'Sosyalist Müslüman' kavgası
Kendilerine, Antikapitalist Müslüman Gençler’in 1 Mayıs kutlamalarında açtıkları “İnşallah Sosyalizm gelecek” dövizi tartışmaları beraberinde getirdi. İslamcı yazarların büyük bir kısmı, “Kalıcı hareketler asla geçici ve acele ederek kendilerini tanımlamak zorunda kalmazlar…” dedi. Türkiye Gazetesi Yazarı Rahim Er ise gençleri Aczmendiler’e benzetti.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-04 10:30:44
Antikapitalist Müslüman Gençler olarak kendilerini ifade eden grubun 1 Mayıs kutlamalarında açtıkları “İnşallah Sosyalizm gelecek” dövizi, Müslüman-Sol-Sosyalizm kavramları etrafında yeni bir tartışmanın fitilini tekrar alevlendirdi. İslamcı yazarların büyük bir kısmı dayatılan kavramlara karşı çıkarken, İslam’ın başka ideolojiler ile kendini yorumlamasına ihtiyaç duymadığını ifade ettiler. İşte o yazarlar ve söyledikleri:
Abdülaziz Tantik / TİMETÜRK Yazarı
“Batılı yaşam tarzına ancak Müslüman yaşam tarzı ile karşı koyabiliriz”
İslamcılığın modern karakteristiği gereği batı kültürüne yönelik ilgi kaçınılmaz olmuştur. Solun muhalif varlığı müslümanların hep gündeminde olmuştur. Ama bu muhalefetin paradigma içi bir muhalefet olduğu hep gözden kaçırılmıştır. Bu yüzden genel itibarı ile Müslümanlar kendilerini tesmiye ederken hep batı düşüncesini eksene alarak tanımlamaktan kaçınamamaktadırlar. Ya batılı bir kavramın büyülü gölgesine sığınıyorlar yada batılı düşüncenin tam karşıtı olarak kendilerini tesmiye ederek keskin bir çizgi oluşturuyorlar. Aslında her iki tutumda ortak olan ister pozitif ister negatif olsun batıyı eksene alarak yapılan bir tanımlama olduğu gerçeğidir. Bu ise bizi hep doğrudan ve hakikatten uzaklaştırıyor. Bu uzaklaşma sadece düşünce sahasında gerçekleşmiyor, siyasi, sosyal ve toplumsal zeminle birlikte kültür ve sanat alanında da karşımıza çıkıyor.
Çözüm ise ne istediğimizi bilmekte yatmaktadır.
O yüzden batı ile ilişkilerimizde ret ve kabulün ötesinde bir ilişki kurmayı denemeleyiz. Önceliği ise kendi düşünsel derinliğimize vermeliyiz. Yani Müslümanlar olarak bizler; batıyı doğru anlamalıyız, İslam düşüncesini doğru anlamalıyız ve bugünümüzü de doğru anlayarak gerçeğe ulaşabiliriz. Bunlardan biri eksik olduğu zaman gerçeği ıskalamak durumunda kalabiliriz. Her meselede olduğu gibi bu meselede de yine sınıfta kalırız. Örneğin; anti kapitalist Müslümanlar ne demektir? Yani biz bazı Müslümanlar kapitalist olmuşlar ama biz değiliz anlamına gelmektedir. Bu tanımlamanın kendisi ne kadar paradigmatiktir? Siz müslümanları sol ve sağ veya kapitalist olarak tanımladığınızda Müslüman kavramının otantik anlamı nerede kalıyor? Bu konunun kendisi bir sorun olarak ortada durmuyor mu? Hem müslümanları eğer bir tanımlamaya tabi tutacaksak bunu kendi kavramlarımızla yapmamız daha doğru olmaz mı? Eğer bu tanımlama güncel gerçekliğe uyuyor diyorsanız o zaman şunu sormak hakkımızdır: bu geçici güncel kavramlarla birlikte hareket ettiğiniz zaman kendi asli konumunuzu da kaybetme ile karşı karşıya kaldığınızda oluşturacağınız çözüm ne olacaktır? Zaten meseleye duyarlı bir şekilde bakıldığı zaman dini anlamada da aslında batılı argümantasyonların ve algıların belirleyici olduğu gözlemlenebilir. Yok eğer bu kavramlar güncel ve kullanışlı başka türlü olamazdı ve Kuran da kendi döneminde bu güncel kavramları kullanıyor diyorsanız; o zaman şunu hatırlatırız: Kuran’ın indiği dönemin fetret olarak tanımlandığını, ellerinde kullanacakları doğru ve hakikat ile bağı kurulmuş kavramlarda yoktu. Ayrıca o güncel kavramları içeriklendirirken eleştirel bir dili kullandığını bilmeli ve böylece önceliğin bu güncel kavramların yeniden tanımlanmasını sağlayacak paradigmatik kavramlar olduğunu da hatırlatırız. Ayrıca bugün bin beş yüz yıldır var olan ve kalıcı bir siyasi, sosyal ve toplumsal yapıyı taşıyan kavramlara sahibiz; yani başka kavramlara ihtiyacımız yok… Ama bunu bir türlü anlamak istemiyoruz yada kolayımıza bu geliyor, başka bir açıklamasını da bulamıyorum…
Bu yüzden ilk yapılması gereken şey Müslümanların kendi temsiliyetlerini oluşturabilecekleri düşünsel vasatı inşa etmeleridir… Müslümanlar bir şeyi alırken veya terk ederken din ile bağını kurarak buna yapmalılar. Ve en önemlisi ise Müslümanlığın safiyetine zede olacak bütün davranış ve düşünüşlerden uzak durmalılar… Yani eksene sadece Müslüman olmayı koymalılar ve ilahi rızayı yönelim olarak kabul etmeliler ki karşı karşıya kaldıkları durum hakkında sahih bir fikir edinebilsinler…
Artık özgüven meselesini halletmemiz gerekir. İnkar ve kabul arasına sıkışma yerine anlamayı eksene almalı, bir şeyi alırken yada bırakırken muhakkak anlayarak/anlamlandırarak bunu yapmalıyız. Böylece her halukarda din ile bağımız güçlü olmalı ve böylece Müslümanlığımıza başka bir şeyi bulaştırmamayı becerebilmeliyiz…
Batılı yaşam tarzına ancak Müslüman yaşam tarzı ile karşı koyabiliriz. Yani alternatif bir yaşam tarzı oluşturmadan batılı yaşam tarzını toplumsal alandan söküp atmak imkansız gibi duruyor. İşte bu yüzden islam ahlakına sahip bir yaşam tarzı ile insanlığa yeniden ışık olabiliriz. İnfak, tesanüd, sadaka, feragat, fedakarlık ve diğerkamlık gibi kavramlar sadece islam düşüncesinin oluşturduğu yaşamda varoluşsal bir temele sahiptir. Bu kavramların işaret ettiği ahlaki yapı bütün sorunların çözümünde anahtar olmaya liyakat kesbederler…
Bekir Gündoğar / Milli Gazete Yazarı
“Sosyalizme özenen Müslümanlar”
1 Mayıs'ın bir farklı yüzü de Müslüman Sosyalistler oldu. Kendilerine "Antikapitalist Müslüman Gençler" ismini uygun gören bu kesim, Fatih Camii'nde gıyabi cenaze namazından sonra Taksim'e yürüdü. Kamuoyunun dikkatini fazlasıyla çektiği için etkinlik hakkında daha fazla detaya girmeye gerek yok sanırım.
Sorulması gereken soru şu: Bu gençler neyi hedefliyor?
Şayet son dönemde bir kısım Müslümanların parayla-makamla girdikleri imtihanda kötü bir sınav verdikleriyse mesele olan, El Hak doğrudur, haklıdırlar deriz.
Eğer dertleri; rüşveti "hak" olarak gören, faizi "dünya gerçeği" olarak telakki edenlerle ise hak vermemek mümkün değildir.
Buna karşın, "iki yanlış bir doğru yapmaz" ilkesi gereği yanlış yanlışla düzeltilecek de değildir. Fütursuzca insanlığı kasıp kavuran kapitalizme karşı olmak, sosyalist olmayı hele hele Müslüman Sosyalist olmayı gerektirmez.
Merhum Milli Görüş lideri Erbakan Hocamız, Milli Görüş ile diğer ideolojilerin farkını "elbise" örneğiyle anlatırdı. Milli Görüş'ün milletimizin kendi bünyesine uyan normal bir elbise olduğunu söyleyen Hocamız, dışarıdan gelme kapitalist-sosyalist görüşlerin, başkasının elbisesini giyen kimsede olduğu gibi ya kolu kısa, ya da paçası dizinde elbiseleri andırdığına dikkat çekerdi.
