Kameralizm, Kemalizm ve şehir tiyatroları
Osmanlı modernleşme sürecinin Batılı ilham kaynağı, merkezi mutlakiyetçi devletlerin ortaya çıkış sürecinde gelişen ve bürokratik aydın despotizmi ile yönetici sınıfa bağlı bir orta sınıf oluşturularak gelişmenin hedeflendiği 'kameralist' anlayıştı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-10 12:47:25
Gayrimüslim ve Müslüman nüfusun "liberal" ulus devlet modeli olarak kurgulanan Osmanlıcılığa dayalı Osmanlı devletiyle bütünleştirilmesi, devletin bekası (muhafaza-yı mülk) üzerinden kurgulanan Osmanlı modernleşmesinin önündeki temel "tahaddi" idi. Devletle özdeşleşen yeni bürokrat sınıf, bu özdeşliğe dayalı çıkar birliğini Tanzimat Fermanı ile güvence altına almakta gecikmedi. "Kul sistemi"nin siyaseten katl ve müsadere gibi araçları Ferman'la kaldırılınca, bürokratik aydın despotizmi, hem idari hem de iktisadi anlamda kendisini koruma altına almayı başarmış ve Saray, iktidar denkleminin merkez çeperlerine doğru kovulmuştu.
Eğitimdeki reform programı da büyük ölçüde bu bürokratik despotizmin ihtiyaç duyacağı "aydın" memur sınıfının yeniden üretimini mümkün kılacak memur tipini yetiştirmeye yönelikti. Mühendishane, Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye okulları hep bu amaca mebniydi. İdari özerkliğini "uzmanlığıyla" elde eden, servetlerini güvence altına alan ve kurdukları okullarla yönetim tarzlarını süreklileştiren Osmanlı bürokrat aydınları, artık devletin yeni sahibiydiler. Devletin bekası onların da bekası anlamına gelmekteydi. Bu özdeşlik, Cumhuriyet'e de intikal eden ve bugün artık yaşama savaşı veren merkezi vesayet sisteminin can damarıdır. Cumhuriyet Halk Partisi karizmatik otoriteye dayalı Cumhuriyet'i bürokratik iktidar üzerinde temellendirmiş, taşrada zorunlu olarak işbirliği yapmak durumunda kaldığı eşrafı, bürokratik iktidarın kontrolünde tutarak, hikmet-i hükümetten hukuk devletine gidebilecek yolları uzun süre kapalı tutmayı başarmıştır. Bu yüzden, özellikle bürokrasinin üst kesimi, her zaman CHP'yi koruyup kollamıştır. Ordunun kurmay sınıfı ile üniversiteler ve üst yargı kurumları, uygulamalarıyla bunu her vesile ile izhar etmişlerdir.
27 Mayıs darbesinden sonra, hazırlanan yeni anayasa, Tanzimat Fermanı gibi, bir taraftan temel hak ve hürriyetler cilasıyla parlarken, gerçekte bürokrasinin iktidarını teminat altına alan güvence ve mekanizmalar içermiştir. 1961 anayasası, egemenliğin kullanımını, karizmatik otoritenin yokluğunda, artık genel iradeyi değil herkesin iradesini temsil ettiğini düşündüğü halktan alarak yetkili kurullara devretmiştir. Bu, eski vesayet sisteminin, yeni mekanizmalarla güvence altına alınmasından başka bir şey değildi. Komünistlerin, komünizmin bütün dünyaya hakim olması durumuna "barış" demeleri gibi, vesayet sisteminin güvence altına alınması da, ironik bir şekilde "hukuk devleti" cilası ile parlatılmıştı. Düzen aynıydı; devletin maslahatı hukuk devleti ambalajına sarılarak "şekerlendirilmiş," sadece vesayet edenlere yeni isimler eklenmişti. Celal Bayar, 1961 anayasasının bu çok ortaklı egemenlik yapısını, "Türk halkının" yanına, bürokratik despotizmin taşıyıcıları olan "bürokratlar ve aydınların" eklenmesine imkan verilmesi olarak değerlendirmişti.
Modern okullarda yetişen devletin yeni sahipleri, Osmanlı devletinin bir ulus devlete evrilmesi sürecinde, modern bilimi hakikatin mihenk taşı olarak kabul eden yaklaşımı benimseyerek, pozitivizmi modernleşmenin dini haline getirdiler. Osmanlı modernleşmesini, Osmanlı klasik yönetim sisteminin hikmet-i hükümet/devlet maslahatı üzerine müesses referans sistemini aynen tevarüs ederek bütünüyle sekülerleştirdiler. Bu yüzden devlet maslahatını önceleyen, dolayısıyla yeni memurlar sınıfının statü ve çıkarlarını teminat altına alan eğitim sistemi, yeni ayrıcalıklı sınıfın en önemli üreticisi haline geldi. Cumhuriyet döneminde uzun süre hüküm süren "mülkiye-Türkiye" özdeşliği bunun bir yansımasıdır. Seküler beyaz Türk sınıfının ayrıcalıklı konumunun en önemli ayaklarından birini, modern eğitime ulaşma öncelikleri hatta neredeyse tekeli meydana getirmekteydi. Eğitim sistemi çoğulcu hale gelip yaygınlaştıkça, bu tekel kırılmış ve imtiyazlı azınlığın eğitimle yeniden üretilen bu tekeli özellikle, 1980 sonrasında gelişmeye başlayan çeşitlenme ve üniversite eğitiminin yaygınlaşmasıyla önemli ölçüde ortadan kalkmıştır. Hatırlanacağı gibi, Mülkiye'nin memur olma tekeli, özellikle de kaymakamlık hakkı ancak 1987'de çıkarılan bir kanunla, önce İstanbul Siyasal mezunlarına, sonra da tüm İİBF mezunlarına genellenebilmişti. Dışişleri meslek memurluğunda bu tekelin kısmen de olsa kırılması ancak 2002'den sonra, AK Parti iktidarları döneminde gerçekleşebilmiştir.
ZAMAN / Doç. Dr. Ahmet Yıldız / Siyaset Bilimci
SON VİDEO HABER
Haber Ara