Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "kırmızı çizgileri" sıraladığı konuşmasında "tek bayrak, tek millet, tek vatan" tanımına ek olarak "tek din" açıklaması yapmıştı. 4 Mayıs'ta Kahramanmaraş'ta yaptığı konuşmada "Tek din demedik" diye konuşan Erdoğan, 5 Mayıs'ta ise Adana'daki konuşmasında 'tek dil' demediğini belirttikten sonra, "Tek bayrak, tek millet, tek din, tek devlet dedik" ifadesini kullanmıştı. Erdoğan seçim öncesi Niğde ve Aksaray'daki mitinglerinde, Barış ve Demokrasi Partisi'nden (BDP) gelen eleştirilere "Ben hiçbir yerde tek dil demedim" diye yanıt vermişti. İşte haberler ve köşe yazılarından Başbakan'ın dil sürçmesi üzerine yazılan yazılar ;
Bekir Berat Özipek / Star Gazetesi
Başbakan Erdoğan’ın “tek din” sözünün dil sürçmesi olduğunu söylemesi önemli. Çünkü bu yaklaşım totaliterdir; özgürlükçü değil. İlk bakışta şaşırtıcı görülebilir, ama “tek din”, ittihatçı Kemalist bir slogandır; İslami değil.
Osmanlı da değil. Eğer Osmanlı çeşitliliği kötü görüp “tek dil,” “tek din” diye “tekleseydi”, tarih kitapları muhtemelen “Bilecik civarında kısa bir süre yaşamış küçük bir beylik” olarak bahsedecekti ondan. Teklemeye kalkışmadığı için 600 sene yaşadı Osmanlı. Onu batıranlar tam da tekleştirmecilerdi. Maalesef Kemalist resmi ideoloji ve onun zorunlu eğitiminin “mabetleri” olan okullar hepimizi, onun karşıtlarını bile bir şekilde etkiledi. Bu anlamda dil sürçmelerimiz, belki de bir bilinç sürçmesini ifade ediyor. En demokrat insanların bile bazen kendilerinin de yanlış olduğunu kısa zamanda fark ettikleri savrulmaları bu yüzden.
“Hepimiz Kemalistiz” demişti bir arkadaşım, maalesef doğru...
___________________________________________________________________________________________________
Kürşat Bumin / Yeni Şafak
Başbakan'ın "Adana konuşması"nda açıkladığı resmi bayram kutlamalarına yeni düzenleme getirileceğine ilişkin karar gerçekten memnuniyet verici ve desteklenmesi gereken bir tutumdur. Tahmin ettiğiniz gibi (!) Başbakan'ın "Adana konuşması" memnuniyet verici bu açıklamanın yanı sıra "endişe" verici bir başka açıklamayı da içeriyor. Bu açıklama da aynen şöyle: "Ve ben o zaman 4 tane kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. 3 tane de yine ayrıca detay olarak üzerinde çalıştığımız ilkelerimizden bahsettim. Neydi o 4 tane kırmızı çizgi, başlık? Bir, "tek millet" dedik. (...) İki, biz şimdi burada da gördüğünüz gibi 'Tek Bayrak" dedik. (...) Üçüncüsü "tek din"dir. Dil değil, din...." (Dördüncüsünin de "tek Devlet" olduğunu hatırlatmaya gerek yok herhalde...) Gördüğünüz gibi, kırmızı çizgiler arasına bugüne kadar karşılaşmadığımız bir yenisi daha katılmış: "Tek din". Bu kırmızı çizgi acaba Başbakan'ın "üzerinde çalıştıkları"nı söylediği 3 farklı kırmızı çizgi arasından birisine mi tekabül ediyor? Bu yeni kırmızı çizginin "endişe" verici olduğu apaçık. Ama ben yine de "Adana konuşması"nın devamına göz atınca bu işte anlaşılması güç bir yan olduğunu gözlüyorum. Çünkü Başbakan, "tek din"den söz ettikten sonra sözlerini-biraz ilerde- şöyle sürdürüyor: "Bizde dinsel milliyetçilik de yok. Yani biz, ben Müslümanım ama ben Müslüman olmayana da en az Müslümana duyduğum saygı, en az Müslümanın güvencesi kadar onların da güvencesini sağlamakla mükellefim. O Hıristiyan olabilir, Musevi olabilir, ateist olabilir, ne olursa olsun, onun da güvencesini korumak, sağlamak bizim görevimiz."
___________________________________________________________________________________________________
Ahmet Altan / Taraf Yazarı
Başbakan’ın “dilim sürçtü” diye geri döndüğü demeçlerini bile, Erdoğan’ın açıklamasından haberdar olamadan Başbakan adına savunarak kavgaya girişen insanlar çıkıyor.Üstelik bunlar düzgün ve dürüst insanlar. Bugüne dek hayattaki duruşları öyle en azından. İktidarın çekiciliği onları da şaşırtıyor. Bu şaşırma hali, önümüzde uğruna kavga edilecek onca facia varken bunları görmezden gelip bütün güçlerini Başbakan’ı ve AKP’yi savunmaya harcayan birçok insanda görülüyor. Daha da şaşırtıcı olanı, bu insanların çoğunluğu “dindar” insanlar, kendilerini dindar insanlar olarak tanıtmışlar topluma. Ama “iktidarı” savunabilmek için dinin “ahlak ve dürüstlük” emirlerinden çıkıyorlar. Doğrusu ya AKP’nin tabanının, hem iktidarlarının hem de taraftarlarının bu savruluşlarını nasıl karşılayacağını, ne kadar daha sessizce bu zilleti taşımaya devam edeceklerini merak ediyorum. Şu Uludere katliamına bakın. 34 insanın bombalarla parçalanmasının üzerinden dört aydan fazla geçti. Sorumlular hâlâ belli değil. İktidar sorumluları saklıyor. Ve, her gün biraz daha fazla suç ortağı durumuna düşüyor. Bir gün bu facia yargıya gittiğinde, ki bir gün hukukun buna el atacağına eminim, o zaman bu suç ortaklarının bir bölümü de sanık sandalyesine oturacaklar. Böyle bir katliamı gerçekleştirenleri ortaya çıkarmayan bir hükümet önce sorumlu, sonra sanık olur. Uludere’yle ilgili birçok general de yargılanacaktır eminim. Bu katliamın, “33 kurşun” olayının sorumlusu General Muğlalı’nın yaptıklarından pek farkı yok.
___________________________________________________________________________________________________
Abdullah Muradoğlu / Yeni Şafak
Önce Deniz Baykal'ın dili sürçtü.. Başbakan Erdoğan için "Sayın Cumhurbaşkanı" dedi. Sonra Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın başına geldi.. Başbakan Erdoğan'a hitap ederken, "Sayın Cumhurbaşkanım" diye konuştu.. Önceki gün de Erkan Mumcu'nun dili sürçtü.. O da Erdoğan için 'Sayın Cumhurbaşkanı' dedi.. Geriye DYP lideri Mehmet Ağar kaldı.. Onun da dili sürçerse, tamam bu iş.. Nedir bu 'dil sürçmesi' diye şöyle bir karıştırdım.. Meğer psikiyatrinin araştırma konularından biriymiş... Başta Freud olmak üzere, ne inciler döktürmüşler, görseniz.. Freud'a göre, dil sürçmesi, derin bilinçdışı motivasyon sonucu ortaya çıkarmış.. Hatta Freud, dil sürçmelerinin bilinçaltındaki kaygıları ya da duyguları gizlediğine inanırmış.. Dr. Boone'ye göre beyin, dil aracılığı ile ifade edilen düşüncelerimizi iki ayrı mesaj olarak aynı anda ortaya koyarmış.. Biri açık, diğeri ters(kapalı) aktarımmış.. Ters aktarımlar bilinç dışı süreçlerle beslenirmiş.. Bu türden aktarım kişinin iletişim sırasında ne hissettiğini ifade edermiş.. Kapalı aktarım, konuşma düzeyinde kendini bilinçdışı metaforlar aracılığı ile ortaya koyarmış.. Bu metaforlardan biri, dil sürçmesiymiş.. Ters aktarımı 'saklı dil' olarak adlandıranlar da varmış.. Psikanalitik açıdan sürçmeler kaza sayılmazmış..(Ciddiye almayın, kaza kazadır işte.) Sürçmeler bizim lisanımızda iki anlamda kullanılırmış.. Biri 'Sürç-i lisan', ötekisi 'atın sürçmesi'.. Evliya Çelebi'miz de bir dil sürçmesi sonucunda seyyah olmuş. Hani Evliya Çelebi bir gece rüyasında Hz. Peygamber'i görür..O da Çelebi'ye 'Ne dilersin" deyince, dili sürçüp 'Sıhhat' yerine 'Seyahat" demiş.. Bizim Çelebi'nin dili sürçmeseydi kültür tarihimiz belki de en önemli
___________________________________________________________________________________________________
Mesud Tek / Denge Azad
Devletlûlaşmadan olsa gerek, Başbakanı’nın dili bu aralar sürçüyor. Dili sürçen Erdoğan, partisinin birbirini takip eden iki toplantısında yaptığı konuşmada, kırmızıçizgileri arasında “tek dini” de sayınca zihninin gerisinde olanı çıtlattı. Her ne kadar, önce, aynı zamanda tashihcisi de olan yardımcısı Hüseyin Çelik, “başbakanın dili sürçtü, tek din kırmızıcizgilerimiz arasında yok, bugüne kadarki politikamız da bunu gösteriyor” dese de, sonradan kendisi de yaptığı açıklamada dilinin sürçtüğünü, bu konuda yapılan eleştirilerin haklı olduğunu itiraf etse de, Başbakan’ın bu tavrının inandırıcı olduğunu söylemek çok zor. Kuşkusuz niyet okuyuculuğu yapmak kötü bir şey. Ama Başbakan hakkında oluşan bu algı da haksız ve temelsiz değil. Çünkü Erdoğan ve çalışma arkadaşlarının ustalık dönemi söylem ve tavırları, Başbakan ve şurekasının çıkardıklarını söyledikleri gömleğin siyasi kodlarını tamamen terketmediklerini, etkisinin devam ettiğini gösteriyor. Öte yandan Başbakan’ın “tek din” ile ilgili yaşadığı iki dil sürçmesi arasında, en az bir günlük bir zaman dilimi var. Bu durumda Erdoğan’ın gösterilen tepki nedeniyle geri adım attığı, çok sonraları, İtalya gezisi sonrası yaptığı açıklamada, “dilim sürçtü” diyerek bu olaydan sıyrılmaya çalıştığı yönündeki yorumlar, doğruya daha yakın duruyor.
___________________________________________________________________________________________________
Mümtaz er Türköne / Zaman Gazetesi
Peki, darbeyle barışık bu dörtte birlik oran ile Başbakan'ın "dalgalar toplumun huzurunu kaçırıyor" sözü arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kurabilir miyiz? Bir ilişki var; ama mekanik ve yüzeysel değil. Galiba kritik kelime "toplum". Başbakan, soruşturmaya itiraz ederken "toplumun huzuru"nu referans gösteriyor. Demek ki darbecileri, devlet içindeki iktidar ilişkisini, askerin pozisyonunu, soruşturmanın hukukî seyrini değil toplumun eğilimlerini takip ediyor. Peki, toplumun eğilimlerinde ne görüyor? Toplumu referans alarak 28 Şubat soruşturmasının kapsamının genişlemesine itiraz edebilmek için, toplumdaki güvensizliği ve endişeyi fark etmek lâzım. Darbe soruşturmasına mesafeli duranlar veya darbeleri onaylayanlar aslında darbeci değiller; Türkiye'deki iktidar denkleminde kendilerini korumasız görenler. Doğrudan AK Parti iktidarını kendi varlıkları için bir tehdit olarak algılayanlar. Darbe desteği darbecilik değil, AK Parti iktidarına mesafe koyma çabası. Demokrasi, kural olarak muhafazakâr partileri iktidara getirdiği için, demokrasi de onlar için bir soruna dönüşüyor. Eskiden darbe tehdidi, hatta teorik olarak darbe ihtimali bile devlet içindeki iktidar rekabetini dengeliyordu. Darbe ihtimali, iktidarı frenlediği için, AK Parti'ye uzak bu kesimler kendilerini güvende hissediyordu. Bu ihtimalin bütünüyle ortadan kalkması, askerî vesayet düzeninin geri dönülmeyecek biçimde tasfiyesi artık bu kesimlerde korunaksız kalma duygusuna yol açtı. 28 Şubat soruşturması söz konusu olduğunda daha fazlası da var.
___________________________________________________________________________________________________
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet Yazarı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın artık biraz dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Belli ki çok yoruldu, dili sürekli sürçüyor, söylediği sözlerin ertesi gün yeniden deşifre edilmesi gerekiyor. Önce Başbakan’ın bir günde iki kez dili “sürçtü” ve Çelik çıkıp Başbakan’ın aslında ne demek istediğini hepimize bir kez daha anlattı. Başbakan “tek din” derken başka şey anlatmak istiyormuş, zaten kendisi de Çelik’ten sonra bunu açıkladı. Başbakan önceki gün de 28 Şubat soruşturmasındaki “operasyon dalgalarının memleketi gerdiğini” söyledi. Herkes bu sözlerden Başbakan’ın 28 Şubat soruşturmasının böyle dallanıp, budaklanmasından rahatsız olduğunu zannetmişti ki “dekoder” devreye girdi. Meğerse Başbakan “Piyonlar dahil gerçek faillerin hepsine kadar gidilmelidir” demek istiyormuş.“Başbakan galiba yoruldu” derken bu duruma işaret etmek istedim. Hepimiz biliyoruz ki Başbakan iş konuşmaya geldi mi rakipsiz. Maşallah bir esti mi her konuyu anlatabiliyor, dili de kolay kolay sürçmüyordu. Ama çok önemli iki konuda iki gün arayla böyle açıklamalara ihtiyaç duyacak konuşmalar yaptığına göre, biraz nefes almalı, dinlenmeli. Bu hepimiz için de iyi olacaktır, bizim de biraz dinlenmeye ihtiyacımız var çünkü.
___________________________________________________________________________________________________
Oral Çalışlar / Radikal Gazetesi
Başbakan Erdoğan ‘tek din’ dediğinde, “Umarım dili sürçmüştür” diye düşünmüştüm. Yüzde 50’lik bir kitleyi temsil eden ve yakında cumhurbaşkanı olması beklenen bir ismin, “Artık bundan böyle hepiniz benim belirlediğim kimliklere ait olacaksınız” anlamına gelen bir konuşma yapmış olması, bu toprakların hamurundaki gelenekselleşmiş ‘tekçiliğin’ de ötesine geçen bir durumdu. Bu ülkenin kendini Müslüman ve Sünni olarak tanımlamayan, yani toplumdaki en yaygın ‘kimlik’e ait olmayan insanlarının başına neler geldiğini, resmi tarihin sınırları dışına çıkarak yeni yeni öğreniyoruz. Malatya’da, sayıları 20’ye bile ulaşamayan Ermeniler, eski mezarlıklarını onarmak ve oraya bir dua yeri yapmak istediklerinde neler olduğunu hatırlayabiliriz. Daha birkaç ay önceydi, Malatya Belediyesi’nin ekipleri, binbir emekle hazırlanan, Ermeni mezarlığındaki düzgün mimari yapıyı bir gecede yerle bir ediverdiler. (O mezarlıkta Hıristiyan olduğu için 5 yıl önce boğazı kesilerek katledilen Alman asıllı Tilman Geske de yatıyor.) Alevilik de çok farklı bir muamele görmüyor... Her görüşten Alevi, Alevi açılımı başladığından beri cemevlerinin ibadet yeri olduğunu ve bunun bu şekilde kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Bunca toplantıya ve bunca açılıma karşın hâlâ cemevleri bir statüye kavuşturulmuş değil. Şunu hepimiz biliyoruz ki bu ülkenin darbecileri de dindarları da ‘misyonerlik’ tehlikesi algılamaktan pek hoşlanırlar. Hıristiyanlık ve Yahudilik, üzerinden komplo teorileri üretilecek kavramlar olarak algılanır. Hatta Alevilik temalı komplo teorileri bile vardır. Farklı kimlikler bir zenginlik kaynağı değil, bir tehlike kaynağı olarak değerlendirilir.
___________________________________________________________________________________________________
Ahmet Hakan / Hürriyet Gazetesi
___________________________________________________________________________________________________
Fatih Altaylı / Habertürk
Başbakan Erdoğan'ın "tek din" demesi birkaç gündür tartışılıyor. Niye dedi, neden dedi?" diyenler var. Dün bazı yazarlar, "Başbakan dil sürçmesi dedi ama kaç gün sonra. Niye hemen bunu söylemedi?" demişler. Bildiğimi söylemezsem rahat etmem. Huyumdur. Kimsenin hakkının yenmesini de istemem. Başbakan Erdoğan "tek din" cümlesini geçen hafta Adana'da yaptığı bir konuşma sırasında kullandı. Ancak daha haberin içeriği bize tam olarak gelmeden, yani bu sözlerin geçtiği konuşmadan en fazla 15-20 dakika sonra Başbakanlık Basın Müşaviri Lütfullah Göktaş aradı. Aramızda aynen şu konuşma geçti. "Fatih Bey, Başbakanımızın yaptığı konuşmayı izlediniz mi?" "Hayır izlemedim." "Birazdan muhakkak göreceksinizdir. Beyefendi konuşmanın bir yerinde tek din diye bir cümle kullandı. Bu cümle Başbakanımızın görüşünü yansıtan bir cümle değildir. Tamamıyla bir dil sürçmesinden kaynaklanmıştır. Başbakanımızın asla böyle bir söylemi olmamıştır. Olamaz da. Bu cümlenin bir dil sürçmesinden kaynaklandığını bilmenizi isterim." Başbakan Erdoğan bu cümleyi niye kurmuştur, bir amacı var mıdır, yok mudur bilemem. Zihin okuma, bilinmeyeni bilme yeteneğine sahip değilim. Ancak bildiğim şudur ki, cümlenin kurulmasından dakikalar sonra düzeltme yapılmış, "dil sürçmesi" olduğu günler sonra değil, çok kısa süre içinde söylenmiştir.