Dünya basını Suriye'yi ve kürtajı yazdı
Suriye'nin Hula Katliamı dünya basınında gündeminde.Alman ve İngiliz gazeteleri 'Esad'ı silah zoruyla iktidardan uzaklaştırmak, mezhep çatışması riskini de artıracak' derken.İngiliz gazeteleri Türkiye'deki Kürtajı yazdı
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-29 15:28:42
İNGİLİZ BASININDAN ÖZETLER
Guardian çoğu çocuk 100'den fazla kişinin öldüğü Hule katliamının ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye'ye askeri müdahale tehdidinde bulunduğunu belirtiyor.
Gazeteye göre Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey Suriye'de yaşananların askeri müdahaleyle sonuçlanabileceğini vurguladı ve "Askeri seçenek her zaman masadadır. Ancak askeri liderler güç kullanımı konusunda her zaman tedbirlidir çünkü hiçbir zaman karşı taraftan ne geleceği konusunda emin olamayız. Bununla birlikte Suriye'deki bu kıyımlar nedeniyle o noktaya da gelinebilir" dedi.
'Diplomasi, bombardımandan daha iyi bir seçenek'
Financial Times yazarı Gideon Rachman, Hule katliamına rağmen Suriye'de diplomasinin hala bombalardan daha iyi bir seçenek olduğunu belirtiyor.
Rachman yazısında özetle şöyle diyor:
"NATO savaş uçaklarının motorlarını çalıştırma konusundaki tereddüt sadece bölgesel çatışmaları alevlendirme kaygısından kaynaklanmıyor. Dış müdahale, daha fazla insanın ölümüne yol açacak. Ölümler bu kez Esad rejiminin değil, Batılı güçlerin elinden olacak. Suriye'ye bombardıman uçaklarını ve insansız uçakları göndermek, Batı ekonomilerinin büyük risk altında olduğu bir dönemde muazzam külfetli olacak."
"Esad'ı silah zoruyla iktidardan uzaklaştırmak, mezhep çatışması riskini de artıracak. Suriye'nin bölünmüş etnik yapısı nedeniyle Esad'ın devrilmesinden sonra en fazla zararı Aleviler ve Hıristiyanlar görecek. Esad rejiminin iktidara tutunmak için acımasızca her yola başvurması intikam saldırıları olasılığını artırıyor."
"Şimdiki vahşet dururken gelecekteki saldırılar için kaygılanmak biraz ilgisiz görünebilir" diyen yazar şöyle devam ediyor:
"Şimdi acilen dış baskıya ihtiyaç var. Daha önce denenen yaptırımlara yeniden başvurulacak. Ama şiddet içermeyen en iyi çözüm yolu diplomasiden geçiyor. Annan planındaki ateşkes maddesi ve birliklerin geri çekilmesi maddesi uygulanamadı. Şimdi sadece ateşkesi değil, Esad'ları iktidarı bırakmaya zorlayacak bir diplomatik girişime ihtiyaç var. Obama yönetimi Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in görevini yardımcısına devrettiği Yemen örneğine bakıyor."
"Bu tüm sorunları çözecek bir yöntem olmayabilir. Zira Yemen hala çatışmaların sürdüğü, istikrarsız bir yer. Ama iktidarın müzakereler yoluyla el değiştirmesi, dış müdahaleye göre daha tercih edilecek bir yol. Eğer ABD ve Suriye muhalefeti Rusya'ya Esad sonrası dönemde güvenlik çıkarlarının gözetileceği garantisini verirse Rusya da Esad'ı iktidardan uzaklaştırmaya yönelik diplomatik çabalara katılmaya ikna olabilir."
Times gazetesi, Esad'ın devrilmesi için Rusya'dan destek istemeye giden İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague'ın Moskova'dan eli boş döndüğünü belirtirken başyazısında "Rusya Suriye'de kaybeden tarafı desteklediğini anlamalı" diyor.
Daily Telegraph'ta yer alan bir haberde Suriye güçlerin muhalifler arasında korku salmak için tecavüzü bir silah olarak kullanmaya başladığını belirtiyor.
Gazeteye göre İnsan Hakları İzleme Örgütü Human Rights Watch'un Orta Doğu sorumlularından Nedim Huri, "Gözetim merkezlerinde insanları aşağılamak, onurlarını kırmak ve yeniden korku duvarı oluşturmak için bir işkence formu olarak tecavüze başvuruluyor." diyor.
'Silah olarak tecavüz'
Daily Telegraph, İngiltere'nin savaş bölgelerinde tecavüzün bir silah olarak kullanılmasını önlemeye yönelik çabaları gelecek yılki G8 dönem başkanlığının ana gündem maddelerinden biri yapacağını aktarıyor. Bugün İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nda yapılacak toplantıya katılacak Holywood yıldızı Angelina Jolie kampanyanın öncülerinden olacak.
Guardian gazetesi de Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Suriye dahil savaş bölgelerinde tecavüz vakalarını araştıracak ekipler oluşturacağını belirtiyor. Gazeteye göre uzmanlar ekininde polis memurları, adli tıp uzmanları doktorlar, psikologlar ve hukukçulardan oluşacak.
"AB'de güven krizi"
Financial Times sekiz Avrupa Birliği üyesi ülkede yapılan bir kamuoyu yoklamasına dayanarak Avrupalıların entegrasyonun güçlenmesinin ulusal ekonomileri zayıflattığını inandığını aktarıyor.
Gazete Avrupalı liderlerin Euro krizine federal bir çözüm önerdikleri bir önerdikleri bir dönemde halkın daha fazla yetki devrini kabullenmek bir yana Avrupa Birliği üyeliği ve tek paraya daha fazla kuşkuyla bakmaya başladığını ve ulusal bütçeleri konusunda Brüksel'e daha fazla söz hakkı verilmesini istemediğini belirtiyor.
Financial Times'a göre Fransa, Almanya, İspanya, İtalya Yunanistan, Polonya, İngiltere ve Çek Cumhuriyeti'nde yapılan anket gerçek bir güven krizine işaret ediyor.
Anket üye ülkeler arasında Avrupa Birliği'ne bakış konusunda da derin ayrılıklar olduğunu ortaya koyuyor. Buna göre, Yunanlıların çoğu entegrasyonu reddederken Avrupa kurumlarına tepkililer ve kendilerini Avrupa'nın en çalışkan insanları olarak niteliyorlar. Ancak buna rağmen içinde bulundukları ekonomik krizin daha da ağırlaşacağını düşünüyorlar.
Almanya'da ise tamamen başka ve olumlu bir hava var. Almanya dışındaki ülkelerde ekonomik açıdan karamsar bir tablo olmasına karşın Euro'ya ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'e büyük bir destek görülüyor.
Türkiye'de kürtaj tartışması
Independent gazetesi Başbakan Erdoğan'ın kürtajla ilişkilendirmesinden sonra hükümetin hastanelerin sezaryen bölümlerine sınırlamalar getirmeye hazırlandığını aktarıyor. Erdoğan'ın kürtajı Türkiye'nin nüfusunun artmasını engellemeye yönelik bir komplo olarak gördüğünü belirten gazete bu açıklamaların laik muhalefeti öfkelendirdiğini
ALMAN BASININDAN ÖZETLER
Suriye’de hafta sonu 110 sivilin öldürüldüğü Hula katliamı ve Kofi Annan'ın barış planının başarısızlığa uğraması, bugünkü Alman gazetelerinin öne çıkardığı yorum konuları.
Suriye'de hafta sonu Hula ilçesinde 50’ye yakını çocuk, en az 110 sivilin öldürüldüğü, yüzlerce kişinin de yaralandığı katliamın yankıları sürüyor. BM ve Arap Birliği'nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan da temaslarda bulunmak üzere ikinci kez Şam’da.
Frankfurter Rundschau gazetesinin yorum sütununda konuya ilişkin şu satırları okuyoruz:
Diplomasinin sonuna mı gelindi? Bir anlamda, evet. Görünüşe göre, Esad'ı sivil halka karşı şiddet uygulamaktan vazgeçirebilmek sadece Moskova'nın elinde. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un, Rusya için Suriye'yi kimin yönettiğinin değil, Suriye'deki şiddetin sona ermesinin önemli olduğu şeklindeki açıklaması dikkat çekici. Rusya'nın Suriye'ye silah sevkiyatını durdurması bir başlangıç olabilir. Rusya'nın, sadık kulu Esad iktidarda olmasa bile Suriye üzerindeki nüfuzunu sürdürebileceği hissine sahip olması gerek.”
Nürnberger Zeitung adlı gazetenin okurlarına sunduğu yorumu ise şöyle:
“Beşar Esad'ın babası, rejimi altındaki toplu katliamları unutturmayı başarabilmişti. Oğlu bunu beceremeyecek. Cenaze törenlerinin görüntüleri ve BM'nin çaresiz birkaç mavi bereli görevlisi, insanların zihinlerine ve bilgisayarların belleklerine kazındı. Hem Sünni Türkiye hem de Körfez ülkelerindeki Vahabî Arapların sabrı tükendi. Alevî Beşar Esad'ı kendi haline bırakmayacaklar.”
Hula katliamının ardından Suriye, Fränkischer Tag gazetesinin de yorum konusu:
“Krizin başlangıcında Birleşmiş Milletler, Esad karşıtlarına kayıtsız şartsız askerî destek vermeliydi. Eski Genel Sekreter Kofi Annan'ın güçsüz barış misyonu başarısız olmaya mahkûm. Suriye şimdi çok daha karışık, zira muhalefet de kendi içinde sayısız parçaya bölünmüş durumda. Dost kim, düşman kim? Askerî yardım için artık çok geç.”
Almanya'nın en yüksek tirajlı gazetesi Bild ise şu yorumu yapmış:
“Her savaşın kendi büyük utanç anı vardır. İnsanlığın yıllar sonra bile durup kendisine ‘Neden hiçbir şey yapmadık?' dediği bir an. Yugoslavya'da bu, BM görevlilerinin Sırp askerlerin Srebrenitsa'da binlerce sivili öldürmesine göz yumduğu katliamdı. Suriye'de ise işte o an şimdi. Suriye'deki rejim, Hula'da aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu yüzden fazla insanı katletti. BM gözlemcileri olay yerine çok yakındı, ancak hiçbir şey yapmadılar. Şimdi Esad'ı durdurma zamanı geldi. Şimdi, Suriye rejiminin katil birliklerine karşı harekete geçmenin zamanı geldi. BM, izlediği siyaseti 'koruma sorumluluğu' olarak adlandırıyor. Bu sorumluluğu yerine getirmeli. Hem de şimdi. Boş sözler yerine eylemlerle.”
TÜRKİYE… ASYA İLE AVRUPA ARASINDA KARARSIZ
Alman Cicero Dergisi'nden Raphael Thelen yazdı
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkesine, yönünü Batı'ya çevirmesi yönünde telkinde bulunmuş, bunu vasiyet etmişti. Olası bir AB üyeliği de bunun garantisi olacaktı. Ancak Türkiye, "gayrı resmî başkentiyle” giderek Doğu'ya doğru yöneliyor ve ticari ortaklıklarını da artık Asya ve Arap ülkelerinden seçmeye başlıyor.
Türkiye’nin, AB’ye girme konusundaki o amansız isteği, çabası ve gayretleri çoktan geride kaldı. Ülke şu sıralar kendini de aşan bir öz güven patlaması yaşıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dünyanın en güçlü ve etkili siyasileri arasında yer alıyor ve ülkenin ekonomik büyümesi de yıllardır çift hanelerle ilerliyor. İstanbul’daki Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Yıldırım Üçtuğ durumu kısaca, “Türkiye kendini artık önemli bir güç olarak tanımlıyor.” şeklinde özetliyor.
AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle son açıklamalarından birinde, Türkiye ile yürütülen müzakere sürecinde yeni bir canlanma belirtisinin yaşanmasının çoğu çevreleri şaşırttığını ifade etti. Birçoğu artık Türkiye’nin AB’ye katılım konusunu arşive kaldırmıştı. Fransa, Almanya ve Kıbrıs’ın ilerlemenin önündeki tüm yolları tıkamasının ardından neredeyse iki yıldır yaprak kımıldamadı. Bu durum AB içinde tam iki yıllık sürekli bir kriz durumu oluşturdu. Öte yandan Türkiye ise yeni bir siyasi güç ve ekonomik büyüme örneği olmanın tadını çıkartıyor.
Tüm bunların ardında siyasi paradigma değişimleri yatıyor. Türkiye yüzünü artık Berlin, Paris ve Washington’dan ziyade giderek Doğu’ya çeviriyor. Sonuç olarak karşımıza çift haneli ekonomik büyüme, Balkanlar'da, Rusya’da, Arap ve Asya coğrafyasında etkili ve ikna edici görüşmeler ile çok sayıda askerî iş birliği çıkıyor. Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Üçtuğ bu konuda, “Anadolu her zaman birçok büyük imparatorluğun merkezi olmuştur. Türkiye de ekonomik anlamda güç kazandıkça bölgede yine daha büyük bir rol oynamak istiyor.” açıklamasında bulunuyor.
Türkiye’nin bu yeni öz güven patlamasının temel çıkış noktası "gayriresmî başkenti" İstanbul. Turistler ve kültür meraklıları şehri her dönemde ziyaret ederken, şimdi son dönemde yapılan çok sayıdaki beş yıldızlı oteli dolduran yeni bir grup dikkatleri çekiyor: Zengin Araplar ve Asyalı iş adamları Türkiye’de yeni yatırım arayışındalar. Üstelik bu arayışlar meyvelerini de veriyor çünkü 2001 ile 2010 yılları arasında Türkiye’ye doğrudan giren Asya sermayesi bir milyardan 18 milyar dolara yükselmiş durumda.
İstanbul’da “İstanbul World Political Forum'un (IWPF)” konferansına katılan Harvard Üniversitesi uluslararası ilişkiler Profesörü Stephen Walt, dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Doğu'ya kaydığını vurgulayarak, “Türkiye, diğer ülkelerin ilgilendiği ve almak istediği malları üretebiliyorsa, farklı alanlara yatırım yapmak üzere para kaynaklarına sahipse ve buna ilave olarak büyük askerî imkânlarını sergileyebiliyorsa, diğer ülkeler durup ona şöyle bir bakar ve ülkenin etkinliği ve gücü de doğal olarak artar.” açıklamasında bulundu. İstanbul Kongre Merkezinde gerçekleştirilen İstanbul World Political Forum'un (IWPF) programı başlı başına Türkiye’nin öz güveninin geldiği noktayı göstermeye yetiyor. Üstelik katılımcıların üçte ikisi Türkiye, Arap dünyası ve Asya’dan geliyor.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, ülkesine, yönünü Batı'ya çevirmesi yönünde telkinde bulunmuş, bunu vasiyet etmişti. Tam anlamıyla laik bir Türkiye kendine Avrupa’yı örnek alarak siyasi, ekonomik ve askerî eksiklerini buna göre düzeltmeliydi. Üstelik Atatürk devrimlerinde bununla da kalmayıp Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini getirmişti. Daha sonraki dönemlerde gerçekleştirilen NATO üyeliği ve AB katılım müzakereleri Atatürk’ün attığı adımların sağlamlaştırılmasını öngörüyordu. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve kabinesindeki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu söz konusu stratejiyi -birçoğu aksini düşünse de- geliştirdi.
Ezeli düşmanlar İran ve Kuzey Iraklı Kürtlerle yeniden görüşmelere başladı, sınırlar açıldı ve serbest ticaret bölgeleri kuruldu. Bölgedeki dükkân ve marketler, “Made in Turkey” damgalı çamaşır makineleri, gıda ürünleri ve üçlü prizlerle dolu. Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik ihracatı son on yılda neredeyse ona katlanmış vaziyette. Stephen Walt bu konuda da “Türkiye’nin en büyük şansı oldukça dinamik bir başbakan ve dışişleri bakanına sahip olması. Her ikisinin de fazla uyuduğunu sanmıyorum.” açıklamasını yapıyor.
Türkiye’nin yayılmasının ardında hükûmetinin dışında başka bir itici güç daha var: Ülkenin doğusundan yükselen bir iş adamı ve yatırımcı topluluğu olan “Anadolu Kaplanları.” Gözlemcilere göre “(tutucu) Kalvinist-İslamcı” anlayışa dayalı bir düşük maliyet ve işçilikle, Gaziantep gibi şehirler ticaret merkezlerine dönüştü. Anadolu Kaplanlarının büyük bölümü kendilerini özellikle Müslüman yüzleriyle tanımlıyor.
Walt’a göre Anadolulu iş adamları yeni pazarlar için daha çok Orta Doğu ve Asya pazarlarına yöneliyor. Bu anlamda en büyük desteği de kendileri gibi İslami yönelimli Başbakanlarından görüyorlar. Yine Walt’ın bir başka tespitine göre Erdoğan, Müslüman komşularıyla temasta önceki katı laiklik yanlısı seleflerine göre daha rahat.
Chatham House olarak bilinen İngiltere'deki Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Müdürü Robin Niblett’e göre ise artık Türkler kendilerini Batı'ya o kadar yakın hissetmiyor. Çoğu artık müttefik olarak Batı’yı değil, onun yerine Müslüman komşularını görüyor.
Bununla birlikte Arap dünyasında yaşanan ayaklanmalar Türkiye’nin dış politikasını allak bullak etmiş vaziyette. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” stratejisi, özellikle Suriye’deki iç savaştan bu yana zorlu bir sınavla karşı karşıya. Türkiye ile Suriye 90’lı yıllarda savaşın eşiğinden döndükten sonra, son yıllarda serbest ticaret bölgeleri oluşturmuş, vizeler kaldırılmış ve ilişkiler gözle görülür şekilde düzelmişti.
Rektör Üçtuğ bu Doğu yöneliminin birçok Türk'ün duygularını karşıladığını ifade ederek, “Türkiye’deki insanlar ülkelerini doğal bölgesel güç olarak görüyor. Şu sıralar gördüklerimiz ise Türk dış politikasında bir geçmişi hatırlama sürecidir. Türkiye 600 yıl boyunca bir imparatorluk olduğunu hatırlıyor.” açıklamasında bulunuyor.
Ancak Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın kendi ülkesindeki protestoları şiddet kullanarak baskı altına almasından bu yana yeniden bir soğuk döneme girildi. Erdoğan açıkça asileri destekliyor, sınırları göçmenler için açtı ve muhalefet gruplarına koruma vaadinde bulundu. Bu, Suriye’nin başlıca müttefiki olan İran ile ilişkileri de olumsuz yönde etkiliyor.
Buna karşılık başka ülkelerde ise ayaklanmalar fırsat olarak değerlendirildi. Erdoğan başından beri Tunus ve Mısır’daki devrimleri destekliyor ve kısa süreli bir duraksamanın ardından da Libyalı asilerin tarafında yer alıyordu. 2011 yılının Ekim ayında Erdoğan, 200 kişiden oluşan bir heyetle birlikte bu üç ülkeye çıkarma yaptı. Birçok devrimci için Erdoğan’ın, “İslami demokrasi” modeli siyasi olarak da bir örnek oluşturuyor.
Üçtuğ, “Türkiye’deki insanların Avrupa ile ilgili görüşleri değişti. Her gün gazetede Almanya ve Fransa gibi ülkelerin seni istemediğini okursan, o zaman başka yerlere bakmaya başlarsın.” açıklamasında bulunuyor.
Gözlemciler tüm olanlara rağmen, bununla Batı ile ilişkilerin sona ereceğini düşünmüyor, bunu daha ziyade bir tamamlama olarak görüyor. Niblett konuyla ilgili şu açıklamada bulunuyor: “Türkiye bundan sonra da, şansı oldukça düşük de olsa AB üyesi olmak için çabalamaya devam edecek. İspanya’nın tam üye olması yıllar aldı.” Ekonomik açıdan da ilişkiler büyük öneme sahip olmaya devam edecek. Dış ticaretin yüzde 50’sinden fazlası Avrupa ile yapılıyor.
Üçtuğ, “Türkiye gibi bir ülke aşırı düzeyde dış politik düzeltmeler yapmaz. Türkiye, Doğu ve Batı arasında karar vermeyecek. Türkiye bağımsız bir büyük güç olacak.” diyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara