Dolar

34,8707

Euro

36,6764

Altın

3.040,35

Bist

10.058,47

TESEV'in başörtüsü raporu yayımlandı

Tesev tarafından hazırlanan “Başörtüsü Yasağına İlişkin Değerlendirme ve Öneriler” raporu yayımlandı. Ebru İlhan ve Özge Genç tarafından hazırlanan raporda başörtülü kadınların siyasal kutuplaşmanın bir aracı haline getirildiği ve laik kesimdeki algıyı şekillendiren ve çözüme doğru ilerlemeyi engelleyen belli başlı zihinsel kalıplar mevcut olduğu ifade edildi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-04-20 16:37:06

TESEV'in başörtüsü raporu yayımlandı
Başörtüsü yasağının toplumun pek çok alanında farklı yoğunluklarda sürdürülüyor olması, kadın nüfusunun büyük çoğunluğunu toplumsal ve kamusal hayattan uzaklaştırmakta ve yasalarla güvence altına alınan eğitim ve çalışma hakkından mahrum bırakmaktadır. Başörtülü kadınlar bugün üniversitelere ve dersliklerine girerken ve üniversite kampüsleri içerisindeki hizmetlerden yararlanırken engellerle karşılaşmakta; kamu sektöründe devlet memuru statüsüyle işe alınmamakta; polis, ordu teşkilatları gibi idari yapılarda çalışamamakta; özel sektör tanımı içerisine giren mesleklerini icra ederken meslek odalarına üyelikleri engellenmekte; milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olarak aktif siyasi yaşama katılamamakta, karar mekanizmalarında yer alamamakta ve yerel yönetimlerde belediye başkanı olamadıkları gibi il ve ilçe yönetimlerine katılımlarında zorluklarla karşılaşmaktadırlar.

Başörtüsü ve başörtülü kadınlar, Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın bir sembolü haline gelmişlerdir. Çözümün mümkün olması için, eşitliğin kurumsal olarak daha güçlü bir şekilde tanımlanması ve her tür ayrımcılığa karşı sağlam hukuki ve kurumsal güvenceler getirilmesi gerekmektedir. Bu güvenceler sağlandığı durumda, başörtüsü gibi pek çok konuda doğrudan (örneğin yeni anayasada yer alarak) veya dolaylı (toplumsal ve siyasi zihniyet değişimi yoluyla) iyileştirmeler mümkün olacaktır.
Başörtüsü yasağının son bulmasına ilişkin yapılacak her düzenlemeyi ve atılacak her adımı genel demokratikleşme perspektifi içinde ele almak, yasağın ortadan kalkmasına yönelik siyasete meşruiyet kazandıracaktır. Başörtüsü yasağından kaynaklanan ayrımcılıkları ele alırken, başörtüsünün inanç özgürlüğü meselesini aşan bir yönü olduğunu görmek gerekir. Başörtüsü gözle görünür olduğu için ve kadınlar tarafından kullanıldığı için, kadına yönelik ayrımcılıklarla başörtüsüne yönelik ayrımcılıklar birleşerek daha da katmerlenmekte; dahası ayrımcılığa uğrayanların –tıpkı engellilik veya siyahi olmak gibi durumlarda da yaşandığı gibi– ayrımcılık yapanlar tarafından kolayca hedef alınmalarına yol açmaktadır.

LAİK KESİMİN ZİHİNSEL KALIPLARI MEVCUT
Türkiye’de başörtüsü konusunda özellikle laik kesimdeki algıyı şekillendiren ve çözüme doğru ilerlemeyi engelleyen belli başlı zihinsel kalıplar mevcuttur. Yasağı savunan veya yasağın yarattığı ayrımcılıklardan haberdar olmayan ya da bunları görmezden gelen çevreler arasında en çok karşımıza çıkan görüş, başörtüsünün bir dini sembol olarak erkek egemenliğini sembolize ettiği ve kadın bedeninin hapsedilmesi anlamına geldiğidir. Bu sav çoğu zaman dini okumalardan bağımsız ezbere bir şekilde ortaya atılabilmektedir. Zaman zaman görüşmelerde de açıkça ortaya konduğu gibi, aynı kişiler daha sonra başörtüsünün dini değil siyasi bir sembol olduğu görüşünü de savunmaktadırlar. Benzer bir direnç noktası da kadınların başörtüsü takmaya zorlandığına ilişkin iddialardan yola çıkmaktadır. Özellikle kırsal kesimde yaşayan ya da kentlerde muhafazakar aile yapısına sahip kadınlar açısından bu tür bir zorlamanın doğru olabileceği ve konunun ele alınması gerekliliği teslim edilse de, bu savın yasağın sürmesi için temel oluşturmasına imkân yoktur. Kadınların dışarıdan, aileden, mahalleden baskıyla başlarını örtüyor olma ihtimalleri, eğitim ve çalışma haklarına engel olmayı gerektirmez. fazla olacağı açıktır. Ayrıca, söz konusu iddiayı temellendirmek için şartları ve bağlamı iyi anlamak gerekmektedir. Zorla örtünmeyi tespit etmek için bilimsel bir ölçüt ya da zorla başını örten kadın sayısı konusunda somut veri olmadan bunun üzerinden siyaset yapmak, hatta bazen bu varsayım üzerinden bilimsel-akademik bilgi üretmek ikna edici olmamaktadır. Kadınların çoğunluğunun zorla kapandığına işaret eden söylem din, inanç ve vicdan özgürlüğü ilkelerine de aykırıdır. Herkesin inanç ve vicdan özgürlüğünü savunuyorsak, başörtüsü konusunda da kadınları ‘kurtarıcı’ bir pozisyon almadan önce, gerçekten şartları ve durumları iyi anlamak gerekmektedir. Türkiye’de ve dünyada çeşitli Müslüman ülkelerde yapılan pek çok araştırmanın gösterdiği gibi, başörtüsü takmanın farklı motivasyonları, farklı nedenleri ve farklı inanç paradigmalarına ilişkin açıklamaları vardır. Bunların hiçbiri, başörtüsü nedeniyle toplumsal hayata katılamayan kadınların durumunun çözümsüzlüğü ve onlara karşı gerçekleştirilen akıl almaz uygulamaların devam etmesi için geçerli bir neden oluşturmamaktadır.

RAPORDA ÖNE ÇIKAN GÖRÜŞLER

“Başörtülüler için akademik kariyer seçeneği hala devre dışıdır”
“2010 yılından itibaren bazı üniversitelerde başörtülü kadınların kampüslere girmesi önündeki engellerin ‘hafiflemesi’ veya ortadan kaldırılmasına karşın, halen bazı üniversitelerde özellikle fakülteler ve dersler bazında yasağın devam ettiği tespit edilmektedir. Yasağın bazı üniversitelerde devam edip bazılarında ortadan kalkmış olması, başörtülü öğrenciler açısından muğlak bir durum oluşturmakta, bu da yasaktan kaynaklanan mağduriyetlerin devamına yol açmaktadır. Zira, başörtüsüne tanınan serbestlik de yasak gibi fiili bir karaktere sahiptir. Bugün üniversitelerdeki başörtüsü yasağını hala gündemde tutan başlıca sorun, başörtülü kadınlara yapılan muamelenin farklılığı ve idarecilerin tutumlarına göre değişen keyfiliğidir…Üniversite eğitimi sonrası, üniversitede kalıp kariyer yapmak isteyen kadınlar için de yasak halen devam etmektedir. Devlet üniversitelerinde 2547 No’lu YÖK Kanunu’na bağlı olan akademisyenler, aynı zamanda Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne de bağlılar ve yönetmelik maddesindeki “başı açık” ifadesine tabi olmak durumundalar. Öte yandan, yönetmelikte tırnakların boyuna kadar ayrıntılı olarak düzenlenen kılık kıyafet tanımına diğer memurların her durumda uymaları beklenmezken, sadece başın açık olma şartı zorunlu kılınmaktadır. Özel üniversitelerde akademisyenler sözleşmeli olarak çalıştıkları için İş Kanunu’na tabi olsalar da, başörtülü akademisyenleri işe almama yönündeki yaygın zihinsel tutum nedeniyle, yasak bu kurumlarda da fiilen sürmektedir. Böylelikle, başörtülü kadınlar için Türkiye’de akademik kariyer seçeneği çoğu zaman devre dışı kalmaktadır.

Başörtülüler milletvekili olamıyor
Bugün, başörtülü kadınların seçim dönemlerinde çalıştıkları partilerden milletvekili veya belediye başkanı adayı olarak gösterildiği örnekler yok denecek kadar azdır. Sonuç olarak, bugünün Türkiye’sinde başörtüsü-siyasi parti-Meclis ilişkisi hiçbir kesimin mantıklı bir açıklama getiremediği, adeta bir Bermuda Şeytan Üçgeni’ni andırmaktadır. Hangi parti olursa olsun, bu üçgenin etki alanına girmek isteyen başörtülü kadınlar, yıldırma, dışlanma ve reddedilmeyle karşılaşmakta ve o alanda barınamamaktadırlar. Bu bölümde anlaşıldığı üzere, başörtüsü yasağının siyasi yaşamda devamlılığında, yasağa karşı tarihsel tutumlarıyla ön planda olan ‘laik’ siyasi aktörlerin yanı sıra, karar verici konumunda olanlarının büyük çoğunluğu erkek olan ‘dindar’ siyasi aktörlerin de rolü vardır. Bugün, mevcut durumda siyasi yaşamda zihinlerde yaşayan ve fiili olarak uygulama alanı bulan başörtüsü yasağı, bir “dindar-laik” koalisyonunun ürünüdür diyebiliriz.

İş yaşamında başörtülüler ayrımcılığa tabi tutuluyor
Tüm kadın çalışanların karşılaştıkları ayrımcılıklarla aynı şekilde ve daha fazla olarak, iş güvencesinden yoksun, düşük ücretlere razı olarak ve çoğu zaman uzun mesai saatleri boyunca çalışmak durumunda olan başörtülü kadınlar, örtülü olmalarından kaynaklanan bazı ilave ayrımcı ve incitici muamelelere de uğramaktadırlar. Başörtüsü kullanmada hizmet alma/verme ayrımının, sadece kadınları ifşa eden ve kadınlar için geçerli bir ayıklama ve dışlama yöntemi olduğu açıktır. Başörtüsü üzerinden yapılan “hizmet verme”de ayrımcılık devletin ve toplumun, vatandaşları inançları ve cinsiyeti üzerinden değerlendirmesi anlamına gelmektedir. Bu önerme üzerinden yapılan siyaset, Türkiye’deki kadın nüfusunun büyük bir bölümünün “kamusal alan” olarak da nitelenen kamu hizmetinden yoksun kalmasına göz yummaktadır. Ayrımcılığın olmadığı bir düzlemde, böyle bir yapay kategoriye ihtiyaç olmayacaktır. Kamu sektöründe başörtüsü yasağı, Türkiye’de tektipleştirmeye ilişkin zihinsel alt yapıdan da kaynaklanmaktadır. Türkiye’de kadınların erkeklerle eşit koşullarda çalışmalarının, işveren-işçi, sendika-işçi ve üst-ast ilişkilerinin ataerkil ve hiyerarşik olarak kurgulanmamasının ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin çalışma hayatında tam olarak sağlanması gereklidir. Başörtüsü yasağına neden olan fiili ve yasal engellerin sonlanması ve işverenlerin özdenetimi bu yolda atılacak olumlu bir adım olabilir.

Gündelik yaşamda güvenli, güvensiz ayrımı yapılmakta
Başörtülü kadınlar yaşadıkları alanı ve gündelik hayatlarını ‘güvenli’ ve ‘güvensiz’ olarak ikiye ayırmaktadırlar. Örneğin, bir kahve zincirinde kötü muameleye uğradıklarını bildiklerinden bir başka kahve zincirinden alışveriş etmeyi tercih etmektedirler. Bazı güzergâhlardaki taşıma araçlarına binmemeyi seçmekte, bazı mahallelerdeki restoranlara rağbet etmemektedirler. Gündelik yaşantılarında tükettikleri hemen hemen her şeyi, başörtüleriyle rahat edebilecekleri bir şekilde ve mekânda temin etmeye çalışmaktadırlar. Bu da, toplumun bölünmesinden ve özgürlük alanlarının yitirilmesinden endişelenen ‘modernlerin’ kaygılarının tersine, aynı yaşam alanını paylaşan insanların kutuplaşma nedeniyle birbirlerinden uzak ve birbirlerini iten hayatlar sürdürmeye zorlanmalarıyla sonuçlanmaktadır.

SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara