Çin Seddi'nden sonra en uzun duvar Batı Sahra'da
Çin Seddin'den sonra en uzun duvarın inşa edildiği Batı Sahra özgürlüğü için mücadele veriyor. Batı Sahra hakkında merak ettiğiniz bu raporu Timetürk okurları için derledik, Batı Sahra'lı hükümet yetkilileri ile görüştük.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-05-03 08:59:53
Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti hakkında her şey
Nevzat Çiçek / Time Türk
1. Coğrafi konumu:
Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti, Afrika kıtasının kuzey doğusuna düşmektedir. Kuzeyinde Fas krallığı, güney ve güney doğusunda Moritanya İslam Cumhuriyeti, doğusunda Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti ve batısında ise 1400 km uzunluğunda bir sahil ile Kanarya adalarının karşısında Atlas okyanusu bulunmaktadır.
2. Yüzölçümü:
Sahra devletinin coğrafik yüzölçümü 266 km2.dir. Kuzeyde Kızıl Ark, güneyde ise Altın vadisi olmak üzere iki ana bölgeden oluşmaktadır. Kuzeyi fosfat, güneyi ise uluslar arası düzeyde daha çok zengin ve çeşitlilik açısından daha fazla balık havzası ile zengindir. İdari olarak el-Uyun, el-Dahile, el-Samarah ve Avserd olmak üzere dört vilayete ayrılmaktadır.
3. Nüfusu:
Savaş, iltica ve bazı insanların bedevilik ve göç durumundan dolayı, şimdiye kadar özenli bir sayım olmamasına rağmen yaklaşık yarım milyon nüfusa sahiptir. Nüfusun tümü İslamdan önce ve sonra çoğu Arap göçlerinden gelen Arap kabilelerden gelen Araplardır. Fasih Arapçadan türetilmiş hassaniye lehçesi ile konuşmaktadırlar. Tümü İslam dinine mensup ve Sünni Maliki mezhebine tabidirler.
4. Kaynaklar:
Batı sahra coğrafyası, uluslar arası açısından en önemli fosfat ocaklarından biri ve uluslar arası en zengin sahiller arasında büyük bir balık servetine sahiptir. Harita ve aramalardan altın, gümüş, uranyum, demir, bakır, birçok değerli taş cinsleri ve kuvartz gibi değerli madenler gibi maddenler bulunduğu tespit edilmiş ve ayrıca kara ve denizde petrol ve gazın bulunduğuna dair ciddi göstergeler mevcut olduğu bilinmektedir.
Devlet oluşu
Sömürgeci İspanyanın 26 Şubat 1976 tarihinde düzensiz ve ansızın terk etmesinden sonra, o zaman ki Kızıl Ark ve Altın vadisi halk kurtuluş cephesinin genel sekreteri şehit el-Veli Mustafa el-Seyyit ve o yine o zaman ki geçici Sahra Ulusal Meclisinin tensip ve teyidi ile bir sonraki gün de yani 27 Şubat 1976 tarihinde Müslüman Sahra Arap halkının toprağı üzerindeki egemenliğini korumak, kargaşayı kabul etmemek ve uluslar arası meşruiyeti ve geleceğini ve ayrıca bağımsızlığını kendi kendine belirleme konusunda tartışmaya kabil olmayan, hakkından mahrumiyetini atlamak suretiyle, emrivaki siyasetine boyun eğmeyi kabul etmemenin ifadesi olarak Sahra idaresine bağlı Sahra topraklarında bulunan Biir Lahlu’da Sahra Arap Demokratik Cumhuriyetini ilan etmiştir.
Sahra devletinin ilan edilmesi içeriden ve dışarıdan bir takım faktörlere cevap olmuştur:
İç faktörler: Daha önce, sömürgecinin terk etmesi, ülkenin ve insanların işlerini yürütecek yasal bir sistemin bulunmamasından dolayı meydana gelebilecek kargaşalar gibi bazı faktörlerin bir kısmına işaret edilmiştir. Bu durum, ayrıca en önemli diğer gereklilik, meşruiyet ve uluslar arası temsil gibi faktörlerin de eklenebileceği bağımsız Sahra otoritesinin oluşturulması açısından fırsat doğduğu anlamına gelmektedir.
Dış faktörler: Sahra halkının geleceğini ve bağımsızlığını belirlemede, hakkını teyit eden uluslar arasınca kararlara rağmen geleceğini seçme konusunda kendisini ifade fırsatı doğmamıştır. Bilakis daha kötü bir durum ortaya çıkmıştır. Çünkü toprak ve nüfusun bölünmesi, bölge yönetimini, bölge ile ilgisi bulunmayan dış aktörlere bırakarak memleket ile ilgili bütün umutları gömmek için çabalayan Madrid antlaşması yapılmıştır.
Öte yandan Sahra devletinin ilan edilişi, toprak üzerinde egemenliği olan, meşru umutlarına uygun bulunan durumları oluşturmaya karar veren atalarının toprağı üzerindeki egemenlik hakkını öngören bir halkın adına dünyayı muhatap almak için çok ilerici ve gelişmiş bir mücadele aracını ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda bu durum uluslar arası ilişkilerdeki ciddiyetin, uluslar arası konjoktürün gerekliliklerine göre ve devlet kurumları ile olan hoşgörü ve saygının gerekliliklerine göre organizeye muktedir olduğuna dair bir ispatın ifadesidir.
Bu nedenle Sahra Arap Demokratik Cumhuriyetini tanımak ve Sahra halkının geleceğini belirlemedeki hakkını desteklemek bir birinden ayrılmayan husus olduğu aşikardır. Çünkü tanımak, halkların geleceğini belirlemede ki haklılık prensibine saygı ve söz konusu ilkenin kutsiyetini korumaktan geldiği kadar ayrıca bir halkın toprağı üzerinde egemenliğini, geleceğini ve bağımsızlığını belirleme de tartışma götürmeyen haklılığını da teyit etmiş olacaktır. Sahra halkının bağımsız devletini ilan etmesi ile yürürlükteki uluslar arası tüm vesika, kanun ve örflere uygun olarak kabul edilen meşru bir hakkı uygulanmış olmaktadır.
Fas’ın Cezair toprağından bir parça olduğunu ilan etmesi propagandasının tersine, Sahra Arap Halk Cumhuriyetinin Cezair sınırlarından 130 km uzaklıkta kurtarılmış Sahra topraklarında bulunan Biir Lahlu’da ilan edilmiştir. İlan edilişinden bir gün sonra yeni devletin ana halklarını, profillerini ve kurumlarını belirleyen bir anayasal vesika yayınlanmıştır. Ardından maliye, ticaret ve gıda, eğitim, sağlık ve sosyal işler, enformasyon ile enerji ve ulaştırma olmak üzere dört bakanlık genel müdürlüklerinin yanı sıra bir başbakan ve savunma, dışişleri ve içişleri bakanlık olmak üzere üç bakanlığı içeren ilk Sahra hükümeti oluşturulmuştur.
Sahra devletinin ilan edilişi; ülkenin güneyden ve kuzeyden çifte askeri istila ortamında ulusal düzeyde baş gösteren zor şartlarda gerçekleşmiştir. Bununla birlikte bu durum emrivaki politikasının uygulanması, binlerce aile ve vatandaşların yurdundan edilmesi ve Napalm ve beyaz fosfor bombalarının yağmuruna maruz kalmaları durumu anlamına gelmektedir.
Uluslar arası kurumlar (özellikle birleşmiş milletler) düzeyde ise, geleceğini belirleme hakkını savunan ve Madrid anlaşması ile ve bu anlaşmadan gerçek zemin üzerinde doğan acılara sağır durumuna geçen taraf arasında bölünme gerçekleşmiştir. Bu nedenle genç Sahra devleti, aynı derecedeki bir öncelik ile üç görevi yapması gerekmekte idi:
a. Hava bombardımanından kaçan vatandaşların can güvenliklerini sağlamak, onlar organize etmek ve onlara gıda, barınma ve ilaç temin etmek.
b. Cephenin askeri kanadının yeniden düzenlenmesi ve sınırlarını korumaya, yeni işgal kuvvetlerine karşı koymaya ve o dönemde Fas ve Moritanya’nın takip ettikleri emrivaki politikasına karşı koymaya muktedir bir cumhuriyet ordusuna dönüştürmek.
c. Madrid antlaşmasının uluslar arası düzeydeki etkilerine karşı koymak, Sahra devletinin tanınmasını iktisap etmek ve uluslar arasında konumunu güçlendirmek.
Dolayısıyla bugün Sahra devleti, geri dönüşü olmayan bir gerçek ve kurulmuş ve var olan bir ülke haline gelmiştir. Çünkü hali hazırda dünyamızda kabul edilen devletin her türlü şart ve gerekliliklere sahiptir:
- Uluslar arası bütün kurumlarda kayıtlı uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde sınırları belli ve çizilmiş ve toprak bütünlüğü tanınmış olarak dört bir yana yayılmış bir toprak (266.66 km2).
- Kimliği, mensubiyeti ve soyu belli, özel kültürü ile uyumlu, adet gelenek görenek ve komşularından farklı sistemi ile belirgin olan bir halk.
- Çeşitli yürütme, yasama ve yargı kurumları ile ülkenin işlerini yürütmeye çalışacak ulusal bir otorite.
- Şu anda Sahra ulusal topraklarının önemli parçalarına hâkimiyet kuran, ana üsleri bulunan her türlü silah ve askeri teşkilatlarının sınıfları ile savaş bölgelerine yayılmış topraklarını işgal edenlere karşı şiddetli bir şekilde 18 yıl boyunca savaşan meydanda kendini ispatlayan çağdaş bir ordu.
- Avusturalya’dan her iki Amerika’ya uzanan geniş uluslar arası ilişkiler ile tüm halkları ile Afrika birliği örgütünde daimi üyeliği bulunmaktadır.
Sahra Demokratik Arap Cumhuriyetindeki yönetim şekli
Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı yarı başkanlık sistemi olup aşağıdakilerden oluşmaktadır:
1. Her üç yılda seçilecek devlet başkanı
2. Hükümet, devlet başkanı bir başbakanı tayin edecektir. Sonra onaylanmak üzere ulusal meclise (parlamentoya) programını sunacak bir hükümetin oluşturulması için görevlendirilecektir.
3. Halk tarafından doğrudan seçilecek ulusal meclis (parlamento).
Hükümeti oluşturan bakanlıklar şunlardır:
* Başbakanlık
* Milli savunma bakanlığı
* İçişleri bakanlığı
* Dışişleri bakanlığı
* Adalet ve din işleri bakanlığı
* Noterlik ve güvenlik devlet katipliği
* Milli eğitim bakanlığı
* Enformasyon bakanlığı
* Kültür bakanlığı
* Genel sağlık bakanlığı
* Bayındırlık ve kurtarılmış toprakların imarı bakanlığı
* Tedarik bakanlığı
* Ulaştırma bakanlığı
* Yardımlaşma bakanlığı
* Kalkınma bakanlığı
* Ticaret bakanlığı
* Sosyal bakım ve kadın gelişim bakanlığı
* Gençlik ve spor bakanlığı
* Meslek edindirme birey bakanlığı
04- Vilayetler (İller)
* el-Uyun vilayeti
* el-Samara vilayeti
* Avserd vileyeti
* el-Dahile vilayeti
Her bir vilayet için aşağıdakilerden oluşan halk meclisi olacaktır:
- Meclise başkanlık edecek, hükümet tarafından atanmış vali.
- Vilayet genel sekreteri, valinin bulunmadığı hallerde vali yerine görev yapacaktır.
- Aşağıdaki görevler ilaveten vilayette (il’de) bakanlık programlarını denetleyecek, bakanlıklardan temsilci olarak bulunacak kurum müdürleri:
- Seçilmiş daire başkanları
- Sahra Kızılay temsilcisi
- Vilayet kadısı
- Parlamento başkanı
- İl idari, siyasi ve güvenlik işleri sorumluları
- Halk komiteleri başkanı (kadın- genç- çalışan- öğrenci)
SAHRA SORUNU SÖMÜRGECİLİĞİ TASFİYE ETME MESELESİDİR!
Sahra sorunu, sürekli olan Arap olayları sürecinde önemine paralel olan önem verilmediği Arap ve İslam sorunlarından biridir. Bu sorun, Batı Sahra sorununa kıyasla önemi daha az olan ancak daha fazla öneme mazhar kılınan sorunlara göre Doğu Arap politikası dönemeçleri içinde bazen bilerek bazen de istenmeyerek göz ardı edilmiştir.
Bu sorunun temelini hatırlatmak önem arz etmiş olabilir, bu şekilde de meselenin gerçeğini anlamakta yardımcı olabilir. Bu meselenin devamı iki kanıtın çelişmesinden kaynaklanan bir sömürgeciliğin tasfiyesi sorunudur. Fas’ın öne sürdüğü bu kanıtlardan biri, Bat Sahra’da tarihi haklar iddiasından, diğeri ise Sahralıların savunduğu kanıttan kaynaklanmaktadır. Onlar, kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsızlık yolundaki değişmeyen haklarına sarılmaktadırlar.
Fas krallığı, iddialarında bazı delillere dayanmaktadırlar. Bunların içinde Fas krallığının 1975 yılında Batı Sahra sorunu görüşmeleri sırasında Lahay Uluslar arası Adalet Divanı’na bir rapor halinde sunmuş olduğu delillerdir. Konu Birleşmiş Milletler genel kurulu tarafından Fas krallığı temsilcisinin 1974 tarihindeki talebi üzerine Adalet Divanı’na havale edilmiştir. Fas temsilcisinin bu konudaki amacı Krallığın Batı Sahra üzerinde tarihten gelen örnekleri aşağıda verilen egemenliğini kullanmış olduğunu kanıtlamak idi:
Batı Sahra’da komutanların atanmasına dair kraliyet mersumları.
Vergi tahsil edilmesi.
Bazı kabilelerin sultana tabi olması.
Sömürgeciliğe karşı gelinmesi.
Sultanların 1882 ve 1886 yıllarında Sus bölgesinin güneyindeki hamleleri.
Batı Sahra’nın Fas’a komşu olması ve bölgelerin sahra özelliğini taşımış olması (bölgelerin Fas’ın doğal uzantısı olarak kabul edilmesi).
Batı Sahra ile ilgili uluslar arası olaylar (Anlaşmalar, antlaşmalar, diplomatik yazışmalar).
Adalet Divanı Fas krallılığının delillerini iki bölüm içinde sınıflandırmıştır:
A – Bölge üzerinde Fas’ın otoritesinin bulunduğunu gösteren iç olaylar.
B – Fas krallılığının diğer devletlerin Fas egemenliğini tanıdığını Fas’ın delil olarak öne sürdüğü uluslar arası olaylar.
Ancak, Uluslar arası Adalet Divanı, Fas tarafından sunulmuş olan bilgilerin Batı Sahra’da bir fiili egemenliğin kurulduğunu kanıtlamak için yeterli olmadığı sonucuna varmıştır. Adalet Divanı şu hususları öne sürmüştür:
Fas krallığı hiçbir zaman bölgede vergi tahsil etmemiştir.
Sultanların hamleleri değil Batı Sahra’ya, Fas’ın güneyine düşen Dera vadisine bile uzanmamıştır.
Şeyh Ma-ul Ayneyn’in aktiviteleri sultanın bölge üzerinde egemenliğinin var olduğunun bir kanıtı addedilemez.
Komşuluk durumu delili geçerli değildir ve bu durum için uygulanamaz. Zira aynı delillere dayanan (Moritanya) başka talep eden taraf vardır, ayrıca bu topraklarda siyasi ve sosyal seviyede düzenli olan kabileler yaşamaktadır.
Fas krallılığının delil olarak sunmuş olduğu bölge üzerindeki egemenliğinin diğer devletler tarafından tanındığına dair uluslar arası olaylarla ilgili deliller ise, Adalet Divanı bu delilleri önemine göre sınıflandırdıktan ve düzenledikten sonra, bu delillerin Fas krallılığının Batı Sahra üzerinde egemenliği konusunda diğer hükümetler tarafından uluslar arası tanımasını kanıtlamadığı sonucuna varmıştır. Zira uluslar arası olaylar ve iç olaylar aynı sonuca vardırır, çünkü birincisi ikincisini kanıtlar ve ne o ne de bu, Batı Sahra’nın İspanya’nın sömürgesi olduğu sürede Fas krallılığının Batı Sahra’yla yasal bağların veya bölgesel egemenliğinin olduğunu göstermez.
Adalet Divanı daha sonra Sahralı Arap halkının kendi kaderini tayin etmede ve bağımsızlıkta hakkının bulunduğuna dair kararını vermiştir:
“ Adalet Divanı Fas krallılığının egemenliğini diğer hükümetler tarafından uluslar arası itiraf olarak bir delil kabul ettiği iç olayları ( Komutanlar ataması, vergi tahsil etmesi, Silahlı direniş, sultanların hamleleri) inceledikten sonra, bölgenin bazı kabileleri ile sultan arasında bağlılık ilişkilerinin (ruhi ve dini) bulunmasına rağmen, divana sunulan bütün bunlar Fas ile Batı Sahra arasında bölgesel egemenlik bağlarının bulunduğuna dair bir kanıt teşkil etmez. Adalet divanı sonuçta “ Adalet Divanı’na sunulan tüm maddi deliller ve bilgiler Batı Sahra toprakları ile Fas krallığı ya da Moritanya grubu arasında her hangi bir bölgesel egemenlik bağının bulunduğunu kanıtlamamaktadır. Dolayısıyla Divan, bölge halkının hür ve gerçek iradesini belirtmek yönünden kendi kaderini tayin etme prensibini uygulama konusu başta olmak üzere, Batı Sahra’da sömürgeciliği tasfiye etmekle ilgili (1514 V X) nolu kararın uygulamasını etkileyecek hukuki bağların bulunmadığı sonucuna varmıştır”.
Sahra halkı, tarihi yönden Fas krallılığının bir parçasını teşkil etmediklerini ve kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsızlıkta haklarına bağlı olduklarını ileri sürerek, bu hususta birçok tarihi ve coğrafi gerçeklere dayanmaktadırlar. Bu gerçekleri ister Fas’ın kendisinden, ister başka yönlerden olan tüm belge ve yazışmalar kanıtlamaktadır. Birleşmiş milletler Genel kurulu da 1963 yılında Birleşmiş Milletler tarafından sömürgeciliğin tasfiye edilmesi gerektiği bölgeler listesine Batı Sahra bölgesini dahil ettiği zaman bu belge ve yazışmalara dayanmıştır. Birleşmiş Milletler daha sonrası da Sahra halkının kendi kaderini tayin etme ve bağımsızlık haklarını 1966 yılında tanımıştır ve bugüne kadar bunun üzerinde durmaktadır.
Birleşmiş milletler ve Afrika Birliği Örgütünün çabaları bu çerçevede birleşmiş ve Sahra anlaşmazlığı için bir çözüm yolu aranmıştır. Bu şekilde de iki tarafın üzerinde anlaştığı ve Güvenlik Konseyi’nin 1991 yılında onayladığı bir barış planı ortaya çıkmıştır. Bu plana göre ateş kes uygulanır, oy verenlerin kimlikleri tespit edilir ve sonra Sahralı mülteciler geri döner, iki tarafın güçleri merkeze döner, esir mübadelesi yapılır ve sonunda Sahralıların bağımsızlığı veya Fas’a iltihak etmeyi seçecekleri kendi kaderlerini belirleme yönünde bir referandum icra edilir. Ancak bütün bunlar ateş kes ilanından (fiilen 06.09.1991 tarihinde gerçekleşti) en fazla altı ay içerisinde Birleşmiş Milletler komisyonu gözetiminde (MINURSO) adıyla tanınan Batı Sahra’da referandum icra edilmesini gerektirir.
