Çin-Türkiye ilişkilerinde “Diplomasi Baharı”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son Çin gezisinde en azından medyanın ıskalamaması gereken ve Çin ile ilişkilerde önemli bir eşiğe gelindiğini gösteren yeni bir diplomasi dilinin oluşturulmaya çalışıldığı gözlemlendi
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-04-17 17:53:32
Konu Çin olduğunda bu iki çizginin dışına çıkmak gerçekten zor oluyor. Bunun coğrafi uzaklıktan başlayıp Çin ile doğrudan siyasi bir ilişkinin var olmayışı gibi sebepleri var. Diğer yandan Çin akla gelince biraz da küresel medyanın diline mahkûm kalan Türkiye medyasının da bu konudaki eksikliğini vurgulamalıyız. Aslında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son Çin gezisinde en azından medyanın ıskalamaması gereken ve Çin ile ilişkilerde önemli bir eşiğe gelindiğini gösteren yeni bir diplomasi dilinin oluşturulmaya çalışıldığını gözlemledik. Tabi ki bu dil sadece Türkiye’de değil Çin’de de benzer bir çaba ile oluşturulmaya çalışılıyor. Hala eski diplomasi dilinin hâkim olduğu konular tabi ki mevcut ama yeni dilin ağırlığını koyduğu konular da gün geçtikçe daha fazla gündeme geliyor.
Yeni Diplomasi Dili
İlk olarak şunu vurgulamakta yarar var ki bu diplomasi dilinin geliştirilme çabası çok yeni bir durum değil. Belki Çin’in 1978’deki açılım politikalarına kadar geri götürülebilecek bir değişim yaşanıyor. Örneğin, son on yılda Jiang Zemin ile başlayan ve sonrasında gittikçe artan karşılıklı ziyaretler askeri işbirliğine kadar ilerlemişti. Konya’da İsrail’in davet edilmediği tatbikatın Çin ile yapılması gündemin en sıcak konuları arasındaydı. Daha sonra Çin Başbakanı Wen Jiabao’nun ziyareti sonrasında çeşitli ekonomik anlaşmalar imzalanmış ve son Xi Jinping gezisinde ise Çin siyasetinin yeni ekibi ile tanışma imkânı doğmuştu.
Çin’in yüzünü batıya döndüğü bir dönemde Türkiye’nin doğuya dönmüş olması meselesinin oldukça siyasi bir içeriğe hizmet ettiği bilinen bir gerçek. Kanaatimce, bu konuda Türkiye’nin küresel hedeflerinin vurgulanması doğu-batı tartışmasını gündeme getirmekten daha anlamlıdır. Mesela Türkiye’yi sorduğum uluslararası ilişkiler uzmanı Çinli bir profesör için Türkiye’nin konumu meselesi tarihi bir soruydu. Çünkü bir Çinli Türkiye’ye baktığında Müslüman, İKÖ’de etkin, Ortadoğu’ya müdahil olmaya çalışan aynı zamanda da NATO üyesi ve AB ile müzakerelere devam eden bir ülke görüyor ve bunu anlamlandıramıyordu. Ancak son yıllarda Türkiye’nin hem ekonomik kalkınması hem de küresel siyasetteki aktif rolü Çinlilerin de dikkatini çekmiş durumda. Çin’in Türkiye ile yeni bir diplomasi dili kurma isteğinin ardında yatan en büyük sebep bu görünürlük ve anlamlandırma çabası.
Xi Jinping’in Şubat ayındaki gezisini de Başbakan Erdoğan’ın son ziyaretini de bu değişim çizgisinde okumak mümkün. Xi Jinping’in müstakbel devlet başkanı olarak Afrika ve Ortadoğu bölgesinde gözle görülür etkide bulunan bir ülke ile ilişkiye geçmesi Çinlilerin Türkiye’ye bakış açısının ciddi bir şekilde değiştiğinin göstergesiydi. Son gezide ise Başbakan’ın ziyaretinin ilk sayfa haberlerine girmiş olması ve stratejik işbirliğinin vurgulanması bu izlenimleri daha da kuvvetlendirdi.
Başbakan’ın ziyaretinin Urumçi’den başlamış olması ve bir anlamda her iki tarafa da mesaj veren Türkiye siyaseti, siyasi sorunlarda da bir değişimi başlatmış oluyordu. Eski alışkanlıklarla hareket eden Çin basını, Başbakan’ın Urumçi pazarındaki samimi davranışlarını gündeme getirmedi. Mesela Başbakan Erdoğan’ın Urumçi pazarındaki bir tezgâhtan yediği meyveler Çinlilerin Türkiye ve Uygur meselesine bakışını da değiştirebilecek önemde bir diplomatik davranış biçimiydi. Çin basınında ilk günkü geziden neredeyse tek bir haber bile yoktu. Sanki Çin’e Türkiye başbakanının resmi olarak gelişi Pekin’e gelişi ile ilişkilendirildi. Bu anlamda Çin kendi tezi ile de çelişmiş oldu. Muhtemelen bundan sonraki ziyaretlerde, Çin basını da daha farklı bir pozisyon alacaktır. Çünkü karşılıklı kültür yılları, ekonomik kalkınma ve model ülkeler kavramları her iki ülkeyi de birbirine yakınlaştırıyor.
Karşılıklı değişen diplomatik dile diğer örnek te Şanghay Uluslararası Üniversitesi tarafından Başbakan Erdoğan’a verilen fahri doktora ünvanı. Böylece her iki ülke tarafından uzun süreden beri desteklenen karşılıklı eğitim anlaşmaları siyasi desteğini de bulmuş oldu. Bundan sonra Türkiye’nin Çin’de eğitim alanında daha aktif olması beklenebilir.
Ekonomik Öncelikler
Çin gezisinin diplomasi ayağı hızlı bir şekilde gelişirken ekonomik anlaşmalar da bu yeni ilişki tarzının meyvesi anlamına geliyordu. Tam içeriği açıklanmasa da enerji, inşaat, otomotiv, bankacılık, teknoloji ve telekomünikasyon gibi alanlarda toplam 4 milyar dolar hacminde ticari anlaşmalar imzalandı. Bu rakam çok önemli bir rakam çünkü hâlihazırda Türkiye’nin Çin’e yaptığı ihracat 3 milyar doların altında. Tabi bu anlaşmalar Şanghay’a 300 işadamı ile gelen Başbakan Erdoğan için 1/9’luk dış ticaret dengesizliğini kısmi de olsa azaltılması anlamına geliyordu.
Gezinin ekonomik yönünden ayrı olmasa da ciddi bir şekilde gündeme gelen nükleer santral inşası ikili ilişkileri geliştirmede ciddi bir öneme sahip. Tabi ki bu stratejik tercihin siyasi ve ekonomik maliyetlerini ayrıca hesap etmek gerekir ancak şimdilik Çinlilerin Rus ve Koreli rakiplerinin önünde olduğu anlaşılıyor. Aslında Türkiye de bir bakıma Çinlilerden teklif alarak rekabeti arttırmış oldu. Nükleer santral ile ilgili olarak kamuoyu ile iki anlaşma paylaşıldı. Birinci anlaşma karşılıklı iyi niyet anlaşması ki bu anlaşma ile Çin tarafı böyle bir anlaşmanın tarafı olabileceğini kabul etti. İkinci anlaşma ise nükleer silahların barışçıl kullanımı ile ilgiliydi. Kamuoyu ile paylaşılmayan detayların ne olduğu şimdilik bilinmiyor ancak Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın “çakma santral” iddialarına cevap vermesi konunun Türkiye tarafından ciddi bir şekilde değerlendirildiğini gösteriyor.
Siyasi Sorunlar ve Uluslararası Siyaset
Çin ziyaretinin yine kamuoyuna sızdırılmayan konularından biri Suriye meselesi oldu. Çin’in tavrında herhangi bir değişiklik olup olmadığı gelecek günlerde atılacak adımlardan belli olacak. Ancak Çin ziyareti sonrasında Suriye’de Annan Planı’nın uygulanması ve gözlemcilerin Suriye’ye gönderilmiş olması dikkat çekici bir gelişmeydi. Velid Muallim’in Erdoğan’ın ardından Çin’e gidişi de Suriye konusunda Çin ve Rusya’nın son sözü söyleme noktasına geldiğini gösteriyor.
Çin ziyaretinin bir diğer önemi de uluslararası medya tarafından dile getiriliş şekliydi. Türkiye yüzünü doğuya döndü temasından fazla bir şey çıkaramayanlar Uygur sorununa atlamaya çalıştı. Oradan da bir şey çıkmayınca en azından İran ile yapılacak olan nükleer müzakerelerde Pekin’in İstanbul, Bağdat ve Şam’dan sonra bir alternatif olarak gündeme getirildiğine şahit olduk. Küresel sermayenin hareketlerinde bir beis görmeyenler küresel siyasetin batı dışı aktörlerine şans tanımadaki isteksizliği batı medyasında yeniden nüksetse de eskisi kadar etkili olamadı.
ABD’nin geçtiğimiz yıl Asya-Pasifik açılımı yapacağını dile getirmesi 21.yy Asya yılı olacak tezlerini güçlendirmişti. 2012’nin ilk aylarında ise kriz söylemleri ve karamsar tablolar ön plana çıkmaya başladı. Son açıklanan ekonomik verilerin birçoğunda Çin ekonomisinin çok ta iyiye gitmediği görülüyor. Bu durumun geçici mi yoksa kalıcı mı olacağı Çin’in alacağı reform kararları ile beraber küresel ekonomi politiğin gidişatına bağlı. Çin ile diplomasi baharı yaşayan Türkiye küresel ekonomi politik dengeleri hesaba katan bir Çin siyaseti üretmelidir. Bunun için de Çin’in hem iç hem dış politikasının ciddi bir analizi gerekmektedir.
Dünya ve Asya siyaseti için çok önemli bir ülkenin Türkiye’nin gündemine sadece ekonomik açılardan girmiş olması Türkiye için önemli bir handikap. Örneğin Başbakan’ın uçağında son iki aydır Çin iç siyasetini etkileyen ve ana gündem maddesi olan Bo Xilai olayının farkında olan ve bu konu üzerinden Çinli yetkililere soru soran var mıdır bilmiyorum. Ancak Pekin ve Şanghay dışındaki şehirlerin de Çin ekonomi ve siyaseti için oldukça önemli olduğunun farkında olmak gerekiyor. Çin eğer sadece ekonomik bir güç olsaydı bugün Çin’deki sosyal ve siyasi reformlar Çin’in, Asya’nın ve dünya siyasetinin gündeminde olmazdı.
Yukarıda sayılan Türkiye-Çin ilişkilerinin yeni boyutu bazı yönleriyle avantajlar bazı yönleriyle de dezavantajlar içeriyor. Eğer bu yeni diplomasi dili Çin özelinde uygulanmaya devam edecekse bunun altyapı çalışmalarının hızlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Türkiye’de Çin’in iç ve dış siyaseti ile sosyal değişimine daha duyarlı bir entelektüel çevre oluşturulması gerekiyor. Eğer Çin’i sadece ekonomik açıdan gündemimize alacaksak o zaman Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası verileri işimizi görecektir. Ancak böyle bir bakış açısı ne Çin’de önümüzdeki on yılı etkileyecek siyasi ve sosyal ilişkileri ne de diğer kültürel gelişmeleri (Konfüçyanizm’in yeni yorumları) okuyabilme imkânı sağlayacaktır. Böylece de Türkiye’nin yeni diplomasi dili ve konumu hem Çinliler hem de bizim için bir muamma olarak kalmaya devam edecektir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara