Arap Baharı gölgesinde Türk-İsrail ilişkileri
Prof.Dr Barry Rubin tarafından kaleme alınan bir makalede Türkiye-İrsail arasındaki ilişkiler, son siyasi gelişmeler ışığında değerlendiriliyor.Makale,'Bu yazı, Türkiye’nin AKP yönetimi altında nasıl değiştiğinin, rejimin İsrail ile bir hizada değil aksine İsrail’e bir düşman olarak davranmaya ihtiyacı olduğunun kısa bir analizidir.' diye başlıyor
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-02 19:26:22
Prof.Dr Barry Rubin tarafından kaleme alınan bir makalede Türkiye-İrsail arasındaki ilişkiler, son siyasi gelişmeler ışığında değerlendiriliyor. Makalede bölgedeki ve dünyadaki değişimler ele alınarak AK PArti iktidarı sonrası yaşananların iki ülke arasındaki stratejik savaşın boyutlarına ışık tutuyor. Avram Cerasi tarafından Türkçeye çevrile makale Ankara'nın kurduğu yeni ittifakların, bölgedeki güçleri ve dengeleri nasıl değiştirdiğini göstermesi bakımından oldukça ilginç. İşte o makale
"Bu yazı, Türkiye’nin AKP yönetimi altında nasıl değiştiğinin, rejimin İsrail ile bir hizada değil aksine İsrail’e bir düşman olarak davranmaya ihtiyacı olduğunun kısa bir analizidir.
Türk-İsrail işbirliği kurulmasının en baştaki nedenlerini anlayabilmek için, bu birlikteliğin neden sona erdiğini de bilmek gerekir. Sebep ortaklığın içinde değildi, 2008/2009 Gazze Savaşı veya filotilla olayları ile de ilgili değildi; daha ziyade Türk hükumetinin değişen hedefleri ve kimliğinin bir sonucuydu. ‘’Arap Baharı’’ Türkiye yönetimindeki bu değişimi daha da ilerletirken aynı zamanda yeni stratejinin çalışmadığını da gösterdi.
İki ülkeyi bir araya getiren etkenler nelerdi? Bunlar çok çeşitliydi ve 1920lerde başlayarak belki de şimdi sona ermekte olan Kemalist cumhuriyette iyice kökleşmişlerdi. Alttaki liste yakın işbirliği doğuran nedenleri ve bunun değişimi ile ortaklığın çökmesini açıklamaktadır.
TÜRKİYE-İSRAİL İTTİFAKININ KURULMASI VE YIKILMASINA YOL AÇAN ETKENLER
Laik Türkiye Müslüman Türkiye’ye karşı
İttifak kurulması: Yirminci asrın son yarısında Türkiye kendisini laik bir devlet olarak tanımlamıştır. Bunun manası, her ne kadar neredeyse vatandaşlarının tamamına yakını Müslüman olsa da, esas kimliğini Müslüman çoğunluklu ülkelerle birlikte olmakta bulmadığıydı. Dolayısıyla bölgedeki diğer Müslüman olmayan tek ülke olan İsrail ile çok ortak yanları vardı.
İttifakın bozulması: Pratikte (açıkça olmasa da zımnen) AKP hükumeti Türkiye’yi bir Müslüman devlet olarak yeniden tanımlamıştır. Bu nedenle diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerle yakın ilişkiler önem kazanmıştır. Bu da İsrail’i hiç sevmeyen ve hatta onunla savaşta olan arkadaşlar demektir. Türk hükumetinin yeni arkadaşları İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah gibi İslamcılar veya onların müttefikleri demektir.
Türk Milliyetçileri Türkiye’si Müslüman Türkiye’ye karşı
İttifak kurulması: AKP hükumete gelmeden önce, Türkiye kendisini Türk ve milliyetçi olarak tanımlamaktaydı. Bu nedenle bu kimliği öne çıkartmakla diğer bir milliyetçi devlet olan İsrail ile birçok ortak yanlar bulmakta ve ulusal çıkarları Türkiye ile çatışan ülkelerle ayrı düşmekteydi. Türk milliyetçiliği ile Arap milliyetçiliği veya İran Müslümanlığı arasındaki farklar kolaylıkla kapatılamamaktaydı.
İttifakın yıkılması: Ülkeyi baskın çoğunluğu Müslüman bir kimlikle yeniden tanımlamak milliyetçi çıkarlarda farklar yarattı ve Iran veya diğer Arap devletlerinin vatandaşları ile farklılaşmaların önemi azaldı. Artık önemli olan Türk, İranlı veya Arap olmak değil fakat ortak Müslüman kimliğine sahip olmaktı.
Dış Siyaset Emelleri
İttifakın kurulması: Türkiye tatmin olmuş ve hırsları olmayan bir güçtü. Bu gerçek Atatürk’ün meşhur söyleminde kendini göstermekteydi: Yurtta sulh, cihanda sulh. Bu nedenle aksine, Türkiye kendini Irak, Suriye, Arap milliyetçiliği ve İslamcılık gibi saldırgan güçlerden korumayı hedefliyordu.
İttifakın yıkılması: Türkiye bölge liderliğine soyununca veya en azından bölgesel bloklar arasında kuvvetli işbirliğini hegemonyası için destekleyince, ileride Ankara’nın yandaşları olacağını ümit ettiği kimselere sevimli görünmek zorundaydı. Bu sadece İsrail ile ilişkilerin kopartılmasını değil, Yahudi devletinin aktif bir düşmanı olmayı gerektirmekteydi. Arap ve İranlı Müslümanları Türkiye’nin de en az onlar kadar militan olduklarına inandırmak gerekiyordu.
Ortak Düşmanlar
İttifakın kurulması: Türkiye ile İsrail’in Ortadoğu’da ortak düşmanları vardı. İsrail, gelişen işbirliğinin bu ilk evrelerinde, Türkiye’yi Ermeni terör hareketlerine ve radikal Kürt hareketi PKK’ya karşı da desteklemekteydi.
İttifakın yıkılması: İsrail’in düşmanları Türkiye’nin dostları olarak tanımlandı. Bu nedenle İsrail ile bir ittifak için neden yoktu, daha ziyade Türkiye’nin İsrail karşıtı bir ittifaka katılması gerekliydi.
Batıya katılmaya karşı İslam Dünyasına katılma
İttifakın kurulması: Türkiye Atatürk’ün diğer bir konsepti olan Batıya katılmak istiyordu; İsrail ile iyi bir ilişki bu profilin gereğiydi.
İttifakın yıkılması: Türkiye İslam dünyasına katılmak istiyordu; İsrail ile kötü bir ilişki bu profilin bir gereğiydi.
Kalkınmaya odaklanmak; İdeolojiden ziyade Pragmatizm
İttifakın kurulması: Türkiye dünyanın ekonomik olarak en gelişmiş saflarını hedefleyince pragmatik bir siyaset kaçınılmaz oldu. İsrail ile ticaret ve işbirliği önemli bir pazara ve yüksek teknolojiye erişimi mümkün kılıyordu.
İttifakın yıkılması: İslamcı ideoloji önem kazandı ve hükumet ekonomik öncelikleri için yüksek bir bedel ödemeye hazırdı. Bu Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ile ilişkileri bakımından önemli bir risk içermekteydi, fakat bunun maliyeti bugüne kadar oransal olarak çok düşük kalmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Desteği
İttifakın kurulması: Türk askerleri İsrail ile işbirliğini desteklemekteydi. İsrail’i İran, Suriye, PKK, ihtilalci İslamcılar ve teröristler gibi ortak düşmanlara karşı bir müttefik olarak görmekte ve profesyonel işleri iyi olan bir dost gözüyle bakmaktaydılar. İlaveten, Türk askerleri İsrail’i erişmek istedikleri bir silah ve teknoloji kaynağı olarak benimsemekteydi. İktidara geldikten sonra dahi, AKP rejimi silahlı kuvvetleri mutlu tutmayı istemekteydi.
İttifakın yıkılması: AKP rejimi Türk askerlerinin gücünü kırmayı başardı. Dolayısıyla artık generallerin istekleri o kadar önemli değil. Düşmanlar değişince İsrail ile ittifakın nedenleri de ortadan kalkmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri ile iyi ilişkiler
İttifakın kurulması: İsrail, Amerika Birleşik devletleri ile olan iyi ilişkilerinden dolayı bir geçit kapısı olarak görülmekteydi. Böylece İsrail Türkiye’nin Washington’daki avukatı olabilir, Yunan ve Ermeni lobilerine karşı dengeyi sağlayabilir ve Kongrenin veya diğer Amerikan hükumeti kuruluşlarının Türkiye’nin önceliklerine daha fazla dikkat etmelerini sağlayabilirdi.
