AFAD (Afet Acil Durum Yönetim Başkanlığı), İstanbul Valiliği, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetkilileri ve uzmanlardan aldığımız bilgiler ışığında, başta ülkenin kalbi kabul edilen Marmara Bölgesi ve İstanbul olmak üzere depreme ne kadar hazır olduğumuzu inceledik. Yerbilimleri, yapı ve afet yönetimi konusunda ülkemizin önde gelen kişileri olan Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Namık Çağatay, Prof. Dr. Celal Şengör, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, Prof. Dr. Semih Tezcan, Prof. Dr. Hasan Boduroğlu, Prof. Dr. Mustafa Erdik ve İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe bu konudaki sorularımızı yanıtlayarak düşüncelerini anlattı. Bütün bu araştırmadan çıkan ortak sonuç, 12 yıl içinde oldukça yol alındığı, ancak İstanbul’un depreme bu süre içinde tam olarak hazırlanamadığı oldu.
Yazı dizimizin ilk gününde İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin deprem üretme potansiyelini ele aldık ve yerbilimleri açısından Marmara’yı mercek altına aldık. Bu konuda Marmara’daki deniz araştırmalarının koordinatörlüğünü yapan İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, yapılan bilimsel çalışmaları, en riskli yerin neresi olduğunu, bu fayların kaç büyüklükte deprem üretebileceğini ve eksikliklerin neler olduğunu anlattı...
* Marmara Denizi’ndeki bu büyük araştırmanın sonucu neyi işaret ediyor?
1999 depremleri Marmara Denizi’nin altındaki yerkabuğuna büyük miktarda stres yüklemiş ve bir sonraki deprem için hedef haline getirmiş durumda. Bilim adamları Marmara Bölgesi’ni bir tehlike alanı ilan etti. Tarihsel deprem kayıtlarının incelenmesi, stres transferi hesapları ve Kuzey Anadolu Fayı’nın bazı özellikleri, belirli bir zaman periyodu içerisinde bu bölgede büyük bir deprem olacağına işaret etmekte.
* Marmara Denizi’nin jeolojik yapısı ne kadar biliniyordu?
Marmara Bölgesi’nde bir deprem alarmı verilmesi, doğal olarak bazı sorulara neden oldu. Bu soruların en önemlileri, beklenen Marmara depreminin nerede, nasıl, hangi büyüklükte, ne zaman olacağı ve ne kadar hasar vereceğidir. 1999 depremlerinden hemen sonra bu sorulara tutarlı bir cevap vermek pek mümkün değildi, zira bu deniz hakkında çok az şey biliniyordu.
* Ne gibi çalışmalar yapıldı?
1999’da İTÜ-TÜBİTAK-MTA-SHOD işbirliğiyle yapılan araştırmalarda Sismik 1 ve Çubuklu gemileri kullanıldı. Ancak, ekip ve ekipman yetersizliği nedeniyle uluslararası bilim camiasıyla temasa geçildi. NATO’nun desteğiyle, Marmara’da hangi araştırmaların yapılması gerektiğini belirlemek amacıyla, 2000’de İstanbul’da bir seminer düzenlendi ve projeler belirlendi. Bunlar, Fransa’nın Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi, Deniz Araştırmaları Enstitüsü, Collage de France, İtalya’nın Ulusal Araştırma Konseyi, Deniz Jeolojisi Enstitüsü, ABD’nin Lamont Doherty Yer Gözlem Evi, Japonya’nın Tokyo Üniversitesi, NATO ve Avrupa Birliği’nin bazı kurumları tarafından finanse edildi.
* Bu araştırmaları özetler misiniz?
2000’de başlayan araştırmalar 2009’a kadar sürdü. Marmara’da Fransızların Le Suroit, Le Atalante, Le Nadir, Marion Dufrasne, İtalyanların Odin Finder, Urania isimli gemileri çalıştı. Araştırmalarda, Kuzey Anadolu Fayı’nın yapısı ortaya kondu. Marmara’da aktif olduğu düşünülen faylar boyunca 37 OBS (Okyanus Tabanı Sismografı) cihazı yerleştirildi. Derin sismik hatlar atılarak fayların arzın derinliklerine nasıl gittikleri saptandı. Aktif faylarla ilgili önemli bilgiler toplandı. Nautile denizaltısıyla Marmara’ya dalınıp İstanbul’u tehdit eden fay gözlendi. Ayrıca, Marmara tabanında sabit denizaltı gözlem istasyonlarının nerelere kurulabileceği saptandı.
* Denizaltı gözlem istasyonlarının önemi nedir?
Bu istasyonların kurulması büyük bir deprem beklentisi içerisinde olan Marmara Bölgesi için önemli. Deprem süreci arzın belirli derinliklerinde başlar ve buralarda birikmiş olan tektonik enerjinin etkisiyle kayalarda belirgin fiziksel ve kimyasal değişiklikler olur. İşte bu değişimleri sürekli ölçmek ve izlemek suretiyle gelmekte olan depremler hakkında önceden bir ipucu elde edilebilir. Bu da denizaltı gözlem istasyonlarıyla olur.
* Bütün bu çalışmalardan çıkan sonuç ne oldu?
