Dolar

34,8956

Euro

36,6577

Altın

3.010,32

Bist

10.058,63

Bekaroğlu cezaevlerindeki durumu anlattı

'Cezaevleri suç üreten kurumlar gibiydi ama bunu engellemenin yolu tecrit değildir. Önce şunu kabul etmeliyiz; bir insan suç işledi ve mahkûm oldu diye insan olmaktan çıkmaz.'

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-06-21 06:30:39

Bekaroğlu cezaevlerindeki durumu anlattı
TİMETURK / Tuğçe Çirağ

Geçtiğimiz hafta Şanlıurfa C
ezaevinde kötü yaşam koşullarına karşı çıkma amaçlı mahkumların çıkardığı  isyan sonucu 13 kişi hayatını kaybetmişti. Bir kaç gün sonra aynı cezaevinin bu sefer çocuklar koğuşunda kalanlar yatakları ateşe vermişti. Osmaniye, Adana ve son olarak Karaman cezaevinde de yangın çıktı.  Birkaç  ay önce Pozantı çocuk cezaevinde yaşanan skandalın etkileri kaybolmamışken Urfa'da çıkan isyan  cezaevlerinde neler oluyor sorusunu beraberinde getiriyor! 

Bizde bu sorudan hareketle Türkiye'de ki cezaevleri son durumunu HAS PARTİ İstabul İl Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ile enine boyuna konuştuk. 

 Adalet Bakan'ı Sadullah Ergin'in  cezaevlerindeki durumla ilgili yaptığı açıklamada, infaz kurumlarının geçmişten günümüze yaşanan bir problem olduğunu 2002 sonrası düzenlemelerle 208 cezaevi kapatıldığını, şuanda ise 370 ceza infaz kurumu olduğunu ifade etmişti. İnsan kaynakları konusunda gerekli denetimlerin yapıldığını belirten Ergin, tutuklamanın sıkı şartlara bağlandığını ve daha az tutuklanmanın olduğu döneme girilmeye çalışıldığını belirtti. Yangınlarla ilgili ise teyit edilmemiş durumlarla igili hareket edilmemesi gerektiğini  ileri sürmüştü.


G-20 sirvesi için  Meksika 'da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ise konu ile ilgili yaptığı açıklamada, cezaevi yangınlarının terörle bağlantılı olduğunu ifade etti. Erdoğan, '' Şanlıurfa'daki tutuklu ve mahkumlar farklı cezaevlerine dağıtılmıştır, dağıtılmaya devam ediyor. Bunun yanında diğer cezaevlerinde çıkanlar da yine arkadaşlar çok farklı adımlar attılar, atıyorlar. Bu da birşeyi gösteriyor. Yani yapmakta olduğumuz yeni cezaevlerine 'İktidarların görevi cezaevi yapmak değil' mantığı ile... Dünyanın neresinde cezaevi olmayan ülke var diye merak ediyorum. İnsanın olduğu her yerde suç ve suçlu vardır. Bunu bilmemiz lazım. Buna göre de almamız gereken tedbirler her zaman alınmalıdır. Bu cezaevlerinde kapasite noktasındaki sıkıntıları da aşacak şekilde yatırımlarımız süratle devam edecektir."dedi. Yaşanan yangınlar cezaevlerindeki kapasite sorununu bir kez daha gündeme getirdi. Peki bu durum nasıl çözülebilir? Uzun tutukluluk sürelerinin kısaltması bir çözüm müdür? Tüm bu soruları Mehmet Bekaroğlu Timetürk okuyacıları için yanıtladı.



İşte Prof. Dr. Mehmet BEKAROĞLU ile Türkiye'de ki Cezaevleri ve sorunları üzerine gerçekleştirdiğimiz ropörtaj:

Şanlıurfa Cezaevi’nde çıkan olaylarda 13 kişinin yaşamını yitirmesinin ardından Adalet Bakanı Sadullah Ergin, cezaevlerinde kapasite sorunu olduğunu dile getirdi. Yaşanan bu kapasite sorununu çözmek için sizce nasıl tedbirleralınabilir?


