Dolar

34,8783

Euro

36,7749

Altın

3.045,23

Bist

10.144,62

AB-Türkiye diyaloğunun sınırları

Bir yanda, kendine güveni arttıkça AB’yi daha az ciddiye alan Türkiye, diğer yanda mali krizle boğuşan ve Türkiye’yi kaybetmek istemeyen AB. Kayhan Karaca’nın ilişkilerdeki yeni dönem üzerine haber-analizi:

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-06-17 10:56:04

AB-Türkiye diyaloğunun sınırları
Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde nereye gidiliyor? Ya da nereye gidildiği biliniyor mu? Avrupa’da ekonomik krizin yakın gelecekte daha da derinleşeceği haberlerinin yayıldığı bir dönemde AB-Türkiye ilişkileri ve bu ilişkiler çerçevesinde, neredeyse yalnızca kağıt üzerinde devam etmekte olan katılım müzakereleri süreci sürdürülebilir kılınabilir mi?

AB ile Türkiye arasında parlamenter diyalog platformu Karma Parlamento Komisyonu’nun (KPK) 13-14 Haziran tarihlerinde Strasbourg’da yapılan 69’uncu toplantısındaki manzaraya bakılacak olursa, tablo hiç de parlak değil. Ankara, son yıllardaki ekonomik performansının verdiği aşırı özgüven nedeniyle AB’yi neredeyse “hor görmeye” başladı. AB ise “stratejik” öneminin farkında olduğu Türkiye ile ne yapacağını tartışamayacak kadar kötü durumda.

Strasbourg’daki toplantılara Avrupa Parlamentosu (AP) ve TBMM’nin KPK üyelerinin yanı sıra, Türkiye’nin AB Bakanı ve baş müzakerecisi Egemen Bağış ile Aile ve Sosyal İşler Bakanı Fatma Şahin de katıldılar. AB kanadı ise bu yılın başından bu yana AB dönem başkanlığını yürütmekte olan Danimarka ile Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle tarafından temsil edildi.

Bağış ve Füle'den açık sözlü yanıtlar

KPK toplantıları iki tarafın parlamenterleri arasında diyalog platformu olsa da bu toplantılarda genelde hükümetlerin veya AB Konseyi ve Avrupa Komisyonu temsilcilerinin söyledikleri önemlidir. Bu sefer de öyle oldu. AB-Türkiye diyaloğunda gelinen aşama ve sorunlar tabusuz biçimde özellikle Egemen Bağış ve Stefan Füle tarafından dile getirildi. Her ikisi de açık sözlüydü ve bu açık sözlülük sayesinde, AB ile Türkiye arasında adeta bir “sağırlar diyaloğunun” devam ettiği apaçık ortaya çıktı.

Vize meselesi, AB tarafından bu meseleye endekslenen kaçak göçmenleri geri kabul anlaşmasının uygulamaya konulması, Kıbrıs sorunu ve AB’nin (en azından bazı AB ülkelerinin) katılım müzakerelerinde yarattığı blokajın taraflar arasındaki başlıca tartışma konularını oluşturduğu görüldü. Ancak toplantılarda iki tarafın aslında bugüne kadar hissedilen ama bu tür platformlarda pek dile getirilmeyen çok daha temel bir sorunla karşı karşıya oldukları su yüzüne çıktı.

AB: Sivil toplumu kaybetmişiz

Stefan Füle, Türkiye’de AB sürecinin gerçek taşıyıcısı olan sivil toplumu büyük ölçüde “kaybettiklerini” dile getirdi, Türkiye'de sivil toplumun üyelik vizyonunu yitirdiğine vurgu yaptı. “Ankara’da geçenlerde sivil toplumun 80 temsilcisiyle bir araya geldim, ne kadar zaman kaybettiğimizin farkına vardım. Türkiye’nin üyelik süreci için Türk toplumunun desteğini tamamen yitirebiliriz” dedi.

Egemen Bağış, ilişkiler açısından trajik nitelenebilecek bu gözleme katılmıyor değil. Ancak gözlemi bambaşka bir açıdan okuyor: “İki yıldır müzakere faslı açamıyorsak bize köstek olanları mı yoksa Türkiye’deki sivil toplumu mu suçlamak lazım? Fakat Türkiye'de sivil toplum diye sadece elitist bir kesimi dikkate alırsanız bu tür sonuçlara varırsınız”.

Füle’nin bir itirafı da vize konusundaydı. “AB üyesi devletler vizeyle ilgili açık ifadelerde bulunmadılar bugüne kadar. Vize diyaloğu ve vizelerin serbestleştirilmesi perspektifini sonuca bağlayamadılar. Türkiye’deki rahatsızlığı anlıyorum. En azından Schengen ülkelerine vizesiz giriş gündeme gelebilir” ifadelerini kullandı. Füle, “Güven eksikliğinden çok çekiyoruz. Türkiye AB’ye ne kadar dürüst ise AB de Türkiye’ye karşı o kadar dürüst” dedi.

Egemen Bağış'tan Füle'ye sitem

Bu ifadeler konuyu Türkiye’de en yakından takip eden isim olan Bağış için bardağı taşıran son damla oldu adeta. Türk Bakan, Avrupa Komisyonu temsilcisine “Bana vize konusunda sözler verdin. Şunları yapacağım, bunları yapacağım dedin. Ben de sana sen onları yap ben de geri kabul anlaşması için Türk hükümeti içinde elimden geleni yapacağım dedim. Senin ülken Çek Cumhuriyeti komünist rejimdeyken benim ülkem üyelik başvurusunu çoktan yapmıştı.

Soğuk Savaş’ta Batı’yı Doğu’ya karşı koruyordu. Benim seçmenlerim ‘eğer Varşova Paktı üyesi olsaydık şimdi AB üyesi olur muyduk’ diye soruyor. AB bugün Moldova, Gürcistan, Ukrayna ve Sırbistan’la vize serbestisi başlatmışken Türkiye’ye yapılan ayrımcılıktır” şeklinde sitem etti.

Öyle görünüyor ki AB içinde birileri Ankara’nın, hakkı olan “vize serbestisi” yerine “vize kolaylığı”na yanaşıp yanaşmayacağını test ediyor. Türkiye’de nüfusun üst gelirlilerine, iş dünyasına, medyaya, akademi dünyasına ve bazı üniversite öğrencilerine vize kolaylığı getirilmesi durumunda Ankara’nın vizesiz dolaşım hakkından vazgeçeceğini düşünenler olabilir mi? Egemen Bağış bu konudaki sorulara “Vize kolaylığına karşı, geri kabulü istiyorlarsa abesle iştigal olur. Biz Türk vatandaşlarına serbest dolaşım istiyoruz” yanıtını veriyor.



Kıbrıs'ın dönem başkanlığı

KPK toplantılarından çıkan sonuca bakılacak olursa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu yılın ikinci yarısındaki dönem başkanlığı da AB-Türkiye ilişkileri açısından beklendiği kadar sorunlu geçmeyecek. Nedeni çok basit: Ankara Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “dönem başkanı” sıfatıyla AB Konseyi adına katıldığı ikili toplantılara katılmayacak. Örneğin KPK’nın bu yılın ikinci yarısında öngörülen toplantısı büyük olasılıkla gerçekleşmeyecek. Bu durumdan tek rahatsız olanlar Yunan ve Kıbrıslı Rum siyasiler. KPK toplantısında bu konuyu gündeme getirmek için çırpındılar. Ancak Türk parlamenterlerden yanıt almadıkları gibi AB temsilcilerinden veya AP üyelerinden de bekledikleri desteği görmediler.

AB kanadında kimsenin şu anda Kıbrıs konusunda Ankara’yı sıkıştırma niyeti yok. Adada çözümsüzlük devam ettikçe Ankara’nın üyelik süreci ilerlemiyor, bu da anlaşılan o ki bazı devletlerin işine geliyor.

KPK toplantılarına ilk defa davet BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi Alexander Downer da Strasbourg'da Avrupalı parlamenterlere verdiği brifingde adadaki müzakerelerin gidişatı konusunda karamsarlığını gizleyemedi. Taraflar arasında olağanüstü güvensizlik olduğunun altını çizdi.

AB’nin bu tür toplantılarında eskiden Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüğü veya yargının bağımsızlığı gibi temel insan hakları sorunları ele alınırdı. Bu konular artık sadece yüzeysel biçimde konuşuluyor. Son KPK toplantısında Kürt sorununun adı dahi telaffuz edilmedi. Buna karşılık Aile ve Sosyal İşler Bakanı Fatma Şahin’in konuşmacı olarak katıldığı oturumda kürtaj konusu gündeme geldi. Ancak bu konu TBMM üyeleriyle AP üyeleri arasında değil, KPK’nın Adalet ve Kalkınma Partili vekilleriyle CHP'li vekilleri arasında kimi zaman terbiye sınırlarını zorlayıcı tartışması olarak kayıtlara geçti.

Kendine güveni artmış Türkiye ile ekonomik krizle debelenen AB arasındaki diyalogda gelinen nokta bu. Sivil toplumu AB sürecinden kopmuş bir Türkiye, ekonomik kriz nedeniyle genişleme sürecini konuşması imkânsız hale gelmiş bir AB ile katılım müzakerelerini bakalım daha ne kadar yürütebilecek, ya da yürütecek mi? İlişkiler bu şekilde tamamen tıkanırsa yeni bir eksene mi oturtulacak? İşte şimdi bu sorulara yanıt bulma zamanı.




Haber Ara