Evet, işte belki hakkında çok konuşulabilecek bu meselenin özü, özeti budur. Doğru tedavi için önce doğru teşhis yapmak lazım gelir. Antikapitalist olabilirsiniz ve hatta olmalısınız ama bununla birlikte antisosyalist olmanız da lazım gelir. "Ama sosyalizmin bazı yerleri İslam'la uyuşuyor" derseniz, hiç yormayın kendinizi. Bunu belki sosyalizmin tatbikinden önce söyleseydiniz, inandırırdınız birilerini. Ancak yaşanılan acı tecrübeler maskenin düşmesini sağlamıştır.
İnsana değer vermeyen, sınıf farkını kaldırıyoruz ayağıyla halkı sömüren, Allah'ın verdiği özgürlüğü ceberrutça engelleyen bir sistemi İslam'la yan yana koymaya çalışmak insan zekasıyla dalga geçmek anlamına gelir.
Beşeri sistemlerden derman aramak, yapılacak en büyük gaflet olur. Kapitalizm ne kadar beşeri ise sosyalizm de o kadar beşeridir. Birbirinin alternatifi gibi gösterilen bu iki sistemin de kurucuları Siyonistlerdir. Maksatları, insanlığı ifsat edip Hak'tan uzaklaştırmaktır. Çözüm adresi Hakk'ın sistemi, İslam'dır. O İslam ise ne kapitalistlerin ne de sosyalistlerin İslam'ıdır. İslam, Allah ve Resulü'nün bize haber verdiğidir. Konuyu yine Hocamızdan bir örnekle bitirelim.
Erbakan Hocamız, Siyonizm'i anlatırken "timsah" benzetmesi yapardı. Timsahın alt çenesini kapitalizme üst çenesini de sosyalizme benzetir ve şu muazzam tespiti ortaya koyardı:
"Alt çene ile üst çenenin karşılıklı çarpışmaları birbirlerine düşmanlıklarından değil, ana gövdeyi, yani timsahı, yani Siyonizm'i beslemek içindir."
Hocamızın bu uyarısını "arka bahçede top oynadığı" veya "hasta" olduğu için anlayamayanların bazıları abdestli kapitalist oldu, bazıları Müslüman sosyalist! O nedenle biz O'nun timsah örneğini bir kez daha hatırlattık ki, "duymamıştık" diyen kalmasın. Ve Hak, yanlış adreste aranmasın.
Rahim Er / Türkiye Gazetesi Yazarı
“Antikapitalist Müslümanlar”
Bakınız bu sene 1 Mayıs daha bir şenlikli geçti. Eğer onlar da bu iktidara tuzak Aczmendileri değilse kendilerine “anti kapitalist Müslümanlar” diyen grup da Taksim’deydi.
Kimsenin dediği yüzde yüz doğru ve kimsenin dediği yüzde yüz yanlış olmayabilir. İdare edenlere düşen en aykırı fikirleri bile alıp azgın atların ehlileştirilmesi gibi yelelerinden okşamaktır. Böyle yapılabilirse aslında zahmetsiz fikir kulübü sağmallığı olmuş olur. Bir kıpırdama ve pişme dönemindeyiz, teklikten çokluğa merdiven dayandı.
İyimser olmak isteriz.
Nihat Hatipoğlu / Sabah Gazetesi Yazarı
“Sosyal İslam projesi”
Prof. Mustafa Sıbai'nin öngördüğü 'İslam Sosyalizmi', Mısır'daki Cemal Abdülnasır (ö: 1970) ve benzerlerinin estirdiği ve çağın vebası gibi etrafı sarmalamayan 'Arap milliyetçiliği'ne karşı geri plana itilmiş olan İslam'ın sosyal yönünü öne çıkarma faaliyetidir. 1950-1960'lı yıllarda; İslam'ı, sadece hac, namaz, oruç gibi ibadetlerden ibaret zannederek dinle arasına bariyer koyan ve 'nasyonal sosyalizm'in cenderesine kapılmış yeni nesli uyandırmak için, Kuran'ı ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) saadet dönemindeki uygulamalarını hatırlatma gayretinde girişir. Gençliği silkeler. "Arkasından koştuğunuz ama size ütopyadan başka bir şey vermeyen ideallerın çözümü İslamdadır" der. "Sosyalizm veya komünizm sınıfsız bir toplumu hedeflerken en bağnaz sınıflaşmaya imza attı" der.
Sıbai diyor ki; sizler 'izm'lerin peşinde koşacağınıza, Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ile, dört halifenin bazı uygulamalarına göz atınız. İnsani duygularla, vicdani hassasiyetlerle, ezilmişlerin hukukunu aramak adına, vahşice kullanılan ve zalimleşebilen kapitalin ehlileştirilmesi adına sizin tarihinizde ve ilahi kitabınızda gerekli bütün donanım vardır. Siz O'nu kullanmıyorsunuz. Siz O'ndan habersizsiniz. Sizi uyuşturdular, Batı'nın zulüm içeren ve üçgeni ters çevirmekten başka hiçbir getirisi olmayan 'izm'lerine payanda oldunuz. Kuran'daki ilahi mesaja dönün. İslam'ı, 'izm'lerle tanımlamak vahyi tahrip etmektir, tahrif etmektir, samimiyetsizliktir. O kitabında verdiği mesajlarla bu felsefeyi geliştiriyordu. İmanını, Marxveya Hegel'e teslim eden şuursuz gençliği İslami çizgiye çekmeye gayret ediyordu. Sosyalizme karşı, İslam'ın nasslarını çıkarıyor ve bu hakikatin önünü örten sözde Müslümanları da bir anlamda sorguluyordu.
Sıbai merhum biliyordu ki, 'Leo Huberman'ın sosyalizm alfabesinde dediği gibi sosyalistler işçinin giydiği elbiseye değil ama, elbisenin yapıldığı fabrikaya göz koyarken hedefledikleri sermaye, özel mülkiyetten, kamu adına devlete yeni bir patronluk elbisesi giydirecektir. Yani çark değişmeyecek, sadece sermayenin sahibi değişecekti. Onun için Sıbai merhum Kuran diyordu, Hz. Peygamber ve sahabe diyordu. Onun içindir ki referanslarını vahye dayandırıyordu. Ruh ikliminizi değiştirmedikçe sadece patronlarınızı değiştirmiş olursunuz, özgürlüğe ve bağımsızlığa değil köleliğe gidersiniz diyordu. O, bu çizgiyle, Fethi Yeken ve Said Havva'dan daha farklı, ama sonucu aynı olan bir çözüm öneriyordu. Mesele, yeni nesilleri Kuran gerçeği ve Hz. Peygamber'in ölümsüz özgürlük anlayışıyla muhatap etmekti. Haberdar etmekti. Doğru veya yanlış, ama Sıbai'nin yol çizgisi buydu. Doğrusunu söylemek gerekirse çoğumuzun Kuran bilgisi, namazda okunan ayetleri ezberlemenin ötesine geçmiyor. İslam'ı, geleneksel yorumlarla biline gelen yöntemlerle öğrendik. Dini derinleşme olmadığı için de İslam'ı belli ritüellerin ötesine taşıyamadık. Bu da zaman zaman bizleri dini sorgulayan insanlarla karşı karşıya getirdi. Aslında bunların hiçbirinden ürkmemek lazım. Edeple sorgulayan ve soran insan, bilgiye muhtaç insandır. Yüce Rabbimiz bundan ötürü vahiy kanalıyla sorulması muhtemel sorulara cevap veriyor. Sorana kızmıyor, sormayana neden sormuyorsun diyor. Hz. Peygamber (s.a.v.): cehaletin ilacı sormaktır buyuruyor. Yarası olan ilacını arar, derdi olan dermanını arar. Ruhunda fırtına kopan, toplumun yarasını gören, insanın ezildiğini gören, iman ettiği kitabında bana dair derman arar. Bundan daha doğal ve daha güzel ne olabilir ki...
İslam'da sosyal adalet terazisi
Kuran-ı Kerim'in ilk yıllarında, Mekke'deki, Taif'teki zenginler, İslam'a karşı gardlarını almış, Yüce Allah'a karşı verdikleri savaşlarında Hz. Peygamber'i hedef seçmişlerdi.
Kuran-ı Kerim zulümle sermaye edinmiş bu şımarık tipleri kınıyor: "Nimet içinde yüzen (zengin) o yalancıları bana bırak" (müzzemmil, 11) buyuruyor.