İttifakın yıkılması: Yeni yönlendirmeleriyle Türk hükumeti Amerika Birleşik Devletleri’ne hoş görünmek arzusundaydı. Obama yönetiminin kendisini İsrail’den uzaklaştırmasıyla Kudüs’ün Washington’daki kaldıraç etkisi azalmış görünmekteydi. Dahası Türk hükumeti Amerikan çıkarlarını yok saydığı veya çatıştığı zaman dahi- ve bilhassa İran’la yakın ilişkisi sırasında bile- Washington onları cezalandırmadı. Ankara’nın İsrail ile çatışmaları olduğu zaman bile Türkiye’ye bir maliyet yüklemeyerek Ankara’nın Yahudi devletiyle yakın ilişkiye girme girişimini yıktı.
İLİŞKİNİN YIKILIŞINI DEĞERLENDİRMEK
Türkiye’nin rejim politikasındaki güçlü değişimler göz önüne alındığında kuvvetli bir ilişkinin korunması mümkün değildi. Bu güçlü etkenlerin ışığında, 2008 Aralık/2009 Ocak gibi olayların, İsrail- Hamas savaşının ve Gazze filotillasının ve gemilerden birinde, İsrail askerlerine saldıran dokuz Türk vatandaşının öldürülmesinin, ilişkilerin seviyesini düşürmek için sebep olmaktan ziyade bahane olduğu söylenebilir. Türk rejiminin filotillanın yaratılmasında, cesaretlendirilmesinde ve Gazze’ye yönlendirilmesinde nasıl yardımcı olduğunu anlamak özellikle çok önemlidir. Esasen Gazze filotillası ani bir olaydan ziyade örtülü bir hükumet operasyonuydu. Ankara bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu biliyordu ve bu çatışmaya ilişkileri bozmak için ihtiyacı vardı. Son tahlilde başbakan Erdoğan- ve diğer Türk siyasileri ile medyası- ortalığı yatıştırmak yerine yangına körükle gitmeyi yeğlemişlerdir. Bu davranışın yerel nedenleri de vardı zira ülke hem dinciler hem milliyetçiler olarak rejimin arkasında birleşmişlerdi. İsrail yararlı bir günah keçisi durumuna gelmişti ve bu sırada rejim ordunun gücünü kırmakta, ülkedeki kontrolünü sağlamlaştırmak üzere yeni bir seçime hazırlanmaktaydı.
İsrail ile görüşmeler sırasında, başbakan Erdoğan’ın bir çözümü arzulamadığı açıkça belliydi. Sadece İsrail’in suçlu olduğunu ve tazminat ödemesini kabul etmesini istemiyor, aynı zamanda İsrail’in Gazze Şeridine uyguladığı bütün ambargonun da kaldırılmasını istiyordu ve bunu İsrail’in kabul etmesinin mümkün olmadığını da çok iyi bilmekteydi. İsrail’in ölenler için üzüntüsünü beyan etmesini ve gönüllü tazminat ödemesini değerlendirmeyi bile reddetti. ‘’Arap Baharı’’ başlamadan önce ‘’İsrail-Türk Baharı’’ çoktan sona ermişti.
‘’Arap Baharı’’ ve Türk-İsrail İlişkisi
Arapça konuşulan dünyada 2011 yılında meydana gelen politik gelişmeler meseleyi nasıl etkiledi? Kısa vadede Türk rejiminin politika değişikliğini doğrular gibi görünmekteydi. İslamcılık ilerliyordu; Batı yanlısı rejimler ya tehdit ediliyor ya da devriliyordu. Türkiye bölgede lider ülke konumuna oturmuş gibi görünüyordu. AKP hükumeti yarışta doğru ata oynamış gibi görünmekteydi.
Söylenen politika bütün komşularla dostluktu. Gerçekte ise İsrail’e karşı politika ve İslam’a sempati ile yaklaşma rejimin bölgede lider güç olma arzusunu meydana koymaktaydı. ‘’Türk modeli’’ çokça kabul gördü ve kopyalandı.
Ancak ‘’Türk modeli’’ nedir? Ilımlı Müslüman bir demokrasi için midir yoksa ılımlı olduğunu ileri sürerek iktidardaki yerini sağlamlaştırdıkça dişlerini gösteren gizli İslamcı bir hükumet için mi? Eğer minareler yeni sistemin füzeleri ve demokrasi de Şeriat durağına varmak için binilen bir araba olsaydı, bu bölgesel kararlılığa katkı sağlayacak Batı yanlısı demokrasiden çok farklı olurdu.
Bölgedeki değişim yayılıyordu. İran ve Gazze Şeridinde İslamcı hükumetler zaten görevdeydi. Suriye İran’ın liderliğindeki İslamcı blok ile ittifak halindeydi. Lübnan’da bir hükumet Hizbullah ve İran ile Suriye’nin müşterilerinin etkisindeydi. Mısır, Libya ve Tunus’taki ayaklanmalar oralardaki İslamcı güçler için büyük kazanımlar sağladı. Türkiye, kendi payına, bütün bu güçlerle iyi ilişkiler içinde olmanın keyfini sürdü- veya sürüyor göründü.
Ancak, bu noktadan sonra işler yanlış gitmeye başladı. Türk hükumetinin genel olarak ‘’Arap yanlısı’’ bir stratejiyi hiçbir zaman benimsemediğinin altını çizmek gerekir. Maksat dost İslamcı hükumetler ve gruplarla sağlam ilişkiler kurmaktı. Dolayısıyla Arap milliyetçi güçleri- Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez Ülkeleri Türkiye’ye kuşku ile bakmakta, düşmanlarına fazlaca yakın görmekteydiler. Bu bölümde Türkiye’nin İsrail karşıtı politikası daha fazla bir getiri kazandırmadı.
Daha sonra Suriye’de ayaklanma başladı. Türkiye, her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri tarafından sürgündeki Suriye liderliğini yönetmekle görevlendirilse de, durumu iyi görünüyordu. Ancak, Suriye krizi Ankara için seçimler gerektirmekteydi. Hükumetin düşmesini desteklemek demek İran, Hizbullah ve bizzat Suriye rejimi ile ilişkilerin kesilmesi demekti.
Ankara şimdi kendini doğulu Şii İslamcı blok ile bir ihtilafın içinde buldu. Türkiye’nin İsrail karşıtı olması bu ülkelerin umurunda değildi zira Türk rejimini kendi çıkarlarına karşı görmekteydiler. Bu nedenle, tüm komşularla iyi ilişkiler sürdürme noktasından hareketle rejimin emelleri onu üç anlaşmazlığın içine düşürdü: İsrail ile ılımlı Arap ülkeleriyle ve Şii İslamcı blok ile.
Peki, dördüncü cepheden ne haber? Türk rejimlerinin kazanım sağlamayı umdukları yer burası: yeni Mısır, Libya ve Tunus ve aynı zamanda Gazze Şeridindeki Hamas’la. Ankara İsrail’in yerini dolduracak güvenilir bir müttefikler grubu bulabildi mi? Cevap ‘’hayır’’dı. Buna değişik açıklamalar getirilebilir.
Birincisi, Türkiye ile ittifak zaten güçlü veya büyüyen İslamcı parfüme sahip Sünni etkenlere fazla bir şey kazandırmıyordu. Türkiye onlar için ne yapabilirdi? Türk rejiminin İsrail ile ilişkilerini bozmuş olması ve söylenen kötü sözler onların hoşuna gitti, ancak bu bir oldubitti şeklinde geliştiğinden Türkiye’ye herhangi bir şey vermeye veya ondan bir şey beklemelerine gerek yoktu. İronik olarak geçmişte Türkiye ile Mübarek Mısır’ı arasındaki ılımlı ilişki daha iyi bir yatırımdı. İslamcılara, radikal Irak ve radikal Suriye’ye karşı yürütülen karşılıklı savaş önemli bir ortak stratejiydi. Bu artık gitti.
İkincisi, birçok bölgede görülen İslamcılığa karşın, Türklere Arap değil, Türk diye bakarlardı. İslam ortak etkeninden bağımsız olarak- birleşik bir ümmet doktrini- Sünni Arap İslamcıları milliyetçi ve etnik içerikten de yoksun değillerdi. Mısır ve Tunus’ta iktidarda olan milliyetçi orduydu, İslamcılar değil. Dahası bu generaller Türkiye’deki mevkidaşlarının başına gelenleri görmekte fakat yardım edemediklerinden dolayı pek dostça bir tutum sergilemiyorlardı.
Üçüncüsü, Sünni Arap İslamcılar kısa zamanda kendi iktidarlarına kavuştular ve bunun için Türkiye veya İran gibi bir dış desteğe ihtiyaçları kalmadı. Müslüman Kardeşler Ortadoğu’da iktidara talipti; o halde neden kendilerini Türklerin stratejik takipçisi olarak görsünlerdi ki?
Dördüncü ve en önemlisi, Türk rejimi kendi emellerini itiraf etti. Sünni Araplar, milliyetçiler ve İslamcı gibiler için Ankara’nın kendini giderek bölge lideri olarak görmekte olduğu bir sır değildi. ‘’Yeni Osmanlıcılık’’ konsepti kendileri için daha endişe verici olamazdı. Osmanlı İmparatorluğunun hatıralarını unutmamışlardı ve onun bir şekilde geri dönmesini istemiyorlardı. Eğer bir halife olacaksa, Türk değil, Arap olmalıydı. Kısacası Türk rejimi elini yanlış oynamış, Sünni Arapları korkuturken Şii Arapları da düşman haline getirmişti.
2011 sonuna doğru, İsrail ile ve daha sonra İran ve Suriye ile ittifakını terk eden rejimin bütün Ortadoğu’da güvenebileceği müttefiki kalmamıştır.
İttifakın Sonu: En çok kaybeden kim?
Türkiye ile ittifak İsrail için çok önemliydi. Ancak, Türk rejiminin düşmanca tavra dönme kararı Ankara’ya Kudüs’ten fazla zarara mal olmuştur. Bu neden böyledir?
Birincisi, kopmanın İsrail’in stratejik çıkarlarına maddi etkileri az olmuştur. Yukarıda işaret edildiği gibi, Türkiye’nin İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah için desteği, psikolojik ve diplomatik etkileri olmakla birlikte sahada fazla bir şey değiştirmemiştir. İkincisi, maddi olarak Türkiye İsrail’den turizmin durması nedeniyle daha fazla zarar etmiştir. Dahası Türkiye artık İsrail silahlarını satın alamayacak ve elindeki silahları İsrail yardımıyla güncelleyemeyecektir. Ancak orduyu mutlu kılmak artık Türk hükumetinin bir önceliği değildi. Üçüncüsü, İsrail Türkiye olan ittifakın kaybına Yunanistan ve Kıbrıs’la sıcak ilişkiler geliştirerek cevap verdi. Akdeniz’de geniş doğal gaz rezervlerinin bulunmasıyla bu ilişki güçlenmiş, İsrail ile Kıbrıs çıkarları bir araya gelmiştir.
Türkiye’nin milliyetçi çıkarlarının İslam’a yönelmesinin getirileri açık değildir: Büyük ölçüde ticarette artış veya büyük yatırım artışları olmamıştır. Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi zaten şüpheliyken ve muhalefeti destekleyen birçok değişik etken varken ülkenin giderek daha fazla İslami patikayı takip etmesi, Avrupa Birliğine giriş için her türlü umudun tükenişinin son halkasını teşkil eder gibiydi.
Buna karşın, AKP hükumeti için siyasal yararları olmuş, sandığa giderken her türlü milliyetçi, dini duyguları ve hatta antisemitizmi kullanarak iç popülaritesini ve desteğini arttırmıştır. Obama yönetiminin çok özel tavırlarından dolayı İsrail’e karşı düşmanlığı nedeniyle bir zarar görmemiştir. Belki de Obama’dan sonraki başkan, Türkiye rejimini bir problem olarak ve hatta bir düşman olarak görme şeklinde politikasını değiştirebilir mi?
Bu, Türk-İsrail ilişkileri hakkında nihai bir soruya yol açıyor. Acaba bu geçici midir? Diğer bir deyimle, düşmanlık AKP rejimi iktidarda kaldıkça devam edecek ancak iktidardan ayrıldığında-eğer bu olursa- bazı şartların zorlamasıyla acaba Türkiye tekrar İsrail ile bir araya gelecek midir? Bu kuvvet İslamcı bir Türkiye’ye Batı’nın hasmane tavrı, halen yürürlükte olan politikanın herhangi bir getirisi olmaması, Ortadoğu’da işlerin karışması ve Arap Dünyası ile İran’dan düşmanlık, Türkiye’nin radikal İslamcı güçlerce alt üst edilmesi veya başka problemler olabilir. Ancak Türkiye-İsrail ittifakının bittiği açıktır, en azından AKP hükumetinin yaşam süresi kadar.
Barry Rubin 27 Nisan 2012
Çeviri: Avram Cerasi
Kaynak: Hasturktv.com
SON VİDEO HABER
Haber Ara