Dolar

34,8930

Euro

36,6123

Altın

3.007,12

Bist

10.058,63

'Yabancı sınırı kaldırılsın'

A Milli Takım'ın patronu Abdullah Avcı, hangi sistemle oynayacağını, sıkıntı çektiği mevkileri, Löw ile özel görüşmesini, Hiddink'le ilgili düşüncelerini ve Başbakan Erdoğan'ın futbolculuğunu anlattı...

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-04-02 15:31:42

'Yabancı sınırı kaldırılsın'
A Milli Takım Teknik Direktörü Abdullah Avcı, Türkiye Futbol Federasyonu'nun resmi dergisi "Tam Saha"ya konuştu. Avcı'nın Mazlum Uluç'a verdiği uzun söyleşide, genç teknik adamın ligdeki yabancı kısıtlamalası hakkında söyledikleri çok tartışılacak...

Bu röportaj yayınlandığında Millî Takım Teknik Direktörlüğü'nde 4.5 ayınızı geride bırakmış olacaksınız. Bu sürede bir de maç oynadık ve Slovakya'ya tarihimizde ilk kez yenildik. Gerçi sonuç önemli değildi ve sahada genç bir kadro vardı ama aradan geçen sürede soğukkanlı düşününce ortaya nasıl bir analiz çıkardınız? Temel eksiklerimiz nelerdi?

Slovakya maçının sonucuna endeksli olmadığımızı söylemiştim. Bu maçı kazansak dahi biz eksiklerimizi masaya yatıracaktık. Türk futbolunu incelediğimiz zaman şunu görüyoruz; son iki turnuvada yokuz, kulüpler bazında da Avrupa kupalarında takımlarımız bir ivme kazanamadı. Şimdi hedeflerimizden biri 2014 Dünya Kupası. Biz de Slovakya karşılaşmasını Türk futbolunda 10 yıl oynayabilecek oyuncu grubunu en azından bir maçta görme açısından değerlendirdik. Bir maç yeterli mi, değil elbette. Ama bir fikir verme açısından önemliydi. 27 kişilik bir kadro açıkladık. Türkiye'de herhangi birisi bana "Şu kadroda neden şu 10 kişi yok?" diyebilir mi, bence diyemez. Şu an itibarıyla dışarıda kalan oyuncu sayısı 4-5. Bunlar da uluslararası alanda son derece tecrübeli oyuncular ve Millî Takım'ın kapısının herkese açık olduğunu da ifade ettim. Bu arada Slovakya maçının ilk on birinde, bu takımın net oynayacak oyuncularından Selçuk'lar, Burak'lar da yer almadı. Slovakya maçının bizi sevindiren tarafı, ilk 25 dakikalık bölümün lig temposunun üzerinde oynanmasıydı. Arzulu ve istekliydiler, bu da sevindirici tarafı. Slovakya ile ilgili iki tespitimiz vardı. Birincisi, rakip sahada oynarken topu kaybedersek iki kenar oyuncuları bize sıkıntı çıkartabilirdi. Nitekim iki golü de böyle yedik. Bu goller yerleşim ve pozisyon alma hatasından kaynaklandı. Biz ise rakibin taktik faulleri nedeniyle hızlı hücumlar yapamadık. Bir başka eksiğimiz de oyuna genişlik verememekti. Ön kenar oyuncularımızın içeride sıkışması, çabuk oynamaması, statik top alması, hızlı hücum yememize yol açtı. Slovakya ile ilgili ikinci tespitimiz ise duran toplarda nasıl gol atacağımızla ilgiliydi. Tespit ettiğimiz resmin doğru çıktığı bir gol attık. Yani Slovakya maçının artıları var, eksileri var. Daha çabuk oynamamız, oyuna genişlik vermemiz gerekiyor ancak oyuncu profilleri şu an için buna uygun değil gibi duruyor. Ama savunmanın merkezinde görev yapan 20 yaşındaki iki oyuncumuz belki Türk futbolunun 10 senesinde oynayacak ve bu büyük bir kazanç. Ben hayata hep olumlu tarafından baktım. Burada da olumlu tarafından bakınca görülecek çok şey var ancak çalışmamız, konuşmamız ve üzerinde durmamız gereken çok şey de var. Bunlar beraber olmak, beraber çalışmak ve maç oynamakla gelişecek şeyler.

Mayıs'ta bir kamp ve beş hazırlık maçı var. Bu kampa da Slovakya maçındaki oyuncu kadrosuyla mı gideceksiniz? Yoksa daha geniş bir kadro mu planlıyorsunuz?

Mayıs'ın 20'si ile Haziran'ın 5'i arasında 5 hazırlık maçı oynayacağız. Avusturya'da kamp yapacağımız yer, Euro 2012'ye katılan ve katılmayan takımların toplandığı bir merkez. Hazırlık maçlarında Dünya Şampiyonası eleme grubumuzdaki rakiplerimiz için test olabilecek takımlar seçtik. Hollanda'nın karşılığı İspanya ve Almanya olabilirdi ama onlarla maç alamadığımız için Portekiz'i belirledik. Hem de tıpkı Hollanda maçı gibi deplasmanda oynayacağız. Macaristan'ın karşılığı olarak Ukrayna'yla, Romanya'nın karşılığı olarak Bulgaristan'la, Estonya'nın karşılığı olarak da Gürcistan'la oynayacağız. Slovakya maçının 27 kişilik kadrosundan çıkan oyuncular olabilir, giren oyuncular olabilir. Oyuncu sayısı ortalama 30 diyelim. Futbolcuların bundan sonraki performansı ve uluslararası tecrübesi yüksek oyuncularımızın durumu bu sayıyı belirleyecek. Mayıs ayı bizim için çok önemli. Sahanın içinde ve dışındaki birlikteliğimizin nasıl olabileceğini orada göreceğiz. Değişik oyuncuları yan yana deneyeceğiz ve resim biraz daha netleşecek. Belki de son iki maçımızı resmin ortaya çıktığı, kafamızda netleşen oyuncuların olduğu bir kadroyla oynayacağız. Ondan sonra da Ağustos'un 15'inde son bir hazırlık maçımız var. Yazışmalarımız devam ediyor ve ben o maçı Hollanda'ya yakın güçte bir takımla oynamak istiyorum.

Kadroyla girmesi muhtemel tecrübeli oyuncular kimler?

Emre Belözoğlu, Volkan Demirel, Hamit Altıntop, Egemen Korkmaz gibi oyuncular. Bunlara gençlerden Gökhan Töre'yi de ekleyebiliriz. Gökhan ve Hamit'in sakatlıkları vardı zaten. Ben bu oyuncuların tümüyle kadroyu açıklamadan önce görüştüm. Hiç bir sıkıntımız yok. Emre Belözoğlu ülkemizin uluslararası anlamdaki en tecrübeli oyuncusu ve 32 yaşında. Bir başka gerçek daha var, millî takımlar kulüp takımları gibi değildir, geçiş dönemlerinde her türlü oyuncudan yararlanabilirsiniz. Bunun bir çok örneğini yaşadık. Yusuf Şimşek futbolunun son yıllarında ve geçiş döneminde Norveç maçında oynadı. Metin Tekin futbolu bırakma noktasındaydı, Fatih Hoca onu İsveç maçında kullandı. Bu tip oyunculara da kapımız açık.

Geçmişte Millî Takım teknik ekipleri büyük kulüplerin koalisyonu gibi olurdu. Siz farklı bir yol izlediniz ve A Millî Takım'daki yardımcılarınızın neredeyse tamamını İstanbul Büyükşehir Belediyespor'dan getirdiniz. Bize biraz ekibinizden söz eder misiniz? Bu seçimin nedeni neydi?

Türk futboluna oyuncu yetiştirirken antrenör de yetiştirmemiz lâzım. Mesleğe başladığım günden beri böyle düşünüyorum. Gerçek anlamda potansiyel sahibi, donanımlı insanlara destek sağlamamız, önlerini açmamız gerekiyor. Onların kulübü, çalıştığı yer hiç önemli değil. Biz bu ekibi kurarken, federasyon yönetimi de işimize hiç karışmadı.

İsimler üzerinden gidersek, mesela neden Okan Buruk?

Okan Buruk'un oyunculuk kariyerine bir bakalım. Türkiye'de onun kariyerine sahip kaç oyuncu var? Galatasaray, Inter, Beşiktaş, tekrar Galatasaray... Ülkemizin uluslararası anlamdaki en büyük iki başarısına da katkısı olan bir oyuncu. Yabancı dili var, sevgisi, saygısı ve iletişimi mükemmel olan birisi.

Ama antrenörlük tecrübesi yok.

Genç Millî Takımlarda çalıştı, A Millî Takım'da idari anlamda bulunsa da sahanın kenarındaydı. Futbol bilgisi son derece zengin bir antrenör Okan Buruk. Tekniğin ve tecrübenin yanında bu işte iletişimin de son derece önemli olduğunu düşünürsek, Okan Buruk'un kadro içindeki önemini anlarız. Çünkü Okan'ın olduğu yerde sevgi çemberi vardır.

Tayfun Korkut'a gelirsek... Geçen ay yaptığımız röportajda, "Geçmişte hocayla çok yakın bir tanışıklığımız yoktu" demişti. Bu seçimde hangi faktörler rol oynadı?

Biraz önce ifade ettiğim bir şey var; genç, donanımlı ve potansiyel sahibi insanların önünü açmak lâzım. Tayfun Korkut, Almanya'da yetişmiş, Türkiye'de üst düzey futbol oynamış, aynı başarıyı İspanya'da Real Sociedad ve Espanyol'da göstermiş, UEFA A ve Pro Lisansını Almanya'da almış, kendisine Stuttgart'ın U19 takımı emanet edilmiş bir teknik adam. Bir araya gelip hayatı ve futbolu konuştuğumuzda ortaya koyduğu düşünceler, konular hakkındaki ince detaycılığı onun da Okan Buruk gibi potansiyel bir teknik direktör olduğunu ortaya koyuyor. İbrahim Menderes'ten de bahsetmek gerekir. Spor Akademisi mezunu, Galatasaray ve Belediyespor'da birlikte çalıştığım bir futbol adamı, ayrıca 2002 Dünya Kupası'nın analizcisi. Haluk Güngör birlikte futbol oynadığım, daha sonra oyunculuğumu ve kaleci antrenörlüğümü yapmış, inandığım, güvendiğim bir futbol adamı. Hepsi aynı zamanda kişilik ve karakterleriyle de Türk futboluna uzun süre hizmet edebilecek insanlar.

Millî Takımlarda yeni bir yapılanmaya gidildi ve A takımdan U15'e kadar birbiriyle bağlantılı bir yapı oluşturuldu. Doğrusu da buydu herhalde...

Geçmişte Genç Millî Takımlarda çalışırken önce Ersun Hoca, sonra da Fatih Hoca dönemlerinde bugün yeniden kurulan yapıda çalışmıştım. Genç Millî Takımlar Beylerbeyi'nde A Millî Takım'a bağlı olarak çalışıyordu ve bütün teknik adamların her an beraber olduğu, futbolu konuştuğu, ürettiği, birbirine yardımcı olduğu bir ortam yaşanıyordu. Ben A Millî Takım'a gelmeden önce ise A Millî Takım ve izleme komitesinin İstinye'de, Genç Millî Takımların Levent'te, Eğitim Dairesi'nin de Beylerbeyi'nde olduğu bir sistem kurulmuştu. Eğitim Dairesi'nin başında benim kardeşim gibi olan, Türk futbolunun çok ön plana çıkmış 3-4 teknik adamından birisi, Tolunay Kafkas var. A Millî Takım'ı İstinye'den çıkartıp, Levent'te tüm Genç Millî Takımlarla aynı çatı altında topladık. Siz gelmeden önce de tüm Genç Millî Takım hocalarıyla bir toplantıdaydık. Enerjimiz son derece yüksek. Sürekli futbol adına konuşuyoruz. O toplantıda da A Millî Takım'dan 14 yaşa kadar bütün Millî Takımlarımızın duran toplarda alan savunmasında neler yapması gerektiğini konuştuk.

Çok güzel bir noktaya geldik. Uzun yıllardır bir Türk futbol ekolünden söz ederiz. Ama bu ekolle bugüne kadar tanışabilmek mümkün olmadı. Siz nasıl bir ekol hayal ediyorsunuz? Bu ekolün oluşturulması için aşağıdan yukarıya neler planlıyorsunuz?

Kısa bir süre önce Tolunay Kafkas ve Genç Millî Takım hocalarıyla beraber Almanya'daydık. Amacımız eğitim ve Genç Millî Takımlarla ilgili çalışmalarımıza katkı sağlamaktı. Ancak bu konuda asıl önemli olan nokta kulüpler. Löw'le yaptığım görüşmede, düşüncelerimi ortaya koyup altyapılarla, performans testleriyle ilgili neler yaptıklarını sorduğumda, "Bu işlerle sen mi uğraşıyorsun?" dedi. Çünkü Almanya'da bu konular kulüplerde hallediliyor. Ama ülkemizde belli başlı kulüplerin dışında hangisinin altyapısında performans testi yapılıyor? Löw bunlarla uğraşırsam dağılacağımı söyledi ama biz Türk futbolu için bunları yapmak, bu adımları atmak zorundayız ki, bizden sonra gelenler de üzerine bir şeyler koyabilsin. Şimdi dünya futboluna baktığınız zaman oyunun iki yönünü oynayabilen takım, oyunun iki yönünü oynayabilen futbolcu geçerli. Sistemlerin hepsi birbirine yakın. Herkes dörtlü savunmayla oynuyor. Öndeki dizilişte biraz farklılıklar oluyor. 4-3-3, 4-2-3-1, 4-5-1, 4-1-4-1 gibi. Bunların hepsindeki fark 5 metre, 7 metre. Bugün Azerbaycan da böyle oynuyor, bir başka ülke de... Önemli olan, mevkilere göre oyuncu profillerini doğru seçmek, oyunun iki yönünü doğru oynamak, pozisyonları doğru almak ve oyun disiplinine sadık kalan oyuncu gruplarını yetiştirmek. Bu anlamda biz Millî Takım olarak örnek olacağız ama kulüplerin de adım atması gerekiyor.

Peki, kulüplerin adım atmasını nasıl sağlayacaksınız?

Spor Toto Süper Lig ve Bank Asya 1. Lig'de oynayan 36 takım için Kulüp Lisans Talimatı'na bir takım kriterler getireceğiz. Bunu yapmak zorundayız. Belli bir standart koyacağız. Sporda verimlilik firmaları aracılığıyla da kulüpleri denetleyeceğiz. Türkiye'de işler ahbap-çavuş ilişkileriyle yürüdüğü için bu denetlemeyi bağımsız firmalar aracılığıyla yürütmekte fayda var. Bu konuyu en kısa zamanda Yönetim Kurulu'na sunacağım. Eğer altyapıları ve antrenör eğitimini geliştiremez, elit spor okullarını kuramazsak ileriye doğru adım atamayız. Bizim yetenek olarak bir sıkıntımız yok. Kişilik ve okul eğitimini doğru verirseniz, oyuncu sahadaki problemi zaten çözer. Bunu Federasyon, Milli Eğitim Bakanlığı, Spor Genel Müdürlüğü ve kulüplerle koordineli bir biçimde çözmemiz lâzım. Bununla ilgili projeler hazırlıyoruz ve çalışıyoruz. Ama bir yandan da bizim kulüplere örnek olabilmemiz gerekiyor. A Millî Takım'dan en alt yaş grubuna kadar, duran toplardaki alan savunmasının nasıl yapılması gerektiğine bir standart getirdik bugünden itibaren. Bütün takımlarımız aynı alan savunmasını uygulayacak. Türk futbolunun geriden oyunu başlatmakla ilgili bir sıkıntısı var. Bugün stoperlerin bir orta saha oyuncusu gibi olması gerekiyor ve biz bunun üzerinde bir çalışma yapıyoruz. Oyuncuların durarak top almak yerine hareketli olarak top almasını sağlamamız gerekiyor.

