Suriye’deki direnisçilerin dünya basınına yolladığı bu resim, 5 Nisan’da sınırın hemen ötesinde İdlib yakınlarındaki Tarftnaz köyündeki toplu cenaze töreninden.
Haftasonu Suriye’den kaçan mültecilerin sayısı bir gecede 25 bine fırlayınca, Ankara'da kriz planı devreye girdi. Artış bu hızla devam eder ya da Suriye ordusu Halep'e yönelik bir katliama girişirse, Türkiye Nisan sonuna doğru Suriye içinde Türk askerinin koruduğu ‘güvenli bölgeler’ için düğmeye basacak
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Çin’e gitmeden önce Suriye konusunda sarf ettiği ‘10 Nisan’dan sonra atacağımız adımları uygulamaya koyacağız’ sözünün arkasında, Ankara’nın kritik bir eşiğe doğru ilerleyen Suriyeli mülteci akınına karşı almış olduğu askeri ve diplomatik tedbirler var.
Dün itibariyle Türkiye’ye sığınan Suriyeli mülteci sayısının 24.564 rakamına ulaşmış olması, Ankara’da uzunca bir süredir devam eden ‘kriz senaryosu’ hazırlıklarını hızlandırdı. Suriye ordusu içerdeki isyanı bastırmaya yönelik kan dökmeye devam ederken, Ankara 10 Nisan’a kadar sonuçlanması beklenen Kofi Annan Planı’nın başarısız olması durumunda atacağı adımları netleştiriyor.
Türkiye, göçün bu şiddette devam etmesi durumunda şu ana kadar Türkiye sınırları içinde karşılamaya çalıştığı mülteci akınına bundan sonraki evrede sınırın hemen ötesinde Suriye içinde ‘güvenli bölgeler’ oluşturarak göğüslemek niyetinde. Sınırın Suriye tarafında farklı noktalarda ya da iki sınır arasındaki insansız bölgede oluşturulacak insani yardım koridorlarının güvenliğinin Türk ordusu tarafından sağlanması öngörülüyor.
Halep kırmızı çizgi
Hükümet, Dışişleri ve Genelkurmay arasında en üst düzeyde koordine edilen ve titizlikle gizlenen planlar, iki senaryonun gerçekleşmesi durumunda hemen devreye girecek: Halep gibi sınıra yakın büyük bir ilde sivillerin hedef alındığı ‘operasyon’ veya ‘katliam’ girişimi ya da Türkiye’ye sığınan mülteci sayısının 50 bin sınırına dayanması. Ankara, özellikle sınıra çok yakın olan ve 3-4 milyonluk nüfusu olan Halep şehrinin, Suriye ordusu tarafından Humus ya da Hama’dakine benzer bir askeri operasyonla bombalanmasını adeta bir ‘kırmızı çizgi’ sayıyor. Ayrıca Ankara’da görüştüğüm yetkililer, Türkiye sınırına yönelik son bir gafta içinde bir çığ gibi büyüyen mülteci göçünün bu ölçekte devam etmesini de bir ‘ulusal güvenlik sorunu’ olarak tanımlıyor. Halihazırda Antakya’daki farklı kamplar ve Kilis bölgesinde kurulan çadırkentte mülteciler için 42 bin kişilik kapasite mevcut. Ramaklar yukarı fırladıkça Ankara Suriyeli mültecileri kendi ülkelerindeki güvenli bölgelerde ağırlamak istiyor.
Güvenlik Konseyi şart değil
Üst düzey yetkililer, her iki senaryoda da Suriye içinde Türk ordusunun koruması altına ‘güvenli bölgeler’ ya da ‘tampon bölgecikler’ oluşturulması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç olmadığının altını çiziyor.
Ancak Türkiye, insani yardım amaçlı da olsa Suriye’ye yönelik ‘tek yanlı’ bir müdahaleye taraftar değil. Yukarıdaki senaryoların gerçekleşmesi durumunda dahi farklı ülkelerin katkısı ve Birleşmiş Milletler’den mülteci krizinde devreye girmesi istenecek.
Ordu için yeni konsept!
Bu tarz bir senaryo, geçmişte NATO konsepti ve PKK’yla mücadele çerçevesinde Suriye’den gelecek olası saldırılara karşı ‘defansif’ hazırlıkları olan TSK için yepyeni bir askeri planlama evresi gerektiriyor. Şu zamana kadar ‘sınır güvenliğini’ korumaya şartlanmış Türk ordusu, şimdi sınırdan gelecek mülteci akımını kompanse edebilmek için bambaşka bir konsepte yönelmek durumunda. Askeri anlamda TSK’nın bir başka sıkıntısı, tampon bölge için en kolay noktalardan biri olan Antakya bölgesinin dağlık veya taşlı bir topoğrafyası olması ve bu durumun güvenli bölgelerin korunması için ihtiyaç duyulan tankların geçişini zorlaştırması.
Ancak dün görüştüğüm bazı uzmanlar, Türkiye’nin mülteciler için güvenli bölgeler oluşturmak niyeti olduğu takdirde Suriye ile olan 900 km’lik sınırı boyunca yer alan ‘insansız bölge’den de faydalanabileceğinin altını çizdi. İki ülke arasındaki sınır boyunca ilk aşamada tel örgülerle kaplı fiziki bir sınır, ikinci aşamada da taşlarla işaretlenmiş bir ‘siyasi sınır’ (yani gerçek sınır) var. İkisi arasındaki insansız bölge, kimi yerde 500 metre, kimi yerde 2 kilometreye kadar çıkıyor ve gerçekte bu bölge Türkiye’ye ait. Bu uzun sınırın içindeki bazı alanların da mültecilerin ağırlanması için uygun insani yardım koridorları oluşturabileceğine dikkat çekiliyor.
Kofi Annan Salı geliyor
Bu arada İstanbul’daki Suriye’nin Dostları zirvesi sonrasında yavaşlayan uluslarası diplomasinin, Kofi Annan’ın Beşar Esad’a verdiği 10 Nisan tarihinin dolmasıyla yeniden hızlanması bekleniyor.
Ankara’ya ulaşan istihbarat, Suriye rejiminin Kofi Annan’a verdiği sözleri tutmadığı ve bazı şehirlerde çekilen ordunun başka noktalarda operasyonlara devam ettiği yolunda. Hükümete ulaşan rakam, Cumartesi günü Suriye’de 150 kişinin öldüğü yolunda. Suriye ordusu ayrıca Türkiye’ye kaçışın önünü kesmek için İdlib ve sınır boyundaki yerleşim merkezlerinde operasyonlara da ağırlık verdi.
Hayal kırıklığı yaşayan sadece Türkiye değil. Hafta sonu ‘Şiddeti durdurun’ diye Suriye rejimine sert bir mesaj yollayan Kofi Annan, Salı günü de sürpriz bir ziyaret için Türkiye’ye geliyor. Annan, İran gezisi öncesinde Antakya’daki mülteci kamplarını ziyaret edecek.
Washington’dan ağır top!
Tesadüf eseri Türkiye aynı gün ABD’den de iki önemli konuğu daha ağırlıyor olacak. ABD Kongresi’nin ağır toplarından eski başkan adayı Senatör John McCain ve Demokrat Parti’den Senatör Joe Lieberman, Antakya’daki mülteci kamplarını ziyaret etmeyi planlıyor. İki senatör de geçmişte Ak Parti dış politikasını İsrail konusunda eleştirmiş, ancak geçen sonbahar Ankara’da Başbakan Erdoğan’la buluşmaları ve ardından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ocak sonunda Washington’daki randevuları sonrasında Türkiye’nin önemli destekçileri haline gelmişti.
McCain ve Lieberman, Suriye konusunda Obama yönetiminden de farklı düşünüyor. Geçtiğimiz haftalarda Obama’nın Kasım’daki Amerikan seçimlerine kadar Suriye konusunda bir adım atmaya isteksiz oluşunu sert bir dille eleştiren McCain, her fırsatta Washington’un oradaki insani trajediyi durdurma konusunda daha aktif olması gerektiğini düşünüyor. Bu anlamda her iki senatörün de görüşleri, Ankara ile neredeyse birebir örtüşüyor!
MAHALLE BASKISINA DİRENİYORUM
MAHALLE BASKISINA DİRENİYORUM
Suriye konusunda mahalle baskısının daniskasını yaşıyorum. Yakın dostlarım, sevdiğim meslektaşlar, hatta ailem bile sitem ediyor: ‘Şimdi nereden tutturdun bu rejim gitsin diye!’ Diyorlar ki, ‘İyisin, hoşsun da, Suriye meselesinde iyice bir şahinleştin.’
‘Çok tehlikeli’ diyorlar. ‘Hükümet ateşle oynuyor.’ ‘Esad tabii ki kötü ama...’ diye başlayan cümlelerle lafa dalıp, uzun uzadıya Türkiye’nin neden hiç bir şey yapmaması gerektiğinden söz ediyorlar. Pasifizme tapıyorlar; katliama sessiz kalmayı diplomatik hüner sayıyorlar.
Hükümeti eleştirdiğimde, Kürt meselesinde, ifade özgürlüğünde ya da yargıda çifte standartlardan söz ettiğimde (ki Allah için bunu da bolcana yapıyorum) herkes benden memnun. Ne zaman ki Suriye’de yaşanan vahşete dikkat çekiyorum, ‘Bu böyle gidemez’ diyorum, ‘Türkiye’nin de akan kanı durdurma sorumluluğu var’ diyorum, insanların yüzü buruşuyor.
Hayır, savaş istemiyorum; isteyen olduğunu da sanmıyorum. Ama yanıbaşımızdaki zulme sessiz kalmayı da kendime yediremiyorum. Bir aydın olarak tarihsel sorumluluğun da bunu gerektirdiğini düşünüyorum.
‘Savaş mı istiyorsun?’
Halkına bu ölçüde isyan eden rejimlerin hiçbir meşruiyeti yoktur. Ayrıca büyük devletler, çevrelerinde insanlık suçu işlenirken sessiz kalamazlar.
Suriye halkı, bizim kardeşimiz. Suriye değil Bulgar halkı, Yunanistan ya da İran’da aynı ölçekte vahşet yaşansa, ona da karşı çıkardım.
Gelelim hükümet meselesine. Başka günahları olabilir, var da. Ama Ankara şu anda Suriye’de sessiz kalmayarak doğru yapıyor. Şimdi soruyorum; ya tam tersi olsa, dibimizde şehirler bombalanırken sessiz kalan, yalancıktan diplomatik misyonlarla Beşar Esad’ın yardımına koşan, statükoyu korumaya çalışan bir hükümet olsa, daha mı makbul olurdu duyardınız? Bunu mu istiyoruz?
milliyet
milliyet