir özür ne de savunma. Her şeye rağmen İslam dünyasının içerisinde bulunduğu açmazlar ortada. Bunlardan benim de katıldığım bir kısmına Meral Tamer de işaret etmiş zaten. En önemlileri İslam dünyasındaki eleştirel düşünceden ve özgüvenden yoksun kişiler yetiştiren bir eğitim anlayışı ve yine büyük ölçüde bununla bağlantılı olan bir baskıcı rejimler sorunu.
Bu iki temel sorunu aşabilirse ve silahlanmaya ayırdığı kaynaklarını eğitime aktarabilirse, İslam dünyasının batı dışı bir paradigma üretmesi için gerekli potansiyeli, enerjisi ve umudu bulunmakta. Ama şurası da bilinmeli ki, İslam dünyasının bu şekilde kapalı, baskıcı ve silahlanmacı bir eğilime yönelmesi de, yine büyük ölçüde batı dünyasının etkileri ve saldırıları sonucu ortaya çıkmıştır.
Öte yandan ise, Nobel ödülünün ne denli bir siyasal malzeme ve araç olduğu hususuna ise hiç girmeyeceğim. Ne olursa olsun, sonuçta batı dünyasının bilim ve felsefe konusunda İslam dünyasından oldukça ileride olduğu açık bir gerçeklik çünkü. İslam dünyasının yapması gereken şey, kendi paradigmatik oluşumunu batı ile bir hesaplaşma üzerinden sağlamaya çalışsa da, bunu, batı karşısında ezilerek, komplekse girerek ya da batının modellenmesi yoluyla yapmaya çalışmamasıdır.
Çünkü bu özgün bir medeniyet çizgisi olmayacağı gibi, sonuçta ise ortaya, benzerlerini Hint ve Çin’de müşahede ettiğimiz batının ucube taklitleri çıkacaktır. İslam dünyası ise, kendi yoksunluklarını ve eksiklerini doğru bir biçimde tespit ederek ve doğru adımlar atarak, sabır ve umudunu yitirmeden, farklı bir dünyanın mümkün olduğunu ortaya koymalı ve insanlık için bir umut olma vasfına yeniden ulaşmalıdır.
Kenan Alpay: 'Nobel Ödülü' sorusu, hakikati anlamaya matuf değil
“Müslümanlar neden şöyle ya da böyle değil?” türü soruların önemli bir kesimi hakikati anlamaya yönelik değil maalesef. Milliyet Gazetesi’nden Meral Tamer’in dünkü yazısında konu edindiği Nobel Bilim Ödülü sorusu da anlamaya matuf değil.
Tamer’in yazısının mantığı olabildiğince basit bir yaftalama girişimi olarak sırıtıyor. Yazıda “Barış Ödülü”nün ne kadar siyasi bir tercih olduğu sırıtıyorken “Bilim Ödülü”nün sanki objektif kriterleri varmış gibi bir sunum yapılıyor. Oysa iktisadi veya siyasi göstergeler için kullanılan kriterler kadar Batı açısından bilimsel göstergeler için kullanılan kriterler de son derece politik ve pragmatiktir. Konjonktürel faydayı merkeze alan bu ödüllendirme Batı adına bir taltif ama aynı oranda bir manipülasyonu da ihtiva etmektedir.
Batının uyguladığı bu politik kriterlerden şikâyet etmemiz İslam dünyasının yaşadığı derin krizi görmemiz veya meşru saymamız anlamına gelmez elbette. Fakat bu durum bilimsel açıdan mevcut “ileri-geri” skalasının kalıcı ve tartışmasız bir ölçü olarak anlaşılmamalı anlamında bir vurgudur.
Mesela şöyle bir vurgu yaparsak nasıl bir sonuca ulaşırız?: “Batı dün geriydi fakat bugün ileridir. İslam toplumları ise dün ileriydi fakat bugün geridir.”
Kendiliğinden ileri veya geri bir pozisyon oluşmadığını görmezden gelen saftır veya bunu görünmez kılmak isteyen aldatmanın bir parçasıdır. Esas itibariyle bilimsel çalışmaların sömürgecilik mücadelesinin bir parçası olduğu, bilimsel alanda yaşanan tıkanmaların sömürgeciler ve işbirlikçisi despotik iktidarların tasallutundan kaynaklandığını dile getirmek durumundayız.
Nobel Ödülü’nü hedefleyerek ne bilimsel ne de iktisadi veya siyasi bir faaliyet yürütülmez. Bu tür bir hedef sahibi olmak kendi kendini sömürgeleştirme mantığını içselleştirmektir. Sadece fizik, kimya veya biyoloji gibi alanlarla sınırlı değil sosyoloji, psikoloji hatta tarih gibi alanlarda dahi sömürgeci işleyişi hâkim kılmak isteyen Batı’nın gözüne girmek veya gözünden düşmek için ekstradan bir çaba göstermek faydasız hatta zararlı bir faaliyettir. Çünkü bu yöndeki bir faaliyette çaba sahiplerine kazandırılmak istenen bir perspektif, duygu ve misyon insanlığa hizmeti değil Batı’ya hizmeti esas alır.
Batı modeli bir sanat, Batı modeli bir sinema, Batı modeli bir iktisat ve Batı modeli bir bilim derken Batı modeli hayatın küreselleştirilmesi hedeflenmektedir. Batıyı kıble edinen, Batılı hayat tarzını idealleştiren ve buna bağlı olarak Batıdışı değerleri itibarsızlaştıran bütün ‘teşvik’lere itirazımız olmalı. Nobel de bu itiraz noktalarımızdan biri olmalı.
Bizi, Nobel’i hedeflemeye teşvik edenler adaletin ve merhametin hâkimiyeti yolunda mı gayret sarf ediyorlar yoksa laik-modern bir toplum modeli kurmanın peşinde mi koşuyorlar? Batı’nın ‘barış’ anlayışı ne kadar merhametten nasiplenmişse ‘bilim’ anlayışı da o kadar objektiftir. Enver Sedat ve Muhammet el Baradey’in bilim adamı sıfatı maskelisi olmayı nasıl olur da kendine yakıştırır bir Müslüman? Sıradan bir soru değil bu fakat cevabının mahiyeti daha önemlidir.
Meral Tamer'in, “Müslümanlar neden Nobel Bilim Ödülü alamıyor?” başlıklı dünkü yazısını okumak için tıklayın!
SON VİDEO HABER
Haber Ara