Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

CHP'den 28 Şubat açılımı

CHP'li Aygün: ''Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir''

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-11 15:59:05

CHP'den 28 Şubat açılımı
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla Bolu F Tipi Cezaevi'nde bulunan ve kamuoyunda ''Salih Mirzabeyoğlu'' olarak bilinen Salih İzzet Erdiş'in yıllardır tecritte tutulduğunu belirterek, ''Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir'' dedi.

Aygün, Erdiş'in avukatlarıyla birlikte TBMM'de düzenlediği basın toplantısında, ''28 Şubat'la hesaplaşmanın yolunun o dönemin doğurduğu mağduriyetleri gidermekten geçtiğini'' söyledi. Aygün, Salih İzzet Erdiş'in yıllardır tecritte tutulduğunu söyledi.
Aygün, ''Eğer DGM'ler hukuksuz mahkemelerse, 1990'lı yıllarda mağdur olmuş bütün kişilerin sorunlarına çözüm bulunması gerekir. Mirzabeyoğlu da bunlardan biridir. Yıllardır tecritte tutulmaktadır. Hükümet bir taraftan 28 Şubat'la, darbelerle hesaplaştığını iddia ediyor, diğer yandan tecrit, işkence ve çeşitli mağduriyetlerin sürmesi karşısında ses çıkarmıyor. Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir'' diye konuştu.

Erdiş'in avukatı Ali Rıza Yaman da ''Mirzabeyoğlu Davası''nın başladığı tarihin 28 Aralık 1998 olduğuna işaret ederek, ''Salih Mirzabeyoğlu, eşi ve çocuğuyla birlikte o zaman için ilkokula giden diğer çocuğunu almak üzere okula gittiğinde saldırıya uğramıştır. Bu kişilerin polis oldukları Emniyet'te anlaşılmıştır'' diye konuştu. Yaman, Erdiş'in sistematik fiziki işkencelerle geçen bir yargılama sürecinden sonra ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiğini, çeşitli F Tipi cezaevlerinde tecritte tutulduğunu ve halen ''telegram'' (zihin yönlendirme) adı verilen bir işkenceye maruz bırakıldığını iddia etti.

Yaman, ''Saldırıya uğradığında 41 eseri bulunan Salih Mirzabeyoğlu, olağanüstü bir dönemde, DGM'nin yargılayıp mahkum ettiği bir kişidir. Bu bakımdan dava yeniden görülmelidir. Eğer 28 Şubat'la hesaplaşılacaksa, darbenin sonuçlarından başlanılmalıdır. Mirzabeyoğlu davası, bu sonuçların en önemlileri arasındadır'' dedi.

Salih Mirbazey'in avukatları dava ile ilgili olarak kamuoyunu şöyle bilgilendirdiler:

Kamuoyu'na;

Hukuksuzluklara karşı çıkan ve meseleleri "ama"sız, "fakat"sız, "lâkin"siz ifade etme ciddiyetini gösteren CHP Tunceli Milletvekili sayın Hüseyin AYGÜN ile birlikte dile getirdiğimiz Mirzabeyoğlu Davası'nın; başladığı tarih; 28 Aralık 1998'dir.

Salih Mirzabeyoğlu, eşi ve çocuğuyla birlikte o zaman için ilkokula giden diğer çocuğunu almak üzere ilkokula gider ve eşinin ve çocuklarının yanında, ilkokul bahçesinde saldırıya uğrar.

Salih Mirzabeyoğlu'na saldıranlar, herhangi bir arama veya yakalama belgesi kimlik vs. ibraz etmedikleri için, polis oldukları emniyette anlaşılır.

Hakkında hiçbir arama, yakalama vs. bir karar olmayan S. Mirzabeyoğlu'nun uğradığı bu saldırı medyaya tam ters bir şekilde lanse edilir ve O sanki hükümlüymüş, sanki kaçıyormuş, sanki saklandığı yerde yakalanmış ve sanki silahlı bir çatışmada ele geçirilmiş gibi bir havayla; "İBDA-C Örgüt Lideri Yakalandı!" şeklinde verilir.

Salih Mirzabeyoğlu emniyetteyken evi ve arabası aranır.

İddianame'ye mesned teşkil eden hususlardan biri olan "ev ve araba arama tutanakları", adı o dönem yaptığı işkencelerle öne çıkan emniyette baskıyla imzalatılır.

Emniyette polisler kendisine; "YUKARIDAN BASTIRIYORLAR, SEN İBDA-C ÖRGÜTÜNÜN LİDERİ OLDUĞUNU MECBUREN KABUL EDECEKSİN!" der.

İşkenceleriyle meşhur İstanbul Emniyet Müdürlüğü T.E.M. Şubesinde Salih Mirzabeyoğlu'na söyledikleri şu sözlerle asıl niyet açık edilir: "Biliyoruz. Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz… Gelelim şu liderlik mevzuuna..."

S. Mirzabeyoğlu; "Hiç kimseyle görüşmemişim, talimat vermemişim, bunu siz de biliyorsunuz. Ben bu durumda illegal bir örgütün nasıl başı olabilirim ki?" diye cevab verince aynı polis ısrarla devam eder:

"Gel sen şunu güzellikle kabul et. Hem biz sana kötülük yapmak istemiyoruz. İsteseydik evinin bahçesine eroini gömer, ‘eroin yakaladık’ derdik."

Salih Mirzabeyoğlu bunu kabul etmeyip, fikir adamlığından bahsedince aynı polis, hukukun Türkiye’de dünden bugüne nasıl işlediğini gösteren fevkalâde bir lâf eder:

“ASLANIM, SAVCI SENİN KİTAPLARINI OKUYACAK DEĞİL YA... BURADAN ÖNÜNE NE GİDERSE O.”

Nitekim polisin dediği gibi olur ve emniyetten giden fezleke aynen Eski İstanbul DGM Savcılığında İddianame hâlini alır.

Hazırlanan İddianame'de, Mirzabeyoğlu Davası'nda hangi mantığın işlediğinin gösteren ifade çarpıcıdır:

"ÖRGÜT MENSUPLARININ GERÇEKLEŞTİRDİĞİ EYLEMLERE DOĞRUDAN

DOĞRUYA HERHANGİ BİR İLGİSİ TESPİT EDİLMEMİŞ OLMAKLA BERABER..."

Bu noktada mühim bir hususu belirtmek gerekir:

İddianame'yi hazırlayan İstanbul DGM savcılığının, İddianame'yi hazırlamadan 6 ay kadar önce verdiği bir mütalaası vardır. Adana DGM'de 1998'de, Mayıs ayında bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan mütalaa istenir.

Ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı; Mirzabeyoğlu'nun yazar olduğunu, başkalarının yaptığı eylemlerden sorumlu tutulamayacağını belirtir.

Adana DGM'ye 6 ay önce gönderdiği mütaalada; "Salih Mirzabeyoğlu'nun bir yazar olduğunu, başkalarının yaptığı eylemlerden sorumlu tutulamayacağını" söyleyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 6 ay sonra, YUKARIDAN gelen bir baskıyla kendi mütaalasını yalanlayacak bir şekilde Sayın Mirzabeyoğlu'nu yasadışı örgüt lideri ilân eder!

28 Şubat'ta yapılan sürek avının aktörlerinden olan polisin şu sözleri hukukun nasıl işlediğini anlatır nitelikte:

"YUKARIDAN bastırıyorlar! Mecburen kabul edeceksin! Buradan ne giderse o!"

Yukarıdan bastırılarak yazdırılan İddianame, İstanbul 6 Nolu DGM tarafından aynen kabul edilir.

"NOEL BABA" OPERASYONU

1 yıldır hukuksuz bir şekilde cezaevinde yatmakta olan Salih Mirzabeyoğlu'nun bulunduğu Metris Cezaevindeki koğuşa, adını "NOEL BABA" koydukları bir operasyon düzenlenir. 11 ay sonra "Hayata Dönüş" Operasyonlarının öncüsü sayılabilecek kanlı bir operasyondur bu!

Operasyon gecenin 3'ünde başlamış, medyanın görüntü almaması için İETT otobüsleri cezaevinin önüne getirilmiş, keskin nişancılar ve özel birlikler görev almış, eldeki stoklarını tüketecekleri kadar kimyevî gazlar kullanılmış, neticede bir kiş ölmüş, onlarca kişi yaralanmıştır.

Salih Mirzabeyoğlu "robocop" tabir edilen 100 kadar askerin oluşturduğu "ölüm koridoru"na elleri arkadan bağlanarak getirilmiş, bu koridorda çok ciddi bir şekilde yaralanmış, kafasına aldığı darbeler yüzünden aylarca sara nöbeti geçirmiş, aynı şekilde bir ayağı diğerinin iki katı büyüklüğünde şişmiş, saçı ve sakalı kesilmiş, hiçbir tıbbî müdahalede bulunulmamış, o hâliyle, kan revan içinde mahkemeye çıkarılmıştır.

Salih Mirzabeyoğlu; cezaevindedir ve başta can güvenliği olmak üzere herşeyi devletin sorumluluğu altındadır.

Zamanın mahkeme heyeti, çok ciddi bir şekilde darp edilen bir sanığı bu hâle getirenler hakkında ara karar verip, gerekli işlem yapması gerekirken en ufak bir soru dahi sormamışlardır.

"Noel Baba" operasyonunun ardından Kartal F Tipi Cezaevi'ne konulan Salih Mirzabeyoğlu; Türkiye'de F Tipi hücrelere konulan ilk sanıklardan olup, işkencenin en büyüğü olan Telegram -Zihin Yönlendirme-'yi burada yaşamaya başlamıştır.

TELEGRAM- Zihin Yönlendirme- İşkencesi

Telegram; düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla irâdenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür.

Telegram; insan iradesini ele geçirerek, istenildiği gibi yönlendirilmeye çalışılması için yapılan yeni bir işkence türüdür.

Telegram işkencesinin felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs… bir çok yönü vardır.

Şayet bir kişinin bu alanlara dair asgari bir malûmatı yoksa kolaylıkla “böyle bir şey olamaz” diyebilir.

Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik hukuk ve tıb mantığıyla ispatlamak pek mümkün değildir. En büyük işkence de budur.

Müvekkilimiz, başta “Telegram” ve “Ölüm Odası” isimli eserleri olmak üzere birçok eserinde bu işkenceyi çok kapsamlı bir şekilde anlatmıştır.

Holywood sinemasının son 5 yılda daha bir gündeme getirdiği bu konuya ilgi duyanlar, bu eserlerle birlikte, internet arama motorlarına “zihin kontrolü, telegram ve mind control” yazarak Türkçe ve yabancı dillerde yazılmış bir çok kitap ve makaleye ulaşarak meselenin korkunçluğunu görebilirler... Bu konuda Türkçe kaleme alınmış ve ya Türkçeye çevrilmiş onlarca kitap da mevcuttur.

Telegram’ın bir çok çeşidi var. İspatı en zor ve dolayısıyla en garanti ve fakat en pahalı yöntem, elektro-manyetik dalgalarla yapılanıdır.

Elektro- manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi bildik ve hâkim ispat mantığıyla ispatlamak pek mümkün değil. Zira diyalog en basitinden şöyle gelişecektir: Şikayetin nedir? Derdini anlat… Şöyle oluyor, böyle oluyor… İspatlayabilir misin? Psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishane şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar…

Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur: Bahsettiğim elektirikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir ispat istiyorsunuz?

İşkence nasıl olsa ispatlanamaz. İşkenceye muhatap kalan ısrarla meseleye dikkat çekerse kestirmeden ‘majör depresyon’ teşhisi konulur, alttan alta da ‘kafayı sıyırmış’ düşüncesi zerkedilir.

Majör depresyon teşhisinde bulunan doktor bile meseleyi izah etmeye kalkan hastasını daha ilk cümlesiyle boğar: ‘Siz böyle bir şeyin olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’

Bu söze muhatap kalan kişi eğer Salih Mirzabeyoğlu değilse, yaşadıklarını anlamlandıramaz, kendinden iyice şüpheye düşer ve işkenceden maksat hasıl olur: İşkence katlanarak artar, insanın iradesi esir alınır, kişinin en başta kendisine, daha sonra ailesine ve tedricen çevresine yabancılaşması sağlanır.

İşkence aynı zamanda fizikîdir de. İnsandaki arazın, hastalığın ortaya çıkarılması suretiyle gerçekleşir bu saldırılar.

Salih Bey’in kendi kendine tespit ettiği bu hâdiseyi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden bir profesöre anlattığımızda Salih Bey’i doğrulamış ve ‘bir noktaya teksif edilen elektro-manyetik dalgalarla o bölgedeki rahatsızlık azdırılabilir, belli yerler bloke edilebilir’ demiştir.

Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifade ve görüntülerden, vurma, yakma, bloke etme, kaşıntı verme şeklinde gerçekleşen fizikî saldırılara kadar işkencenin her türlüsünü yaşayan Salih Mirzabeyoğlu’nun günlerce uyumadığı da oluyor. Uyuyabildiği dönemlerde de fizikî olarak tazyik sürüyor, uyku ile uyanıklık arasında bir hâlle karşılıklı cedelleşme devam ediyor. ‘Deliksiz ve rahat’ bir şekilde 2 saatlik uykunun ardından ‘tamam, bu kadar yeter!’ denilerek yine uyandırılıyor. Gerek görüntülü ve gerekse fizikî saldırı en çok da namazda yapılıyor. Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifadeler, küfürler Salih Bey namaz kılarken ediliyor, yine aynı nispette ahlâksızca görüntüler namaz kılma esnasında veriliyor. Öyle ki namazın bozulduğu dahi oluyor. Mevzuunda ihtisas sahibi olanların da teyit ettiği türden yöntemler:

Her insanın kendine has bir elektriği var. Sevinçli, hüzünlü, sinirli… her hâlde değişen bu elektriğin/enerjinin tespit edilmesi ve daha sonradan insana giydirilmesi işkencenin farklı bir cihetidir.

İnsanın hüzünlü ânında tespit edilen elektrik, başka ve farklı bir ânında yine kendisine veriliyor. Ve insan meselâ hiç de hüzünlü değilse birden hüzünlü bir hâle bürünüyor.

Salih Mirzabeyoğlu’na sıklıkla yapılmak istenenlerden biri de budur. Meselâ telefon görüşmesi yaparken ve hiç de hüzünlü bir hâli yokken yapılan saldırı ile hüzünlü bir hâle sokulmaya çalışılıyor. Bu, en ‘masum’ saldırı… Gerek suretine ve gerekse bedenine yapılan bunun gibi nice saldırıdan haberdar olduğu için Salih Mirzabeyoğlu mukavemet edebiliyor.

Mukavemet edemezse işkencenin tezahürü belli: Durup dururken ağlamalar, yahut gülmeler, yahut sinirlenmeler… Hiçbir saldırının olmadığı ve insanın kendi hâlini kritik ederken düştüğü çelişkiler… Bu çelişkilerle birlikte kendi benine yabancılaşma… Akla-hayale gelmedik olan ve ancak ensest çocuklarının yapabileceği türden ahlâksızca yapılan saldırılarla meydana gelen düşünceleri kendi ‘ben’inden zannetme… Bu düşüncenin hasıl olması ile birlikte yaşananlardan kendini mesul tutma ve ardından kendinden iğrenme… Ve işkenceciler açısından mesut netice: Kendi benine, ardından aileye, ardından çevreye yabancılaşma… Herkese ve her şeye, en başta da kendi benine yabancılaşan mağdurun bütün bu süreçte iradesinin teslim alınıp, istenildiği gibi sevk ve idare edilir hâle gelmesi, güdülmeye teşne bir nesne olması…

MAHKEME SAFAHATI VE SONRASI

Noel Baba operasyonunun ardından Kartal F Tipi Cezaevi'nde konulan ve o günden bu güne kadar kesintisiz bir şekilde Telegram işkencesine maruz kalan Salih Mirzabeyoğlu, savunmasını bu işkence şartlarında yazıyor.

Davaya bakan ilk heyet davayı uzattığı düşüncesiyle görevden el çektiriliyor ve bu heyetin yerine başkanlığını Metin Çetinbaş'ın yaptığı bir heyet tayin ediliyor.

Metin Çetinbaş da 2 Nisan 2001'deki duruşmada; TCK'nın 146/ I maddesi gereğince İDAM KARARI veriyor. 2002 yılında Yargıtay da kararı ivedilikle onuyor ve dosya AİHM'e gitse de bir karar çıkmıyor.

AB müktesabatı çerçevesinde yapılan değişiklik neticesinde; idam kararı AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBED hapis cezasına çevriliyor.

Gerekçeli Karar'da niçin idam cezasının verildiğine ilişkin açık ve net tek bir ibare dahi bulmak mümkün değildir.

Zira Karar'ın asıl gerekçesini Mirzabeyoğlu Davası'na bakan ilk heyet başkanı olan Sedat Karagül 12 Ocak 2006'da Sabah gazetesine verdiği bir mülâkatta açıklıyor:

"İBDA-C DAVASI DAHİL OLMAK ÜZERE BÜYÜK DAVALARA BAKTIM. İBDA-C DAVASI DAHİL OLMAK ÜZERE BASKI GÖRMEDİĞİM HİÇBİR DAVA OLMADI."

Yine bir başka gezeteye (Yeni Akit/ 23 Eylül 2011) verilen bir mülâkatta geçen şu ifade:

"MİRZABEYOĞLU DAVASI'NDA VERİLEN KARAR YÜZDE YÜZ DOĞRUDUR DİYEMİYORUM. O DÖNEMDE VERİLMİŞ BİR KARARDIR."

Bu sözlerle, hukukun zulmün aracı hâline geldiği DÖNEME atıf yapmak suretiyle baskıyı itiraf eden; Salih Mirzabeyoğlu'na idam cezası veren Metin Çetinbaş'tır.

Yine aynı gazeteye 29 Kasım 2011'de, Av. Doğan Yıldırım ifşaatlarda bulunur:

"28 Şubat post modern darbesinin sivil örgütlenmesi askerin sivilleri koordinesi Harbiye Orduevi'nde yapıldı. I. Ordu Komutanlığı'na bağlı Harbiye Orduevi'nde toplantı yapıldı. (...) Gizli ve seçmece bir toplantıydı. Harbiye Orduevi'nin konferans salonuna girdiğimde içeride Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, dönemin 1. Ordu Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, ne ilginçtir şimdi Balyoz'un bir numarası eski I. Ordu Komutanı Çetin Doğan, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak ve daha birçok asker vardı. İBDA-C DAVASINDA HAKİMLİK YAPAN ŞU MEŞHUR HAKİM METİN ÇETİNBAŞ DA VARDI."

Emniyet'te geçen; "YUKARIDAN BASTIRIYORLAR. ÖRGÜT LİDERİ OLDUĞUNU MECBUREN KABUL EDECEKSİN" sözünün basit bir söz olmadığını, bütün bir hukuk sürecine etki ettiğini artık herkes görmeli ve gereğini yapmalıdır.

NE YAPILMALI?..

Salih Mirzabeyoğlu hukuksuz bir şekilde alındığında 41 tane eserin altında imzası vardı. Onca işkenceye, en başta da Telegram işkencesine rağmen 20'ye yakın kitap yazmıştır.

14 yıla yakın bir zamandır cezaevinde tutulan ve onlarca eseri olan Salih Mirzabeyoğlu; 2005 yılından beri Bolu F Tipi'nde, tek kişilik hücrede ve tam bir tecrit altında tutulmaktadır.

Maruz kalınan hukuksuzluk; her türlü ispat ve izahtan varestedir.

Herşeyi bir kenara bırakalım ve iki heyet başkanının ifadelerine dikkat kesilelim.

Hâkimler bu açıklamaları polis, savcı veya hâkim huzurunda yapmıyor. Hür iradeleriyle ve HİÇBİR MECBURİYETİ OLMADAN medyaya yapıyorlar.

Bu itiraf ve ifşaatlar da gösteriyor ki;

Bir FİKİR ADAMI SADECE FİKRİNİ AÇIKLADIĞI İÇİN İDAM CEZASI almıştır.

Telegram işkencesine maruz bırakılmıştır.

7 yıldır tam bir tecrit altındadır.

Ailesini ayda iki kez, o da her bir ferdini sadece 15 dakika ve kapalı olarak görebilmektedir.

Mirzabeyoğlu’na yaşatılan bütün bu mağduriyetlerin sebebi devlettir…

GERÇEK BİR DEVLET; SEBEBİYET VERDİĞİ ZARARI HİÇBİR KAYIT, ŞART VE TALEBE BAĞLI KALMAKSIZIN VE RE'SEN TAZMİN ETME YOLUNA GİDER, bunun çarelerini arar!

Devlet; devlet olduğunu, hükümet; hükümet olduğunu, Meclis; Meclis olduğunu ve milletin iradesine mutabık bir şekilde hareket edip, meselelere ciddiyet ve samimiyetle yaklaştığını ispat etmek istiyorsa önünde güzel bir fırsat vardır.

Hukukta âmir-memur, ast-üst münasebetini tesis etmeye kalkan darbecilerle hesaplaşıldığının söylendiği şu vasatta;

28 Şubat DARBE HUKUKU mahsulü olan bütün kararların HİÇBİR KAYIT, TALEP VE ŞARTLA BAĞLI OLMAKSIZIN RE'SEN VE SİL BAŞTAN ELE ALINIP hukuksuzluğun giderilmesi adına gerekli adımları büyük bir ciddiyet ve samimiyetle ve ivedilikle atmak gerekmektedir.

Toplumun o dönemde örselenen adalet duygusu belki ve kısmen bu şekilde tamir edilebilir.

Saygılarımızla/ 11 Mayıs 2012.

Av. Harun YÜKSEL

Av. Hasan ÖLÇER

Av. Güven YILMAZ ([email protected]

Av. Ahmet ARSLAN

Av. Zafer ŞAHİN

Av. Ahmet CENGİZ

Av. Halil BİNGÖL

Av. Halil KILIÇ

Av. Hasan SOLAK

Av. Zeliha KILIÇPARLAR

Av. Mehmet TIĞLI

Av. Ali Rıza YAMAN

Haber Ara