Özetlenirse, çalışmalar, Tekirdağ Çukurluğu ile Adalar arasında uzanan yaklaşık 110 km uzunluğunda olan fayın, Marmara’daki en tehlikeli fay olduğunu ortaya koydu. Bu fayın kırılması halinde 7’den büyük bir deprem üreteceğini biliyoruz. Ancak, bu fayın Gelibolu Yarımadası ile Orta Marmara Çukurluğu arasında kalan 60 km’lik kısmının 1912 Şarköy depremi sonucu kırılmış olabileceği ihtimali belirdi. Kırığın 1912 Şarköy depremine ait olması halinde, 110 km uzunluklu fay üzerinde beklenen depremin büyüklüğü azalacak. Doğrultu atımlı fay sisteminin ikinci üyesi Adalar’ın güneyinde uzanan 65 km’lik fay.
Kırılırsa en fazla 7 büyüklüğünde deprem üretecek. Marmara Denizi’nde 6 büyüklüğünde deprem üretecek normal atımlı kısa faylar Çınarcık Çukurluğu’nun güneyinde yer alıyor. Bunların tsunami oluşturma potansiyelleri fazla. Büyük depremler sırasında meydana gelen titreşimler Marmara Denizi’nin kıta yamaçlarında deniz altı heyelanları oluşturur ve bunlar da tsunamiye neden olur. 17 bin sene önce Tuzla açıklarında dalga yüksekliği 10 metreyi bulan bir tsunamiye yol açan büyük bir heyelan bulundu.
Tuzla-Maltepe hattında, doğrultu atımlı faylar tespit edildi. Bu faylar kendi başlarına büyük depremler üretmez, ancak beklenen Marmara depremi sırasında bulundukları yörelerin daha fazla hasar görmesine neden olabilirler. Beklenen depremde Marmara Denizi’nin güneyi kuzeye nazaran çok daha fazla etkilenecek.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu
‘Önce yassıkadayıf olacak binalar ele alınmalı’
PROF. DR. MİKDAT KADIOĞLU
(İTÜ AFET YÖNETİMİ ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRÜ):
En son İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009 yılında yapılan ve en kötü senaryo olarak bilinen 7,5 büyüklüğündeki deprem sonuçları için senaryo güncellendi. Her ne kadar rakamları çok iyimser bir hale getirilmiş olsa da şimdi bu somut senaryoya dayalı kurgular yaparak, örneğin “İstanbul depreme hazır mı?” sorusuna hep beraber cevap arayalım.
* 10-30 bin ölü: Ölümler gerçekleştiğinde kimlik tespiti, cenaze işleri için bir hazırlık yapmak mümkün değil. Ayrıca mezarlıkların planlanmasında her ölü beden için 5 metrekarelik bir alan gerekli. 30 bin ölü, 150 bin metrekarelik mezarlık demek. Bu alan mevcut değil.
* 2 bin 500-10 bin çok ağır hasarlı bina/13-34 bin ağır hasarlı bina: Çok ağır hasarlı binaların yarısı yassı kadayıf olsa, bu binalardan canlı çıkarabilmemiz de mümkün olamayacak. Çünkü depremden sonra 5 bin binaya, 5 bin tane -20’şer kişiden oluşan- arama ve kurtarma ekibi bulmak mümkün değil.
* 85-150 bin orta hasarlı bina/250-350 bin hafif hasarlı bina: Böyle bir durumda 530 bin olarak hesaplanan acil barınma ihtiyacı olan hane sayısı, panik nedeniyle birkaç milyonu bulacak. Ne dünyada bu kadar çok çadır, ne de İstanbul’da bu kadar çok çadırı kurmak için yeterli açık alan var.
* 20-60 bin hastanede tedavi/50-140 bin hafif yaralı: Güçlendirilen ve yeniden yapılan hastanelerimiz var. Fakat apartmandan bozma ve çürük binalarda sağlık hizmeti veren tesislerimizin de sayısı hâlâ çok fazla. Binası sağlam kalan hastanelerimizin de tam kapasite çalışabileceği şüpheli. Afet acil yardım planlarımızda yaralı toplama, vb. alanlar, olası ihtiyaca göre henüz planlanmamış. Deprem, sağlık personelini ve tesislerini de etkileyeceği için bu konuda da dışarıdan gelecek olan desteğe ihtiyaç var. Hasar görecek yol ve köprüler ile beraber yolları kaplayacak olan bina enkazı ve terk edilecek olan araçlardan dolayı yaralı ve ekip taşıma çok zor olacak. İlkyardım bilgisi ve doğru bir ilkyardım çantası olan insan sayımız da çok az.
* Sadece 650 noktada doğalgaz şebekesi ve 17 bin adet doğalgaz kutusunda hasar beklenmekte... Bu rakamlara binlerce fabrika, konut ve araç yangınını da ilave etmeliyiz. İtfaiyenin de karayolundan ulaşımının imkânsız olabileceği bir yerde taşıma su ve ekipler ile yangın ve kimyasal serpintilere müdahale etmek mümkün olamayacak.
* 450 noktada içme suyu ve 1500 noktada atık su hattı hasarı bekleniyor... İSKİ su şebekesinin büyük bir kısmı yenilendi. Fakat Japonlar gibi sismik bağlantılar yerine hâlâ standart boru bağlantıları kullandığımız için su şebekemizin de depreme göre inşa edildiğini söyleyemeyiz. Ayrıca Japonlar gibi, halkın sığınabileceği park ve bahçelere de, afetzedelerin ihtiyacını karşılayacak su deposu ve fosseptik kuyusu gibi sistematik olması gereken hazırlıklarımız da yok.
MİLLİYET