Bizler şimdi 2012 yılına girmiş bulunmaktayız, ancak referandum gerçekleşmemiş ve Sahralıların acıları hala sona ermemiştir. Bunun nedeni Fas’ın sayılamayacak düzeyde değişik engellemeleridir. Fas krallığı Sahralıları kah Küba ya da Vietnam’dan gelen paralı askerler olarak, kah onları soğuk savaş sonuçları ve sömürgeciliğin ortaya koyduğu toprak bütünlüğü karşıtı ayrılıkçılar olarak vasıflandırmakta, bazen de Cezayir ile olan sorunlar ikilisine dayanmaktadır. Ancak güneşin kalburla örtülmesi mümkün değildir, Zira Afrika Birlik Örgütü Sahra devletini tanımakta, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da hala Sahra sorununun evreleri henüz tamamlanmamış sömürgeciliği tasfiye etme sorunu olarak görmekte, Güvenlik Konseyi konunun tüm gelişmelerini yakından takip etmekte ve bu hususta Birleşmiş Milletler genel sekreterinden raporlar almaktadır.
Fas krallığı Batı Sahra sorununu Arap ve İslam arenasında sömürgecilerin elinde olan Faslı arazilerin geri alınması ve kurtarılması konusu olarak sunmakta başarılı olmuş ve soylu milli duygularını, Arap birliğine ve İslam dinine bağlılığı ve bunlara aykırı olan herhangi bir akıma düşman kesilme duygularını istismar ederek kendi rejimini tek Kahraman” olarak orta yere atmıştır. Fas rejimi herkesi (içeride ve dışarıda) bir ayrılıkçı Sahralı akımla karşı karşıya olduğunu ileri sürerek kandırmıştır. Fas’ın bu çabasında hedeflerini gerçekleştirmek uğruna güçlü bir batı medyası mekanizması (Fransız, Amerikan, İsrailli) destek vermiş, Arap medyası ise ideolojik bağlantılar mantığından yola çıkarak Fas’ın tutumunu destekleyenler ile sorunun verilerini, Sahra sahasında olan bitenleri bilmeden ve gerçeği arama zahmetine katlanmadan sadece bölünmeyi reddeden pasif tarafsız olarak tarafsızlar arasında bölünmüştür.
Müslüman Arap Sahralı halkın zulümlerin en acısı olan akrabaların zulmüne uğraması nedeniyle otuz beş yıldan beri acı çekmektedir, halk bu süre içinde savaştan, parçalanma, ilticaya mecbur kalma ve yoksulluktan dolayı çok acılara maruz kalmıştır, ancak bu halk davasının adaletine ve davayı savunmakta haklı olduğuna inanarak, sabretmiş, dik durmuş ve hala ayağının üstünde durmaktadır. Acaba Arap ve İslam dünyasının tutumu aynı durumda mı kalır, zalimin duygularına saygı göstererek sıla-i rahmi unutur, öksüzleri ihmal eder ve zulmü görmemezlikten gelir mi? Ne zamana kadar kardeşler kardeşlerini yok addeder ve bu davanın sadece siyasi bir boyutunu görüp sorunun dini, insani, sosyal ve milli boyutlarını görmemezlikten gelirler?
Tüm zihinlerde kalması gereken ana özet şudur ki: Yeryüzünün doğusunda ve batısında Sahra’nın Fas’a ait olduğunu kimse tanımamaktadır. İkili ilişkiler çerçevesinde Arap ülkeleri dahil, Fas’ın görüşünü destekleyen ülkeler bile, Birleşmiş Milletlerin antlaşması ve kararlarına uyarak Fas’ın Sahra üzerinde iddia ettiği tarihi hakları resmiyette tanımamaktadırlar.
Müslüman Arap Sahralı halkın zulümlerin en acısı olan akrabaların zulmüne uğraması nedeniyle otuz beş yıldan beri acı çekmektedir, halk bu süre içinde savaştan, parçalanma, ilticaya mecbur kalma ve yoksulluktan dolayı çok acılara maruz kalmıştır, ancak bu halk davasının adaletine ve davayı savunmakta haklı olduğuna inanarak, sabretmiş, dik durmuş ve hala ayağının üstünde durmaktadır. Acaba Arap ve İslam dünyasının tutumu aynı durumda mı kalır, zalimin duygularına saygı göstererek sıla-i rahmi unutur, öksüzleri ihmal eder ve zulmü görmemezlikten gelir mi? Ne zamana kadar kardeşler kardeşlerini yok addeder ve bu davanın sadece siyasi bir boyutunu görüp sorunun dini, insani, sosyal ve milli boyutlarını görmemezlikten gelirler?
Tüm zihinlerde kalması gereken ana özet şudur ki: Yeryüzünün doğusunda ve batısında Sahra’nın Fas’a ait olduğunu kimse tanımamaktadır. İkili ilişkiler çerçevesinde Arap ülkeleri dahil, Fas’ın görüşünü destekleyen ülkeler bile, Birleşmiş Milletlerin antlaşması ve kararlarına uyarak Fas’ın Sahra üzerinde iddia ettiği tarihi hakları resmiyette tanımamaktadırlar.
“ Utanç duvarı insaniyet aleyhine işlenen bir suçtur ”
Uzunluğu 2720 Km olan duvar, altı aşamada yapılmıştır. 120 bin Faslı asker, 240 ağır top kulası, 20 bin kilometreyi aşan tel örgüsü, binlerce zırhlı araç ve uluslar arası anlaşmalarca yasak kılınan ve içinde insanlara karşı olan milyonlarca mayın bu duvarı korumaktadır.
Fas Savunma duvarı adı verilen bu “utanç duvarı” uluslar arası toplumun gözü önünde çeyrek yüzyıldan beri bir milleti ve onun vatanını bölmektedir.
Askeri bir sur olan bu duvar, arkasında duvarın her iki tarafında karşı tarafa geçmeyi deneyen yüzlerce sivil Sahralının ölümüne ve mera arayan binlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvanın telef olmasına neden olmuştur.
Ayırma duvarı, onlarca orta ve uzun menzilli gözetim cihazı, onu destekleyen Afrika kıtasının en güçlü askeri hava kuvvetleri olan askeri uçaklar ve binlerce füze, roket, ağır top ve küme bombaları ile donatılmıştır.
Bir insanlık suçu teşkil eden bu suç, mayınlarıyla, tel örgüleriyle, siperleriyle, silahlarıyla ve askerleriyle herkese meydan okumaktadır.
1980 yılında yapılmasına başlanan duvar, Batı Sahra’yı bölmeyi ve Müslüman Arap Sahralı aileleri birbirinden ayırmayı hedeflemiştir. Aşağıda milyonlarca dolara mal olan ve bakım ve tamirinin masrafı çok fazla olan duvarın inşa edilmesi aşamaları sergilenmektedir:
Birinci duvar:
Uzunluğu 500 Km. olan bu duvarın yapımına 1980 yılının Ağustos ayında başlanmış ve 1982 yılının Haziran ayında tamamlanmıştır. Bu duvar o zamanki Fas rejimi tarafından “Yararlı üçken” adı verildiği bölgeyi içermiştir.
Duvar, kuzeyden Ras El- Hunfure’den başlayarak güneyde Bucdur bölgesine kadar uzanmakta ve Baherepşat, Ras El- Amra, Samare, El-Seken ve Bukraa bölgelerinden geçmektedir.
İkinci duvar:
Uzunluğu 300 Km. olan bu duvarın inşasına 1983 yılının Aralık ayında başlanmış ve 1984 yılının Ocak ayında bitirilmiştir. Duvar Bukra bölgesinin güney batısından başlamakta ve Amakla ve Torkıt bölgelerini içine almaktadır.
Üçüncü duvar:
Uzunluğu 320 Km. olan bu duvarın yapımına 1984 yılının Nisan ayı ile Mayıs ayı arasında başlanmıştır. El-Zak’tan başlayan bu duvar, Vadi El-Retmiye’ye doğru uzanmakta ve Tişıt vadisi ile Ecdiriye ve Hoza beldelerini içine almaktadır.
Dördüncü duvar:
Uzunluğu 380 Km. olan bu duvar, Tarıf Bu Hında’dan başlamakta, Lebriga’ya kadar uzanmakta ve Labtana, Varkıziz, El-Mahbas ile El-Fersiye beldeleri, Rus Beni Umeyra ve Karara Lahdid bölgelerinden geçmektedir.
Duvarın yapımı 1984 yılının Aralık ayında başlamış ve 1985 yılının Aralık ayında tamamlanmıştır.
Beşinci duvar:
Uzunluğu 670 Km. olan bu duvar, Askala’nın güney batısından başlamakta, Lebirde’ye kadar uzanmakta ve Cibilat El-Biz, Gor Lefkeh, Tarıf Abde, Tarıf El- Mahzana, Nekcir, El-Huli vadisi, Teyarat Lehmir ve Emlili’ye kadar uzanmaktadır. Duvarın yapımı 1985 yılının Mayıs ayında başlamış ve aynı yılın Eylül ayında tamamlanmıştır.
Altıncı duvar:
Sonuncusu olan ve uzunluğu 550 Km. olan bu duvarın yapımı 1987 yılının Şubat ayında başlanmış ve aynı yılın Nisan ayında tamamlanmıştır. Duvar, Tarıf El- Mahnaze’den başlamakta ve Atlas okyanusu üzerinde olan Gargarat’ta bitmektedir. Duvar: Tınvake, Tinlig, Domes, Tezrurt, Klib Tayr El-Al, Kalb Azlim, Azm-l Akır Lagvir Labiv ve Burvaka’dan geçmektedir. Duvar, Avsert, Tışle ve Bir Kenduz gibi güney doğu şehirlerinin etrafında bir çember oluşturmaktadır.
Batı Sahra’da yerleştirilen mayınların çeşitleri
Mayın Adı Mayının çeşidi İmal edildiği ülke
VS 50 Plastik, Kişi ve tanklara karşı İtalya
L 412 B5S B33 Plastik, Kişi ve tanklara karş Portekiz, İspanya, İtalya
L 55 Plastik, Kişi ve tanklara karş İngiltere
L 2 Parçalanan, kişilere karşı ABD
L 15 Metal, Kişilere karşı ABD
L 19 Metal, Kişilere karşı ABD
B R B M 3 Plastik, Kişilere karşı Belçika
L 453 SB 81 Parçalanan, Kişilere karşı Portekiz, İtalya
L = Mayın
Bunlardan başka, Fas krallığı silahlı güçlerin saldırılarının değişik aşamalarında F 1 uçaklarından atılan ABD menşeli küme bombalar ve göçebe insanları yıldırma ve hayvanları telef etme amacıyla Sahra arazisinin geniş bölümlerine atılan 250 ve 950 Km ağırlığındaki zaman ayarlı detonatörlü bombalar da kullanılmıştır.
Arap Sahası ve Batı Sahra soruları
Arap sahası, Batı Sahra sorunundan bahsedilirken ortaya atılan birçok soruyla ve bu anlaşmazlığın geleceği ve çözüm yollarına ilişkin sorularla karşı karşıya kalmaktadır. Bu soruların en önemlileri aşağıdaki sorular olabilir:
- Sahra halkı bir Arap halkı mıdır?
- Bu halk Arap ise, Arap birliğine inanıyor mu?
- Bu halk neden Fas ile bütünleşmeyi kabul etmiyor ve Fas’ın barışçıl yollarla demokratikleşmesi için Fas ulusal güçleriyle birlikte mücadele vermiyor.
- Neden Fas veya Cezayir ya da Moritanya ile birleşmiyor?
- Küçücük ülkelere ve Arap Ligi’nde yeni bir rakama ihtiyacımız var mı?
- Batı Sahra’da kanlı çarpışmaların devam etmesi kimin menfaatinedir?
- Cezayir’in bu çekişmenin devam etmesinde bir menfaati var mıdır?
- İspanya’nın Batı Sahra’daki durumun devam etmesinde bir menfaati var mıdır?
- Gerçekten Sahralı mülteciler insani acılar çekiyorlar mı?
- Bu problemin bir çözüm yolu var mı?
-
Bu sorulara cevap vermeden önce sorulması gereken diğer soruların ortaya atılması gerekir, örneğin:
- Neden Birleşmiş Milletler heyeti 1966 yılından beri Batı Sahra sorununu bir sömürgeciliğin tasfiyesi şeklinde görmüştür ve bu görüşünde hala ısrarlıdır? Birleşmiş Milletlere egemen olanlar halkların davaların davalarının yandaşları mıdırlar ve adaleti ve hakkı savunan taraflar mıdırlar? Yoksa hak ve adalet kendini orta yere koyuyor?
- Sorulara cevap getirebilme bakımından: neden Arap resmi ve halk güçleri bu konuda sahada bulunmamaktadır?
- Neden Afrika birlik örgütü (Afrika Birliği) El- Sakiye El- Hamra ve Vadi El- Zeheb’i kurtarma Halk Cephesine Demokratik Arap Sahra Cumhuriyeti’nde tam haklara sahip bir üye olarak Afrika özgürlük Halk Cephesini tanıdı, Araplar ise neden hala üst üste sorular sormakla yetiniyorlar?
- Neden Arap ve İslam sahaları hariç, tüm dünyada bu soruna halk bazında bu kadar önem veriliyor, sorun izleniyor ve insani destek görüyor?
- Hakkın, adaletin, zulmün ve saldırının Araplarca özel bir anlamı mı vardır, yoksa konu kendi meselelerimize gelince kendi aramızda ahlaki cesaretimiz ortadan kaybolur, başkalarıyla karşı karşıya gelince bu cesaretimiz meydana çıkar, yoksa konu keyfimiz ve ruh halimizle ilgilidir?
- Her birimizin iddia ettiği gibi ilk ve son hedefimiz olan Arap birliğini nasıl gerçekleştiririz? Aramızda birilerimiz Arap milliyetçiliğinin vasisi midir? O birimiz kendini vasi addediyorsa, Arap aleminde onun vesayeti kabul görüyor mu?
- Hak, adalet, karşılıklı saygı ve uluslar arası meşruiyetin hepsi Arap birliğinin kurulmasıyla çelişkili olan kavramlar mıdır? Özgürlük, Demokrasi ve insan hakları da mı Arap birliğiyle çelişki içindedir?
- Bizler Arap birliğini birbirimizi dışlayarak mı kurarız ve gerçekleştiririz? Yani rejimler muhalefeti dışlıyor, muhalefet ise hükümetleri suçluyor ve dışlıyor, ikisi de birden (rejim ve muhalefet) halkları dışlamaya kalkışıyorlar. Ne zamana kadar her birimiz bir derede kaybolur ve yapmadıklarını konuşur?
-Arap birliğine inanmak Arapçılığa mensubiyeti kanıtlamak için gereken bir şart mıdır? Yoksa birlik, Arap olan biri için bir hedef olması gerekir?
Arap sahası seviyesinde belki de dile getirilmiş olan bu sorulara cevap vermek için şöyle bir yorum getirebiliriz:
- Birinci soru: Sahra halkı bir Arap halkı mı?
- Cevap: Batı Sahra’daki halk hiç katkısız asil bir Arap ve Müslüman halktır. O halkın aslı, değişik zamanlarda Arap göçleri zımnında Arap yarım adasından gelen Hasani Arap kabilelerine döner. Müslüman Sahra halkı içinde yaşayan biri hemen bu halkın doğru bedevi ekseniyle Arapça diliyle konuştuğunu görür, bu da bu halkın Arap ve Müslüman olduğunun ve açık bir şekilde Arap örf ve adetlerine sahip olduğunun birer kanıtıdır.
- İkinci soru: Bu halk Arap ise, Arap birliğini benimsiyor mu?
- Cevap: Bu halkın Arap birliğine inandığı tüm edebiyatında görülür, ayrıca kampları ziyaret eden her kişi Sahralıların hükümet olarak, halk olarak ve liderler olarak Arap ve İslam kimliğine bağlılığını ve büyük Arap aleminin ve yüce İslam ümmetinin ayrılmaz bir parçası olduğuna ısrarla inandığından emin olabilir. Bu halk, Moritanya eski başkanının (Muhtar Veled Dade) Moritanya ile Sahra arasında bir birlik kurulmasına nasıl yüz çevirdiğini büyük bir üzüntüyle hatırlar, ancak bu halk silah zoruyla ve zulümle kurulacak herhangi bir birliği kesin olarak reddeder ve bağımsızlığı (özgürlüğü) birliğin kurulması için şart olduğuna inanır.
- üçüncü soru: Bu halk neden Fas’la birleşip ve Fas’ın barışçıl yollarla demokratikleşmesi için Faslı vatan sever güçleriyle birlikte mücadele etmeyi kabul etmiyor?
- Cevap: Arap Sahra halkı zorla Fas’a katılmayı reddeder, ulusal kimliğine ve özgür iradesini elde etme zaruretine inanır ve buna sımsıkı bağlıdır. Kaldı ki Fas’ın yaptığı ne birleşme, ne Arapçılık, ne de Müslümanlık için idi, o sadece Sahra topraklarında bulunan servet için ve bölgede sömürgeci amaçlarını gerçekleştirmek için uğraşmaktadır. Bunu kanıtlamak kolaydır. Fas’ın, İspanya’nın Sahra topraklarını işgal ettiği zamanlarda İspanyayı desteklemesi, El-Sakiye El-Hamra ve Vadi El-Zeheb bölgelerini kurtarmak için uğraşan halk cephesi direnişçilerini kuşatması, bir parça ekmekle bile onlara destek vermemesi, Sahra topraklarını işgal ettikten sonra vahşice eylemlere kalkışması ve bu toprakları yutabilmeyi kolaylaştırmak için demografik yapıyı değiştirme çabaları Fas’ın bu tutumunun kanıtlarıdır. Bu kişinin, ister Kamp Devid öncesi veya sonrası – özellikle Kudüs komisyonu başkanı olarak- uluslar arası arenada Arap milletine karşı tutumlarını hatırlatmaya da gerek yoktur.
- Dördüncü soru: Neden Fas’la veya Cezayir’le ya da Moritanya ile birleşmiyor?
- Cevap: El-Sakiye El-Hamra ve Vadi El-Zeheb bölgelerini kurtarmak için uğraşan Halk Cephesi’nin kuruluş beyannamesi, Arap birliğine inandığını içeriyor, Cephe bunu bütün yayınlarında ve açıklamalarında dile getirmiştir. Demokratik Sahra Arap Cumhuriyeti’nin ilanıyla ilgili bildiri Allah’ın adıyla ve Allah’ın yardımıyla cümleleriyle başlamaktadır, Cephe’nin logosu (Özgürlük, Demokrasi, Birleşme) Sahralıların birleşmeden yana olduklarını, Arap milliyetçiliğine ve İslam dinine bağlı olduklarını gösterir.
- Beşinci soru: Küçücük ülkelere ve Arap Ligi’nde yeni bir rakama ihtiyacımız var mı?
- Cevap: Bizler soruna neden özü itibariyle bakmıyoruz, neden tüm uluslar arası heyetlerin sınıflandırdığı gibi ve anlaşmazlığın taraflarının 1997 yılında Hostın’da üzerinde anlaştığı gibi konuya daha evreleri tamamlanmamış sömürgeciliği tasfiye işlemi olarak bakmak yerine, neden konuya sorunun özelliğini değiştirmeyecek ve çeyrek asrı aşan anlaşmazlığın çözümüne yararı olmayan artı veya eksi rakamlar denklemine kendimizi sokuyoruz.
Ayrıca, Demokratik Arap Sahra Cumhuriyeti’nden bahsederken onun küçücük bir ülke olduğundan bahsetmek doğru olmaz. Bu cumhuriyetin 284 bin kilometre kareyi bulan yüzölçümü, şimdi meydanda olan ve Arap Ligi’ne üye olan birkaç Arap ülkesinin toplam yüzölçümüne eşdeğerdir belki. Esas mesele şudur ki; Ortada tarihi özellikleri ve kendi kimliği olan Arap ve Müslüman bir halk vardır, bu halk elbette ki birleşmeden yanadır ve saldırıya uğramayan ve egemenliği eksik olmayan bir varlığının olmasını istemektedir.
- Altıncı soru: Batı Sahra’da kanlı çarpışmaların devam etmesi Kimlerin menfaatinedir?
- Cevap: Bu soru gerçekten sorulması gerekli olan bir sorudur. Zira bu soru bizi kimin saldırgan olduğunu araştırmaya iter. Saldırgan taraf, kimseye saldırıda bulunmayan, komşularının topraklarını işgal etmeyen ve Faslılar dahil komşularını seven ve onlara saygı duyan Sahralılar mı? Yoksa uluslar arası meşruiyete bağlı olmayı reddeden, din, kardeşlik ve komşuluk kavramlarına sahip çıkmayan ve onun yerine genişlemeci kavramları benimseyen Fas rejimidir? Üzerinde mutlaka durulması gerekli olan kavram şudur: Batı Sahra’da veya genel olarak Arap ve İslam aleminin herhangi bir bölgesinde Batı Arap dünyasında veya Arap aleminde ya da İslam dünyasında bu kanlı çarpışmaların devam etmesi hiçbir kimsenin yararına değildir.
- Yedinci soru: Cezayir’in bu çekişmenin devam etmesinde bir menfaati var mı?
- Cevap: Neden Cezayir’in Sahralılara destek vermesine böyle bir kısır gözle bakılıyor? Acaba bu Müslüman ve Arap Sahra halkının kendi kaderini tayin etme ve bağımsızlığa hakkının olduğuna inanılmaktan mı kaynaklanıyor? Cezayir dünyadaki tüm bağımsızlık hareketlerine destek vermedi mi?
Cezayir’in tutumu tüm adil olan sorunlarda bellidir, bu tutum kendini Filistin’de, Güney Afrika’da, Doğu Timur’da, Zimbaboy’da, Namibya’da ve Biliz’de kendini göstermiştir. Özgürlük uğruna bir buçuk milyon evladını şehit veren Cezayir, ancak ve ancak adil olan tüm özgürleşme sorunlarına destek olmaya devam eder. Diğer yandan, Cezayir’in tarihi boyunca Arap ve İslam alemi aleyhine komplolara katıldığı veya onları desteklemekten geri kaldığı hiç görülmemiştir ki onu sınırlarındaki Arap kardeşleri arasındaki kanlı çarpışmaları alevlendirmeyle suçlayalım.
- Sekizinci soru: İspanya’nın Batı Sahra’daki durumun devam etmesinde bir menfaati var mı?
- Cevap: Aslında İspanya problemin ta kendisidir, zira o uluslar arası yükümlülüğünden yan çizerek ve Fas ile Moritanya’yla 14 Kasım 1975 yılında Medrid anlaşmasını imzalayarak, tahrip edici bir çarpışmanın kapılarını arkası üzerine açmıştır. İspanya devleti İspanyol kanını dökmekten çekinerek, bu çarpışmalardan bir tarafa silah satmaktan yararlanmaktadır. Buna rağmen söylememiz gerekir ki İspanya halkı, İspanya işçi sendikaları, siyasi partilerinin, kültürlü kesiminin, sivil toplum kuruluşlarının ve diğer müesseselerinin birçoğu o zamanki hükümetlerinin yaptıklarını ve şimdiki komplocu tutumunu desteklememektedirler ve bu yüzden Müslüman ve Arap Sahra halkının acılarını hafifletmek, meşru haklarını ve bağımsızlıklarını elde edebilmeleri için onlarla işbirliği yapmakta ve onlara mümkün olan yardım ve desteği sunmaktadırlar.
- Dokuzuncu soru: Sahralı mülteciler gerçekten insani sıkıntılar çekiyorlar mı?
- Cevap: Evet, onların iltica ve dağıtma sıkıntıları vardır, ailelerin parçalanması vardır, yüzlerce (beş yüzün üstünde) kadın, erkek ve çocuk Fas zindanlarında çürümekte ve 1977’den beri akıbetleri bilinmemektedir. Barışçıl Müslüman Arap Batı Sahra halkının bir başka sıkıntısı da, çok zor ve zalimce olan iltica durumlarıdır. Cezayir’in güney batısındaki mülteci kamplarını gezenler, bu zavallı halkın yaşadığı dramın ve yoksulluğun boyutunu kendi gözleriyle görürler. Bu mülteciler, içinde hayat olmayan ıssız çölün ortasında yiyecek ve ilaç eksikliğinden, sağlıkla ilgili yardımların kıtlığından dolayı ıstırap çekmektedirler. Orayı gören kimse bu halkın nasıl belirtilen zor koşullarda yaşayabildiğine hayret ederler. Ancak orayı gezen kişi bir Arap ise (Ne yazık ki bu çok enderdir) bu halkın zulmü ve baş eğmeyi reddettiğini anlar ve bunun toprağı, namus ve şerefi savunmak olduğunu, bunun hakka ve sorunun adaletine güçlü imanı olduğunu anlar, İşte bu kavramlar insanı açlığa ve yoksulluğa dayanmayı öğretir.
- Onuncu soru: Bu sorunun hiç mi bir çözüm yolu yoktur?
- Cevap: evet, iki tarafın kabul ettiği, Birleşmiş Milletlerin genel kurulunun Afrika birlik Komitesinin (Afrika Birliği) onayından geçtiği ve Güvenlik Konseyi’nin onayladığı çözüm için bir taban vardır. Bu çözüm; Histon 1997 anlaşmalarına uygun olarak kendi kaderini tayin etme için bir referandumun icra edilmesidir.
Batı Sahra'nın Müslümanlardan talepleri:
Tüm Arap ve Müslümanlardan talep edilen şudur:
- “ Müminlerden iki kesim aralarında savaşırlarsa, aralarını ıslah ediniz, onlardan birisi diğerine zulmederse, Allah’ın çizdiği yola dönene kadar onunla savaşınız” şeklinde olan Allah’ın emrine itaat edip uluslar arası meşruiyeti hakem olarak görmek, Fas’ı uluslar arası yükümlülüğünü yerine getirmek ve Sahralıların özgürce ve şeffaf bir şekilde ne istediklerine karar verebilmeleri doğrultusunda imkan tanımak için ikna etmekten geçer. İşte bu şekilde asil, kültür ve medeniyete sahip, kendi problemlerini kendi içinde anlaşarak ve yapıcı diyalog çerçevesinde çözebilen ve geleceğine ve ortak kaderlerine ciddi bakışı olan bir millet olarak bu çatışmayı sona erdirmeyi başarabiliriz. Aksi takdirde vakit kaybedilir ve hiçbir netice elde edilemez.
Afrika Enternasyonalist Barış Planı
Batı Sahra sorunu Birleşmiş Milletler nezdinde geçen yüzyılın sonlarına doğru tanınmaya başladı. Bu konu o tarihlerde Birleşmiş Milletlerin vermiş olduğu 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 Nolu karar gereğince kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsızlığa kavuşma hakkına sahip olan kolonyal bölgeler layihası içine alınmıştır. O tarihten beri de Birleşmiş Milletler aynı karara vurgu yapmış ve bugüne kadar bu hususta destekleyici karar ve tavsiyeler almıştır.
Bu kararların bir kısmı şunlardır:
- 2072 Nolu ve 16.12.1965 tarihli karar (20. Dönem).
- 2229 Nolu ve 20.12.1966 tarihli karar (21. Dönem).
- 23542 Nolu ve 19.12.1967 tarihli karar (22. Dönem).
- 2428 Nolu ve 18.12.1968 tarihli karar (23. Dönem).
- 2591 Nolu ve 16.12.1969 tarihli karar (24. Dönem).
- 2711 Nolu ve 14.12.1970 tarihli karar (25. Dönem).
Vurgulamaya değer ki tüm bu kararlar uluslar arası heyet tarafından Fas istilasından beş yıl önce verilmiştir. Ancak Batı Sahra’yla ilgili uluslar arası heyetin bu kararları, Filistin, Doğu Timur, Eski Namibya v.s. konularında çıkan benzer karalar gibi, bu kararları hiçe sayan ve uygulanmasını reddeden sömürgeci güçlerin iradesi karşısında uygulanamamıştır.
Bizzat Batı Sahra konusuna gelince, uluslar arası kuruluş önce İspanya’nın kabul etmemesi ve sonra Fas’ın askeri istilası ve bundan doğan Sahra arazinin istilaya uğraması, bu toprakların zorla işgal edilmesi ve insanlarının oradan zorunlu göçe tabi tutulması yüzünden, vermiş olduğu kararları uygulayamamıştır.
Buna rağmen ne Birleşmiş Milletler ne de uluslar arası ve kıtasal heyetler konudan ümitlerini kestiler, sömürgeciliğin Batı sahra’dan tasfiyesi işlemlerini tamamlamak için çabalarına devam ettiler ve hala devam etmektedirler.
Problemin yasal arka planına binaen Birleşmiş Milletlerin genel kurulu 1985 yılında Afrika Birliği Örgütü zirvesinin 11.06.1983 tarihinde Edis Ababa’da vermiş olduğu A – H – C 104 nolu kararına sahip çıkmıştır. Bahsi geçen karar Fas krallığı ile El- Sakiye El- Hamraa ve Vadi El- Zeheb’i kurtarma ulusal cephesini anlaşmazlığın tarafları sıfatıyla Birleşmiş milletler ile Afrika Birliği örgütünün (şimdiki Afrika Birliği) gözetimi altında Batı Sahra’nın kendi kaderini tayin etmek ve bağımsızlığa kavuşmak amacıyla doğrudan doğruya müzakereye ve ateş kese uymaya davet etmiştir. Buna binaen de Birleşmiş Milletler örgütü, batı Sahra anlaşmazlığının tarafları olan Fas krallığı ile El- Sakiye El- Hamraa ve Vadi El- Zeheb’i kurtarma ulusal cephesini kendi kaderini tayin etme konusu ile bağımsızlık konularında referanduma gitme şekil ve şartları üzerinde anlaşmak amacıyla direkt müzakerelere gidilmesi için aralarında ateş kesin ilanı talebini içeren 5040 Nolu kararını vermiştir.
Bu aşamadan sonra Enternasyonal ve Afrika örgütleri “iyi niyet” adı verilen ortak çaba harcamaya başlamıştır. Bu çabaya Birleşmiş Milletler genel sekreteri Hafer Pirez De Kuvelar ile Afrika birliği örgütü başkanı Kinit Kavanda 1986 yılında liderlik yapmışlardı. Bu aşamadan sonra Birleşmiş Milletler 1987 yılında teknik konuları müzakere etmek ve taraflara önerilerin içeriğini açıklamak üzere General Abdulrahim başkanlığında bir heyet göndermiştir. Öneriler taraflarca olumlu görülmüş ve 30.08.1988 tarihinde onaylanmıştır.
Önerilerin dördüncü bendinde şu hükümler yer almıştır: “ Birleşmiş Milletler genel sekreteri ve Afrika Birliği başkanının önerilerinin ana hedefi Batı Sahra bölgesi halkının, Birleşmiş Milletlerin 14.12.1960 ve 03.12.1985 tarihli ve (1514) X V ve 5040 Nolu layihası ve Afrika ülkeleri başkanları tarafından 06 – 12 Haziran 1983 tarihinde düzenlenen Adis Ababa zirvesinde verilen AHG 104 (XIX) nolu karar doğrultusunda, kendi kaderini tayin etme ve bağımsızlık hakkını kullanmayı sağlamak”.
Raporun beşinci fıkrasında şunlar yer almıştır: “ Birleşmiş Milletler genel sekreteri, bu önerilerin Afrika birliği örgütünün 104 (XIX) AHG nolu ve Birleşmiş Milletler genel kurulunun 5040 nolu kararlarını uygulamak için pratik ve makul bir anlaşma zeminini oluşturduğunu ön görmektedirler”.
Altıncı bent ise şunları içermiştir: “ Bu doğrultuda onlar Sahra sorununu çözmek üzere, bu bölgenin halkına kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsızlık haklarını uygun gördükleri şartlarda kullanmalarına imkan tanıyacak öneriler sunmuşlardır”.
Birleşmiş Milletler genel sekreteri ve Afrika Birliği örgütü başkanı tarafından sunulan ve genel çerçeve ile çözüm planının hedeflerini açıklayan bu esas ve verilere binaen, planın uygulama programı hazırlanmıştır. Bu program şunları içermiştir:
• Ateş kesin uygulanması.
• Savaş esirleri mübadelesi.
• Batı Sahra’daki Faslı silahlı kuvvetlerin sayısının azaltılması.
• İki tarafın kuvvetlerinin merkezleştirilmesi.
• Oy verme hakkı olan mültecilerin geri dönmesi.
• Siyasi hükümlülerin serbest bırakılması.
• Bölge için geçici bir uluslar arası yönetimin ihdası.
1990 yılında Güvenlik Konseyi, 690 nolu kararıyla genel sekreterin (21360/S) nolu raporu üzerine, bahsi geçen önerileri onaylamış ve bir sonraki yılda (Minorso M.I.N.U.R.S.O) adıyla tanınan Batı Sahra’da düzenlemeler ve referandumu kontrol etmek üzere Birleşmiş Milletler komisyonunu oluşturmuş ve ilan etmiştir. Kararda ayrıca Afrika uluslar arası barış planının uygulanması takvimi de yer almıştır. Bu plan
06 Eylül 1991 yılında ateş kesle başlayacağını ve Ocak 1992 sonlarında referandum sonuçlarının ilanıyla sona ereceğini ve 1974 İspanya sayımına dayanarak seçmen kütüklerinin hazırlanmasını ve istişare şartlarını içermiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara