Bir müslüman olarak beni utandıran ülke...
Güney Kore yollarına beni düşüren, nüfusunun 3’de birinin son elli yılda Hıristiyanlık dinini benimsemesi ve bu manzaranın oluşmasını sağlayan misyonerlik faaliyetleri idi.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-25 09:15:41
Güney Kore yollarına beni düşüren, nüfusunun 3’de birinin son elli yılda Hıristiyanlık dinini benimsemesi ve bu manzaranın oluşmasını sağlayan misyonerlik faaliyetleri idi.
Merak etmiştim; nasıl olur da bir toplumda 15 milyondan fazla insan Hıristiyanlaştırılır dünyanın hiçbir yerinde tecrübe edilmediği kadar hızlı bir şekilde. Hem de öyle bir sarılmışlar ki yeni dinlerine, Amerika’dan sonra dünyaya en çok misyoner gönderen ikinci ülke olmuşlar. Ve halen daha yılda ortalama bin Koreli misyoner farklı ülkelere göreve gitmekte.
Ama şimdi Kore’deyim ve gelmeden önceki tüm garipsemelerimin ne kadar da anlamsız olduğunu anlamış bulunmaktayım. Şuan geldiğim noktada Güney Kore hakkında garibime giden tek bir konu var. O da; %1’den daha az da olsa, Güney Koreliler’den Müslüman olanlar varmış. Nasıl oldu da Müslüman oldular bunun hayreti içerisindeyim!
***
BİZ MÜSLÜMANLAR MI, YOKSA GÜNEY KORELİLER Mİ?
Sizce hangimiz daha erdemli bir toplumu oluşturuyoruz? Biz Müslüman Türk toplumu veya diğer İslam toplumları mı, yoksa gayrimüslim Güney Kore toplumu mu?
Budizm, Konfüçyanizm, Taoizm, Hıristiyanlık ve çok sayıda yerel din. Hepsini Güney Kore’de bulabiliyorsunuz. Güney Kore toplumunun farkı da aslında tüm bu dinlerin harmonize halinin bir yaşam tarzı olarak sosyal hayatta tebarüz etmesi. Budist, Hıristiyan veya toplumun yarısına tekabül eden dinsiz kesim. Hepsinin bir ortak yanı var. Hepsinin pratik hayatta karşılığını bulduğu ortak değerleri var. Ve bu değerler günümüz dünyasının sosyal düzen açısından en erdemli toplumlarından birini meydana getirmiş.
Ne hırsızlık var bizim ülkemizde olduğu kadar, ne sahtekârlık. Ne kavga gürültü var bizde olduğu kadar, ne cinayet ne tecavüz. Yalan söylemek bir kimsenin güvenilir olmayan ve kötü ahlaka sahip olan bir kişi olarak addedilmesi için yeterli. Öğretmeninin, çocuğu hakkında ahlaksız olduğunu belirten şikâyetlerde bulunması, utancından dolayı bir ailenin o semtten başka bir semte taşınmasına sebebiyet verebiliyor.
İnsani ilişkiler o kadar nezaket merkezli ki; mesela selamlaşmak. Herhangi bir esnaf dükkânına giriyorsunuz kasiyer veya görevli her kimse hemen güler yüzle selamlıyor sizi. Kütüphanede bir şey sormak için görevliye yaklaşıyorum önce hemen o selam veriyor. Hatta bu hafta cumaya gitmek için otobüse bindim şoför bile selamladı beni. Aklıma ise İETT’nin hazırladığı son Metrobüs reklamına yöneltilen eleştiri geldi. “Hadi her şey neyse de hangi iett şoförü yolcuyu selamlar” diyordu yorumcunun biri. Kısacası, Peygamberimizin (as)
“selamı yayınız” hadisi burada yaygın bir şekilde uygulanmakta ve belki de selamlaşmanın hikmeti olarak bu güler yüzlü insanların arasındaki muhabbet müdavim olmakta. Bir de selamlama sadece kavli bir eylem değil burada. Aynı zamanda 30-45 derece arası eğiliyorsunuz selam verirken. Ve karşı taraf da selamı alırken eğiliyor. Bu âdetin, yani küçük-büyük, yaşlı-genç ayırmaksızın bir insan huzurunda hürmeten eğilmenin (ve hatta bazen aile büyüklerine secde etmenin) Korelilerin mütevazılığında ve ayrıca inançlı olanların inandığı dinin emir ve buyruklarını yerine getirme noktasında olumlu yönde katkı sağlayıp sağlamadığı ise aklıma takılan bir soru olarak duruyor. Zira daha küçük yaştan itibaren büyüklere saygı ve itaat güçlü bir şekilde işleniyor çocuklara. Bizdeki gibi mızmız ve dediğim dedik bir çocuk göremezsiniz etrafta zırlayan. Mesela iş gereği buraya yeni gelmiş bir türk aileyle geçen bir aradaydık. Anne diyor ki, “binamızda yedi tane çocuk var ama sadece bizim huysuzun sesi çıkıyor!”
Yine bizde olmayan güzel bir haslete daha sahipler. Dakik olmaları. Korelilerle olan randevularınıza gecikmeyin. Geç kaldığınız süre kadar onları bekletiyor olacağınızdan emin olun.
Spor, hayatlarının bir parçası. Genci yaşlısı hepsi spora düşkün ve kendilerine bakıyorlar. Bizdeki gibi her yerde şişman insan görme imkânınız yok. Çok nadirattan. Allah’ın emaneti olan bedenlerine bizden çok daha iyi baktıkları kesin.
Sebebi her ne olursa olsun…
Çalışkanlıkta ise, bizle kıyaslamak abes kaçar. Bizim kadar ne yer altı ne de yerüstü zenginlikleri var. Savaş ortamından çıkalı yaklaşık elli yıl olmuş ama ekonomide dünya sıralamasında bizi sollamışlar. Tüm kullandıkları aletler ve araçlar kendi üretimleri. Buzdolaplarından tutun televizyonuna kadar çoğu alet Samsung veya bir başka “made in Korea”. Belediye otobüslerinden tutun çöp kamyonlarına kadar tüm kamu araçları Hyundai ve görebildiğim kadarıyla özel araçlar ya Hyundai ya Kia ya da diğer bir Kore markası. Nadiren BMW gibi yabancı bir marka görebiliyorsunuz.
2011 verilerine göre Güney Kore’ye olan ihracatımız 445 milyon 150 bin dolar, Güney Kore’den olan ithalatımız ise 5 milyar 506 milyon 897 bin dolar. Kısacası Güney Kore bizden çok daha fazla çalışıyor ve bizden çok daha fazla üretiyor. O kadar fazla ki, milyar hanesini görmezden gelsek bile ithalatımız ihracatımızdan yine fazla çıkıyor.
GÜNEY KORE CENNET Mİ?
“Güney Kore’de hiç mi olumsuz bir şey yok” diye aklınıza gelebilir. Elbette günümüzün evrensel hastalıklarından Kore gençleri de nasibini alıyor. Medyanın etkisinden kim kurtulabilir. Alkol yaygın, domuz eti de yiyorlar köpek eti de. Ama son tahlilde hem bizlerden hem de şimdiye kadar hayatlarına bizzat şahit olduğum ve Müslümanların çoğunlukta olduğu dokuz ülkeden daha erdemli bir sosyal düzene sahip olduklarına şahidim. Bu durumda, bizim açımızdan Güney Korelilerin köpek eti veya domuz eti yiyor olmasının bir ehemmiyeti var mı!
Hem biz namaz kılıyoruz da, başımızı örtüyoruz da, domuz eti yemiyoruz da ne oluyor. Namazın kötülükten ve kötü olan her şeyden alıkoyuyor olması ayetle sabit. Peki ya namazımız bizi neyden alıkoyabildi şimdiye kadar ve neyden alıkoyabiliyor.
Kore’de genç kızların çoğu yarıçıplak dolaşıyor ama ayetle farz olduğu bildirilen ve yine hikmeti ayetle ortaya konan tesettürün günümüz Türkiyesi’nde “muhafazakâr Müslümanlarca” bu derece içinin boşaltılmasının ve amacından bu denli uzaklaştırılmasının yanında; mini etek giymesi konusunda dini ve (artık) kültürel bir yasaklama ve ayıplama söz konusu olmayan bir toplumda Koreli bir genç kızın bu giyim tarzını benimsemesi, bence, sözüm ona bizim mezkûr mütesettire bacıların benimsedikleri giyim tarzının yanında çok ama çok masum kalır.
BURADA BİR ÖN YARGIM KIRILDI
Bu yaşıma kadar duyduklarım ve okuduklarım “misyoner” kavramını çok itici bir hale getirmişti. Misyoner denince; bir topluma yavaş yavaş sızan, çok farklı hedef ve hesaplarını farklı formlarla kamufle eden, sinsi ve kurnazca hareket eden, özü itibari ile hiç de iyiliksever olmayan ve insanlığın iyiliğini düşünmeyen gizli misyon ve vizyonu olan bir birey veya grup aklıma geliyordu.
Şuan Presbiteryen misyonerler tarafından 1956’da kurulan bir üniversitedeyim. Güney Kore’ye ilk giriş yaptıkları 1884’den bu yana nasıl bir tarihi süreçten geçmişler, tüm bunun raporları bu kampüsün içindeki özel bir birim olan Linton Akademisi’nde muhafaza ediliyor. Burada yıllarını geçirmiş ve buradaki birkaç hocayla kuvvetli hukuku olan Kudret Bey ile tez danışmanım Prof. Şinasi Gündüz’ün referans mektubu sonrası “Christian Studies and Culture” departmanı başkanı Prof. Lee Dal’dan gelen kabul belgesi ile burada bulunmakta ve özel izinle tüm misyonerlik tarihi kitaplarının yanı sıra misyoner raporlarının da bulunduğu Linton Akademisi’nde çalışmalarımı yürütmekteyim. Bunları şunun için söylüyorum. Bu yazıda misyonerlerle ilgili yazdıklarım kulaktan dolma bilgiler değil. Bu raporlarda tüm Koreli ve dışarıdan gelen misyonerlerin belirli aralıklarla yazdıkları raporlar mevcut. Attıkları tüm adımlar ve başlarından geçen olayları merkeze raporlamışlar. Benim bu raporlardan edindiğim izlenimim işte bu yukarıda zikrettiğim misyoner algımı büyük ölçüde yıkmış durumda. Zira inandıkları değerleri yaymak için nice sıkıntılar çekmiş, nice zorluklarla karşılaşmışlar ve hatta öldürülenler de olmuş ama yine de misyonlarını yerine getirme adına davalarından vazgeçmemiş misyoner hayatları ile yüz yüzeyim. Bahsettiğim misyon şu her zaman duyduğumuz Amerika’nın çıkarları uğrunda ortaya konan gayretler değil. Evet, bunu kendine vazife edinen misyonerlerin varlığını inkâr etmek mümkün değil ama şundan emin olabilirsiniz ki, gücünü ve inancını dini referanslardan alan ve tüm attığı adımların karşılığını tanrılarından bekleyen, hizmet şuurunu tümüyle benimsemiş ve hayatında uygulayan misyonerlerin sayısı da oldukça fazla. Amaçlarının “Man of God” yani bizdeki karşılığı olarak Allah’ın samimi, ihlâslı bir kulu olmak olduğunu söyleyen, kendini ona adamış ve onun öğretilerini tüm dünyaya duyurmayı kendisine vazife bilen ve bu yolda başlarına gelen olumsuzlukları büyük bir tevekkülle karşılayan insanlar bunlar. Okuduğum bir raporda şöyle diyordu mesela; “Sevgili Kardeşlerim! Geçen hafta rapor gönderemediğim için üzgünüm. İki hafta önce kiliseden eve dönerken kardan dolayı buz tutan bir yerde kaydım ve düştüm. Bacağım incindi. On gündür ayağa kalkmakta zorlanıyorum. Ama bunun, benim iyiliğimi düşünen İsa Mesih’ten bir hediye olduğunu anlamış bulunmaktayım. Zira on gün boyunca daha fazla İncil okumaya fırsatım oldu…. God bless you!” Ve daha niceleri. Gerçekten hangimiz başımıza gelen musibetleri bu şekilde okuyabilecek bir tevekküle sahibiz. İncil’de bulunan bu öğreti Kur’an-ı Kerim’de bulunmuyor mu? Rabbimiz buyurmuyor mu şer gördüğümüz bir olayın hakkımızda hayırlı olabileceğini ve her daim şükredenlerden olmamız gerektiğini. Gerçekten, bizlerden çok daha dinlerine ve tanrılarına sadık, buyruklarına karşı itaatkâr olan misyonerler varmış, bunu öğrendim. Beğeniriz beğenmeyiz, hoşumuza gider gitmez ama böyle misyonerler var!
“MİSYONER OLACAĞIM!”
Bulunduğum üniversitede misyonerlerin de yetiştirildiği Hıristiyanlık Bilimleri Bölümü var. İlk geldiğim günlerde bu bölüm öğrencilerinden bir tanesi ile muhabbetimiz esnasında mezun olduktan sonra master ve doktora düşünüp düşünmediğini, düşünmüyorsa ne yapmak istediğini sordum. O da direk “Misyoner olacağım ve yurtdışına misyonerliğe gideceğim” dedi. Her ne kadar bu planı benim için sürpriz olmasa da, bunu açıkça söylemesi garibime gitti. Zira dedim ya, “misyoner” kavramı zihnimde hep olumsuz şeyler çağrıştırıyordu. Hâlbuki onların zihninde “misyonerlik” kendisi ile gurur duyulacak bir iştigal. İşte buradaki tanıştığım ve konuştuğum ve ileride misyonerlik yapmak üzere dünyanın her bir tarafına yayılacak öğrencileri, samimiyetlerini, dünya ve insanlık adına düşüncelerini, amaçlarının ne olduklarını dinledikçe, izledikçe, öğrendikçe, konuştukça “keşke bizim ilahiyat fakültelerimizde veya diğer İslami ilimlerin okutulduğu kurum ve kuruluşlarda da böyle gençler fazlaca olsa” diye geçirdim içimden. Elbette hiç yok diyemem ama Korelilerin yanında bizim ümmetin durumu, tavşanın yanında kaplumbağanın durumu gibi sanırım. Ve hiç de hikâyede anlatıldığı veya çizgi filmde resmedildiği gibi kaplumbağanın bir başarı gösterdiği de yok. Zira Yüce Allah çalışana veriyor. Televizyonun karşısında uzananlardan ne beklenebilir ki…
ARKASINDAN CEMAATİN AĞLADIĞI BİR İMAMIMIZ VAR MI?
Burada camiden fazla kiliseye gidiyorum desem yalan olmaz. Zira en yakın mescit 1,5 saatlik uzaklıkta. Dolayısıyla haftada bir Cuma günü camiye gidebiliyorken, haftanın her günü, 5-10 dakikalık mesafede, ayin düzenleyen ve İncil Dersi yapan onlarca kiliseden bir tanesine gidebilme fırsatım oluyor. Diğer yandan kampüsün içerisindeki kilisede de her Salı (İngilizce) ve Çarşamba (Korece) günleri ayin oluyor.
Öncelikle belirtmeliyim ki, inanın ayin’de, özellikle dua kısmında gözyaşı dökenlerin sayısı hiç de az değil. Sesli bir şekilde ağlayan kız öğrencileri görmenize bile gerek kalmıyor yaşadıkları duygu yoğunluğunu hissedebilmek için. Topluca ve hep bir ağızdan günahlarından tövbe ediyorlar ve bağışlanma diliyorlar. Haftalık dinledikleri vaazlar bizim cumadan cumaya birkaç kelam dinleyen Müslümanlarımızdan katbekat fazla. İncil’e ise, kesinlikle bizim Kur’an-ı Kerim’e ayırdığımız vakitten daha fazla vakit ayırıyorlar. Ayrıca katıldığım ayinlerde, başından sonuna kadar atmosfer gerçekten sıcak ve samimi idi. İstanbul’da katıldım birkaç sefer ayine ama hiç buradakiler kadar içten ve samimi gelmediler bana.
Kilise teşkilatlanmaları çok profesyonel. Yetişkin, genç ve çocuk birimleri var. En aktif olan gençlerinki. Haftalık ayinlerin haricinde İncil okuma saatleri ve daha birçok etkinlikleri var programlarında. Bahsettiğim gençler üniversitede Hıristiyanlık bölümünde okuyan gençler değil. Farklı bölümlerde okuyan ve dînî bir vecîbe olarak bu çalışmaları gerçekleştiren gençler.
Geçen hafta üniversiteden biraz uzaktaki bir kiliseye gittim. Ayin saatini öğrenmiştim önceden. Biraz erken gidip İngilizce bilen Chris Jo ile tanıştım. Üniversite’de işletme okuyormuş. Biraz muhabbetten sonra ayine geçtik. Aynı şekilde, herkesin önünde Korece İncilleri açık hem dinliyorlar hem takip ediyorlar. Bazı yerlerde hep birlikte okuyorlar. Ben de bir yandan huşularını kaçırmamaya çalışıyor diğer yandan da izliyor ve fotoğraf çekiyorum. Yan taraftan bir görevlinin yaklaştığını fark ettim. Herhalde fotoğraf çekme diyecek diye geçirdim içimden. Baktım, elindeki IPad’de İncil’in şuan okunan kısmının İngilizcesini gösteriyor. Teşekkür ettim ve ben de takip etmeye başladım.
Ayin bittikten sonra, Chris Jo, üç yıldır bu kilisede görev yapan genç bir papazın yeni görev yerine gidiyor olması sebebiyle yarım saat sonra düzenlenecek olan veda programına davet etti. Hay hay dedim. Kilisenin kafesinde diğer grup arkadaşları ile bir şeyler içiyorken, onlar bir yandan da ellerindeki kartlara genç papaza verilmek üzere hatıra yazıları yazıyorlardı. Anlattıklarına göre gerçekten çok iyi bir papazdı. Onu çok seviyorlar ve gitmesine bir o kadar üzülüyorlardı.
Vakit geldi. Büyük salonda toplandık. Yaklaşık yüz kadar genç vardı. Papaz geldi ve en ön sıraya oturttular. Gençlerin hazırladığı sürpriz slâyt gösterisini izledik. Resimler zaten başlı başına gösteriyordu genç papazın ne kadar aktif olduğunu. Dersler, geziler, grup çalışmaları, İncil okumaları ve daha onlarca aktivitenin resimleri geçti teker teker. Tabii güzel bir fon müziğiyle birlikte. Sonra gençlerden bazıları söz alarak genç papaza olan minnet duygularını ifade ettiler. Gözyaşlarını tutamayanlar oldu. Ardından genç papaza söz verdiler. Arkadaşım tercüme ediyor bir yandan. İnanın hem sözleri, hem konuşurken duygulanması ve hatta gözyaşlarını silmesi beni de duygulandırdı. Burada öğretirken ne kadar çok öğrendiğini, gençlerle bir şeyler paylaşırken ne kadar çok şey kazandığını, asıl teşekkür edilmesi gereken kimselerin siz gayretli gençler olduğunu, tek amacının “man of God” olduğunu ve bu konuda gençlerden dua beklediğini, şuan ki göreve gideceği yerin bir köy kilisesi olduğunu ve her ne kadar zor şartlar kendisini bekliyor olsa da İsa Mesih’in kendisinden daha hoşnut olacağını düşündüğü için buradan ayrılmak istediğini, yoksa buradaki herhangi bir olumsuzluktan dolayı ayrılmasının söz konusu olmadığını ve daha pek çok takdire şayan sözler söyledi. Konuşmasından sonra da herkes tek tek kucaklaşarak vedalaştı. Ve yine pek çoğu gözyaşlarını tutamadı. Ben de tebrik etmek istiyorum dedim Chris’e. Benimle gelmesini ve söyleyeceklerimi tercüme etmesini istedim. Sıra bize geldi; “Sizi, arkadaşların sizden bahsetmesiyle tanıdım. Bir Müslüman olmakla birlikte ‘man of God’ olma uğruna kendisini inandığı değerleri başka insanlara da duyurmaya adayan kişilere saygı duymaktayım. Allah’ın sizleri gerçek anlamda ‘man of God’ kılması için dua ediyor olacağım” dedim. O da bana teşekkür etti ve “May God bless you!” diye dua etti. Son olarak da kilisenin önünde hatıra fotoğrafı çekilmek üzere dışarıda toplandık. Bu esnada gençler papazı birden kollarına alıp havaya attılar.
İSLAM GÜNEY KORE’DE YAYILABİLİR Mİ?
Bu insanlara İslam’ı tanıtmak istiyorsanız; küçük yaşta çocuğunuzu Güney Kore’ye göndereceksiniz. Dillerini ana dili gibi konuşabilecek, örf ve adetlerini öğrenecek ve toplumu iyice tanıyacak. Ardından, önce yaşantısıyla sonra bulabildiği hizmet sahasındaki aktiviteleri ile İslam’ın bir temsilcisi olacak. Böyle bir yola baş koyacak genç yetiştirmek ise zamanımızda hiç kolay değil. Bırakın hizmet bilincine sahip olmayı, gündeminin başlıklarını diziler, futbol, oyun vesaire oluşturan ve neticesinde daha doğru dürüst namazını kılmayan ve İslam hakkında bir çift kelam edemeyen bir evladımız olduğu vakit hayıflanmanın, diz dövmenin hiçbir anlamı yok. Zira görünen köy kılavuz istemiyor. Aile olarak ne derece İslami bir hayat tarzı sergiliyoruz ki evlatlarımız ömürlerinin en azından bir bölümünde bu dine hizmet eden kişiler olabilme şerefine nail olsunlar.
İşte bizim yetiştiremediğimiz bu nitelikteki bir gençliğe de sahip olan Güney Kore, kendi inançlarını yayma uğruna yıllardır dünyaya binlerce misyoner göndermiş ve halen daha gönderiyor.
İSLAM’IN YAYILMASINA ENGEL OLAN TEK ŞEY!
İslam’ın yayılması yukarıda mezkûr şekilde mümkün olabilir. Zira Hıristiyanlık hemen hemen aynı tecrübeyi yaşamış Güney Kore’de. Ama İslamiyet için artı bir engel daha var. O da elbette bizler. Biz Müslümanlar!
Yazımın ilk başında dediğim gibi, şuan buradaki bir avuç müslümanın hangi sebeple İslamiyet’i tercih ettiklerini hayret verici buluyorum. Zira burası Avrupa gibi değil. Yine zikrettiğim gibi, dinlerin harmonize hali burada genel bir ahlak ilkesi oluşturmuş ve sonucunda erdemli bir toplum meydana getirmiş. Buradan bakıldığında ise Türkiye dâhil İslam âlemi çok aşağı bir noktada. Her açıdan; toplum, siyaset, demokrasi, ekonomi, eğitim, hoşgörü, özgürlükler… Her konuda katbekat daha iyi konumdalar. Buna rağmen neden bir Koreli kalkıp İslam’ı tercih etsin ki! Zaten etmemiş de. %1’in bile altında bir kesim var Müslüman olan. Ama bir kişi de olsa merak edilecek bir durumdur Güney Kore’de Müslüman olan bir insanın durumu.
Bu manzara aslında beni Müslüman olduğumuzu deklare etmemiz noktasında düşündürmeye başladı. Nasıl olsa imanımızı açığa vurmak şeriatın uygulandığı bir devlet yapısında müslümanca muamele görmek için gerekli değil mi. Şeriatın uygulandığı bir devletin olmadığı günümüz dünyasında ve zaten laik bir devlet yapısına sahip bir ülkenin vatandaşı olarak Müslüman olduğumuzu söylemesek nasıl olur! Hiç olmazsa İslam’a hizmet edemediğimiz gibi bu dinin yayılmasında da bir engel teşkil etmemiş oluruz. Mizah yapmıyorum. Demiyor muyuz en mantıklı din, en kabul edilebilir din, en en en .. din İslam dinidir diye. Peki, niye buna rağmen İslamiyet 1400 yıldır dünyaya kendini hâkim kılamadı. Aslında ilk asırlardaki yayılışa bakıldığı takdirde şimdiye dek çoktan dünyanın baskın çoğunluğunun Müslüman olması gerekirdi. Elbette günümüzdeki bu vaziyetin başlıca nedeni İslamiyeti temsil eden biz Müslümanlarız. Zira insanlar çoğunluğu gayet tabii bir şekilde, bir dini tanıma ve tanımlandırma noktasında o dinin müntesiplerine bakmayı tercih ediyor.
O yüzden şunu unutmamak gerekir ki, şayet günümüzde Müslüman olanlar var ise, bu kesinlikle bizlere ait bir çorba kaşığı tuzu olan bir gayretin neticesi değildir. Aksine, bizden haberdar olmadıkları ve İslamiyet’i direk Kur’an-ı Kerim vesilesi ile tanıdıkları içindir. Zira bir göz atın; hidayete erenlerin çoğunluğunun hikâyesi bir şekilde Kur’an merkezli bir hidayet tecrübesinden ibarettir. Elbette bir kısmı, İslamiyet’i hakkı ile temsil edebilen Müslümanlardan etkilenerek İslamiyeti tercih etmişlerdir ancak bizlerin böyle bir temsil kabiliyetimizin olup olmadığını vicdanlarınıza bırakıyorum.
KORE SAVAŞI
Kore tarihinde bizlerle ilgili olarak, İslam’ın Kore’de yayılmasında etkili tek bir olay var o da Kore savaşında oraya giden Türk askeri. Kore Savaşına değinerek yazıyı tarih dersine çevirmek istemiyorum ama şunu belirtmeliyim ki; Kore’ye asker gönderilip gönderilmeyeceği konusu etrafında tartışmalar sürerken CHP iktidarının son Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın “...Türkiye bir tecavüze uğrarsa Kore’ye yardım etmiş diye hiç kimse bizim yardımımıza gelmez...” sözleri ile asker göndermeye karşı olduğunu ifade eden beyanı karşılık bulmamış iyi ki ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde ilk defa Türkiye sınırları dışında cereyan eden bir savaşa asker göndermişiz. Gerçekten Güney Kore insanını tanıyınca bu tarihi gelişmeden dolayı bir kez daha mutlu oldum. Allah (cc), şehitlerimizin makamını Cennet eylesin!
Günümüze gelindiğinde ise, İslam’a hizmet noktasında Türkiye olarak Kore’de kurumsal anlamda ciddi bir hizmetimiz bulunmamakta. Ancak bireysel olarak Hüseyin Kırdemir isimli değerli bir büyüğümüz sekiz sene İslam Merkezi’nde olmak üzere onbeş yılı aşkın bir süredir İslam’a hizmet ediyor. Koreceyi anadili gibi konuşabilen bu değerli insan şimdiye kadar 10’dan fazla İslami eseri Kore diline kazandırmış durumda. Yine yıllarca tercüme ederek ve hazırlayarak Korece hutbeler okunmasına vesile olmuş. Şimdi ise daha etkin bir hizmet için yeni projelerini hayata geçirmeye çalışıyor. Allah kendisinden razı olsun ve kendisine muvaffakiyetler versin!
CENNETE GİRERLER Mİ?
Şimdi muhakkak birilerinin aklına bu soru gelecektir. “Bu kafirler DE Cennete girerler mi”. Ne zaman bir gayrimüslim kimsenin veya toplumun Müslümanlarda olmayan iyi ahlakından, dürüstlüğünden veya çalışkanlığından bahsedilse hemen bu soru canlanıyor zihinlerde nedense! Çünkü nasıl olsa ümmeti için yanıp tutuşan ve kıyamet sonrası “ümmetim, ümmetim” diyerek dirilecek olan bir Peygamber (as) var ve -bize göre- bizler O’na bağlı ve sadık, O’nun (as) izinden giden hakiki Müminleriz şüphesiz! İşte bu yüzden de bizim Cennete protokol zevatı olarak en önden ve kırmızı halılı VİP bölümünden gireceğimiz kesin. Ama bazen merak ediyoruz işte, mesela bu imanla şereflenmemiş zavallı gayrimüslim Güney Koreli insanların akıbeti ne olacak diye!
Şimdiye kadar bu konuya girmediğim gibi, ne şimdi burada bu konuya girecek ne de daha sonra böyle bir konuda laf sarf edeceğim. Zira hasbelkader yıllardır aldığım eğitimim bana bu ve benzeri konularda görüş beyan etmem için adamakıllı bir âlim olmam gerektiğini öğretti. Günümüzde esnaf, memur, öğretmen, doktor ve diğer bilcümle cenahtan, daha İslam’ın emirlerini beş farzdan ibaret sananların, İslam’ı bir yaşam tarzı olmaktan ziyade beş vakit namaz ve bir ay oruçla sınırlandıranların, üsve-i hasene olan Peygamber’e (as) olan saygısını, O’nun (as) sünnetini hayatına tatbik ederek göstermektense ismi zikredildiğinde elini kalbine götürmekle yetinenlerin aksine; isimlerini asırların silemediği, gecelerini gündüzlerini bu dine adamış büyük âlimler -kendi aralarında- böyle konularda konuşmaya cesaret etmişler. Önceleri her ilmin muhatabı, tartışıldığı belirli bir zaman ve zemini olurmuş. Şimdi ise kişi, zaman ve zemin sınırını ortadan kaldıran televizyonda bile böyle konular konuşulabiliyor. Müslümanlar olarak temel meselelerimizi halletmişiz de bu konular kalmış sanki.
Netice olarak şunu söyleyeyim, evet, Allah (cc) katında imansız ölen bir kimse cennete giremeyecek. Zira bu Kur’an ile sabit. Ayrıca şunu biliyorum ki sadece Müslüman anne ve babadan doğmak demek Cenneti garantilemek demek değil. Ama birilerinin veya bir toplumun cennetlik veya cehennemlik olup olmadığının kararını vermek de benim vazifem değil. Onu en iyi bilecek olan ve zamanı geldiğinde bana sormadan her bir kulunu takdir ettiği yere koyacak Zat (cc) ise zaten belli.
Ve şundan da eminim ki, O Zat (cc) ahirette beni “Ey kulum! Sen neden Güney Kore’deki insanların cennetlik veya cehennemlik olup olmadıkları hakkında bir şey söylemedin” diye hesaba çekmeyecek.
Ama hesaba çekilirken şu sözlerle muhatap olmamız muhtemel değil midir;
“Ey kulum, Müslüman olduğunu iddia ettiğin sen, nasıl oldu da İslam’a muhalif bir hayat sürdün?”
“Ey kulum, bir gayrimüslim kadar erdemli bir hayat süremeden mi karşıma geliyorsun!”
“Ey kulum, Ben, benim dinime hizmet edin ki ben de sizin yardımcınız ve veliniz olayım demiştim. Ömrün boyunca dinime ne kadar hizmet ettin?”
“Ey kulum, inanıyorsanız üstün olanlar sizlersiniz diyerek size olmanız gereken yeri gösterdim. İnancının gereğini ne derece yerine getirdin ki şimdi seni üstün kılayım!”
“Ey kulum, sana bir Kitap gönderdim! Özel olarak, Yaratıcından sana bir Kitap geldi! Öyle bir Kitaptı ki, seni hem dünyada hem ahirette mutlu kılacaktı. Sana yazıklar olsun ki o Kitab’ı hiç merak etmedin! Sana yazıklar olsun ki o Kitab’ı hiç okuyup anlamaya çalışmadın! Sana yazıklar olsun ki o Kitab’a hiç uymadın! Sana yazıklar olsun ki dünyada hüsrana uğradın ve şimdi ahirette de hüsrana uğrayacaksın!”
Bu sözler bir masaldan mı alıntı? İşitir miyiz böyle şeyler acaba?…
PEYGAMBER’İN (as) ŞİKÂYETÇİ OLDUĞU MÜSLÜMAN!
Siz hiç Peygamberimiz’in (as) şikâyetçi olduğu Müslümanların varlığından haberdar oldunuz mu? Evet, Peygamberimizin şikâyetçi olacağı Müslümanlar olacak. Olabilir falan da değil, olacak! Günümüz Kutlu Doğum programlarının formatı nedense Peygamberimizin bu şikâyetinden bahseder nitelikte değil. Peygamber daha çok sevilsin diye hep O’nun (as) ne derece şefkat dolu olduğu, ne derece affedici olduğu ve ne derece yumuşak huylu olduğu konu bahsi oluyor sanırım. Bunların aksini iddia ediyor değilim elbette ama bu vazunasihatlerin hep müjdeleyen ayetlerden müteşekkil olması ve Peygamber’in şikâyetinden bahsetmemesi mi acaba biz Müslümanları bu derece lakayt hale getirdi. Sakın kimse “İslam hep cehennemden bahsedilerek anlatıldı, Allah hep cezalandırıcı bir hâkim gibi gösterildi” gibi bir gerekçe üretmesin zihninde, zira onu “Çocuklara İslam’ı Nasıl Anlatalım” dersiyle ilgili konuşurken söylüyorduk. Ben, biz yetişkinlerden bahsediyorum.
Haberiniz olsun Allah yakacak! Zira onlarca ayet var bunun uyarısını yapan. Ve haberiniz olsun Peygamber şikâyetçi olacak! Zira yine bunu apaçık bir şekilde Kur’an dile getiriyor;
وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَ وْمِي اتَّخَذُوا هَذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا “Peygamber der ki; Ey Rabbim! Muhakkak ki ümmetim şu Kur’an’ı (hakikatlerinin gerektirdiği gibi yaşamayı) terk etti!”(Furkan / 30)
Tercih ettiğiniz mealden veya tefsirden bu ayeti okuyunuz isterseniz. Veya çerçeveletip yatağınızın karşısına asın ve her gece yatmadan önce bu ayeti önce okuyun sonra sorun; “Ey Allah’ın Resulü, benden şikâyetçi misin?” Sizce cevabı ne olur?
SONUÇ!
Duam o dur ki; Beni bir Müslüman olarak utandıran Güney Korelileri Allah en kısa zamanda İslam’la şereflendirsin. Belki o vakit yeryüzünde İslam’ı hakkıyla temsil eden bir toplum bulunmuş olur da İslam hakettiği en güzel şekliyle Dünya’ya tanıtılmış olur. Zira bunu bizim gerçekleştiremeyeceğimiz ortada!
Vesselam…
SON VİDEO HABER
Haber Ara