Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

El-Zevahiri, Mısır için ne dedi?

El Kaide'nin lideri Dr. Eymen El Zevahiri yaklaşık yarım saatlik bir ses kaydında Mısır halkına seslendi. El Zevahiri devrim sonrasında bir türlü karar bulamayan Mısır’a çeşitli tavsiyelerde bulundu. Sistemin köklü olarak değiştirilmesi çağrısında bulunan El Kaide lideri tüm yolsuzluklar, sistemdeki bozukluklar devam edecekse ‘O zaman neden kendisine (Hüsnü Mübarek’e) karşı ayaklandık’ diye soruyor!

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-19 09:36:39

El-Zevahiri, Mısır için ne dedi?
TİMETURK / Defne Bayrak

El Zevahiri’nin Mısır meselesini detaylı bir şekilde ele aldığı konuşması şöyle:

"‘Ve o gün mü’minler sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlüdür, merhamet sahibidir.’
Bismillah, hamd Allah’a, salat ve selam Allah’ın resulüne, ashabına ve onu dost edinenlerin üzerine olsun. Ey dünyanın dört bir yanındaki Müslüman kardeşlerim; Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Ve sonra: Bu, Mısır’daki halkımıza umut ve sevinç mesajının dokuzuncu bölümüdür. Yedinci bölümdeki anlatımımda İngilizlerin Mısır’da bağımsız ve demokrat olduğunu iddia eden laik, mutaassıp bir devlet kurma yoluyla yönetim sistemini bozma çabasına ve gerçekte ülkeyi işgalcinin süngü ve toplarının yürüttüğü noktasına varmıştım.

İngilizlerin çeşitli çabalarda bulunarak bunu yapmaya çalıştığını söylemiştim.

Bunların ilki: Yasama sistemini bozmak

İkincisi: Mısır’a sahte bağımsızlık verme

Üçüncüsü: Ülkede mutaassıp bir ulus devlet kurmak!

Sonra dördüncü vesile: O da ülkede sahte ve bozuk bir siyasi hayat yaşanmasına izin verilmesi.

Bunlar, çeşitli vesilelerle gerçekleştirildi. En önemlisi: İşgalcinin ve otoritesinin gücü ile laik bir anayasa dayatılması. Sonra üç kutuplu siyasi bir hayata izin verilmesi: İngiliz dayanağı, saray ve partiler.

Oyunu uzaktan izleyen ve gerektiğinde müdahale eden İngiliz dayanağını razı etmeye çabalıyorlar.

Mısır’da siyasi hayat 1942 yılının Şubat ayının dördünde meydana gelen hadise ile yolsuzluk batağının dibine ulaşmıştır.
Sonra sekizinci bölümde İsrail hapishanelerinden serbest bırakılanları kutlamaya değinmek, Atiyyetullah ismiyle bilinen faziletli Şeyh Cemal İbrahim Eştiyuvi El-Mısrati’nin – Allah ona rahmet etsin- şehadeti münasebetiyle İslam ümmetini tebrik etmek, İsrail’e giden gaz boru hattını havaya uçuran kahramanları selamlamak, ordunun ve Kıpti Hıristiyanlarının çarpışmalarından konuşmak için tarihi anlatımı bıraktım. Sonra bölümü esir kardeşlerimize sebat çağrısı ve teyit mesajı ile sonlandırdım.
Bu bölümde de Mısır’da hızla gelişen olaylara ve bu olaylarla ilgili meselelere değinmek için tarihi anlatımı bırakmak zorunda olduğumu hissediyorum.

Tebrik konuşmamın başında Müslüman ümmetimize, dünyadaki tüm özgür ve onurlulara, kibirli Batı tarafından ezilen tüm zavallı mazlumlara müjde olarak dünyada Amerika’nın nüfuzunun hızla azaldığını haber veriyorum. Bu gerileme ve küçülmenin son alametlerinden biri; ABD Savunma Bakanlığı’nın son bütçesinin azaltılması idi. Bu büyük olayı Obama kendisi ilan etmek zorunda kaldı. Böylece Amerikan halkı üzerindeki etkisini hafifletmeye çalışıyor.

Amerika’yı, savunma bakanlığının bütçesini azaltmak zorunda bıraktıran; karşı karşıya kaldığı krizlerin en büyük sebebi, Allah’ın mücahitleri çağdaş şer imparatorluğunu kırıp geçirmede muvaffak etmesidir. Bu kırıp geçirme Washington, New York ve Pennsylvania’daki mübarek saldırılarla başladı. Ardından da Amerikan kibrinin Afganistan ve Irak’ta karşı karşıya kaldığı dev cihadi direniş geldi. Amerika, iki ülkede de yenilgiyi kabul etmek ve güçlerini Irak’tan çekmek, sonra da Afganistan’dan da çekmeyi planlamak zorunda kaldı. Sonra da eskiden ‘ortadan kaldırılması gereken terörist bir grup’ olarak nitelendirdiği İslam Emirliği ile müzakereleri kabul eder, hatta bunda ısrar eder oldu.

Sonra Amerikalılara, İslam ve Arap dünyası çapında genel bir uyanışla karşı karşıya olduklarını kanıtlamak için mübarek Arap ayaklanmaları baş gösterdi. Bu (uyanış) askeri küstahlığın kayıptan başka bir şey getirmediğini anlamalarıyla aynı zamana denk geldi.

Arap halk ayaklanmaları, eğilimlerinin ağırlıklı olarak İslami olduğunu, Amerika’nın rehberliğinde, desteği ve planlaması ile halklarının İslami yönelimlerini bastırmada ömürlerini harcayan Amerikan işbirlikçilerine karşı gerçekleştiğini ispatlamıştır. O işbirlikçiler ki ülkelerini Haçlı-Siyonist tertibi kapsamında işkence, tutuklama ve cezalandırma istasyonlarına döndürmüşlerdir.
Amerika, askeri başarısızlığı ve yaşadığı ekonomik kriz (ki bunlar mücahitlerin fedakarlığının bereketi ile gerçekleşmiştir) Amerikan siyasetlerini uygulayan rejimlerin düşüşü, zulme karşı ayaklanan halkların İslami yönelimleri karşısında geri adım atmaya, İslami grupların saflarını ayırmaya ve bu gruplara olan halk desteği enerjisini boşaltmayı denemeye, Amerika karşıtı İslam’a doğru gerçekleşen bu büyük yönelişi, içinde gücünü kaybedeceği, enerjisinin tükeneceği yollara, girdaplara ve labirentlere sürüklemeye karar verdi. Yani özetle Amerika önceden bize kurt üslubu ile muamele ederken şimdi tilki yöntemlerine başvurur oldu.

Ancak ben bu yeni gerçeklik hakkında konuşmamı sürdürmeden önce başlangıç olarak kısaca iki şeye değinmek istiyorum:

Birincisi, Amerika’nın elinde tuttuğu ve imzalamış olduğu tüm anlaşma ve sözleşmeleri kendilerine karşı ihlal ettiği ümmetimizin esirleriyle ilgilidir. Amerika’nın onları serbest bırakması gerekir. Başlarında da Şeyh Ömer Abdurrahman’ı! İstese de istemese de Allah’ın izni ve gücüyle onları serbest bırakacak. Amerika, bu serbest bırakmayı geçiştirmek için herhangi bir hileye başvurmaya çalışıyor. Ancak Allah’ın gücü ve kudreti ile sonunda onları serbest bırakmak zorunda kalacak. Bu, Amerika’ya iyi anlaması gereken bir mesajdır. Dahası artık dünyanın 11 Eylül sonrasında, öncesi gibi olmadığını, kendisinin halinin de Irak ve Afganistan’da yenildikten sonra, yenilmeden önceki hali gibi olmadığını idrak etmesi gerekir.

İkinci olarak onuncu kez İsrail’e giden gaz borularını patlatanları sevgi ve beğeni ile selamlıyorum. Allah, Mısır’da hakim rejimin halklarımıza ve ümmetimize dayattığı itaat, bağlılık ve teslimiyeti reddettikleri için onları en güzel şekilde mükafatlandırsın. Cenk ve cihat Mısır’ında İsrail’e karşı cihat ruhunu alevlenmiş şekilde devam ettirmelerinden ötürü Allah onlardan razı olsun. Allah’tan kendilerini Yahudilerin ve Yahudilere teslim olmuşların tuzaklarından korumasını niyaz ediyorum.

Mısır’daki Müslüman kardeşlerim; yolsuz bir yönetici düşürüldü ancak yolsuz iktidar devam etti. Oysa kendisine ulaşılması istenen hedef, özgür ve kuvvetli ya da bağlı ve zayıf bir şekilde iktidara ulaşmak değildir. Hedef; İslam’la hükmetmektir. İslam’la yönetilmeye iletmeyecek bir şekilde iktidara gelmek için çaba sarfetmek bir felakettir. En büyük felaket ise iktidara gelip de İslam dışı ya da İslam karşıtı veya da İslam’a düşmanlık eden kanunlarla yönetmektir.

Değişimin temel nişaneleri vardır. Genel olarak Mısır’daki tüm dürüst insanların, özellikle de İslami harekettekilerin bu gerekleri yerine getirmesi gerekir. Aksi takdirde yolsuz rejim bizim dinimizi ve dünyamızı bozmaya devam edecektir. Burada özetle bu nişanelerden üçüne değineceğim. Bunlar; şeriatın hakimiyeti, yabancı hakimiyetten kurtulma ve sosyal adaletsizliğin ortadan kaldırılmasıdır.

Şeriatın hakim olması meselesine gelince: Bizler iki merci; daha doğrusu iki akide ile karşı karşıyayız. Hakimiyet kimindir? Halkın mı yoksa o halkın yaratıcısının mı? Eğer ‘egemenlik halkındır’ deyip İslam düşmanlarına karşı kendimizi salarsak daha savaşa girmeden yenilmiş oluruz. Bizlerin, laik yargıç Abdulgaffar Muhammed’in ‘anayasanın İslam’a aykırılığının delili bazı maddelerinin halk meclisine yasama ve kanun çıkarma hakkı vermesidir. Oysa İslam’da hüküm yalnızca Allah’ındır’ diyerek dikkat çektiği şeyi görmezden gelmememiz gerekir. Bazıları şöyle diyerek tartışabilir: ‘Biz ‘egemenlik halkındır’ diyerek İslam düşmanlarının yetkinliğini kabul edebiliriz. Sonra da hedeflerimizi kısım kısım gerçekleştiririz.’ Bu, ancak kendini aldatmadır. Bir şeyin temelini kaybederek ondan kısmi kazançlar elde edemezsiniz. Temel kaybedilmezse kısmi kazançların elde edilmesinde bir sorun yoktur. Tabi ki bu iddia edilen kazançların zararının faydasından fazla olmaması kaydıyla! Ama eğer iki kötülük birden gerçekleşirse; yani hem temel kaybedilir hem de kısmi kazançların zararı faydasından çok olursa işte o zaman dünyayı da ahreti de kaybetmiş oluruz. Yozlaşmış rejim de iktidarda kalmaya, kabul ettiğimiz meşruiyeti ve tasdik ettiğimiz yetkinliğiyle hükümranlığa devam eder.

Bazıları ise şöyle diyor: ‘Mevcut anayasanın ikinci maddesi yeterli. Tek ihtiyacımız olan bu maddeyi etkinleştirmek.’ Bu bir hatadır. İkinci madde, laiklere ve İslam düşmanlarına beşeri laik kanunları hakim kılmaya devam etmelerine ve Müslümanlara dayatmalarına müsaade eden büyük bir boşluktur. Anayasa mahkemesinin bu maddeyi açıklayan hükmüne işaret etmelerine gelince bu hüküm bir delil değildir. Zaten bu mahkeme kendisi şeriata apaçık aykırıdır ve (şeriatın) uygulanmasına engel olan hükümlerden ibarettir. Şeyh Ahmet Aşuş –Allah onu korusun- bir makalesinde (bu hükümlere) korkunç –ya da felaket diyebilirsin- örnekler getirdi. Aralarında hiç utanmadan ve apaçık bir şekilde İslam’a aykırı olanları bulunuyor. Ayrıca Yüksek Anayasa Mahkemesinin daha önceden verdiği bir hüküm de bulunuyor. Bu hükme göre anayasanın ikinci maddesi geriye dönük işlemez. Yani anayasanın tüm maddeleri ve anayasanın büyük kısmını oluşturan önceki ilkeleri ve kanun – tamamı olmasa da- büyük kısmı İslam şeriatına aykırı olsa da meşrudur, uygulanması gerekir. Laik Yargıç Abdulgaffar’ın ‘ikinci maddesine karşın anayasa İslam şeriatına aykırıdır’ diyerek dikkat çektiği şeyden gafil olmamamız gerekir. Bu zıtlık durumundan kurtulmak için neden herhangi bir hilecinin kaçışını ya da şeriat hükümlerinin geçersiz kılınmasına fırsat verecek şekildeki yorumları engelleyecek; şeriatın üstünlüğünü açık ve ayrıntılı ifadelerle ortaya koyacak bir kural formüle edilmiyor?
Neden belirli; İslam şeriatının yasa koymanın kaynağı olduğunu yazan, şeriata muhalif olan tüm anayasa ve kanun maddelerini iptal eden, bu prensibin hiçbir şekilde oynanamayacak, değiştirilemeyecek ve tahrif edilemeyecek şekilde tüm anayasaların, kanunların ve idari emirlerin üzerinde olacağı bir formül üzerinde anlaşamıyoruz?

Yasamada bozukluk büyük ve yığılmış durumdadır. Şeriata aykırı tüm anayasa ve kanunları ortadan kaldırmamız gerekir. Bu yoldaki temel taş ve başlangıç adımı olarak da şeriatın hakimiyetinin teyit edilmesi ve bunun kesinlikle üzerinde oynanamaz, düzenleme yapılamaz ve değiştirilemez bir prensip olarak kabul edilmesi gerekir. Sonra değişim adımları birbirini izler.
Bu bağlamda, Bingazi’deki Libyalı Alimler Heyeti’nin geçen Zilka’de ayında geçici anayasanın ilanına ilişkin olarak yayınladığı bildiriyi takdir ediyorum. Mısır alimlerinden özgür ve dürüst olanları da anayasanın maddelerinde hakkın ortaya konması hususunda hiçbir şekilde üzerinde oynamayı ve kaçışı kabul etmeyecek kat’i bir şekilde kendilerini örnek almaya çağırıyorum.
Genel olarak Mısır’daki; özellikle de İslami hareketlerdeki kardeşlerim! Şeriatın yönetici ve hükmeden hükmedilmeyen, emreden kendisine emredilmeyen, rehberlik eden ancak kendisine rehberlik edilmeyen yüksek hakimiyet sahibi kılınması sadece inançsal bir mesele değildir. Bunun (inançsal olmasının) gerekliliği ile beraber aynı zamanda siyasi, toplumsal ve ekonomik açılardan reformsal bir meseledir. Bu, İslam’ın ‘akidesi şeriatından ayrılamaz’ nitelikteki doğasının gereğidir. Yüksek şeriat hakimiyeti olmadan hiçbir reform söz konusu olamaz. Biz de yaklaşık iki yüzyıldır çilesini çektiğimiz aynı yolsuzluk batağına dalarız. ‘Dünya güçleri bize karşı çıkıyor’, ‘buna izin vermiyor’ bahanesiyle bu şer’i farizanın yerine getirilmesi hususunda zayıflamayacağımızı umuyorum. Şeriatın nüfuzunu ve hakimiyetini engellemek için buna benzer özürleri Hüsnü Mübarek sunuyordu. Eğer onun gibi yapacaksak neden ona karşı ayaklandık?!

Değişimin; kısaca değinmek istediğim ikinci temel nişanesi de dış egemenlikten kurtulmaktır. Bu kurtuluşa iki önemli örnek vereceğim:

Birincisi: Amerikan-Batı askeri-güvenlik-siyasi sistemine bağlılıktan çıkılmasının gerekliliği! Mısır bölgemizde ve dünyada Amerika-Batı çıkarlarını savunan planlarda merkezi rol oynamaktan vazgeçmelidir.

Ortak tatbikatlardan olanaklar sağlamaya, depolamadan tedariğe, Amerika’nın ‘terör’ adı altında İslam’a karşı sürdürdüğü savaşa karışmaya, bilgi paylaşımında bulunup operasyonlara katılmaya kadar boyun eğme rolünün her türünü durdurmalıdır.
Mısır tüm Amerikan askeri üslerinden temizlenmelidir. Mısır halkına da bu üslerin boyutu, rolü, sayısı, üslerde bulunan kuvvetlerin türü, bu kuvvetlerin ne tür faaliyetlerde bulundukları, bu sebepten ötürü yapılan anlaşmalar açıklanmalıdır.
Afganistan ve Irak’ta kardeşlerimizi öldüren, Süveyş Kanalı ve Mısır hava sahası üzerinden Arap Yarımadası’nı işgal eden orduların, silahların ve donanımın geçişinin durdurulması gerekir. Hiçbir onurlu, dürüst ve özgür bir hükümetin, kardeşlerinin öldürülmesine ve ülkelerinin yıkılmasına ortak olmayı kabul etmesi mümkün değildir.

Mısır’ın acilen tarihi bir suç olan Amerika’nın İslam’a karşı ‘terör’ adı altında sürdürdüğü savaşa ortak olmayı kesmesi gerekir. Bu suçun ayrıntıları halka açıklanmalıdır.

Bu yardımlaşma kapsamında kaç tane gizli hapishane vardı? Kaç tutuklu var? Kendileri hakkındaki şahsi ve genel bilgiler nelerdir? Kendilerine nasıl muamele edildi? Sonları ne oldu? Kaç cellat bu suça ortak oldu? İsimleri ve görevleri nelerdir? Şu anda neredeler?... Dahası emniyet biriminin, bir vakit halka zulüm ve eziyete katılmış tüm mücrimlerden temizlenmesi gerekir. Bu suçluların ceza ve kısastan kurtulamamaları gereklidir.

Mısır’daki tüm hür ve onurluları, halkın cellatlarının isimlerinin, görevlerinin ve yerlerinin yazılı olduğu bir kara liste çıkarılması için bu hususta tüm bilgileri toplamaya çağırıyorum.

Dahası Mısır rejiminin İslami hareketlere karşı savaşının hemen durması, bu rejimin tüm kurbanlarının hapishanelerden çıkarılması, sürgünde olan binlercesinin dönüşünün sağlanması gerekir. Aksi takdirde kötü yöneticinin düşmesine karşın bozuk yönetim düşmedikten sonra aynı mücrimlerin elinde aynı suçlar işlenmeye devam edecektir.

Bunun hemen durması gerekir. Amerika ve Batı’nın çıkarlarına hizmete devam yolunda Hüsnü Mübarek’in getirdiği bahaneleri getirmememiz gerekir. Yoksa neden ona karşı ayaklandık?!

İkinci örnek: İsrail’le barış anlaşmasının bozulmasının, inkar ve reddinin gerekliliği.

Bazıları İsrail’le barış anlaşmasının bir ateşkesten ibaret olduğu kanaatindeler. Bunlar –kendilerine iyi niyetle bakılırsa- anlaşmayı okumamıştır. Bu anlaşma İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığının meşruiyetini tanımak, bu toprakların onlara ait ve hakları olduğunu kabul etmek anlamına gelmektedir. Bu, aynı zamanda işgalci Yahudilere karşı cihat ve İslam topraklarından kovma gerekliliğini; yani dinde bilinmesi gereken farzu’l aynı inkar demektir. ‘Peygamberin (s.a.s) sancağı altında bir atlı’ kitabımda ve ‘Cellatların kamçıları ve hainlerin işbirlikçiliği arasında Müslüman Mısır’ mesajımda bunun bazı ayrıntılarına değindim. Bu anlaşma Mısır ve İsrail arasında savaş halinin sona ermesi ve her birinin diğerinin sınırlarını tanımasını teyit etmektedir. Aynı şekilde her iki ülkenin de birbirine karşı herhangi bir türden saldırı ve basın aracılığıyla dahi olsa kışkırtma eylemi gerçekleştirmeyi durdurmasını şart koşmakta ve bunu yapanların cezalandırılacağını vurgulamaktadır.

Anlaşma, kendisinin üstünlüğünü ve kendisiyle çelişen başka anlaşmaları geçersiz kılacağını da teyit ediyor. Bundan maksat Mısır’ın daha önce İsrail’e karşı imzalamış olduğu Arap Ortak Savunma Anlaşması ve ekonomik boykot anlaşmalarının iptalidir.
İsrail’le barış anlaşmasının iptali sadece gaspedilmiş bir Müslüman toprağın özgürleştirilmesiyle ilgili bir mesele değildir. Aksine durum bundan daha tehlikelidir. İsrail varoldukça Arap dünyası halklarının güvenliğinden, bağımsızlığından ve egemenliğinden bahsedilemez. İsrail, Arap ve İslam dünyasının ortasında, bölgedeki Batılı-Haçlı çıkarlarını korumak için kurulmuş gelişmiş, askeri bir üsdür. İsrail’in ilk hedefi genel olarak İslami canlanma ve İslami uyanış hareketi, özellikle İslami hareket, daha özellikle de cihadi harekettir.

Herhangi bir İslami akım bunu fark edemezse kendini kesecek olana bıçağı eliyle sunmuş olur.

Bazıları İsrail’le barış anlaşmasının iptalinin üzerimize yıkım, harap, savaş, katliam ve yok etmeyi çekeceğini savunup tartışıyor. Bu iddialar yanlıştır. Amerika bugün mücahitler tarafından Irak ve Afganistan’da bacakları ve kolları kırıldıktan sonra yeni hiçbir savaşa girecek durumda değil. Hamas Hareketi İsrail’i tanımayacağını açıkladı. Amerika buna karşın onu yerin dibine geçirmedi. Onların bu bahanelerini kabul etmesek de öyle olduğunu varsaysak bile Mısır’daki iyi, onurlu bir yönetici çeşitli seçenekleri uygulayabilir. Örneğin yeniden inceleyip hakkında istişare edene kadar barış anlaşmasını dondurabilir. Filistin’in Müslüman bir toprak olduğunu, bir karışının dahi işgalini kabul etmeyeceğimizi ilan edebilir. İsrail’le diplomatik ilişkileri kesebilir ya da en azından dondurup belirsiz bir tarihe kadar İsrail büyükelçiliğini kapatabilir. Arap Ortak Savunma Anlaşması’nı, İsrail karşıtı ekonomik boykot anlaşmalarını etkinleştirebilir. Gazze, İsrail tarafından herhangi bir saldırıya maruz kaldığı takdirde Arap Ortak Savunma Anlaşması’nın kendisine verdiği yetki gereğince hareket edeceğini ilan edebilir. İsrail karşıtı tüm mücahit gruplar için Mısır’da resmi ofisler açabilir. Gazze karşıtı her türlü yasak ve ambargoyu kaldırabilir. İsrail turizmini durdurabilir. İsraillilerin Mısır’a, Mısırlıların İsrail’e girişini yasaklayabilir.

İsrail’e gaz kaynağı sağlamayı durdurabilir.

İsrail’le tüm ekonomik, araştırmasal ve kültürel işbirliği faaliyetlerini de durdurabilir.

Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasından çekilebilir. Çünkü İsrail bu anlaşmaya imza atmadı. Örneğin Pakistan hükümeti –tüm işbirlikçiliği ve ihanetine karşın- Hindistan imza atmadığı müddetçe Nükleer silahların üretilmesinin engellenmesi anlaşmasına imza atmayı reddediyor. Yoksa biz de İsrail’in güvenliğini korumak için Hüsnü Mübarek’in getirdiği mazeretleri mi getireceğiz? O zaman neden ona karşı ayaklandık?

Değişimdeki üçüncü temel nişane ise yoksulluk ve sosyal adaletsizlik sorununun çözülmesidir. Halkın tüm kesimleri ve sınıfları için sosyal dayanışma ve sosyal adaletin sağlanması gerekir. Askeri ücret yeniden gözden geçirilmelidir. Hükümetteki ve kamu sektöründeki maaşlar arasındaki uçurum kaldırılmalıdır. On binlerce küçük memur geçimini sağlamak için gerekli geliri elde edemezken yüz binlerce Cüneyh’i aşan maaş ve ödeneklerin büyük kısmının az sayıdaki üst düzeyli personelin elinde toplanması hayal edilmemelidir. Mazlum ve kenara itilmiş sınıfların yanında durarak örnek olmamız ve fırsatçılar gibi olmamamız gerekir. Mısır’da aşırı yolsuz, çeşitli kisveler altında kötülük ve haramı yayan, binlerce genç erkek ve kızın yoksulluğunu kullanan bir devlet olduğunu unutmamamız gerekir. Bu devletin yıkılmasına karşı yolsuzluk yapanların önde gelenlerinden birçoğu savaşacak. Çünkü bu yıkım bozuk devletin, faaliyetlerini kendileri kanalıyla gerçekleştirdiği turizm, sanat, üretkenlik ve buna benzer daha başka aldatmacaları kısıtlayacak.

Mısır’da temiz ve adil bir devletin kurulup ticarette haram paranın dolaşmasını, Mısırlıların şeref ve onurunun ticaretinin yapılmasını, Arap ve İslami Mısır’ın pornografik uydu kanallarına, gece kulüplerine, kumar gazinolarına ve çıplaklar plajlarına çevrilmesini kabul etmesi düşünülemez.

Yolsuz devleti ve haram malı savunmak için Hüsnü Mübarek’in getirdiği bahaneleri mi getireceğiz? O zaman neden ona karşı ayaklandık?

Genel olarak Mısır’daki, özellikle de İslami Hareket’teki tüm özgür ve onurlu insanların Mısır’ın Arap ve İslam dünyasındaki lider ve komutan konumunu, serbest ticaret bölgesi veya Amerika’nın vekili ya da İsrail’in simsarı veya da turizm için bir gece kulübü olmadığını hatırlaması gerekir. İslam’ın kalesi, Araplığın hisarı, ribat, cihat, ilim ve davet toprağı Mısır kesinlikle, tevhid akidesini savunduğunu ve şeriatı uyguladığını iddia eden oysa gerçekte Haçlı işgalcisinin güçlü bir vekili olan, bazı zayıflara had cezasını uygulayan, Müslümanların servetlerini, topraklarını, sahillerini ve semalarını Haçlı-Siyonist işgalcinin projesinin hizmetine sunan, iktidardaki azınlığın ahlaksızlık ve sapıklık yapmak için ülkenin servetlerini çaldığı bozuk ve yağmacı Suudi rejiminin bir başka versiyonuna dönüşmemelidir.

İslami Hareket, başta şeriatın hakim kılınması, yabancı nüfuzundan kurtulma ve fakir sınıflar üzerinden adaletsizliğin kaldırılması olmak üzere ümmetin temel taleplerini yerine getirebilmek için örgütsel anlaşmazlıkları ve hizipçi taassubu aşmalıdır.

İslami hareket bu hedefler çerçevesinde birleşmelidir.

İslami hareket bölünür veya bu hedeflerden daha azına razı olur ya da iki kötülüğü bir arada toplarsa halkın kendilerine desteği ortadan kalkacak yönetim de yolsuzluk ve bozgunculuğuna devam edecektir. Sonra –tüm bunlardan önce ve daha önemlisi- bu farzları yerine getirmede gösterdiği ihmalden ötürü önce Allah Subhanehu ve Teala’nın sonra tarihin sonra da ümmetinin önünde hesaba çekilecektir.

Bizler birliği ve bu hedeflerin etrafında toplanması hususunda İslami hareketin yanındayız. Belki yakında buluşuruz. Zira şeriat hakim oldu, ülkelerimiz kurtuldu, adalet ve şura yayıldı. (O gün mü’minler sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O güçlüdür, merhamet sahibidir.)

Son duamız alemlerin rabbi Allah’a hamd, peygamberimiz Muhammed’e, ehline ve ashabına salat ve selam olsun.
Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh."

Haber Ara