Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Evren ve Şahinkaya’ya can güvenliği talebi!

Görüşleri nedeniyle 12 Eylül 1980 darbesinin ardından TSK’dan atılıp 2 buçuk yıl hapis yatan emekli Üsteğmen Rahmi Yıldırım, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan üyeleri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya aleyhine açtıkları davaya müdahil olmak için başvuruda bulundu.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-29 12:12:01

Evren ve Şahinkaya’ya can güvenliği talebi!
Rahmi Yıldırım, 1957 yılında Çorum'da dünyaya geldi. Köyde çiftçi bir baba ve ev hanımı bir annenin çocuğuydu. 1970 yılında girdiği sınavı kazanarak Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi. Görüşleri nedeniyle 12 Eylül 1980 darbesinin ardından TSK’dan atılarak 2 buçuk yıl hapis yattı. Yıldırım, o dönemde yaşadıklarını ve darbecilerin yargılama sürecine müdahil olma gerekçelerini Cihan Haber Ajansı (Cihan)'na anlattı.

Yıldırım, mahkemeye sunulan 6 sayfalık müdahil olma başvurusunda, Kenan Evren ve Recep Ergun’un imzasını taşıyan gözaltı ve serbest bırakma, TSK’dan ilişiğinin kesilmesi ile ilgili Kenan Evren’in imzaladığı üçlü kararname kararlarını delil olarak sundu.
Mahkemenin taleplerini de değerlendireceğini ifade eden Rahmi Yıldırım, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak hem de doğrudan darbenin mağduru olarak muhalif mağdur kimliği ile bu başvuruyu gerçekleştirdiğini söyledi.

İDDİANAME EKSİK SORUŞTURMA GENİŞLETİLMELİ

Evren’in ve Şahinkaya’nın sanık sandalyesinde olacağı davanın sağlık gerekçeleri nedeniyle yokluklarında devam edeceğini ifade eden Yıldırım, “Çok ağır suçlarının failleridirler. Ama Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesinde alelade tespitler yer almaktadır. Savcılık, darbecilerin ideolojisiyle iddianameyi kaleme almıştır. İddianame adeta sanıkların savunması niteliğindedir. İnsanlık suçu, ayrıntısı ile anlatıldığı halde, sanıklarla bağlantılı tutulmamışlardır. Sanıklar, hakkında işlenen suçlardan dolayı azmettirici oldukları gerekçesiyle bir ceza talebinde bulunulabilirdi. Tartışmaya açık bir şekilde zamanaşımı girmesi ile sadece darbeye teşebbüs iddiasıyla ceza talep edilmiştir. Bu suçları sadece iki kişi işleyemez. İddianame bu yönüyle eksik bir iddianamedir. Soruşturmanın genişletilmesi gerekmektedir” diye konuştu.

SANIKLAR İNSANLIK SUÇLARINDAN YARGILANMALI

Rahmi Yıldırım, Evren ve Şahinkaya’nın kendilerini 'kurucu irade' olarak gördükleri ve haklarında yargılama yapılamayacağı yönündeki savunmaları ile ilgili de değerlendirmelerde bulundu. Yıldırım, bu savunmanın mantıklı olduğunu ifade etti. Kendisinin de müdahil olma talebinin altında yatan gerekçenin bu olduğu izahını yaptı. Kendisinin olaya kurucu iradenin yargılanabilir mi yargılanamaz mı gibi dar hukuk çerçevesinden bakmadığını söyleyen Yıldırım, şöyle devam etti:

“Sanıklar, bu noktada insanlık suçlarından dolayı yargılanmalıdırlar. Soruşturmanın sadece iki sanıkla sınırlı tutulması yargılamanın iki kişi ile sınırlı tutulacağı endişesini ortaya çıkarmaktadır. Ben de bu gerekçe ile müdahil oldum. Suç ortakları kimse onları ortaya çıkarmamız gerekmektedir. Sıkıyönetim komutanları, hükümet üyeleri, yüksek yargının üyeleri dahil darbeye kimin katkısı varsa yargılanmalıdır. İşkence suçları da daha hızlı görülmesi bakımından yerel savcılıklara tevdi edilmelidir.”

DARBE AYNI ZAMANDA RAKİP CUNTALAR ARASINDAKİ BİR KAVGADIR

Yıldırım, 12 Mart 1970 yılını, militarizmin şaha kalktığı yıllar olarak nitelendiriyor. 1970 yılında yaşanan bu hareketlilikten dolayı askerin yönetime el koyduğunu ve ciddi bir Balyoz operasyonunun o gün milletin sırtına indirildiğini ve bu militarist yapıdan TSK’nin da etkilendiğini anlatıyor:

“İstanbul’da sokağa çıkma yasağını uygulamak için Balyoz harekatı planı uygulandı. Ülkedeki bu baskı ortamı okullarımıza da sindi. Bu amaçla, dönemin İstanbul Sıkıyönetim 1. Ordu Komutanı Faik Türün sık sık okulumuzu ziyaret ederdi. Sevdiğimiz öğretmenler, bu ziyaretin ardından sürgün edilirdi. Darbeler aynı zamanda cuntalar arasında bir kavgadır. Bu amaçla, okul kütüphanemizde, rakip cuntaların nasıl vatana karşı suç işlediklerine dair sergiler açılırdı. Sergilerin adları, ‘İçimizdeki hainler’ başlıklıydı.”

HARP OKULU ÖĞRENCİLERİNİN SOLCU OLMASI TSK’YI PANİĞE SEVK ETTİ

Rahmi Yıldırım, kışlayı Türkiye’nin mevcut durumundan uzaklaştırmanın söz konusu olmadığını da sözlerine ekleyerek, 70’li yıllarda yaşanan bu kavgaların ordu içersine de sirayet ettiğini kaydediyor. Yıldırım, 1972’de katıldıkları Karamürsel Kampı’nda takım komutanlarının, darbenin ardından Diyarbakır Cezaevi’nde yaptığı işkenceler ile adını duyuran Binbaşı Esat Oktay Yıldıran olduğunu açıkladı. O dönemki Yıldıran’ın aklında babacan, öğrencileri ile ilgilenen biri olarak yer ettiğini dile getirdi. 1974 yılında, Harp Okulu’na gittikten sonra takım komutanlarının Esat Oktay Yıldıran olduğunu ifade eden Yıldırım şöyle konuştu:

“Karşılaştığımız Esat Oktay Yıldıran’ın bu sefer o sevecenliği kalmamıştı. 1972 yılındaki bize sevecen ve babacan tavırları gitmiş yerine açıkça başka biri gelmişti. Öğrendiğimize göre, Yıldıran ABD’de kontrgerilla eğitimi almıştı. Döndükten sonraki tavırları da buna bağlıydı. Daha sert, disiplini yasalardan aldığı güçle hoyrat bir disiplin uygulayan biri. En küçük bahaneyle bizi sürekli cezalandıran acımasız biri. Yıldıran’ın bu şekilde davranmasında, ABD’de aldığı eğitimin ciddi bir etkisi vardı.”

82’DE TSK’DAN ATILDI 83’TE YASA DIŞI ÖRGÜT KURMAKTAN TUTUKLANDI

Yıldırım'ın Harp Okulu’nu bitirmesi darbenin şartlarının olgunlaştırıldığı yıllara denk geliyor. 12 Eylül’ün sesleri yankılanırken; Çanakkale’de görev yapıyordu. Darbe, geldiğinde ise göz hapsine alınır, kışla dışına çıkmasına izin verilmez. Göz hapsinin ardından Şam ilçesinde Asayiş Kuvvet Komutanı olarak görevlendirilir, sonra Yenice ilçesine atanır; sonra da Çanakkale’deki asli görevine geri döner. 1982 yılında ise Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergün imzalı emirle gözaltına alınır.

Bahçelievler’deki istihbarat okuluna teslim edilir. MGK’dan emir aldıklarını söyleyen ama özel harp dairesi yetkililerinden oluşan bir ekip tarafından sorgulanır. Şahsına yöneltilen suçlamaları kabul etmez. Tutuklanma istemi ile Mamak’a sevk edilir. Bir ay sonra serbest bırakılır. Ama görevine başlatılmaz. 21 Kasım 1982 tarihinde ilişiğinin üçlü kararname ile kesildiği telsizle tebliğ edilir. Gerekçe olarak da yasa dışı görüşleri benimsemiş olması gösterilir. Ordudan ilişiğinin kesildiği gün, bu defa Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nın emri ile gözaltına alınır. Yasa dışı örgüt kurmaktan yargılanır, suçlamaları kabul etmemesine rağmen 11 Ocak 1983’te tutuklanır. Bu süre zarfında, sürekli sorgulanır ve işkenceye maruz kalır. Bu tarihlerde, Yıldırım kendisi gibi onlarca arkadaşının da tutuklandığını öğrenir.

TASFİYE EDİLEN GENÇ ASKERLERİ SİNDİRMEK İÇİN TEK TİP ELBİSE DAYATILDI

Yıldırım'ın ifadeleriyle tasfiye edilen genç askerler aleyhine en geniş kapsamlı dava, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesi’nde açılan 123 sanıklı THKP/C Üçüncü Yol davası olur. Davanın sanıkları tutuklu subaylar, Metris Cezaevi’nde açlık grevlerine katılır. Cezaevlerine yönelik sindirme politikası çerçevesinde siyasi tutuklu ve hükümlülere 'tek tip' cezaevi üniforması dayatılır. Bu politika çerçevesinde 14 Ocak 1984 tarihinde Metris Cezaevi’ne operasyon yapılır, tüm giysileri alınan tutsaklar koğuşlarda atlet ve külotla bırakılır. Baskından üç gün sonra, 17 Ocak 1984 tarihinde, THKP/C Üçüncü Yol davasının ilk duruşması yapılır. Sanıklar işkence edilerek tek tip elbise giydirildikten sonra duruşma salonuna götürülür.

Yıldırım o gün yaşananları şöyle anlatıyor: “Zamana yayılmış ortadan kaldırmanın simgesi olarak tek tip elbise dayatılmıştı bize. Biz de buna karşı çıkıyorduk. 1984'te ilk kez duruşmaya çıkarılacağız, 81 kişi olarak. Tek tip elbiseyi zorla giydirdiler. Mahkemeye girerken üzerimizdeki elbiseleri yırtıp attık. Gazeteciler gördü, avukatlarımızla göz göze geldik. Mahkeme başkanı, salondan atılmamızın emrini verdi. Sonra bizi, 10.05’de dondurucu bir ocak aynının ayaz bir gününde karanlık çökene kadar dışarıda beklettiler. Üzerimizde iç çamaşırlarımız vardı. Lağım suyu ile üzerimize su sıktılar. Sonra da coplarla dövdüler.”

31 Ocak 1984 tarihinde sanıklar ikinci kez salonda atlet külotla inzibatını bozdukları gerekçesiyle, mahkeme heyeti, duruşma gerekçesiyle yargılamanın sanıkların yokluğunda yapılmasına karar verir, bir daha da duruşmalara alınmazlar.

TSK’DAN ATILMAYI ONURSUZLUK KAYNAĞI OLARAK GÖRMEDİM

Yıldırım ve arkadaşları, Mayıs 1985 yılında tahliye edilir. Tahliyenin ardından uzun bir süre işsiz dolaşırlar. Yıldırım, bir müddet sonra iş bulur, ancak arkadaşları onun kadar şanslı değildir. Birçoğu işsiz kaldıkları gibi toplum nazarında o dönem TSK’dan atılmanın suç olarak görülmesinden dolayı da tahkir edilir, hor görülürler. Yıldırım, kendini şanslı görmesine rağmen arkadaşlarının yaşananları içlerine sindirmesinin imkansız olduğunu şu sözlerle anlattı:

“Askerlikten atılmış olmak toplum nazarında, bir kara lekenin kaynağı olarak görülürdü. Ne mutlu ki ben böyle bir sıkıntıyı yaşamadım. Her yerde gururla söyledim. Evet, ben TSK’dan atıldım. Ancak görüşlerimden dolayı, işkence yapanları görevinde tutuyorlardı. İsim isim örnek veriyordum. Falan isim Muğla bölük komutanıdır, ama sorguladığı bir kadın öğretmeni tecavüzden, sarkıntılıktan hüküm giymiştir. Şu an askeri okulda nasıl işkence yapıldığını öğretmektedir. Alnım açık olarak dolaşıyordum. TSK’dan ayrı kalmayı bir onursuzluk kaynağı olarak görmedim. Ama arkadaşlıklarımın büyük çoğunluğu neden askerden atıldıklarının cevabını veremediler.”

Haber Ara