Siz bunları anlattıkça aklıma Barcelona geliyor. Orta saha oyuncusu gibi stoper dediğinizde Pique'yi görüyorum. Hareketli top almak dediğinizde, Messi, Iniesta, Xavi ve diğerleri geliyor gözümün önüne. Cruyff'un dediği gibi, "Barcelona'da top ayağında olan oyuncu en önemsizidir. Önemli olan diğer oyuncuların pozisyonudur." Sizin hayaliniz de böyle bir oyun düzeni sanırım.

Evet, Cruyff'un dediği gibi, hareketli olarak topu istediğinizde, top ayağında olan oyuncuya 9 farklı seçenek sunuyorsunuz. Bunun içine topu doğru atan, doğru kontrol eden ve doğru yerde bulunan oyuncuyu da eklemeniz gerekiyor. Biraz önce sözünü ettiğim temellere inersek, problemi kökten çözmüş oluruz. Genç Millî Takımlarda bu konuda örnek olmak istiyoruz. Stoperlerin bir orta saha oyuncusu gibi olmasını sağlamamız lâzım. Bugünün futbolunda ön liberoların gelip stoperlerin ayağından topu almasına gerek yok.

A Millî Takım dışındaki takımlarda antrenör tercihlerinizi neye göre yaptınız?

Bizden önce A Millî Takım'ın 11 kişilik bir izleme komitesi vardı. Ben 11 kişinin 35 oyuncuyu izlemesini çok verimli bulmadım. Ama hepsi Millî Takımlarda yılların tecrübesine sahip arkadaşlarımızdı. Bir ayaklarının da sahanın içinde bulunması gerekiyordu. Onlardan aynı zamanda rakiplerin izlenmesinde de yararlanıyoruz. Genç Millî Takımları oluştururken bu arkadaşlarımızdan da faydalandık. A2 Millî Takımımızın başına getirdiğimiz Gökhan Keskin, izleme komitesindeydi. Üst düzey futbol oynamış ve antrenörlük tecrübesi bulunan bir arkadaşımız olarak A2 Millî Takımımızın başında. Keza Zeki Önatlı ve Nurettin Yıldız da yine kurumun içindeki futbol insanları olarak A2'de görev aldı. Aynı zamanda rakip de izliyorlar, maç da izliyorlar. Ümit Millî Takımımızın başında Tolunay Kafkas zaten biraz önce bahsettiğim gibi bu ülkenin en önemli teknik adamlarından birisi. Eğitimin başında ama aynı zamanda bir ayağının da sahanın içinde bulunması için Ümit Millî Takımımızın Teknik Direktörlüğünü yapıyor. U19 ve U18 çok hassas olduğumuz gruplar ve onların başına da Feyyaz Uçar'ı getirdik. Avrupa Şampiyonası Elit Turu ve 2013 Dünya Şampiyonası oynayacaklar. Feyyaz üst düzey futbol oynamış, antrenörlükte önemli tecrübeleri bulunan, Lucescu gibi bir teknik direktörün 2 yıl yardımcılığını yapmış, aynı zamanda yarışmacı bir antrenör. Diğer yandan Spor Akademisi mezunu ve yabancı dili var. Başında bulunduğu jenerasyonun da model oyuncu olarak tanıdığı bir isim. Yardımcısı Emre Aşık büyük takımlarda oynamış, Türk futbolunun iki büyük başarısını yaşamış ve o duyguları genç oyunculara aktarabilecek nitelikte önemli insanlardan birisi. Altay Dağdelen zaten bu kurumda çalışıyordu. U17 ve U16'ya Hakan Tecimer'i getirdik. Rizespor'dan takım arkadaşım ama bu bir şey ifade etmiyor. Asıl özelliği, Fenerbahçe altyapısında gerçekleştirdiği önemli işler. Onun yanında da yine Fenerbahçe'de birlikte çalıştığı Tamer Sivrikaya var. Geçen sezon Nike Avrupa Şampiyonu ve dünya altıncısı olan takımda Hakan'la birlikteydi. O yaş grubuna sadece Türkiye'de değil, Avrupa çapında hâkim olan bir arkadaşımız. Kaleci antrenörü Bülent Yılmaz da benim eski takım arkadaşım ve Genç Millî Takımlarda oynamış bir isim. U15 ve U14'ün başındaki Mehmet Hacıoğlu zaten kurumun bünyesindeydi ve o da benim eski takım arkadaşım. Özellikle o yaş grubunu çok iyi bilen bir antrenör. Yanına da Belediyespor'un altyapısında başarılı işler yapan Bekir Gür'ü verdik. Özellikle o yaş grubunda iletişim çok önemli ve Bekir de bu işi başarıyla yapabilecek bir isim. Bir de Genç Millî Takımlarda izleme komitemiz var. Rakip izleme komitesinde Şenol Ustaömer, Turan Sofuoğlu, Ergin Parlar, Almanya ayağında Erdal Keser, oyuncu izleme komitesinde bütün taramaları yapan İlyas Tüfekçi, Güngör Şahinkaya ve Adnan Örnek'in yer aldığı bir yapı oluşturduk. Ayrıca her grubun ayrı ayrı performans ve analiz antrenörü var. Her yaş grubu için bir spor psikologu olmasını da istiyorum. O spor psikologu kendi yaş grubundaki 35-40 oyuncunun kulüpleriyle, aileleriyle olan ilişkilerini ve gelişimlerini takip edecek. Aynı şekilde her grubun birer doktoru olacak. Doktorlar, oyuncuların kulüplerindeki sağlık durumlarını da takip edecek ve bir sıkıntıları varsa performans merkezinde tedavilerini de gerçekleştirecek. "Genel kültür ve hayata bakış" diye bir ders koyacağız. Diyelim ki oyuncu buradan Rusya'ya gitti, o ülkenin tarihini, orada neler yapması gerektiğini, Türkiye ile ilişkilerini bilmesi lâzım.

Riva'nın eğitim amaçlı olarak kullanılmasından söz etmiştiniz. Bu konuyu biraz açar mısınız? Riva'yla ilgili nasıl hayalleriniz var?

Biliyorsunuz daha önce Genç Millî Takımlarda çalıştım. Benim Avrupa şampiyonu ve dünya dördüncüsü olduğum takım dâhil bütün Genç Millî Takımlar Riva'da toplanıyordu. Riva'da inanılmaz güzel bir coğrafya var. Takımlarımızın Avrupa'da kamp yaptığı yerlerden hiçbir farkı yok. Ben kulüp takımında çalışırken, Hollanda A Millî Takımı'nın Dünya Kupası'na giderken kullandığı merkezde de iki defa kamp yaptım. Riva'nın dörtte bir bile değildi. Sadece tek saha ve çok basit bir kamp yerinden ibaretti. Riva bunun dört katı büyüklüğünde bir yer. Orada çok basit bir prefabrik bina vardı. Şimdi oraya yıktıracağız. Zaten UEFA'nın da tesisleşmeyle ilgili büyük maddi desteği var ve parasal kaynak büyük ölçüde oradan sağlanacak. Eğitim dairesini de oraya alacağız. Bakın devamlı açılan antrenör kursları var, farklı şehirlerde, beş yıldızlı otellerde düzenleniyorlar. Hem büyük paralar harcanıyor, hem de turistlerin tatil mekânında antrenör eğitimi yapılmaya çalışılıyor. Riva'daki dört sahaya, antrenör eğitimi için bir sentetik saha daha ekleyeceğiz. Onlar için kamp merkezi inşa edeceğiz. Ayrıca Genç Millî Takımların kalabileceği bir merkez daha yapacağız. Eğitim dairesinin çalışanlarını da yine Genç Millî Takımlarla birlikte sahanın kenarına alacağız. Orası, Genç Millî Takımlara odaklandığımız yer olacak. Genç Millî Takımlar bugün otellerde toplanıyor, kulüp takımlarından çalışmak için saha istiyor. Böyle bir şey olmaz. Kulüplere tesisleşin derken biz kendi tesisimizi kaybedemeyiz. Orayı cennet gibi bir yer yapacağız. Tesislerde ayrıca bir performans ölçüm merkezi yapacağız. Özellikle küçük yaştaki oyuncuların eksiklerini tespit edip kulüplerle temasa geçerek bu eksiklerin giderilmesi için neler yapabileceğimizi konuşacağız. Orada cep sinemasından toplantı odaları ve ofislere kadar her şey olacak. Eğer hayal ettiğimiz gibi olursa A Millî Takımımızı da Riva'ya taşıyacağız. Ben de antrenör eğitiminde yer alayım, ben de Genç Millî Takımlarla birlikte olayım orada. Hepimizin bir aile ortamında bulunmasını hayal ediyorum.

Belediyespor'da oyun taktiğiniz daha çok rakibin oyununu bozmaya ve çabuk hücumlara dayanan bir sistemdi. Millî Takım'dan ise oyunun kontrolünü elinde bulunduran bir yapı bekleniyor. Zaman zaman set oyunu oynamak durumunda kalacaksınız. Siz kendi adınıza da ciddi bir taktiksel değişim mi yaşayacaksınız?

Biraz önce de söyledim, bugün artık oyunun iki yönünü de oynamak önemli. Zaman zaman rakibe göre zaman zaman oyuncu profilinize göre taktikleriniz değişir. Aslında Belediyespor'la Süper Lig'e çıktığımız ilk sezonda biz önde basan, topun ayağımızda kalmasına önem veren ve oyunu yönlendiren bir takımdık. Ama ligde çok direkt bir oyun oynanıyordu ve biz bu iyi oyunumuzun karşılığını puan olarak alamaz duruma geldik. Bunun üzerine zaman zaman ikinci bölgede doğru savunma yapıp hızlı hücumları denedik ve başarılı olduk. Ama bu da bizi tatmin etmedi. Ve bu sezona başlarken oyunun iki yönünü oynayan bir takım kurduk. Lige de öyle başladık. Kenar oyuncuları seçerken hem hızlı hücum yapabilen hem de set oyunun oynayabilen isimleri tercih ettik. Kenarlarda Doka ve Visca'yla, önde baskı oyuncusu Webo'yla, sonradan katılan Tom'la, savunmanın iki yanını muazzam oynayan Holmen'le bunu da denedik. O bütçemizle böyle bir kadro kurup lige de söylediğim şekilde girdik ve Galatasaray'ı yenip devamında da çıkışımızı sürdürdük. Hatta yorumculara da sitem ettim. Galatasaray galibiyetimiz için, "Belediyespor hızlı hücum eden bir takım, Galatasaray buna önlem almadı" dediler. Oysa o gün attığımız iki golün biri 10, diğeri 12 pasla ve yan ortalarla gelmişti. Yani bu sezonun başında Belediyespor'la ortaya koyduğumuz oyun anlayışı hem çabuk hücumu hem de set oyununu gerçekleştirebilecek, oyunun iki yönünü de oynayabilecek nitelikteydi.

Millî Takımımız da tek santrforla oynuyor, kulüp takımlarımızın çoğu da. Siz de Belediyespor'da aynı sistemi benimsemiştiniz. Ligimizde çift santrfor oynayan sadece Galatasaray var. Eski bir santrfor olarak baktığınızda, ilerideki o tek oyuncuya çok fazla yük bindiğini düşünmüyor musunuz? Millî Takım'daki sistemi değiştirmek, çift santrforla oynamak gibi bir düşünceniz var mı?

Orta saha oyuncunuz Samuel Holmen gibi bir oyuncuysa ve her atakta rakip ceza sahasına giriyorsa, kenar oyuncunuz da ceza sahasına hamle yapıyorsa zaten orada üç kişi olursunuz. Bunu oyuncu profilleriniz belirler. Galatasaray'ın durumu ise biraz farklı. Elmander gibi bir oyuncunuz varsa çift santrfor oynarsınız. Çünkü Elmander top rakipteyken bir orta saha oyuncusu gibi oynayabiliyor. Demek ki sistemi oyuncu profillerini belirliyor. Slovakya maçından önceki antrenmanda Burak sakatlanmasaydı biz de çift santrforla oynayacaktık.

Bu önemli bir açıklama. Yani ille de tek santrfor oynayacağız gibi statik bir durum yok.

Rakibe göre çift santrfor, rakibe göre baklava dilimi oynarız. Mustafa Pektemek bu ülkenin sırtı dönük oynayabilecek tek aday oyuncusu olduğu için Slovakya maçında onunla Burak'ı çift santrfor olarak kullanmak istemiştim. Orta sahada eksik kalacağımızı hiç düşünmemiştim. Çünkü ikisi de geri gelebilen oyuncular. Ama Burak sakatlanınca Mehmet Ekici'yle başladım. Şöyle bir şey daha var. Rakibin bir beki hiç oyuna çıkmıyorsa ben neden tek santrforla oynayayım? Böyle durumlarda da çift santrfor kullanabilirim. Bu konuda hiç bir sıkıntı yok yani. Top rakipteyken de top bizdeyken de pozisyon almayı doğru yapıyorsak hiç bir sorun olmaz.

Kendimi bildim bileli Millî Takımımızın basit gol yeme alışkanlığından söz edilir ve her yeni teknik direktör bu hastalığın giderilmesine öncelik verir. Ama Millî Takımımız basit goller yemeye devam eder. Biraz önce bütün kategorileri kapsayan bir duran toplarda alan savunması çalışmasından söz ettiniz ama bu konuyu biraz açabilir misiniz?

Oyuncularımızın konsantrasyon ve odaklanmayla ilgili sorunları var. Bu biraz temel eğitimle de ilgili. Oyuncuyu ana, işe, skor ne olursa olsun oyun disiplinine ya da antrenmana odaklanmaya yönelten çalışmalar başlatacağız. Mesela Slovakya maçına 20-25 dakika iyi başladık. Ama yenilen golün ardından her türlü senaryoya hazır olması gereken oyuncularda oyun disiplininden kopmalar başladı. Tamam duygular çok önemli ama bizim bunun içine pozisyon almayı, oyun disiplinini, konsantrasyonu, odaklanmayı doğru biçimde yerleştirmemiz gerekiyor. Bunu da temelden almamız çok doğru olacak.

Hiddink de Türk oyuncuların duygularıyla oynadıklarından sık sık şikayet etti. Aslında söylemek istediği coşkusuz bir futbol değildi sanıyorum. Oyun disiplinine daha sadık kalınmasına vurgu yapıyordu.

Evet, aynen öyle. Rijkaard da yine TamSaha'ya verdiği röportajda "Türk futbolunda her şeyden biraz var ama hiçbir şey tam değil" demişti ve oyuncuların duygularıyla hareket etmesinden söz etmişti. Tamam duygular çok önemli ama bunu artıya çevirmek için oyun disiplini, doğru pozisyon alma ve konsantrasyonla da beslememiz gerekiyor.

Maç izlerken bazen öyle anlar oluyor, futbolcular oyundan öylesine kopuyor ki, "Devre bir an önce gelse de hoca şu takımı toparlasa" diye geçiriyorsunuz içinizden.

Doğru. Bazen teknik adam olarak kulübede mola alma ihtiyacı duyarsınız. Yardımcılarım, "Şu oyun basketbol gibi olsa da mola alsak" dediğime çok şahit olmuştur. Avrupalı teknik adamlara dikkat ederseniz, bizimkilere oranla çok daha sakindir. Çünkü oyuncuları neyi nasıl yapacaklarını temelden bilir. Ömer Toprak'la oturup konuştuğumda şunu gördüm, bir stoperin özelliklerinin ne olması gerektiğini biliyor. Elbette o da hata yapar ama doğrusunun ne olduğunu temelden biliyor.

Evet, Ömer'le yaptığım röportajda bana, "Daha baştan itibaren aldığım bütün eğitim, modern bir stoperin nasıl oynaması gerektiği üzerineydi" demişti.

Almanya'da kafa vuruşu antrenörü var. Bizde stoper topa kafa vurduğunda "uzaklaştırdı" denir. Hayır, belki o oyuncu topu kafasıyla pas olarak kullanıyor. Bayer Leverkusen, Borussia Dortmund ve Stuttgart'ın futbol okullarını gezdim. Tesisler, fiziki şartlar, bakış açıları, zihinsel olarak yetiştirmeleri çok farklı. Yarın öbür gün bana "Almanya'yı niye yenemediniz?" derlerse, ben de "Gidin bir Almanya'da ne yaptıklarını görün" cevabını veririm. Arada sırada Almanya'yı yenebiliriz de o anda duygularımız ön plana çıkar. 3 milyon Türk'ün yaşadığı Almanya'dan Real Madrid'e 3 oyuncu gidiyor da 75 milyon Türk'ün yaşadığı Türkiye'den gitmiyorsa, orada eğitim anlamında bir sıkıntı var demektir.

Bir başka hastalığımızın basit kartlar görmek olduğunu biliyoruz. Bu da bile bile lades dediğimiz ve bir türlü çözemediğimiz problemlerden birisi. Sizce bu konuda neler yapılabilir?

Türk futbolunun temel sorunlarından birisi bu. Genelde baskının olduğu yerlerde oyun istediğiniz gibi gitmiyorsa o andaki duygular ön planı çıkıyor ve konsantrasyon kayboluyor, peşinden de basit kartlar gelebiliyor. Bunlar temel eğitimle aşılabilecek problemler. eğer bu adımları atar, okul ve futbol eğitimini birlikte yürütebilirsek, basit kart meselesini en aza indirebiliriz. Ben hep şunu söylüyorum, saygınını, sevginin, doğru iletişimin olduğu yerde bunların hepsi aza inecektir.

Yabancı oyuncu kontenjanı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konuda TFF yönetiminden talepleriniz olacak mı?

Bu konuda iki şey söyleyeceğim. Eğer biraz önce bahsettiğim altyapı eğitimlerini hayata geçirebilir, doğru oyuncular yetiştirebilirsek yabancı oyuncu sayısını serbest bırakalım. Şimdi ilk aklıma gelen isimler olarak Emre Belözoğlu, Gökhan Gönül, Burak Yılmaz, Selçuk İnan'ın yerine yabancı oyuncu alıyorlar mı, almıyorlar. Neden? Çünkü bu oyuncular yeterince donanımlı. Ha, şu anki duruma gelirsek, Millî Takım hocası olarak bir takımın on birinde 6 yabancı, 5 yerli oyuncu var. 6 yerine 5 yabancı olsa, yerine giren çıkanla birlikte 36 Türk oyuncu daha oynar ve belki biz A Millî Takım'a bir-iki oyuncu fazla kazanabiliriz.

75 milyonluk nüfus potansiyelimizi de yeterince kullanamıyoruz bu arada.

Bu biraz da ülkenin spor kültürüyle ilgili bir mesele. Türkiye 75 milyon nüfuslu, maç izleyen seyirci sayısı 3.5 milyon. İskoçya'nın nüfusu 5.5 milyon, onun da seyirci sayısı 3.5 milyon. Yabancı transferiyle ilgili bir istatistik vereyim; dışarıya gönderdiğimiz yerli ya da yabancı 1 oyuncuya karşılık ülkemize 3 oyuncu girmiş. Arada kaybettiğimiz para 230 milyon euro.

Bunun altyapıya kullanıldığını düşünürsek...

O kadarına bile gerek yok zaten (gülüyor).

Millî Takım’a oyuncu bulma konusunda sıkıntı çekilen mevkiler var mı?

Dönem dönem nesillerde bu hep oluyor. Mesela şu anda alternatifli bek oyuncularımız yok. Slovakya maçında sol kanat için İsmail Köybaşı ve Hasan Ali Kaldırım vardı, Caner Erkin klasik bir sol bek değil. Sağ kanatta ise sadece Gökhan Gönül vardı. Bundan önceki süreçte zaman zaman Sabri ve Hamit orada oynamıştı. Beklerle ilgili seçenek anlamında bir sıkıntı var gibi görünüyor ama daha önce sıkıntı yaşanan stoperlerde bir bolluk var. Ömer Toprak ve Semih Kaya belki 10 sene daha oynayacak. Arkada Serdar Kesimal, Eren Güngör, Aykut Demir, Serdar Aziz var. Hepsi benim daha önce çalıştığım oyuncular. Kalede seçeneğimiz yine bol. Ön kenar oyuncularıyla ilgili ise alternatif sıkıntısı var. Şu anda elimizde Arda, Olcan ve yeni yeni gelen Tunay var. Keşke Galatasaray'da Aydın'ın performansı iyi olsa ve sürekli oynasa, çok ideal bir kanat oyuncu olabilir. Pivot santrfor için Mustafa Pektemek dışında ideal bir aday oyuncu yok gibi duruyor.

Şimdiye kadar hep grup ikincisi olarak gittik büyük turnuvalara. Bu defa birinci olarak gitmek istediğinizi söylüyorsunuz. Elbette yola ikinci olmak için çıkılmaz ama Hollanda'nın yer aldığı bir grupta birinciliğin ne kadar gerçekçi bir hedef olduğunu düşünüyorsunuz?

1996'dan bu yana katıldığımız bütün büyük turnuvaların finallerine grubumuzu ikinci sırada bitirerek gittik. 20 yıla yakın bir süreçten bahsediyoruz ve artık eşik atlama zamanı. Tamam, Hollanda çok önemli bir takım. İspanya ya da Almanya değil ama hemen onların arkasından geliyor. Ancak ikincilik bir hedefse, ben oyuncularımın önüne bir adım yukarısını, birinciliği koyuyorum. Bu ulaşılabilir bir hedef . Ben oyuncularıma değer verdiğim için bunu söylüyorum ve kesinlikle onları doldurmak gibi bir amaç taşımıyorum. Üstelik yakın geçmişte Hollanda'yla deplasmanda oynadığımız bir hazırlık maçı var. Oyuncularımızın doğru oynadıkları, umut verdikleri, kazanabilecekleri bir maçtı. Bu arada diğer rakipleri de göz ardı etmiyoruz. Romanya ve Macaristan toparlanıyor, Estonya da çıkış halinde. Ama biz her zaman ikinci oluyorsak artık birinciliği kovalamamız gerekiyor. Ben bu hedefe inanıyorum, bu gruba da güveniyorum. Yeni bir nesil geliyor. Aralarına tecrübeli oyuncular girecek. Türk futboluna başarılar kazandırabilecek bir nesil bu.

Kulüp takımı ile Millî Takım çalıştırmak arasındaki farklar neler size göre?

Çok fark var. Çok detaylarla uğraştığım için bütün günüm sabahtan başlayıp akşamın geç saatlerine kadar burada geçiyor. Kulüp takımında zihinsel, fiziksel ve taktiksel olarak 22-25 oyuncuya yoğunlaşırken, burada biraz daha yapılanmayla ilgili uğraşıyorum. Millî Takım'daki sorumluluk inanılmaz derecede fazla. Bir hazırlık maçının sonucuyla birlikte bile yoğun biçimde eleştirilebiliyorsunuz. Ben sadece oyun anlayışındaki eleştirileri cebime koyarım. Bunun dışındakiler beni ilgilendirmiyor. Türk futbolu için doğru olan şeylerin ardından sonuna kadar giden bir yapım var. Bunları Türk futbolu için yapmak istiyorum. Sonucunda ne çıkar, bunu zaman gösterecek. Kulüp takımında her hafta bir maça hazırlanmak, Millî Takım'da ise bu kadar detayla uğraşmak zor.

İki taraftaki mesai saatleri arasında farklar var mı?

Eşim Millî Takım'a geldiğimde sevinmiş, "Aaa ne güzel, artık her hafta sonu maç yok" demişti. Ama şimdi, "Yüzünü bile göremiyoruz" diyor. Çünkü her sabah Levent'e geliyor, akşam geç saatlere kadar çalışıyorum. Burada oyuncular, taktikler, antrenman modelleri, eğitim üzerine konuşuyoruz. Sürekli maçlara gidiyoruz, kulüplerle, teknik adamlarla, oyuncularla iletişim kuruyoruz. Bunların yanında sosyal sorumluluk çerçevesinde okullara gidiyoruz. Bu konuya önem veriyorum. Sizi seven, davet eden, sizinle birlikte olmaktan mutluluk duyan insanlarla bir arada olmak, onları sevindirmek hoşuma gidiyor.

"Başbakanla maç seyretmek istiyorum" demişsiniz... Bu konuyu biraz açar mısınız?

Kendisini futbolcu olduğu dönemde izlemiştim. İriyarı bir santrfordu. Sonra stoper de oynamıştı. Bu sözü, onun futbola ve oyuna bakış açısını yakından görmek istediğim için söylemiştim.

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara