Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Uluslararası tartışma: Hasan el Benna ve İhvan

Ankara'da Medeniyet Derneği ve Genç Birikim Dergisi tarafından düzenlenen Hasan el Benna ve Müslüman Kardeşler Sempozyumu 28 tebliğin sunulduğu fikir ve duygu ziyafetine dönüştü.Zaman Gazetesi Yazarı Ali Bulaç ve Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yasin Aktay, 'Hasan el Benna ve İhvan kimliğini' yazdı.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-05-07 08:31:40

Uluslararası tartışma: Hasan el Benna ve İhvan
TİMETÜRK / Haber Merkezi

Ali Bulaç: İhvan ve Hasan el Benna

Bu hafta (5-6 Mayıs) Ankara önemli bir sempozyuma ev sahipliği yaptı: "Uluslararası Hasan el Benna ve Müslüman Kardeşler".

Medeniyet ve Genç Birikim derneklerinin gerçekleştirdiği sempozyumun koordinatörlüğünü, gerek İslami ilimlere yaptığı katkı gerekse Hasan el Benna'nın ilk mütercimi değerli dostum, çocukluk ve hem imam hatipten, hem Yüksek İslam'dan sınıf arkadaşım M. Beşir Eryarsoy üstlendi. Sempozyuma İslam dünyasının her tarafından katılım vardı.

Sempozyum önemliydi, zira Arap dünyasında başlayan toplumsal patlamalar bütün bölgeyi derinden sarsmaya devam ediyor. Patlamaların takip edeceği seyir, hangi dinamiklerin öne çıkacağı, bundan sonra bölgesel siyasette hangi aktörlerin sahnede rol olacağı merak konusu. Batılı küresel güçler, patlamaları kendi mecralarına kanalize etmek için büyük gayretler sarf ediyorlar. Ancak baskıcı rejimlere, yaygın kitlesel sefalet ve adaletsizliğe, İsrail karşısında uğranılan aşağılamalara bir başkaldırı ve isyan olan patlamalarda belli ki, asıl belirleyici aktörler, eski rejim ve zihniyetleri yeni cila ve boyalarla devam ettirmek isteyenler olmayacaktır. Bunlar ister askerî kanattan gelsin ister Batılılarca fonlanan STK'lar veya siyasetçiler ve aydınlar olsun, başlayan patlama onları da içine alıp yutacaktır. Mevcut durum sürdürülemez. Bu içten, dipten gelen patlamalara "Arap Baharı" deyip tanımlama yoluyla politik ve zihinsel manipülasyon yolunu tutanların umudu Kafkaslar'da ve bazı Orta Asya Türk cumhuriyetlerindeki toplumsal değişim taleplerini Brezilya türü kadim pagan festivallere çevirip duruma vaziyet etmek istiyorlar.

Tanımlamalar önemli rol oynamaktadır. Her tanımlama bir isimlendirme ve her isimlendirme eşyayı veya sosyo-politik fenomeni temellüktür. Size objektif, masum gibi gözüken bir isimlendirmeyi kabul ettiğiniz zaman, bunu yapanın semantik müdahalesini kabul etmiş olursunuz. İki yüz senedir İslam dünyasının aydınları bu basit hakikatin farkında olmaksızın, dışarıdan gelen her tanımlamayı muhtevasını, kelami-felsefi anlam dünyasını, hangi tarihsel ve toplumsal durumlarda vücud bulduğunu araştırıp kritik etmeden kabul ediyorlar; geleneksel formu/kabuğu muhafaza ettiklerinde kendileri kaldıklarını zannediyorlar.

Oysa olup bitene başka bir perspektiften bakabiliriz. Doğru anlamak ve meşru çerçevede anlamlandırabilmek için buna mecburuz. Belirtmek gerekir ki, değişim arzusu Batı'nın bize empoze ettiği liberal mecrada akmayacak, tetikleyici unsur iki kutuplu dünyanın sona ermesiyle Doğu Avrupa'da totaliter rejimlerin çökmesi olayı da değildir. Dış dünya değişim talebini manipüle etmek istiyor, bir süreliğine bunu başarabilir de. Ama asıl dipte olup bitene baktığımızda umutlu olmak için çok sayıda sebep bulabiliyoruz.

Bu değişim talebi "dışarı"dan gelmiyor, "içeri"den fışkırıp taşıyor. "Mekanik değil, suduri"dir; "araz değil, cevheri"dir. Farabi ve İbn Sina'nın Aristo'dan devşirdikleri felsefi hurafe olan "meşşai değil, eş'ari ve işraki"dir. Modern sosyal bilimler, stratejistler, oryantalistler, islamologlar çok kafa patlatacaklar, ama bundan sonra İslam dünyasının sosyo-politik hayatında belli sebeplerin bir araya gelmiş olması belli sonuçların ortaya çıkmasını zorunlu kılmayacaktır. Zira pozitivizmle beraber çöken determinizm bu olayları açıklayamaz. Her gün her şey bizi şaşırtabilir. Öngörülerin tamamı yerine göre beklentilerin ve ihtimal hesaplarının dışında gelişebilir. Ve eğer "Allah'ın günleri"nin şafağı atmaya başlamışsa, İslam dünyasından Afrika'ya, Asya'ya, Amerika'ya ve Avrupa'nın kalbine doğru bu değişim talebi yayılacaktır. Somut işaretlerini gördük. Bu işaretleri (ayetleri) "bakan gözler" değil, "görebilen gözler" gördü.

Yeni dünyanın eşiğinde Mısır merkezlerden biridir, Mısır'da Müslüman Kardeşler de anahtar rol oynuyor. Türkiye entelektüeli Aydınlanma'nın narkozunu yemiş, gözünün önünde akıp giden ayetleri görmüyor, anlamlandıramıyor. Hasan el Benna tarihindeki seçkin ataları gibi semasında tek yıldızdı; onun yolunu takip eden şehid Seyyid Kutup da 50 sene önce dikkatleri "yoldaki işaretler"e çevirmişti.

Yasin Aktay: Hasan el-Benna ve İhvan kimliği

Ankara'da Genç Birikim Derneği'nin düzenlediği Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler Sempozyumu iki gün boyunca 8 ülkeden 28 tebliğin sunulduğu bir fikir ve duygu ziyafeti olarak gerçekleşti. Arap katılımcıların sunumlarındaki dikkat çekici hitabet salonda sık sık duygulu anların yaşanmasına yol açtı. Özellikle konu Filistin davasına geldiğinde bu coşku had safhaya varıyordu. Ne de olsa bugün Filistin davasının öncülüğünü yürüten Hamas İhvan'ın bir bakıma Filistin şubesi ve başından itibaren Hasan el-Benna Filistin davasıyla Müslüman Kardeşlerin kaderinin birliğini ilan etmiş.

Hasan el-Benna hakkında Türkiye'de ilk defa bu boyutta bir toplantı yapılıyor. Bugün İslam dünyasının her yanında en örgütlü en yaygın ve son zamanlarda yaşanan bahar rüzgarlarının arkasındaki en güçlü sosyal zemini oluşturan harekete karşı akademideki bu ilgisizlik gerçekten çok manidar. Bugün Türkiye akademisinden İhvan hareketi üzerine en azından onlarca doktora tezinin yapılmış olması gerekirdi. Oysa bir zamanlar İhvan üzerine akademik bir ilgi bile fişleme ve akademik hayattan dışlama konusu yapılıyordu.

Sonuçta önümüzdeki yıllarda muhtemelen bütün Ortadoğu ülkelerinde İhvan hareketi en etkili en belirleyici güç olmuş olacak. Onun bu yaygınlığı aynı zamanda baharın geçtiği bütün ülkeler arasında kendiliğinden bir bütünleşmenin habercisi olarak da görülebilir. Türkiye'nin yıllardır dış politikasında stratejik olarak gözettiği 'bölgesel bütünleşme' hedefi, ihvan'ın uluslararası ilişkiler algısında çok doğal-elverişli bir ittifak zemini buluyor. Arap ülkelerinde Türkiye'ye yönelik son zamanlarda yönelen ilgi ve muhabbetin arkaplanında da İhvan'ın bu yükselişinin olduğunu söylemek abartı olmaz. Tunus, Mısır, Libya'da daha şimdiden yönetimi İhvan devralıyor.

Sempozyumda İhvan'ın bu yaygınlaşmasında ihvan'ın kimlik olarak Müslümanlıktan başka bir şeyi ve referans olarak da bütün dünya Müslümanları arasında geçerli olan Kur'an'dan başka bir şeyi tanımıyor olmasının önemi üzerinde duruldu. Bu kimlik ve referans dünya Müslümanlarının tamamı nezdindeki birlik isteği ve arzusuna denk düşüyor. O yüzden İhvan kimliği Müslümanlar içinde ayırt edici bir kimlik değil, aksine ortaklığı vurgulayan ve birleştiren bir kimlik. Bu kimlik biraz da kendini unutturan, başka Müslümanlarla buluştuğunda kendini hatırlatmayı gerektirmeyen pozitif bir kimlik.

Sempozyumun son konuşmacısı Adıyaman Üniversitesinden Prof. Hacı Duran İhvan kimliğindeki bu seyyaliyetin onu dünyanın başka yerlerindeki Müslümanlarla çok kolay eklemlemeye edebildiğinin altını çizdi. Mesela İhvan'dan bir katılımcı İhvan'ın dünyadaki diğer İslami hareketlerle olan ilişkisini ifade ederken, özellikle Türkiye'deki Nurculuk hareketiyle de, Milli Görüş hareketiyle de kendilerini çok yakın hissettiklerini söyledi.

Bu arada altı çizilmesi gereken bir tespit de şu ki, İhvan'ın bu kadar çok farklı toplumlardaki örgütlülüğü, çok farklı toplumsal, kültürel ve siyasi şartlarda, farklı fıkıh ve İslami pratikler ortaya sergilenebileceği hususunda çok ilginç bir vizyon kazandırmış bulunuyor. Bu küresel örgütlülüğe sahip bir yapı olarak kendiliğinden kazandığı bu vizyonu özellikle kaydetmek gerekiyor. Çünkü genellikle İslami hareketlerin bir kısmı çok fazla mevzi, çok fazla yerel kalmakla eleştirilebilir. Oysa İhvan'ın bir farkı, bütün dünyadaki örgütlenme, cemaat ve yaşam pratikleri dolayısıyla hepsine fetva yetiştirmek gibi bir misyon adına bütün farklı koşullara İslam'ın ilkelerinin farklı uygulanabilme marjlarını değerlendirebilmiş olmasıdır. En azından bu ciddi problematikle sürekli olarak yüzleşmiş bir topluluk.

Bunun önemi şurdan ileri gelir. Bu kültürler arası geçişlilik vizyonu, İslam fıkıh geleneğinin halifeliğin kaldırılmasından sonra inkıtaya uğramasına karşılık cemaat eliyle en azından kendine özgü bir yolla üretilebilmesini beraberinde getirmiştir. Bu, ona aynı zamanda çok güçlü bir gerçekçilik nosyonu da kazandırmıştır. Yani farklı ülkelerde sahip olduğu gücü bir yandan değerlendirmenin yolunu bulmuştur bir yandan da sürekli eli taşın altında olan bir cemaat sorumluğu yüklemiştir. Yani bu kültürel ufuk onun sinik bir radikalizme sapmasını da bir açıdan engellemiştir.

Ama radikalizme prim vermeyen bu yanı yer yer kendi cemaati içerisinden çıkan bazı grupların taleplerini yeterince karşılayamamasına yol açmış da denilebilir. Böylece, bir bakıma kendi içinden çıkan grupların radikalleşmesinin yolunu kapatamamıştır. Çünkü İhvan'ın benimsemek zorunda kaldığı bu gerçekçilik veya reel siyasetçi tutumu onun zaman zaman daha radikal unsurlar karşısında fazla yumuşak, tavizkâr bir görüntüye bürünmesine yol açmıştır. (Tabi bu gerçekçiliğin tek nedeni coğrafi veya kültürel yaygınlığı değil, aynı zamanda çok ağır bedellerin ve tecrübelerin bulunduğu tarihsel derinliğidir de).

Tabi bir açıdan böyle olması onun daha uzun ömürlü, daha dayanıklı olmasını da sağlamıştır. Çünkü onu bu yönde eleştiren cemaatlerin büyük bir kısmı çok konjoktürel kalmış ve kısa bir süre içerisinde bir bakıma miatlarını doldurarak gelip geçenler arasına katılmışlardır.

Bugün akademik dünyamızın yıllarca ihmal ettiği bu hareket yaşadığımız en önemli gerçeklerinden biri haline gelmiş bulunuyor.

Haber Ara