Elbette her zengin değil, zenginliğini harama ve sömürüye dayandıran zengindir Kuran'ın kınadığı. Kuran sermayeye karşı değil, sermayenin haram ve zulümle edinilmesine karşıdır. Kuran zengine karşı değil, zenginliğin haramla edinme yoluna karşıdır.
Zenginin fakiri unutmasına karşıdır.
Vicdani hassasiyeti ve imani ilkeleri olmayan kişilerin elindeki sermaye tekel oluşturmasın der Kuran-ı Kerim: "O mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) haline gelmesin diye" (Haşr, 7) buyurur.
Aslında ayette bahsedilen mal; devletin dağıttığı maldır ve devletten -otoriteden- bu yolla adalet istenir. Zulme aracı olma denilir. Ayrıca bu ayet devletin, elindeki maddi imkânları "Kamuyla-yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara" -paylaşması gerektiğini de öngörür. Devlet hep alan değil, aynı zamanda veren de olacaktır. Bu ayette, hem zalim zenginler ve hem de despot otorite kınanıyor. Ayetlerin doğru anlaşılması için, önce ve sonrasının mutlaka iyi okunması gerekiyor değil mi?
İslam'ın adını Allah koymuştur
İslam'ı; sosyalizm, faşizm, komünizm, nasyonal sosyalizm gibi sıfatlarla ilişkilendirmek doğru değildir. Belki saydığım bütün bu felsefi veya politik kavramların, İslam beldelerinde kendilerince meşruiyet bulmak için İslam'a ihtiyaçları vardır. Bu kavram mensupları, İslam beldelerinde İslam'ı kullanagelmişlerdir. İslam'ın ise, bunlara, bunlarla anılmaya ihtiyacı yoktur. İslam adını yüce yaratıcıdan almıştır.
"Sizin için razı olacağım din İslam'dır" buyurmuştur. Kuran, böyle buyurmuştur.
Sömürülenin, işçinin, mazlumun yanında olmak
Yeni neslin, genç kardeşlerimizin dünyaya egemen olan sömürüye, emperyalizme, zulme, adaletsizliğe karşı bir çıkış aramaları yadırganmamalıdır. Çile çeken, iman eden, beynini zorlayan bir nesil, özlenen nesil olmalıdır. İşçiden, emekçiden, mazlumdan, sömürülenden yana olanla aynı safta olmak lazım. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) 23 sene boyunca yaptığı zaten bu değil miydi? Hz. Habbab, Hz. Amir, Hz. Bilal, Hz. Ammar, Hz. Süheyb, Hz. Sümeyye, Hz. Zinnire, Hz. Yasir (r.a.), Hz. Peygamber döneminin ezilmişlerinin sadece birkaçıdır. Vahye ilk iman edenler de yine bunlardı.
Yüce Rabbin vahyi gelip de yetim ve öksüz, para ve pulu olmayan yetim Muhammed'i (s.a.v.) bulmadı mı? O, hep putperest diktatörlerden cefa görmedi mi? Onun yanında olanlar hep gençler olmadı mı? Mazlumlar olmadı mı?
Genç neslin dünyadaki zulme karşı duruşu, elbette bu açıdan önemlidir. Önemlidir, ama adres iyi bilinmeli. Adres doğru tespit edilmelidir. Adres elbette, iflas etmiş, cenaze namazları kılınmış, kefenleri sararmış 'izm'leri mezardan çıkarmak olmamalıdır.
Diktatörlüğe, küfre, velhasıl insan onurunu zedeleyen her onursuzluğa karşı insani duruş ancak Kuran'la ve Hz. Peygamber'le olabilir. Kuran'a ve Hz. Peygamber'e dayanmayan her silkiniş, bir başka zulme kapı açar. Hele halkların nazarında itibar görmek için dini kavramları kullanmak ayrı bir sömürü şeklidir. Ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Kısaca Sıbai merhum şunu diyordu: Ey gençlik. Ey Müslümanlar. Ey Yeryüzü sakinleri. İnsanlık için hakkaniyetli, adil, zulüm içermeyen, barış içinde, kimsenin kimseyi sömürmeyeceği bir dünya istiyorsanız, bunun yolu Kuran-ı Kerim'i ve Hz.Peygamber'i anlamaktır. Özeti bu.
SON VİDEO HABER
Haber Ara