Altan Tan, 12 Haziran’dan sonra oluşan parlamentonun en önemli isimlerinden birisi olarak hızla öne çıktı. İslâmî bir zihinsel arka plana sahip olan Altan Tan’ın Kürt meselesinin hapsedildiği alana getirdiği yeni söylem ve teklifler, bundan sonra ihmal edilemeyecek ölçüde bir etki oluşturacak gibi görünüyor. Altan Tan’ın etki gücü, bir yandan Marksist retoriğe yaslanan PKK’nın tekeline alternatif sayılabilecek görüşlerinden beslenirken, diğer yandan da, İslâmî kökenden gelen Ak Parti’ye yönelttiği teorik eleştirilerle daha dikkat çekici oluyor. Kürt meselesini epeyce içeriden bilen, ayrımcı uygulamaların mağduru ve muhatabı olmuş Altan Tan ile gündemi, Ak Parti-CHP yakınlaşmasını ve elbette güncel siyasetin satırbaşlarını konuştuk.
Darbeler, birçok kesimi etkiliyor ve tahrip gücü çok yüksek oluyor. Ve bu darbelerin ilk vurduğu kesimler arasında Kürtler muhakkak yer alıyor. Darbelerle Kürtler arasında nasıl bir ilişki söz konusu?
Sizin de altını çizdiğiniz gibi darbeler her dönem birilerini vurur, ama Kürtleri her zaman vurur. Türkiye'de dönem dönem her kesimin rejimle bir kavgası oldu. Bir dönem İslamcıların, bir dönem Türk solunun, Marksistlerin, sosyalistlerin, milliyetçilerin. Ama Kürtler her dönem, tırnak içinde, rejimin kendine düşman tayin ettiği bir zümre olmuştur.
KÜRTLER HER DÖNEM SAKINCALI GÖRÜLDÜ
Darbe dışı dönemlerde de mi böyle olmuştur?
Sadece darbelerle değil, darbe dışı dönemlerde de Kürtler devamlı olarak sakıncalı, düşman olarak tasfiye edilmesi, eski tabiriyle, tedip edilmesi gereken unsurlar olarak görülmüştür. Üzüntü veren nokta, bu zihniyetin devam etmesidir.
Rejimin darbe dışı dönemlerde Kürtleri tedip etme sebepleri nelerdir? Hangi gerekçelerle hareket edildi?
Bu çok açık. Kemalistler, Cumhuriyeti; laikçi bir ulus-devlet olarak dizayn ettiler. Kurdular demiyorum. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşunda, Kurtuluş Savaşı’nın yapılmasında; dualarla, tekbirlerle, salâvatlarla TBMM’nin açılmasında hepimiz varız. Özellikle de Müslüman kadrolar var. Kürtler var, Aleviler var. ‘Dizayn ettiler’ diyorum, çünkü laikler özellikle 1924 ve 1925’ten sonra, Kurtuluş Savaşı’nı yapan, bu milleti yeni bir hayata, özgürlüğe kavuşturan bütün kadroları tasfiye ederek, Cumhuriyet’i laik bir ulus-devlet olarak şekillendirdiler.
Maksatları neydi?
Laikçi ulus devletin iki temel paradigması vardır. Bunlardan birisi, İslam dinini toplum hayatından kazımaktı. İkincisi de, herkesi Türk olarak tanımlamaktı. Dikkat ederseniz, laik kelimesini değil, ‘laikçi’ tabirini kullanıyorum. ‘Laikçi’ türetilmiş bir kimliktir.
KÜRTLER, İKİ KERE DAYAK YEDİ
Kürtlerin itirazı nerede başladı?
Kürtler bu sisteme iki noktadan itiraz ettiler. Birinci olarak, Ortadoğu’nun en dindar, İslam’a en bağlı halkı olmaları hasebiyle, İslam’ın toplum hayatından kazınmasına itiraz ettiler. İkinci olarak da Kürt kimliğinin inkârı ve kendilerine zorla laikçi, seküler bir Türk kimliği dayatılmasına itiraz ettiler. Onun için de, dini yönden dayak atılması gerektiği zamanda rejim, büyük oranda karşısında Kürdü gördü. Yani, Kürtler, hem Müslüman olduğu, hem de Kürt olduğu için dayak yedi. Bazen özellikle Türk İslamcılar “Efendim, bu rejim hepimize zulmetti” derler. Evet, zulmetti de, bize iki sefer zulmetti.
12 Eylül Kürtlere nasıl bir bedel ödetti? Kürtler nasıl bir zulümle karşı karşıya kaldılar?
12 Eylül’ün üzerinde özellikle durmak lazım. 12 Eylül, İslami kesime ciddi bir darbe vurmadı. Bazı arkadaşlar buna hemen itiraz edebilirler. O yüzden kelimelerimi seçerek kullanıyorum. Ben o dönemlerde İslami gurup ve cemaatlerin içerisindeydim. Birçok arkadaşımız gözaltına alındı, cezaevinde yattı. Ama bu gözaltına almaların ve cezaevinde yatmaların miktarını ve süresini göz önünde bulundurduğunuz vakit, Türkiye solunun ve Kürtlerin ödediği bedelin, onda biri kadar bile olmadığını görürsünüz. 12 Eylül, özellikle Türkiye'deki solu vurdu ve en şiddetli bir şekilde Kürdistan’da Kürtleri vurdu.
12 Eylül denilince akla ilk gelen imgelerden/mekanlardan birisi Diyarbakır Cezaevi’dir…
Diyarbakır Cezaevi öyle bir noktaya geldi ki, dünya kontrgerilla tarihine, işkence uygulamalarının doruğa çıktığı bir mekân olarak geçti. 12 Eylül, Kürtlerin üzerinden, bir buldozer gibi, bir tank gibi geçti.
Bu dönemin Kürtlerde bıraktığı izler nasıl oldu?
‘Her şerde bir hayır vardır’ veya ‘her musibetten bir hayır çıkar’ derler. Bu gün eğer Kürtlerde bir Kürtlük bilinci, kendi kimlikleri ile ilgili bir uyanış ve hak hukuk talebi varsa, bunda 12 Eylül’ün ve hassaten de Diyarbakır zindanının çok büyük bir etkisi vardır.
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar PKK’ya yönelimi arttırdı mı?
Tabi ki! Diyarbekir Cezaevi’nde işkence, zulüm gören; onuru, haysiyeti, şerefi, izzet-i nefsi kırılan binlerce Kürt genci, çareyi dağa gitmekte buldu. Çünkü bütün demokratik yollar kapalıydı. Bu ortam tabi ki PKK’yi çok büyük bir oranda beslemiş, büyütmüştür. Tabiî bir durumdur bu.
Rejimin Kürtlerle kavgası var dediniz. Bu kavga nasıl bitebilir?
Bu kavganın bitmesi için, laikçi, Kemalist ulus-devlet anlayışının terk edilmesi lazım. Toplumu tek bir kalıba sokmak isteyen, farklı halkları, farklı mezhepleri, dinî inançları yok kabul eden ve onlara tek bir paradigmayı dayatan anlayışın terk edilmesi lazım. Türkiye'de herkesin, kendini ifade edeceği demokratik bir rejimin tesisi, inşası gereklidir. Çözüm buradadır.
Kürtler için olan kısmını daha somutlaştırır mısınız? Neler olmalı?
Türkiye'de sayısal anlamda Türklerden sonra en fazla Kürtler var. İlk olarak, Kürtçe, ana dilde eğitim dâhil her alanda serbest olacak. İkinci olarak, kamusal alanda serbest olacak. Kürtçe de, tıpkı Türkçe gibi, hastanede, postanede, okulda, mahkemede, tapuda, nüfusta, belediyede, vilayette geçerli olacak. Kamusal alandan kastım budur. Bazıları buna ikinci resmî dil diyor. Bunun adı eğer ikinci bir resmî dilse, evet ikinci bir resmî dil olacak. Üçüncü olarak da, bölgesel yönetimlerin yetkileri arttırılacak.
SORUNUN ÇÖZÜMÜ DEMOKRATİKLEŞMEDE
Sizin söyledikleriniz Kürtlerin taleplerini ne kadar yansıtıyor. Kürtler ne istiyorlar?
Bugün Kürtlerin kahir ekseriyeti, ‘Ayrılalım. Bağımsız bir ulus devlet kuralım. Sınırlar çekelim.’ demiyorlar. Kürtlerin kahir ekseriyeti, birlikte, eşit şartlarda yaşayacakları bir sistemin peşindedir. Kürt sorununun çözüm anahtarı burada. Bunu biraz sadeleştirirsek, ‘tam bir demokratikleşme’ denilebilir.
Barış nasıl sağlanabilir?
Türkiye'deki bu toplumsal barışı sağlayacak en önemli güç, Müslüman, dindar kamuoyudur, halktır. Bu gün Türkiye'nin en büyük ortak paydası, bu Müslüman, dindar kesimdir. Kürtler açısından da, Tükler açısından da.
Peki sorun nerede?
Genelleme yapmıyorum, ama Türkiye'deki Müslümanların büyük bir kısmı, kendilerini ümmetçi zannediyorlar veya ‘ümmetçiyiz’ diyorlar. Halbuki Türkiyeli Müslümanlar, bu olaylara ümmetçi bir bakış açısı ile bakabilseler, bu barış çok kolay tesis edilebilir.
İSLAM KARDEŞLİĞİNDEN SAPMAMAK LAZIM
Müslüman Türkler için önerinizi beyan ediyorsunuz. Müslüman Kürtlerin payına düşen nedir, onlar hazırlar mı?
Müslüman Kürtlerin payına düşen bellidir ve onlar hazırdır. Müslüman Kürtlerin yapması gereken şudur; şartlar ne olursa olsun, İslam’ın ümmet anlayışından, İslam kardeşliğinden sapmamak lazım. Bir Müslüman olarak İslam hukukunun tanıdığı hakların dışında bir hakkı da talep etmemek lazım. Türk İslamcılığını suçladığımız sapmalara, Müslüman Kürt olarak da bizim de sapmamamız lazım.
Son dönemde Müslüman âkil isimlerin Kürt meselesi için bir araya gelmesi şeklinde çok önemli bir noktaya temas ettiniz. Belli isimler de zikrettiniz. Böyle bir çalışmanın yapılması, içinde yer aldığınız grup ve Kürtler içinde teveccüh görür mü? Ahmet Hakan, bu konuya bir yazısında değinmişti…
Ben dört kişinin adını vermiştim. Ahmet Hakan da, “Bu isimler herkesi bağlamaz. Dolayısı ile bu işten de bir sonuç çıkmaz” gibi bir yorum getirdi. Ben bu kanaatte değilim. Sevgili Ahmet Hakan’a da buradan sesleniyorum “Hiçbir çözüm, herkesi tatmin etmez”. Böyle bir çalışma, en azından dini hassasiyeti yüksek olan Müslüman Türkleri ve Kürtleri bağlar. Ve bu oran da, laik, seküler Kürtlerin iki misli kadardır. İsmini saydığımız isimlerin ve çevrelerin İslam hukuku adına ittifaken verecekleri bir karar, Türkiye’de etki alanı en yüksek karardır. Bunu deneyelim ve görelim.
Alınan hiçbir karar herkes tarafından kabul görmez diyorsunuz. Bu bağlamda sorayım: Anayasa çalışmaları devam ediyor. Ortaya nasıl bir şey çıkar size göre?
Dünya konuları ile ilgili hiçbir peygamber de yüzde yüz kabul görmemiştir. Anayasanın değiştirilmesi sürecinde ortaya nasıl bir anayasa koyarsanız koyun, aynı şekilde ülkenin tamamının ‘evet' ini alması mümkün değil. Yapılmak istenen de en yüksek kabul oranını yakalamaktır.
Bu olabilecek mi?
Şu an bu işi belirleme gücü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dadır. AKP demiyorum, çünkü AKP demek tek insan, tek kişi demektir. Anayasa, Tayyip Erdoğan’ın istediği kadar bir anayasa olacak. Burada, Fethullah Gülen Hoca’ya büyük görev düşüyor.
Neden?
Çünkü bugün Başbakan, hiç kimseyi dinlemiyor, hesaba katmıyor. Bugün Türkiye'de en büyük toplumsal tabanı olan hareket, Fethullah Gülen Hoca’ya gönül bağlayan insanların oluşturduğu harekettir. Hocayı sevenlerden bahsettiğimiz vakit, toplumun her kesimine kök salmış, ciddi bir organizasyon ve ciddi bir kitleden bahsediyoruz.
BARIŞ İÇİN MÜDAHİL OLMALILAR
Fethullah Gülen Hoca ve cemaatinden beklentiniz tam olarak nedir?
Fethullah Gülen Hocaefendiye olan çağrımız veya dileğimiz şudur. Eğer hakikaten Türkiye'nin barışı, esenliği, kardeşliği, sulhü ve ateşin söndürülmesi isteniyorsa, bunun için müdahil olmaları gerekir. Fethullah Gülen Hocaefendinin ve sevenlerinin takip edeceği siyaset çok önemlidir. Bizim beklediğimiz, İslamî ümmet anlayışına göre, İslam hukukuna göre, Kürd’ün hakkı ne ise bunu tespit etmeleri ve tanımaları yönünde bir müdahaledir. Bu memleketi seven, insan olan, vicdan sahibi olan herkesin mes’uliyetleri var. Ama bu mes’uliyet Fethullah Gülen Hoca efendinin ve sevenlerin omuzlarında daha fazladır.
ÜMMET ANLAYIŞINDAN SAPMAMAK LAZIM
Müslüman Kürtlerin yapması gereken şudur; şartlar ne olursa olsun, İslam’ın ümmet anlayışından, İslam kardeşliğinden sapmamak lazım. Türk İslamcılığını suçladığımız sapmalara, Müslüman Kürt olarak da bizim de sapmamamız lazım.
KEMALİST ANLAYIŞ TERKEDİLMELİ
Bu kavganın bitmesi için, laikçi, Kemalist ulus-devlet anlayışının terk edilmesi lazım. Toplumu tek bir kalıba sokmak isteyen, farklı halkları, farklı mezhepleri, dinî inançları yok kabul eden ve onlara tek bir paradigmayı dayatan anlayışın terk edilmesi lazım. Çözüm buradadır.
Nil Gülsüm / MİLAT