Cezaevlerindeki kapasite sorunu öteden beri devam ediyor. Son yıllarda çok sayıda yeni, cezaevi yapıldı, cezaevlerinin koşulları eskisine göre daha iyi ama hala yetersiz. Aslında bunun tedbiri çoktan alınmalıydı. On yıllık bir iktidar var; “ne yapalım, bu sorunu avucumuzda hazır bulduk, henüz tedbir alamadık1 diyecek halleri yok. Görünen o ki bu konuda planlama yapılamamış, mahkum sayısının artacağı hesaplanamamış. Kapasite sorunu için yeni binalar gerekir ama bundan önce “Niçin bu kadar çok tutuklu ev hükümlü var?” sorusunu sormak gerekiyor. Affı ima etmiyorum, TCK gözden geçirilmeli, suçlar ve verilen cezalar tekrar gözden geçirilmelidir.

- KCK operasyonları, hırsızlık, çek-senet gibi birçok suçtan cezaevine girenlerin sayısı çoğalıyor ve bu da yer sıkıntısını doğuruyor. Bu bağlamda bu durumu düzeltmek için önerilen ‘elektronik kelepçe’ uygulaması çare olabilir mi?

2000’li yılların başında cezaevleri ile ilgili dönemin yöneticilerinin reform diye sundukları bir seri çalışma yapıldı. Yeni ve büyük cezaevleri, cezaevi kampusları, tutuklu ve hükümlülerin çalışmasını sağlayan yeni mevzuat vs. Ben o dönem Mecliste İnsan hakları Komisyonu üyesiydim ve cezaevleri ile ilgiliydim. Sordum, araştırdım; yapılanların dünyadaki neoliberal uygulamalara paralel şeylerdi. Amaç, mahkum sayısını artırmak ve hazırlanan geniş kampus cezaevlerinde bu insanları ucuz/bedava işgücü olarak kullanmaktı. Yeni TCK da daha evvel suç olmayan birçok eylemi suç saydı ve ceza öngördü. Ne var ki bu durum işlemedi, işverenler bu mekânları nasıl kullanacaklarını bilemediler, tutuklu ve hükümlüler de buna ilgi göstermedi.
Elektronik kelepçenin kısmen bir faydası olur. Konu bir bütün olarak ele alınmalı; TCK gözden geçirilmeli; suç olmaması gerektirecek eylemler suç olmaktan çıkartılmalıdır. Tabi yeteri kadar ve koşulları uygun cezaevi yapılmalıdır. Dünya devleti olduk diyoruz, GSYİH’nın bir trilyona dolara yaklaştığı söyleniyor. Peki, mahpuslarımıza yatak bulamamız nasıl izah ediliyor?


-Yargı sürecini hızlandırmak ve tutukluluk sürelerini kısaltmak için ne gibi çalışmalar yapılabilir?

Evet, yargı süreleri çok uzun, böyle olunca da tutukluluk süreleri uzuyor. Bunun için savcı-haki,m sayıları arttırılıyor, adliye binaları ve çalışma koşulları düzeltiliyor. Ama bunlar yetmiyor. Esasen bütüncül yaklaşan ciddi bir yargı reformuna ihtiyaç var. Bence tutuksuz yargılama esas olmalı. Bizde hakim ve savcılar çok çabuk tutukluyorlar. Bunda kolluğun iyi çalışmaması, delilleri mahkemenin karşısına zamanında getirmemesinin de etkisi var.

-AB ilerleme Raporu’nda Türkiye’deki cezaevlerinin durumunun “endişe verici” olduğu ve denetimlerinin denetlenmesine ilişkin standartların, Birleşmiş Milletler standartlarına uyacak şekilde geliştirilmediği bildirildi. Bu raporu nasıl değerlendiriyorsunuz?

AB ve diğer uluslar arası raporlara gerek yok, biz cezaevlerimizin durumunu biliyoruz. Gerçekten şartlar çok kötü. Öncelikle anlayış sorunu var. Maalesef cezaevlerinde “zindancı kafası” hakim. İyi işleyen, oturmuş mevzuatlar yok. Cezaevi yöneticileri zindancı kafası ile davranıyorlar. Sanki mahpuslar onların insafına terk edilmiş kölelerdir. Cezaevlerimizde bu zindancıların elinde keyfilik kol geziyor. Cezaevi müdürü astığı astık kestiği kestik biri olabiliyor. Evet, kağıt üzerinde her şey var gibi ama uygulamada bunların sağlıklı bir denetimi yok.

Bir de siyasilerin, örgüt suçları tutuklularının kaldığı ve herkesin gözünün önünde olan, yerli ve yabancı heyetlerin sık sık ziyaret ettiği cezaevlerinde işler daha iyi ama adli tutuklu ve hükümlülerin kaldığı cezaevleri bütünüyle çoğu zindancı zihniyeti ile hareket eden insanlara terk edilmiştir.

Bu arada şunu da ifade etmeliyim: AB raporu filan diyoruz. Aslında böyle bir denetimin olması beni rahatsız etmiyor, bu baskı nedeniyle bazı iyileştirici tedbirler alınıyor. Ama ben Batı ülkelerinde çok cezaevi gezdim, koşulları bizimkilerden iyi değil.
Burada sorulması gereken en önemli soru, bu hükümetin, Müslüman bir kadronun, hürriyetleri ellerinden alınmış ve bütünüyle devletin güvencesinde olan bu insanların sorunlarına duyarsız davranmasıdır.

-Cezaevlerini dolduran politikaların ve Özel yetkili Mahkemelerin varlığı sürdükçe bu konuya çözüm bulunabilir mi?


Evet, siyasi tutuklular ve hükümlüler sorunu var, özellikle KCK ve Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan dolayı içeride çok insan var. Ama 130 bine ulaşan mahpus sayısının içinde bunların sayısı 10-15 bindir. Tamam, bunların durumu da gözden geçirilsin ama esasen kimsenin sormadığı adli mahpusların durumları içler acısıdır. “Sabahın köründe adam alınır mı?” diye feryat edenleri daha evvel bir yerde görmedik. Doğru, adresi ve kimliği belli olan insanlar niçin gece basılsın, gündüz adam gibi gidilsin alınsın. Ama bu hakkı herkes için talep etmek durumundayız.

Ben Özel Yetkili Mahkemeleri ilkesel olarak sorunlu bulan birsiyim. Ama bu mahkemeler olmasaydı bu Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalar zor yürütülürdü. “Özel yetkilileri kaldıralım” demek kolay ama ne koyacaksınız yerine. Bence ciddi bir yargı reformu gerekli; bu yargı reformu anlayış ve algının değişmesini de zorlamalı. Özel yetkililer olmasa bile yine ihtisas mahkemeleri olmalı ve yine bu mahkemeler yaptıkları işe uygun yetkilere sahip olmalı.

-Türkiye'de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlülerinin, suç faaliyetlerini cezaevi ortamında da devam ettirmelerini engellemek ve siyasi suçluların F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla gerçekleşen yüzlerce kişinin öldüğü "Hayata Dönüş" operasyonunu devletin "aldatmacası" olarak değerlendiriyorsunuz. Sizce geçmişten bugüne cezaevlerinde ne değişti?

Doğru, cezaevleri suç üreten kurumlar gibiydi ama bunu engellemenin yolu tecrit değildir. Önce şunu kabul etmeliyiz; bir insan suç işledi ve mahkûm oldu diye insan olmaktan çıkmaz. Evet, hürriyeti engellenir, cezaevine konur ama orada insan gibi yaşamasını sağlayacak şartları oluşturmak mecburiyetindesiniz. Şu anda yaşanan sorun, Şanlıurfa ve diğer cezaevlerinde çıkan isyanlar, cezaevlerinde insanca yaşama şartlarının bulunmamasına bağlıdır. 10 kişilik yerde 30 kişinin kalması, yatak olmaması, insanların vardiyalı yatmaları, tuvaletlerin yetersiz olması, su akmaması, ısınmaması, yemeklerin yetersiz olması vs. Bunlar anlaşılır şeyler mi, olacak iş mi bu? Sonra tecrit insan haklarına aykırı bir uygulamadır. F tipi tecrit cezaevleri mutlaka gözden geçirilmelidir. Biz o zaman “ev tipi” cezaevleri önermiştik. Gündüz insanların evlerdeki salonlar gibi herkesin ortak kullandığı mekânlarda kalacağı gece odalarına çekileceği model. Ama o zaman kafalarına koymuşlardı; cezaevleri terörist üretiyor, bunları birbirlerinden ayırmak gerekir diye bir ezber vardı. “Hayata Dönüş Operasyonu” diye 34 kişiyi F tipi cezaevlerine nakilleri gerçekleştirmek için öldürdüler, sonra da ölüm oruçlarında 100 kişi daha öldü. Bu durum, yani cezaevlerinde 130 tabutun çıkması bence bu ülke için kara bir leke olarak kaldı.

Bugün bu anlayışın bütünüyle değiştiğine dair bir işaret yok. Evet, cezaevlerinin fizik koşulları biraz daha iyi ama tecrit artarak devam ediyor. Sonra sorulması gereken daha önemli bir soru var: Demokratik bir ülkede normal koşullarda bu kadar çok “terörist” olur mu? Bir ülke “on inlerce” teröristi taşıyamaz, bunları koyacak cezaevleri de bulamaz. Bu konuya kafa yormalıyız; ülkede herkesin özgür olduğu, kendi kimliği ve yaşam tarzı ile rahat yaşayabildiği, ülke imkânlarından adil bir şekilde pay alabildiği bir siyasal ve toplumsal işleyiş tesis edemeden bu sorunlar çözülmez. Bu anlamda yapılacak çok işimizin olduğunu kabul etmeliyiz. Başka bir şey daha toplumsal adalet konusunda her gün gerilere gidiyoruz, her gün daha çok memleket evladı, haksızlığa uğradığını, adam yerine koymadığını düşünmeye başlıyor. Memleket soyuluyor, birileri malı götürüyor, bu işler galiba hiç düzelmeyecek diyenleri sayısı artıyor. Orta sınıflar eriyor, ülkenin büyüdüğü söyleniyor, televizyonlarda, dizilerde şatafatlı bir hayatın reklamları yapılıyor ama geniş kitleler giderek yoksullaşıyor. İnsanları umutları giderek azalıyor. Bu durumla, cezaevlerinin sayısını artırarak, dev adalet sarayları yaparak baş edemezsiniz. Dindar insanların iktidarında bunlar olmamalıydı. Bu işi daha da karamsar noktalara taşıyor. İnsanlar dindarlar böyle yaparsa diye karamsarlığa boğuluyor, umutlarını yitiriyorlar.

Mehmet Bekaroğlu Kimdir

Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gördü. Ardından Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri uzmanlığı yaptı. İngiltere’deki Aston Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. Bekaroğlu, 12 Eylül sonrasında yedek subaylığını yaparken Gaziantep ve Metris cezaevlerinde psikiyatrist olarak görevlendirildi.[1] 1987-1999 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Akademik kariyerini psikiyatri anabilim dalı başkanıyken sonlandırdı.

Mehmet Bekaroğlu, 2000'li yılların başlarında Hikmet Sami Türk'ün Adalet Bakanı olduğu dönemde, F Tipi Cezaevlerinde siyasi tutuklulara yönelik insanlık dışı uygulamalara ve Hayata Dönüş Operasyonu'na karşı verilen insan hakları mücadelesinde aktif olarak yer almış, cezaevlerinde yaşanan ölümlerin durdurulması için yoğun çaba sarfetmiştir.[4] RP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından bu partinin devamı olan Fazilet Partisi’ne geçti. FP’nin kapatılması sonrasında, politikaya FP'nin devamı olarak kurulan Saadet Partisi’nde devam etti.[1] SP’den genel başkan yardımcılığı görevinde iken istifa etti. CHP'den ayrılan sosyal demokrat Ertuğrul Günay ile birlikte, "Yeni bir siyaset" adını verdikleri, Kamuoyunda "Müslüman sol" olarak adlandırılan hareketi kurdu. Bekaroğlu'nun, bu hareketi Günay'ın AK Parti'ye katılması nedeniyle destek bulamadı.[1] 2009 yerel seçimlerinde SP'den İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı adayı olarak aktif siyasete dönüş yaptı. Fakat belediye bakanı seçilemedi.[5] Ekim 2010'da Saadet Partisi'nden istifa ettikten sonra Numan Kurtulmuş başkanlığında kurulan Halkın Sesi Partisi'nin kurucularından biri oldu. Halkın Sesi Partisi İstanbul İl Başkanıdır.




SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara