Suriye krizinin gölgesinde Lübnan
1985'te Suriye ordusunun gazabına uğrayan Trablus nam-ı diğer Trablusşam, şimdi Lübnan'a sıçrayan Sünni-Şii çatışmasının başını çekecek gibi görünmekte.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-16 15:35:59
Olaylardan bir hafta öncesinde Beyrut'a bir seyahat gerçekleştirmiş olmamdan mı yoksa bölge siyasetine duyduğum yakın ilgiden mi gelişmelere dünü, bugünü ve yarını ile bakmama sebep oldu.
Zaman zaman Küçük Orta Doğu tanımlamalarına muhatap olan bu ülke adeta Orta Doğu'nun bütün unsurlarını içinde taşır. Bu ağırlık onu Orta Doğu'da yaşanan pek çok gelişmeye karşı kırılgan kılar. Etnik ve dini anlamdaki kozmopolit demografik yapısı tarihsel süreçlerini de, siyasal yapılanmalarını da, yerleşim alanlarını da etkilemiştir. Bu çeşitlilik kimi zaman içinizi ışıtan rengarenk bir ahenk olarak karşınıza çıkarken kimi zaman içinizi dağlayan bir parçalanmışlıktır.
Nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyanlardan Sünni ve Şii Müslümanlardan oluşan Lübnan Suriye'den bağımsız bir ülke olarak 1926'da kurulmuştur. Lübnan topraklarında yaşayanların nüfusu Osmanlı çatısı altındayken sayıca Hristiyanların lehine olsa da Birinci Dünya Savaşında bölgede meydana gelen değişimlerle Müslüman nüfus çoğalmıştır. Ancak Büyük Lübnan'ın kuruluşunda Maruni nüfusun çokluğuna göre oluşturulan siyasal yapılanmanın değişmemesi adına Lübnan'da en son nüfus sayımı 1932 yılında yapılmış. Bugünkü nüfusu tahmini olarak toplam 4 milyon 200bin küsur kabul edilmektedir.
Söz konusu siyasi yapılanma modeli ülkenin Devlet Başkanının Marunîlerden, Başbakanının Sünnilerden, Meclis Başkanının Şiilerden oluşmasını öngördü ve halen bu şekilde uygulana gelmekte. Yürütme ve yasamadaki dağılımlar da buna paralel Maruni ve Sünnilere çoğunluk olma hakkı tanıdı. Ancak bu yapılanma Müslüman nüfusun özellikle Müslümanlar içinde Şii nüfusun yıllar içindeki artışına rağmen değişime uğramadı, bu da ülkede adalet duygusunu gitgide zayıflattı. Bu adaletsiz temsil oranları 1975'ten 1991'e kadar devam eden 15 yıllık Lübnan iç savaşının çıkış sebeplerinden biri olarak da bilinmekte.
Şehirdeki yerleşim birimleri de kendi içinde Hristiyan, Sünni, Şii, ve Dürzi kasabaları ve mahalleleri olarak ayrılmış. Trablus'un hemen altına düşen ve Beyrut'un bir kuzey kasabası olan Cubeyl Şii Müslümanların ve Hıristiyanların oluşturduğu bir merkez iken hemen sonra karşınıza çıkacak Jüniyeh diğer bir Hıristiyan kasabası. Şehrin kolonyal yüzünü gösteren bu merkezler duvarlarına begonviller dolanmış en tarihi Lübnan evleri ile sizi selamlarken, Beyrut'a indiğinizde bir diğer Hıristiyan mahallesi Cümeyzi sarı, kırmızı, mavi, yeşil panjurlu evleri ile karşılar sizi.
Beyrut'un merkezine geldiğinizde 2005 yılında bir suikast sonucu hayatını kaybeden Refik Haririn kabrinin yer aldığı çadırla karşılaşmak ise yeniden ülke siyasetinin vahametli gerçeğinin içine çeker.
Özellikle Hariri suikastından bu yana Sünni-Şii gerginliği ekseninde ilerleyen Lübnan siyaseti iç savaş boyunca devam eden Hıristiyan- Müslüman çatışmalarını gölgede bırakacak boyutlara gelmese de ülke siyasetinin belirleyicisi durumunda artık.
Hariri'nin öldürülmesi gerek uluslararası platformlarda gerekse ülke içindeki Sünniler tarafından Suriye rejimine mal edilmeye çalışılınca söz konusu Sünni-Şii gerginliği arttı. Akabinde meydana gelen Sedir Devrimi 30 bin Suriye askerinin Lübnan'dan çekilmesi ile ülke siyasetinde pek çok yeni gelişmeyi de tetikledi.
Ülkedeki siyasi partiler 8 Martçılar ve 14 Martçılar ikiye bölünmüş bir ittifak yapılanmasına gitmiş; Şiilerin başını çektiği 8 Martçılar Suriye yanlısı bir hizalanmaya giderken, 14 Martçılar Refik Hariri'nin oğlu Saad Hariri'nin öncülüğünde Suriye karşıtı bir bağımsız Lübnan'ı arzuluyordu. 2005'teki siyasi manzara içinde 8 Martçılar, Lübnan iç savaşını bitirdiği, istikrara katkı sağladığı ve İsrail'e karşı verdikleri savaşta destekçi oldukları için Suriye'ye minnettardılar. 14 Martçılar ise Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesini kutluyorlardı.
Doğrusu 2005'te avantajlı gibi görünen Sünnilere karşıt 2006'da Şiiler ülke siyasetindeki ağırlıklarını arttırdılar. 2006 yazında İsrail ve Lübnan arasında kaçırılan askerler krizi ile çıkan savaşta Hizbullah çetin bir mücadele vermiş, İsrail'e karşı önemli bir zafer kazanmıştı. Lübnanlıları ortak bir paydada birleştirip ulusal onurlarını güçlendiren bu savaşla Hizbullah lideri Nasrallah da ülkenin sevilen bir siyasi figürüne dönüştü.2006 Kasım'ında Beyrut'a yaptığım ziyarette hala pekçok arabanın camında evlerin balkonlarında Nasrallah posterlerini görmek mümkündü. Toplumun geniş kesimlerini kuşatan bir kahramana dönüşmüştü adeta.
Bu durum 25 Ocak 2011 seçimlerinde 8 Martçıları zafere taşıdı. Şii partilerin Meclisteki temsili arttı. Ancak Hizbullah halen aldığı seçim sonuçlarına rağmen temsil oranındaki düşüklük nedeni ile siyasi mücadelesini devam ettiriyor.
Beyrut'un güneyine Dahiye'ye, Harrat Hyrek'e indiğinizde karşınıza çıkacak manzaralar sizi ülkenin tarihi ile daha fazla yüzleştirir. Göreceğiniz delik deşik edilmiş binalar iç savaşın izlerini sürer. Yüksek katlı terkedilmiş binalar belli ki iç savaşta siperlenilen cephe görevi görmüş. Güney Lübnan ve Beyrut'un güneyindeki küçük semtler 1948'den beri Filistinli mültecilere ev sahipliği yapmaktadır. Lübnan iç savaşının temel sebebini Filistinlerinin ülkedeki varlığı oluşturmuştur. 1948'de Beyrut civarındaki mülteci kamplarına 150bin Filistinli gelip yerleşmiş, geçen zaman içerisinde bu sayı 300binleri bulmuştur.
Filistinli mülteciler ülkenin demografik yapısını da etkilemiş, özellikle güneydeki Şii nüfusun kuzeye doğru göçüne sebep olmuştur.
Lübnan'daki Filistin varlığı bir taraftan Maruni nüfusu huzursuz ederken diğer taraftan Müslüman grupları radikalizme kaydırmıştır. Bu polarizasyon 1975 yılında başlayacak büyük bir yangını ateşlemiştir. Hıristiyan-Müslüman savaşı zemininde devam eden iç savaş Sabra ve Şatilla katliamları gibi vehim olayları da içine katıp 15 yıl boyunca sürüp gitmiştir.
Bu acımasız tarihi toplumsal hafızalarından silmemek adına hala bazı binaları restore etmeyen Lübnanlılar, dün din temelli bir çatışmanın kurbanı olurken bugün mezhep temelli bir çatışmanın eşiğinde. Arap Baharının devamı gibi başlayıp Sünni-Şii ekseninde ilerleyen Suriye krizinin gerilimi Lübnan'a yansımaya başlamış. Öyle ki insanlar birbirlerinin kulağına fısıldayıp karşıdan gelenleri "onlar Şii mi Sünni mi?" diye sorarak yokluyorlar.
Bu süreçte Türkiye'nin Sünni taraftaymış gibi konumlamış olması kanısı da Şiiler arasında hayli yaygınlaşmış. Davos ve Mavi Marmara çıkışları ile İsrail'e aldığı tutumla Şiilerin gönlünü kazanmış olan Türkiye, Suriye krizindeki tutumu ile Şii skeptisizmini arttırmış.
Lübnan'ın makûs talihi gibi duran çatışmalar, savaşlar ve krizler Arap Baharı sürecinde de kaçınılmaz bir son gibi dikilmiş ülkenin karşısına. Özellikle Suriye krizinin soğuk savaş ekseninde ilerleyerek Amerika'yı Sünni, Rusya'yı Şii tarafına çekmesi ile Lübnan bu sürecin içine çoktan düşmüş gibi. Amerika, gelişmelerin 'Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah'ı' zincirinin kırılması ile sonuçlanmasını beklemekte. İsrail'in Esad rejiminin gitmesinden duyduğu kaygılar nedeni ile bu hedefinde duraklamış görünse de gelişmelerin kendi seyrinde bu sonuca ulaşmasını dilemekte.
Beyrut'tan ayrılmadan önce Hariri'nin mezarı önünde toplanmış bir Sünni mitingi bana ülkenin gergin havasını fazlası ile hissettirdi. Hizbullah'ın tehditleri nedeniyle ülkesine gelemeyen Saad Hariri halkına Fransa'dan seslenecekti mitingte. O esnada içinde Hizbullah ve Nasrallah'ın adının geçtiği bir filmin miting meydanında gösterilmesi ile meydanın kabardığını gördüm.
Kente girdiğim zaman beni şehrin meydanındaki tarihi Assaf Camiinde bir zikir meclisi karşılamıştı. Hz. Peygamber'i selamlama adına bir araya gelen grup coşkulu bir cezbe halinde idi. Assaf Camiinde kabarmış maneviyat şehirden ayrılırken yerini siyasi bir kabarmaya bırakmıştı.
Akdeniz'in kıyı kenti Beyrut şimdilik pek çok olaya gebe görünüyor. Ancak bütün gördüklerime ve bu kaotik tabloya rağmen dilerim bu yaz Akdeniz'in huyu değişip kabarmaz ve Lübnan'a karşı sinirli, hırçın ve vahşi olmaz.
SON VİDEO HABER
Haber Ara