Muhafazakâr sanat tartışmaları
'Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var'
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-10 11:24:00
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri edebiyatçı Prof. Mustafa İsen'in "muhafazakâr estetik ve sanat normlarının oluşturulması gerektiğini" söylemesiyle başlayan tartışama büyümeye devam ediyor. İskender Pala "muhafazakâr sanat manifestosu" adıyla yayınladığı metinden sonra Yusuf Kaplan, Cihan Aktaş, Hasan Bülent Kahraman,Ahmet Turan Alkan ,Şükrü Hanioğlu, Taha Akyol, Ezel Akay, Murat Belge, Rengin Sosyal, ve son olarak Dücane Cündioğlu gibi isimler konuyla ilgili makaleler yazdılar. Meseleyi "gelenek" ve "sanat" kavramları arasındaki ilişki ve sorunlar açısından irdelediler. Aslında bütün siyasi felsefelerle sanat arasında böyle hem "ilişkiler" hem "sorunlar" vardır. Ahmet Hakan ise "muhafazakâr sanat olmaz çünkü sanat devrimcidir" diye yazdı.
İşte geniş tartışmalara yol açan "Muhafazakar Sanat Tartışması"ndan seçmeler ;
Yusuf Kaplan
"Muhafazakâr sanat" çağrısı, tanımı gereği, modernliğin bir başka versiyonu olduğu için tabansız, köksüz, bu nedenle de kök salamayacak ve bize yeniden ruh üfleyemeyecek simülatif bir çağrıdır. Çağı tanımadan, çağın bizi nasıl ağlarına ve bağlarına alıp zihin körleşmesinin, semantik intiharın eşiğine fırlattığını "görmeden", bu yakıcı ve yok edici gerçeği görebilmek için öncelikli olarak kendi idrak biçimlerimizi bihakkın idrak etmeden, hayatın her alanını yeşerten irfan hakikatinin mikro ve makro düzlemlerdeki izdüşümlerinin hâsılası kendi medeniyet dünyamızın ufuklarını keşfetmeden yapılacak bütün sanat çağrıları çağın ağlarına ve bağlarına takılıp kalmaya mahkûm olacaktır. Bugün, burada değil. O yüzden, zihinlerimiz ve hayatımızın bütün bölmeleri kültürel bakımdan işgal altında. Çünkü pergelimizi şaşırmış vaziyetteyiz. Kültürde varlık gösteremediğimiz, kültürde varlık gösterebilmek için de herkesi ve her şeyi nasılsa öylece tanımamızı mümkün kılabilecek, herkese hayat hakkı tanıyabilecek, yatay ve dikey eksenleri aynı anda hayata ve harekete geçirecek irfan hakikatimizi keşfedemediğimiz, bize bu kapsamlı irfan hakikatinin güzergâhlarını, dilini ve üstdilini, vasatını ve vasıtalarını, etikasını ve estetikasını, yaratıcı ruhunu ve kurucu iradesini armağan edecek esaslı bir hakikat medeniyeti fikrine ulaşamadığımız sürece yapacağımız bütün tartışmalar kısa devre yapmaya mahkûm olacak ve mevcut algılama, duyma, düşünme ve varolma biçimlerini hem meşrûlaştırmaya, hem de yeniden üretmeye yarayacaktır.
______________________________________________________________________________________
Dücane Cündioğlu
Muhafazakâr sanat olmaz. Sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakârı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz! Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.Descartes’ın düşlerini aktarırken, “Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister. Muhafazakâr sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: Sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakârı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz!
____________________________________________________________________________________________
Murat Belge
Sağcı biri, muhafazakâr biri, aydın da olur, sanatçı da olur, hepsini olur. Ha, benim, onun, berikinin beğenmediği bir sanatçı, katılmadığı bir aydın olur, olabilir. Ama bundan ötürü “aydın” ya da “sanatçı” gibi nitelikleri kendi tekelimize alamayız. Ezra Pound’a kızmak için dünya kadar neden var. T.S. Eliot’tan isterseniz nefret edin. Böyle bir yığın “aydın” ya da “sanatçı” sayabiliriz. Bunların bu sıfatları taşıyamayacağını iddia edebilir misiniz –gülünç duruma düşmeden? Ama niyet başka, olgu başka. Yukarıda, en başta söylediğim gibi, edebiyatta olsun, genel olarak sanatta olsun, varolana katılan her yeni “metin” (bunu da en geniş anlamında söylüyorum –ille “sanat” olsun diye oluşturulması da gerekmiyor), son analizde “yeni”dir. Biri çıkıp “Hiçbir şey değiştirmeyelim. Her şey eskiden olduğu gibi kalsın” dediğinde dahi, “yeni” bir şey söylemiştir, varolana o söylenmeden önce varolmayan “yeni” bir şey katmıştır.
_____________________________________________________________________________________________
Cihan Aktaş
Müslümanların sanatından söz edilebilse bile, bir sanat eserinin aidiyeti olmayacağını düşünüyorum. Toplumsal kitsch’in Müslümanlara mal edilmesi ise pek kolay; geniş Müslüman nüfus toplumun önce kapalı yaşamaya zorlanmış sonra da altüst olmaya zorunlu kalmış mustazaf kesimlerini teşkil ediyor. Müslüman halk heykel ve operaya sıcak bakmıyordu, ama bunun sebepleri benzeri sanatların sunumunun ideolojik olması değil midir… O ideolojik çerçeve artık silikleştiği için insanlar bir baskı sonrası dönemi sarhoşluğu içinde şimdi. Yüksek sanatın banalleşmeye seyrettiği yerde bir karşılaşma ve karışma yaşanıyor aynı zamanda, bir taraftan da metaların sanatın dünyasından ayıran sınırı aşmaya zorlanarak yeni bir üretim gerçekleştirmeye çabaladığı, Ranciere’in, “Estetiğin Huzursuzluğu”nda altını çizdiği süreç bu. (Sf. 52, İletişim) Kültürel alanda bir verim ortaya koyamayan, sanatı değil inşaatı üretimi değil imajı yeğleyen İslamcıların muhafazakârlık etiketini reddetmeleri de öyle kolay olmuyor. Başörtüsü sorunu üzerinden sistem eleştirisi sürdüren İslamcıların günler süren ve sayısız oturum içeren kültürel etkinliklerinde kadınların Monna Rosa misali soyut bir düzeyde varlığı, katılımcı olmaktan ziyade izleyici olarak görünmesi bu açıdan da kurcalanmaya değer.
____________________________________________________________________________________________
Taha Akyol
Özel olarak muhafazakârlık açısından baktığımızda, bu kelimeye ne anlam verdiğiniz önemlidir. Evet, hiç yeni katkı yapmadan “eski”yi tekrarlayarak sanat gelişmez ama muhafazakârlığın anlamı bu değildir. Russell Kirk klasikleşmiş Muhafazakâr Zihniyet (The Conservative Mind) adlı kitabında, birçok türü bulunan muhafazakârlıkların ortak 6 özelliğini uzun uzadıya anlatır: Rasyonalizmin sınırlılığı ve dini inanç, geleneğe mistik bir ilgi, toplumda sınıf ve düzenlilik fikri, mülkiyet ve özgürlük, nefse hâkimiyet kültürü, değişimlerin devrimci değil tedrici yani evrimci olması isteği... Bu değerleri içeren sanat niye olmasın?! Murat Belge’nin de yazdığı gibi, “içeriği muhafazakâr olan sanat” vardır.
______________________________________________________________________________________________
İskender Pala
Cumhuriyet tarihimiz boyunca kültür ve sanat konuları her zaman siyasi konuların gerisinde yer alırken, çok şükür ki toplumun kültür ve sanat hakkında görüş sahibi olmak istediği ve muhafazakâr sanatı tartışır olduğu bir döneme girdik. Muhafazakâr sanat (MS), geçmişiyle bağları travmatik biçimde koparılmış bir toplumun öz benliğiyle barışma çabasının estetik boyutudur.. MS, sivildir; devlet eliyle kontrole karşı çıkar, devletin patron değil sponsor olarak katkı sağlamasından yanadır. MS, din eksenli bir sanat değildir, ama dini duyarlıkları mutlaka dikkate alır. Her fırsatta dile dolanan "Muhafazakârların doğru dürüst bir sanat anlayışı ve gelişmiş bir estetik seviyeleri yoktur" yavesinin, bir şeyleri yok saymak adına uydurulmuş ucuz ve haksız bir kasıt eseri olduğunu bilir.
_____________________________________________________________________________________________
Rengin Soysal
Ya da entelektüel muhafazakâr olur mu diye sormalı. “Muhafazakâr entelektüel” diye bir tanımlama tipik bir oksimoron örneği sayılır sonuçta.Dinî yönden inançlı birinin de pekâlâ entelektüel olabileceğine inanırım ben.Ama önemli olan muhafazakâr derken neyi kast ettiğiniz. Entelektüel nitelemesi fikir, bilgi üreten, esas itibariyle düşünen, bir bakıma “düşünür” olan ve bunu “yayan” kişiyi tarif eder. Entelektüalizm aklın hâkimiyetini, gerçeğin, doğrunun ancak düşünce ile belirlenebileceğini ileri süren felsefedir. Kuran-ı Kerim’in İsra suresi 13. ve 14. ayetlerinde ise şöyle belirtilir: “Kıyamet günü kendisine önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız; Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak öz benliğin yeter.” Düşünce ve kendi kendiyle hesaplaşmak bu kadar önemli işte. Gün, solcularımızın da, “şeriattan hakikate doğru” yürüme, gerçekten entelektüel olma vakti herhalde.
_______________________________________________________________________________________________
Şükrü Hanioğlu
Bir "gelenek" geçmişin sadece geçmişliğini değil, "güncelliği"ni de anlayan bir tarihsellik duygusunu gerekli kılar. Böylesi bir geleneğin yokluğu ve tarihle zaman ötesi bir ilişkinin kurulamamasından doğan sorunlar ise geleneğin biçimsel düzeyde üretimi ve hamâsetle aşılamaz.Toplumumuzda muhafazakârlık kavramsallaştırılması yapılırken sıklıkla düşülen bir diğer hata "muhafazakârlık"ın "Batı"nın karşıtezi olarak yorumlanmasıdır. Bu yapılırken "Batı" da "modern"likle eşanlamlı hale getirilmekte, meselâ "klâsik" Batı müziğine böyle bir karakter atfedilmektedir. "Batı"nın her şeyiyle muhafazakârlığın antitezi olduğu yaklaşımı, "muhafazakârlık" tartışmasının Batı entelektüel gündeminde kendisine oldukça geniş bir alan bulduğu gerçeğini göz ardı etmektedir.
___________________________________________________________________________________
Ezel Akay
Hem İslamî kesim adına, hem milliyetçi kesim adına, hem Kemalistler adına hem devlet erbabı adına, buradaki devlet geleneğine sahip çıkanlar adına gizlemek bu toplulukların neredeyse geleneği. Ama esas olarak Türkiye'deki entelektüel dünyanın, her ülkenin kültürünün bir parçasını belirleyen fikir liderlerinin muzdarip olduğu en büyük hastalık, bazen gerçekten muğlâk düşünmek, bazen de meseleyi muğlâklaştırarak korunmak. Yoksa tabii ki bence kendileri de bunun farkındadırlar, muhafazakârlık ve sanat bir araya gelebilecek kavramlar değil. Yani elma ve armut gibi şeyler. Daha doğrusu elma kurdu ve elma gibi şeyler bunlar. Bir insan muhafazakâr olabilir ve bu insan, sanatçı da olabilir. Ama icra ettiği şeyin adı muhafazakâr sanat olmaz, sanat olur.
_____________________________________________________________________________________________
Ahmet Turan Alkan
Muhafazakâr estetik ve sanatın normlarını ve yapısını oluşturmak” çok iddialı bir tezdir. Bu görevin içini lâyıkıyla dolduracak durumda olmadığımızı öncelik ve önemle belirtmek isterim. Bana göre bunun üç önemli sebebi var: İlki beşerî kadro yetersizliğidir; ikincisi ise norm ve yapı oluşturmanın gerektirdiği toplumsal kıvama (sahici toplumsal talep) henüz erişememekliğimiz...
______________________________________________________________________________________________
Hasan Bülent Kahraman
Belki zor, belki sıkıntılı, belki insanı karmaşık duygular içinde bırakıyor, hatta devrimi reddeden ve tedriciliği öngören bir muhafazakâr anlayışla taban tabana zıt bir sertlik içinde gerçekleştirilmesi de anlamsız, ama Türkiye şu 1930'ları artık aşmamalı mı? Bugün 1930'ların Kemalizmi içinde ortaya çıktığını, uygulamaya koyulduğunu sandığımız birçok etkinlik, o yıllardan mülhem bir biçimde 1980'lerde geliştirilmiştir. Şaşırtıcı, inanması zor ama öyle. Hoş öyle olmasa ne olur? 80 yıl bir zihniyeti aşmak için yeterli değil mi? Hele de o yılların ne menem bir şey olduğu anımsanırsa.
Haber Ara