Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Birbirimizi 'anlayacak' cesaretimiz var mı?

“Birbirimizi anlamak, ancak çocukluk acılarımızı yok saymamakla mümkün olur. Bu koşul yerine gelmedikçe “anlamak” ancak ardında kibir ve küçümsemenin gizlendiği bir anlayış olma pozundan ibarettir der Arno Gruen. Ne yazık ki günümüzde siyasi sosyal tüm ilişkilerimiz de bu durumun tam tersini yapma da o kadar başarılıyız ki. Yansımalarını hayatın her alanında rahatlıkla görebiliyoruz.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-28 16:40:50

Birbirimizi 'anlayacak' cesaretimiz var mı?
TİMETÜRK / Umut İslam Ayar

“Birbirimizi anlamak, ancak çocukluk acılarımızı yok saymamakla mümkün olur. Bu koşul yerine gelmedikçe “anlamak” ancak ardında kibir ve küçümsemenin gizlendiği bir anlayış olma pozundan ibarettir der Arno Gruen. Ne yazık ki günümüzde siyasi sosyal tüm ilişkilerimiz de bu durumun tam tersini yapma da o kadar başarılıyız ki. Yansımalarını hayatın her alanında rahatlıkla  görebiliyoruz. 

Uludere katliamı üzerinden gelişen tartışmalar şöyle  bir baktığımızda  bu tespitin hiçde haksız olmadığını görebiliriz. En basit anlamda adaletli bir siyasal rejimde kimlikleri içinde varlıklarının meşruiyetinin tartışılamaz olması lazım gelen Türkiyeli Kürtlerin bunları dile getirebilecekleri meşru siyasal alan bütünüyle onlara kapalı olduğu zaman, bu acıların paylaşılabilmesi ve yüzleşilebilmesi nasıl mümkün olabilir? 

Türk milliyetçiliği ile dağlanmış milli devlet aklı böyle bir ortamın oluşmasını her zaman bir “olağanüstü durum” bahanesi bularak engelledi. Engellemeye de devam ediyor. PKK’nın, şiddet yöntemlerini benimseyen ve Kürt sorununu kendi temsil tekelinde tutmaya özen gösteren aşırı otoriter ve egemen milliyetçiliğin dilini, simgelerini, tasavvur dünyasını taklit etmekten geri kalmayan tavrının, bu toplumun üzerine bir kâbus gibi çöken 1980 sonrası devlet uygulamalarının dolaylı bir ürünü olduğunu gören geniş bir Kürt topluluğu var. Bunun dile getirilmesi esas olarak Türkiyeli Kürtlerin sorumluluğunda olması gerekir. “Derin devlet” ve PKK ikilisinin oluşturduğu şiddet sarmalından kurtulabilmek, bu ikilinin toplumun bütününü sürüklediği ölümcül karşılıklığı etkisiz kılmak konusunda Kürtlerin adına konuşanların omzuna herkesin sırtındaki yükten çok daha ağır bir yük biniyor. İyi niyetleri içinde bu kapandan kurtulmak isteyenlerin sırtındaki bu ağır yükün altında ezilmemeleri için ellerinden tutma gerekliliği vardır. Kürt sorununu ve onun ötesinde, kültürel kimlik hakları sorununu, şiddetli ve saldırgan bir inkârcılığa varan yöntemlerle bastıran bu akıl, esas sorumludur.

Türkiye’nin sorunu sadece çatışmaları sona erdirmek ve çatışmasızlığı sürdürecek tedbirleri almak değildir. Türkiye, yeniden toplum olma ve toplumsalı inşa etme sorunuyla karşı karşıyadır. Sorun, basitçe “iki taraf” kurgusuna dayanan yaklaşımlara ve “taraflar”a havale edilemez; bu konuda toplumun bütün kesimlerine önemli görevler düşer. Zizek’in bir sözüne atıfla : “Hikayelerini bilmediklerimizdir en çok düşman olduklarımız.” Toplumun bu görevleri ifa etmeye kendiliğinden yönelmesini bekleyemeyiz. Bu görevleri somutlaştırmak ve toplumu bu görevlerin ifası yönünde harekete geçirmek; “toplum”u ve “toplumsal”ı her türlü tefekkür, tasavvur ve tahayyülünün temel unsuru olarak alan “Müslümanlar”ın görevi ve borcudur.

 
Uludere katliamı ile birlikte sürekli dile getirilen bir iddia var  . Katliam'ın "israil'in oyunu olduğu yaklaşımı. Bu yaklaşımı öne süren ve bunu eleştiren yazılardan sizle için seçme yaptık.

İşte o yazılar ; 


Cengiz Çandar

Tayyip Erdoğan, alışılmışın ötesindeki bir sertlikle Kandil’e gönderme yaptığı ve BDP’yi hedef alan konuşmasında, PKK’dan ‘taşeronluk ofisi’ olarak söz ederek “Bu taşeronluk ofisinde ne yazık ki kanlı alışveriş yapılıyor. Oraya sadece belli kişiler, belli gruplar da değil, altını çizerek söylüyorum, Türkiye’ye karşı hasmane tutumu olan belli ülkeler, belli odaklar da gidiyor” dedi.
Kandil’in konumuna bakıldığında, PKK’nın İran ile iç içe olduğu hükmüne kolayca varılabilir. PKK’nın yayın organları izlendiğinde, Suriye’yi kollayan bir üslup da dikkat çekiyor.

Dolayısıyla Suriye’deki son gelişmelere ilişkin uluslararası-bölgesel mevzilenmelere dikkat edildiğinde, PKK’nın genel olarak İran-Suriye ekseni üzerine yerleştiği de (kendisi ısrarla reddetse bile) söylenebilir.

PKK’nın şartlar değiştiği takdirde bu ekseni kolaylıkla terk edebileceği bir sır olmasa da şu andaki fotoğraf böyle bir görüntü veriyor.

Bütün bunlardan, Tayyip Erdoğan’ın ‘taşeronluk ofisi ile alışveriş yapan belli ülkeler’den kastının İran ya da Suriye olduğu sonucunu çıkartmalı mıyız?

İktidara çok yakın gazeteler ve köşe yazarlarının dün yazdıklarına bakılırsa İsrail adının öne çıktığı ve telaffuz edildiğini görebiliyoruz. Bunların arasında ‘PKK-İsrail işbirliği’ vurgusunu yapanlar da vardı.

Başbakan’ın sözünü ettiği ‘belli ülkeler’e İsrail’i, ‘belli odaklar’a İsrail’e yakın bazı Amerikan çevrelerini de yerleştirmek mantık dışı sayılmaz.
__________________________________________________________________________________________________

Şamil Tayyar

Giderek tırmanan terörün son duraklarından biri Kayseri Pınarbaşı’ydı. Çok özel istihbarata gerek yok; sadece olayın meydana geliş şekli bile, asıl hedefin başka bir nokta olduğu ve daha büyük bir eylemin planlandığını gösteriyor.
O halde cevap bulmamız gereken soru belli; büyük ölçekli bu eylemlerle kim, neyi hedefliyor?

Uludere tartışmalarının speküle edilmesi, yeni anayasanın engellenmesi, Kürt meselesinin çözümü konusundaki güçlü iradenin zaafa uğratılması, Türkiye’nin artan bölgesel gücünün sınırlandırılması, AK Parti karizmasının çizilmesi, gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminin yönlendirilmesi gibi bir dizi yorumla bu soruya cevap verebiliriz.
PKK, artık bir Kürt örgütü değildir. Kürt Ergenekonu kitabımın sloganıdır: PKK’nın Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin PKK sorunu vardır.

Başka bir ifadeyle; “PKK, Kürt sorununun istenmeyen çocuğudur” diyebilirsiniz.
Dolayısıyla, akan kanın durması, Kürt meselesinin çözümü gibi dert yoksa ortada, PKK’nın bu eylemleri niye gerçekleştirdiği sorusuna fazla kafa yormaya gerek yok.

Ama her zaman olduğu gibi zeytinyağı misali su üstüne çıkmayı iyi becerirler. Bir PKK sempatizanı Ahmet Altan’a mail atmış: “Devlet bir yerde açık verecek, PKK saldıracak on-on beş asker ölecek, gündem değişecek, Uludere unutulacak.”
Ona kalırsa, Pınarbaşı olayı, devletin Uludere’yi unutturma projesi!

Bu tür yorum yapanlara çok şaşırıyorum. Diyorum ki kendi kendime: Acaba bunların beyin korteksi buharlaştı mı? Malum, bu beyin lobu, insanla maymun arasındaki en önemli farktır.

Devletin zaafına bakalım da hırsızın hiç mi suçu yok? O bomba yüklü araçla intihar saldırısını kimler yaptı? Bunlar PKK’lı değil mi? Eğer devletin Uludere’yi unutturma çabası varsa PKK bu eylemlerle kimin değirmenine su taşıyor o zaman?

___________________________________________________________________________________________________

Orhan Miroğlu

Roboski’ye bomba yağdıranlar, Kayseri’de bomba patlatanlar; elli bin ölüye, 17 bin faili meçhul cinayete rağmen, Kürt ve Türk halkının birarada yaşama iradesinin yok edilemediğinin farkındalar mı bilemeyiz, ama kan akmaya devam ettiğine göre, muhtemelen başka çarelerinin olmadığını düşünüyorlar.

Daha fazla Kürt ve daha fazla Türk öldürmenin peşindeler.

Durum bu; lakin bugün artık, Türkiye’nin katliamlar, darbeler ve cinayetlerle tanımlanan geçmişiyle yüzleşme ve hesap sorma sürecinde kimin nerede durduğuna bakmaksızın; bu geçmişin araçsallaştırılması ve siyasi kullanımı peşinde olanlarla, gerçek bir hesaplaşma peşinde olanları birbirinden ayırt edemez ve hakikat yolunda hep beraber yürüyemeyiz
Müslümanlar ve üç seçimdir oy verdikleri partiyi alın bir tarafa koyun, Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesinden geriye ne kalır
Allah aşkına?

Müslümanların vicdanını mola vermeden soluk soluğa sorgulayıp duruyorsunuz da, Kemalistlerin ve en büyük katliamlara, cinayetlere hedef olmuş Kürt halkını yönetenlerin vicdanına dönüp neden bir çift söz söylemiyorsunuz?

Ergenekon’u aklayanların, avukatlığını yapanların, Dersim’de öldürülen kendi akrabalarının anısına dahi saygısı olmayanların, Esed’e heyetler yollayıp duranların, Kürt halkını Ergenekon ve JİTEM davalarından itinayla uzak tutanların, korucu ailelerine karşı gerçekleşen sayısız katliamlar için şimdiye kadar bir özür dahi dilemeyenlerin, Roboski’de adalet aramaları mümkün mü?
Şimdi oturmuş Müslümanların bilinçaltını yazıyorlar.

Müslümanların vicdanında elbette, iyileşmesi gereken çok şey var, amabu ülkenin asıl derdi, asıl vicdansızlığı İttihatçılık ve Kemalizm’de yatıyor.

İyileşmesi ve yumuşaması gereken vicdan da, hesaplaşılması gereken vicdan da, o vicdandır!
Ve bu hakikati unutturmaya çalışmak boşunadır.

Türkiye’nin kör topal da olsa, geçmişiyle yüzleşmesini ne sola ne Kürt hareketine değil, CHP’ye hele hiç değil, Müslümanlara ve Başbakan Erdoğan’a borçluyuz.

Ne Müslümanların ne Başbakan’ın hakkı inkâr edilemez..
Ben etmiyorum.

___________________________________________________________________________________________________

İbrahim Kiras


İlk başta olayın sorumluluğunu MİT’e bağlamak isteyen çabalara şahit olduk. Ondan sonra bir müddet “özür”tartışması sürdü. Hükümet sözcüleri devletin cenazelere en üst düzeyde katılım göstermesinin ve ölen insanlar için tazminat ödeme kararının “fiilen” özür anlamına geleceğini, özrün ayrıca “lâfzen” ifadesinin gerekmediğini söylüyorlardı. Çünkü galiba bir kampanyaya dönüşen “özür talebi”nin arkasında başka maksatlar olduğundan kuşkulanıyorlardı.

Böylece olayın üzerinden beş ay geçti. Tam yaralar kabuk bağlamak üzereyken Wall Street Journal’ın bir iddiası konuyu yeniden gündeme getirdi. Türkiye’deki bazı medya organlarınca da derhal benimsenen iddiaya göre Uludere’de istihbaratı ABD’ye ait “Predatör”ler vermişti. TSK ise görüntüleri kendi kullandıkları “Heron”lardan aldığını açıkladı. Şu işe bakın ki WSJ’esızdırılan haber ABD’de insansız uçak alımı için görüşmelerde bulunan Genelkurmay BaşkanıNecdet Özel’in ABD seyahatinin hemen sonrasına rastlamıştı. Diğer yandan aynı günlerde başka ilginç olaylar da dikkat çekiyordu. Sözgelimi Kuzey Kıbrıs hava sahasına girmek isteyen İsrail uçakları Türk savaş uçaklarınca engellenmiş, bu olaydan bir gün sonra ise Hatay’da meydana gelen bir terör saldırısında üç Türk istihbarat subayı şehit olmuştu.

Bazı yorumcular bu olayı yine Hatay’da ve yine bir başka mühim gelişmenin ertesi gününde gerçekleşen bir başka terör saldırısına benzettiler: İki yıl önce 31 Mayıs 2010’da yani Mavi Marmara olayının yaşandığı gecenin sabahında Hatay Deniz Üs Komutanlığı’na düzenlenen saldırıda 6 asker şehit edilmişti.

Kayseri Pınarbaşı’nda gerçekleşen son terör eyleminin de Başbakan Erdoğan’ın “Kandil’deki taşeron ofisine ihale veren ülkeler” açıklamasının ardından gelmesi tesadüf olmayabilir.

Haber Ara