Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Sol'un sorunu: Şiddet mi Kemalizm mi?

Kanlı 1 Mayıs derin devletin tertibidir iddiasına karşın, 1977’de 34 kişinin ölmesiyle sonuçlanan gelişmelerin “solcuların kendi içindeki” çatışmalardan kaynaklandığını dile getiren Halil Berktay'ın iddiları büyük tartışmalara yol açmıştı.Her geçen gün yazarlar tarafından farklı bir boyut kazandırılan tartışmaya; dün Etyen Mahçupyan ve Roni Margulies'in şiddet ve Kemaliz'in solun esas sorunu olduğunu belirten yazıları, bugün de Mithat Sancar, Orhan Miroğlu ve Halil Berktay tartışmalara katkı da bulunuyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-24 11:42:19

Sol'un sorunu: Şiddet mi Kemalizm mi?
TİMETÜRK / Umut İslam


Kanlı 1 Mayıs derin devletin tertibidir iddiasına karşın, 1977’de 34 kişinin ölmesiyle sonuçlanan gelişmelerin “solcuların kendi içindeki” çatışmalardan kaynaklandığını dile getiren Halil Berktay'ın iddiları sol kesim içerinde büyük tartışmalara yol açmıştı. Tartışmaya her geçen gün yazarlar tarafından farklı bir boyut kazandırılıp yeni yeni konu başlıkları açılıyor. Dün Etyen Mahçupyan ve Roni Margulies'in şiddet ve Kemaliz'in solun esas sorunu olduğunu belirten yazıları yayınlanmıştı. Bugün de Mithat Sancar, Orhan Miroğlu ve Halil Berktay tartışmalara katkı da bulunuyor.  

Mithat Sancar tartışmaya "aşırı haklılık" duygusu üzerinden yaklaşarak bunun şiddeti meşrulaştırdığı tezini öne sürerek “Kaba kuvveti” haklılığın kaynağı olarak gören anlayış ile “kaba çoğunluğu” haklılığın temeli olarak gören anlayış arasında esasta bir fark yoktur. Mesela, elindeki silahlı güce güvenerek istediği gibi davranan bir yönetim ile salt iktidarda olma durumuna dayanarak değerleri hiçe sayan yönetim, birbirleriyle yakın akrabadırlar." tespitinde bulunuyor.

Öte yandan Orhan Miroğlu ; Sol'un Şiddet tartışmasının 1 Mayıs 1977'ye çakılıp kaldığından dem vurduğunu belirterek  farklı bir bakış açısı geliştiriyor ve  şu tespiti yapıyor : "Türk ve Kürt solunun devlete karşı hemen her zaman bağımsız bir yerde durduğunu, ve 70’li yıllardan bu yana devletin birtakım taammütlerine rağmen “bağımsız” kaldığını iddia edenlerle, bunun tersini savunanların, devletin katliam planlarını bir hayli kolaylaştıran solun tarihiyle yüzleşmemiz gerekir diyenlerin öne sürdüğü argümanlar pek derinleşemedi."

Son olarak tartışmayı başlatan Halil Berktay ise,  onyıllardır anlatılangelen kamyonet hikayesi üzerinden ortaya sunulan 1 Mayıs 1977'yi  devlet tertip etti yaklaşımını maddeler halinde şu şekilde sıralayarak ; "Buna göre (1) panik tesadüfî (meydana gelmiş veya girmeye çalışan sol grupların ateş açmasının hesaplanmamış sonucu) değilmiş. Bizatihî devlet panik çıkarmayı planlamışmış. (2) Aynı şekilde devlet, kaçışan kitlenin gidip Kazancı Yokuşu’na yığılacağını da öngörmüş. (3) Bu tıkanıklık büsbütün artsın ve insanlar birbirini daha fazla ezsin diye, o kamyoneti de oraya kasten bırakmış" olduğunu belirterek tartışma zeminini 1 Mayıs 1977'i üzerinde tutmaya devam ediyor . 


İşte Sol Şiddet üzerine yazarların yazdığı o yazılar ;


İktidar sinizmi

Mithat Sancar

Bazen bir yazının sadece başlığı bile, tek başına çok şey anlatır, hatta bir ufuk turunun kapılarını aralar. Alper Görmüş’ün geçen günkü yazısının başlığı böyleydi benim için: “Bir şiddet kaynağı olarak ‘aşırı haklılık’ duygusu.”

Bu başlığı görünce, “aşırı haklılık” duygusunun yol açabileceği durumlar üzerine düşünmeye başladım. Alper Görmüş de, bu sonuçlardan en önemlisini, 1 Mayıs 1977 tartışmaları çerçevesinde irdelemiş. Görmüş özetle diyor ki; kendi fikirlerinizin doğruluğuna ve konumunuzun haklılığına mutlak bir inanç duyuyorsanız, şiddet dâhil her türlü yol sizin için mubah hale gelir.

Mutlak haklılık duygusunun iktidar hırsı veya imkânlarıyla birleştiğinde yol açabileceği korkunç sonuçlara dair çok örnek var insanlık tarihinde. Isaiah Berlin’in, bu örneklerden hareketle söylediği şu sözlere ekleyecek pek bir şey yok: “Hiçbir şey bir kişinin ya da milletin hatasızlığına inanması kadar yıkıcı değil. Bu, başkalarının vicdan azabı duyulmadan yok edilmesine yol açar.”

Ekleyecek bir şey yok dedim, ama aklıma Cioran’ın bir sözü geldi. Çürümenin Kitabı’nda yer alan bu sözü de (az bir çarpıtmayla): “Hiçbir ilâhiyat, kendine tapan zihniyetten daha bağnaz değildir.”

“Aşırı haklılık” duygusu, sadece kendi doğrularına duyulan mutlak inançtan kaynaklanmaz. Belli bir konudaki “haklılık duygusu”, esas itibariyle, o konuda bir “hak”ka sahip olma düşüncesine dayanır. Formül çok tanıdıktır: “Hakkım var, o halde haklıyım!”

Oysa mesele o kadar basit değil. Zira bu formül, hayatî bir soruyla ilgili herhangi bir bilgi içermiyor. Toplumsal ve siyasal çatışmaların temelini oluşturan soruyu da şöyle formüle edebiliriz: “O hakkı nereden alıyorsun?”

“Hakkın kaynağı”, siyaset ve hukuk felsefesinin kadim konularındandır. Bu tartışmadaki kadim tutumlardan biri, gücü hakkın kaynağı olarak görür. Mesela MÖ 4. yüzyılın başlarında “Peloponnesos Savaşı Tarihi” olarak bilinen kitabı yazmış olan Thukydides, bu fikri işler ve savunur. Ona göre, “Hak güçlünündür, güçlü olan haklıdır!”

“Güçlü olan haklıdır” inancı, herkesi güç peşinde koşmaya teşvik eder. Böyle bir ortamda, gücü elde etmek için her yola başvurmak da meşru görülür. Yazının devamını okumak için tıklayın

___________________________________________________________________________________________________


İki hatıra

Orhan Miroğlu

Sol, şiddet ve silahlı mücadele sorunu üstüne yürütülen tartışmalar 1 Mayıs 1977’ye çakılıp kaldı. Türk ve Kürt solunun devlete karşı hemen her zaman bağımsız bir yerde durduğunu, ve 70’li yıllardan bu yana devletin birtakım taammütlerine rağmen “bağımsız” kaldığını iddia edenlerle, bunun tersini savunanların, devletin katliam planlarını bir hayli kolaylaştıran solun tarihiyle yüzleşmemiz gerekir diyenlerin öne sürdüğü argümanlar pek derinleşemedi.

Sol’da her zamanki gibi “sathı müdafaa” önde gidiyor.

Halil Berktay da cevap yazmaktan asıl mevzua gelemiyor.

Sonuç olarak anıların yarışması gibi bir durum var.

Herkesin hafızasındaki 1 Mayıs 1977 günü ayrı bir yerde duruyor ve sanırım bu ayrılık çok normal. Márquez hatıralarını yazdığı kitaba şöyle bir not düşmüştü:

“İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”

Márquez’e hak vermemiz gerekir.

Farklı tarihsel dönemlerin, ünlü kişilerin biyografilerinde ve anılarında çok farklı hatırlamalarla yer aldığını biliyoruz. Önemli tarihsel olaylar sözkonusu olduğunda, siyasi tercih ve kaygıların bu olayları anlatmaya niyetlenmiş kişilerin anlatılarına ve hatırlamalarına etki etmesi, hatta çoğu kez belirleyici olması da mümkündür ve şaşılacak bir durum değildir..

Hiçbir solcu yoktur ki, hayatında yer etmiş bir iç infaz hatırası olmasın.

***

1970’li yıllarda Diyarbakır’da Kürtlerin haklarını, özgürlüğünü ve solculuğu savunan bir avuç insandık.

Sonra birtakım gruplara ayrıldık. Sabahlara kadar Abide Çayevi’nde oturan, tartışan insanlar bir anda birbirine düşman oldu. Çünkü artık her birimizin itaatle bağlı olduğumuz bir gizli örgütümüz vardı. Yazının devamını okumak için tıklayın

___________________________________________________________________________________________________


Kamyonetimi isterim ! Amerikalılarımı isterim !

Halil Berktay



Şu kamyonet, onyıllardır anlatılageldi, 1 Mayıs 1977’deki “devlet tertibi”nin bir parçası diye. Buna göre (1) panik tesadüfî (meydana gelmiş veya girmeye çalışan sol grupların ateş açmasının hesaplanmamış sonucu) değilmiş. Bizatihî devlet panik çıkarmayı planlamışmış. (2) Aynı şekilde devlet, kaçışan kitlenin gidip Kazancı Yokuşu’na yığılacağını da öngörmüş. (3) Bu tıkanıklık büsbütün artsın ve insanlar birbirini daha fazla ezsin diye, o kamyoneti de oraya kasten bırakmış.

Mustafa Yalçıner de Taraf’taki demecinde (19 Mayıs) kamyonete ve Amerikalılara büyük yer vermiş. Hattâ, sözcük saydım, iddialarının dörtte birini (354’te 87) kamyonet kaplıyor; biraz kısaltarak aktarıyorum :

“Bunların hepsi kontrgerilladır. Herhalde o kamyonu da Halkın Kurtuluşu koymamıştır. (...) Önceden örgütlenmiştir, o kamyonu da oraya getirip koymuşlardır. En büyük zayiat da orada olmuştur. Kamyon yolu tıkadığı için Kazancı Yokuşu’nun girişinde çok sayıda insan kaçayım derken birbirlerini çiğneyerek (...) altında kalmışlardır birbirlerinin.”

Burada küçük bir problem var : Yalçıner’in demecinin çıktığı 19 Mayıs tarihinde, bu iddia salt olgusal düzeyde çökmüş, bir fiskede çökmüş, iki haftadır çökmüş bulunuyordu. 4 Mayıs’taki CNN Türk panelinde, işin gerçeğini zaten bilen (miting için İzmir’den gelmiş, eski İGD’li) Cemil Koçak’ın sorusuna cevaben eski tertip komitesi başkanı Mehmet Karaca, onun bir DİSK afiş kamyoneti olduğunu açıkladı ve sonradan bu, ilgili (Ankara merkezli) Teknik-İş sendikası tarafından da doğrulandı. Hattâ internette bazı gençler kendilerini aldatılmış hissettiklerini de yazdılar.

Öyleyse Mustafa Yalçıner, niçin gerçekle ilgisi olmayan, ilgisi olmadığı ortaya çıkmış bir noktada israr eder ? Bir ihtimal, hoşlanmayıp bile bile görmezden gelmesidir. İkinci ihtimal, bu tartışma patlak verdiğinden beri hiçbir şey okumamış ve izlememiş olmasıdır; yani bir düzlemde, sırf bilgisizlikten böyle konuşuyor denebilir. Ama bu da, gerçeklere kendini tümüyle kapamış bir iman haline işaret eder. Paradigmatik körlük böyle bir şeydir; insan ya doğrudan kulaklarını tıkar, gözlerini kapatır ve inancına aykırı her şeyle temasa gelmeyi reddeder. Ya da okuyor ve izliyor gibi yapsa bile birleştirmez, anlamaz, algılamaz; sadece, eski paradigmasını ayakta tutmak için malûm fıkradaki “uysa da uymasa da...” misali cevap yetiştirmeye bakar. Mustafa Yalçıner’in bu açıdan hayli tipik olduğu; birçok eski solcunun 1 Mayıs tartışmasındaki ruh halini karakterize ettiği kanısındayım. Yazının devamını okumak için tıklayın

___________________________________________________________________________________________________

Örgüt içi infazlar hapishanelerde 1990'larda başladı

Aytekin Yılmaz


Halil Berktay uzun bir süredir Taraf’taki köşesinde sol içi şiddetten bahsediyordu. Sonra konu 1 Mayıs 1977’ye geldi ve bilinen tartışmalara vesile oldu. Halil Berktay 1 Mayıs 1977 katliamı üzerinden eleştiri geliştirmek isterken sol gelenekli çevrelerin tepkisini üzerine çekti. Görünen o ki hayırlı tartışmalara vesile olmadan kapanmış olacak. Halil Berktay’ın yazılarını bir süredir izliyordum teorik sorunların dışında acaba Türkiye solu için neler yazacak diye merak ediyordum. Sol içi şiddet gibi bir konuda 1 Mayıs 1977 üzerinden tartışma başlatması isabetli olmamıştır. Görüldüğü gibi buradan yol alınamadı. Geçmişle yüzleşme gibi bir konuda eğer devamlılığı olan bir sorunsa ki sorundur hâlâ. Yakın dönemin izini sürmek daha gerçekçi olacaktır. Kaldı ki örgütler arası şiddet 13 Eylül 1980 günü son buldu. Sol tarihin cevap bekleyen en kıymetli sorusu şudur bence, birbirine yıllarca silah sıkanlar nasıl oldu da bir günde son bulmuştur. 13 Eylül 1980’de son bulan örgütler arası şiddet, 1990’larda örgüt içi şiddet ve infazlara dönüşerek biçim değiştirdi. Bunu da daha çok üç örgüt yaptı. PKK, Dev-Sol ve TİKKO. Eğer aklı başında bir sol içi şiddet eleştirisi - özeleştirisi yapılacaksa bunlar üzerinden gidilmelidir. Yakın dönemde sol şiddeti diğer adıyla devrimci şiddeti konuşmak isteyenler esasen 1990’lı yıllara bakmalıdır. Ama her nedense ne zaman bu dönemden söz açılsa üç maymun oynanmaktadır. Devletin siyasi cinayetlerine çok duyarlı olan solcu, aydın-yazar ve insan hakları savunucuları bu yıllarda sol örgütlerin örgüt içi infazlarına sessiz kalmışlardır. Yazanlar ise aynı çevreler tarafından sükût-u suikaste uğramıştır. “İçimizdeki Hapishane” adlı kitabım buna iyi bir örnektir. Kitap, örgütler tarafından, okunmaması gereken karşı-devrimci bir kitap olarak teşhir edildi. Benim ne dönekliğim kaldı ne de işbirlikçiliğim. Özellikle radikal sol örgütlerin yayın organlarında hakkımda hakaretlere, tehditlere varan yazılar çıktı. Radikal sol örgütlerin hapishanelerde işlediği cinayetleri yazmam onları çok rahatsız etti. Örgüt içi infaz yapanlar, işbirlikçi-hain cezalandırdıklarını iddia ediyorlardı. Cinayet sonrası açıklamaları bu yöndeydi. 1990-2000 yılları arasında hapishanelerde örgütler tarafından öldürülenler, devletin bu tarihlerde hapishanelerde öldürdüklerinden daha fazladır. Bu tarihler arasında devletin öldürdüğü siyasi mahpus sayısı İnsan Hakları Derneği kayıtlarına göre 28 iken, örgütlerin öldürdüğü siyasi mahpus 30’un üzerindedir. Daha da trajik olanı örgütlerin öldürdüğü kişilerin kayıtları tutulmamıştır. Hiçbir insan hakları kuruluşunda böyle bir kayıta rastlanmamaktadır. Araştırmalarım sonucu örgütler tarafından infaz edilen 20 kişinin ismine ulaşabildim.

Örgüt içi infazlar



Örgüt içi infazlar hapishanelerde 1990'larda başladı. Bu konuda araştırma yapmak isteyenler şu olaylara bakabilir. PKK’de 1991 Mehmet Şener olayı, Dev-Sol’da 1993 Bedri Yağan olayı, TİKKO’da 1997 Kardelen hareketi. Bu üç örgütün, üç değişik olayın ortak bir özelliği var. Bu üç olayda da örgütsel ayrışma ya da girişimi söz konusudur. Örgütün bölünme korkusu, güç kaybetme korkusu örgüt içi muhalefeti şiddetle bastırmayla sonuçlanmıştır. Abdullah Öcalan 15 bin iç infazdan bahsediyor. Neden niçin söylemiştir araştırmak gerekebilir. Bence bu rakam oldukça abartılıdır, savaşın durumu, PKK’nin örgütsel konumu vb. nedenlerden dolayı gerçeği yansıtmamaktadır. Bu konuda rakam vermek bu durumda henüz erken olur. Yazının devamını okumak için tıklayın

 ___________________________________________________________________________________________________


Roni Margulies ve Etyen Mahçupyan'ın yazılarını okumak için tıklayın 



SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara