Cicero:Türkiye,AB ile Asya arasında kararsız
Almanya'da aylık olarak yayımlanan Cicero dergisi Türkiye-AB ilişkilerini ele alarak Türkiye'nin AB ile Asya arasında kararsız olduğu değerlendirmesinde bulundu.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-06-03 15:06:25
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkesine, yönünü Batı'ya çevirmesi yönünde telkinde bulunmuş, bunu vasiyet etmişti. Olası bir AB üyeliği de bunun garantisi olacaktı. Ancak Türkiye, "gayrı resmî başkentiyle” giderek Doğu'ya doğru yöneliyor ve ticari ortaklıklarını da artık Asya ve Arap ülkelerinden seçmeye başlıyor.
Türkiye’nin, AB’ye girme konusundaki o amansız isteği, çabası ve gayretleri çoktan geride kaldı. Ülke şu sıralar kendini de aşan bir öz güven patlaması yaşıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dünyanın en güçlü ve etkili siyasileri arasında yer alıyor ve ülkenin ekonomik büyümesi de yıllardır çift hanelerle ilerliyor. İstanbul’daki Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Yıldırım Üçtuğ durumu kısaca, “Türkiye kendini artık önemli bir güç olarak tanımlıyor.” şeklinde özetliyor.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle son açıklamalarından birinde, Türkiye ile yürütülen müzakere sürecinde yeni bir canlanma belirtisinin yaşanmasının çoğu çevreleri şaşırttığını ifade etti. Birçoğu artık Türkiye’nin AB’ye katılım konusunu arşive kaldırmıştı. Fransa, Almanya ve Kıbrıs’ın ilerlemenin önündeki tüm yolları tıkamasının ardından neredeyse iki yıldır yaprak kımıldamadı. Bu durum AB içinde tam iki yıllık sürekli bir kriz durumu oluşturdu. Öte yandan Türkiye ise yeni bir siyasi güç ve ekonomik büyüme örneği olmanın tadını çıkartıyor.
Tüm bunların ardında siyasi paradigma değişimleri yatıyor. Türkiye yüzünü artık Berlin, Paris ve Washington’dan ziyade giderek Doğu’ya çeviriyor. Sonuç olarak karşımıza çift haneli ekonomik büyüme, Balkanlar'da, Rusya’da, Arap ve Asya coğrafyasında etkili ve ikna edici görüşmeler ile çok sayıda askerî iş birliği çıkıyor. Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Üçtuğ bu konuda, “Anadolu her zaman birçok büyük imparatorluğun merkezi olmuştur. Türkiye de ekonomik anlamda güç kazandıkça bölgede yine daha büyük bir rol oynamak istiyor.” açıklamasında bulunuyor.
Türkiye’nin bu yeni öz güven patlamasının temel çıkış noktası "gayriresmî başkenti" İstanbul. Turistler ve kültür meraklıları şehri her dönemde ziyaret ederken, şimdi son dönemde yapılan çok sayıdaki beş yıldızlı oteli dolduran yeni bir grup dikkatleri çekiyor: Zengin Araplar ve Asyalı iş adamları Türkiye’de yeni yatırım arayışındalar. Üstelik bu arayışlar meyvelerini de veriyor çünkü 2001 ile 2010 yılları arasında Türkiye’ye doğrudan giren Asya sermayesi bir milyardan 18 milyar dolara yükselmiş durumda.
İstanbul’da “İstanbul World Political Forum'un (IWPF)” konferansına katılan Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler Profesörü Stephen Walt, dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Doğu'ya kaydığını vurgulayarak, “Türkiye, diğer ülkelerin ilgilendiği ve almak istediği malları üretebiliyorsa, farklı alanlara yatırım yapmak üzere para kaynaklarına sahipse ve buna ilave olarak büyük askerî imkânlarını sergileyebiliyorsa, diğer ülkeler durup ona şöyle bir bakar ve ülkenin etkinliği ve gücü de doğal olarak artar.” açıklamasında bulundu. İstanbul Kongre Merkezinde gerçekleştirilen İstanbul World Political Forum'un (IWPF) programı başlı başına Türkiye’nin öz güveninin geldiği noktayı göstermeye yetiyor. Üstelik katılımcıların üçte ikisi Türkiye, Arap dünyası ve Asya’dan geliyor.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkesine, yönünü Batı'ya çevirmesi yönünde telkinde bulunmuş, bunu vasiyet etmişti. Tam anlamıyla laik bir Türkiye kendine Avrupa’yı örnek alarak siyasi, ekonomik ve askerî eksiklerini buna göre düzeltmeliydi. Üstelik Atatürk devrimlerinde bununla da kalmayıp Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini getirmişti. Daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilen NATO üyeliği ve AB katılım müzakereleri Atatürk’ün attığı adımların sağlamlaştırılmasını öngörüyordu. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve kabinesindeki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu söz konusu stratejiyi -birçoğu aksini düşünse de- geliştirdi.
Ezeli düşmanlar İran ve Kuzey Iraklı Kürtlerle yeniden görüşmelere başladı, sınırlar açıldı ve serbest ticaret bölgeleri kuruldu. Bölgedeki dükkân ve marketler, “Made in Turkey” damgalı çamaşır makineleri, gıda ürünleri ve üçlü prizlerle dolu. Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik ihracatı son on yılda neredeyse ona katlanmış vaziyette. Stephen Walt bu konuda da “Türkiye’nin en büyük şansı oldukça dinamik bir başbakan ve dışişleri bakanına sahip olması. Her ikisinin de fazla uyuduğunu sanmıyorum.” açıklamasını yapıyor.
Türkiye’nin yayılmasının ardında hükûmetinin dışında başka bir itici güç daha var: Ülkenin doğusundan yükselen bir iş adamı ve yatırımcı topluluğu olan “Anadolu Kaplanları.” Gözlemcilere göre “(tutucu) Kalvinist-İslamcı” anlayışa dayalı bir düşük maliyet ve işçilikle, Gaziantep gibi şehirler ticaret merkezlerine dönüştü. Anadolu Kaplanlarının büyük bölümü kendilerini özellikle Müslüman yüzleriyle tanımlıyor.
Walt’a göre Anadolulu iş adamları yeni pazarlar için daha çok Orta Doğu ve Asya pazarlarına yöneliyor. Bu anlamda en büyük desteği de kendileri gibi İslami yönelimli Başbakanlarından görüyorlar. Yine Walt’ın bir başka tespitine göre Erdoğan, Müslüman komşularıyla temasta önceki katı laiklik yanlısı seleflerine göre daha rahat.
Chatham House olarak bilinen İngiltere'deki Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Müdürü Robin Niblett’e göre ise artık Türkler kendilerini Batı'ya o kadar yakın hissetmiyor. Çoğu artık müttefik olarak Batı’yı değil, onun yerine Müslüman komşularını görüyor.
Bununla birlikte Arap dünyasında yaşanan ayaklanmalar Türkiye’nin dış politikasını allak bullak etmiş vaziyette. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” stratejisi, özellikle Suriye’deki iç savaştan bu yana zorlu bir sınavla karşı karşıya. Türkiye ile Suriye 90’lı yıllarda savaşın eşiğinden döndükten sonra, son yıllarda serbest ticaret bölgeleri oluşturmuş, vizeler kaldırılmış ve ilişkiler gözle görülür şekilde düzelmişti.
Rektör Üçtuğ bu Doğu yöneliminin birçok Türk'ün duygularını karşıladığını ifade ederek, “Türkiye’deki insanlar ülkelerini doğal bölgesel güç olarak görüyor. Şu sıralar gördüklerimiz ise Türk dış politikasında bir geçmişi hatırlama sürecidir. Türkiye 600 yıl boyunca bir imparatorluk olduğunu hatırlıyor.” açıklamasında bulunuyor.
Ancak Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın kendi ülkesindeki protestoları şiddet kullanarak baskı altına almasından bu yana yeniden bir soğuk döneme girildi. Erdoğan açıkça asileri destekliyor, sınırları göçmenler için açtı ve muhalefet gruplarına koruma vaadinde bulundu. Bu, Suriye’nin başlıca müttefiki olan İran ile ilişkileri de olumsuz yönde etkiliyor.
Buna karşılık başka ülkelerde ise ayaklanmalar fırsat olarak değerlendirildi. Erdoğan başından beri Tunus ve Mısır’daki devrimleri destekliyor ve kısa süreli bir duraksamanın ardından da Libyalı asilerin tarafında yer alıyordu. 2011 yılının Ekim ayında Erdoğan, 200 kişiden oluşan bir heyetle birlikte bu üç ülkeye çıkarma yaptı. Birçok devrimci için Erdoğan’ın, “İslami demokrasi” modeli siyasi olarak da bir örnek oluşturuyor.
Üçtuğ, “Türkiye’deki insanların Avrupa ile ilgili görüşleri değişti. Her gün gazetede Almanya ve Fransa gibi ülkelerin seni istemediğini okursan, o zaman başka yerlere bakmaya başlarsın.” açıklamasında bulunuyor.
Gözlemciler tüm olanlara rağmen, bununla Batı ile ilişkilerin sona ereceğini düşünmüyor, bunu daha ziyade bir tamamlama olarak görüyor. Niblett konuyla ilgili şu açıklamada bulunuyor: “Türkiye bundan sonra da, şansı oldukça düşük de olsa AB üyesi olmak için çabalamaya devam edecek. İspanya’nın tam üye olması yıllar aldı.” Ekonomik açıdan da ilişkiler büyük öneme sahip olmaya devam edecek. Dış ticaretin yüzde 50’sinden fazlası Avrupa ile yapılıyor.
Üçtuğ, “Türkiye gibi bir ülke aşırı düzeyde dış politik düzeltmeler yapmaz. Türkiye, Doğu ve Batı arasında karar vermeyecek. Türkiye bağımsız bir büyük güç olacak.” diyor.
Haber Ara