Bediüzzaman Hazretlerinin mezarı açıldı iddiası
Risale-i Nur Külliyatı'nın müellifi olan ve 23 Mart 1960 yılında vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin mezarını açanlar hakkında suç duyurusunda bulunulacak. Eserlerinden 11. Lem'a beşinci nükte de şöyle yazıyor:
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-03-24 16:59:15
Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı Kaptan Kartal, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı'na 12 Temmuz 1960 tarihinde Bediüzzaman Said Nursi'nin mezarının açılıp bilinmeyen bir yere götürülmesi ile ilgili suç duyurusunda bulunacak. Kaptan Kartal'ın savcılığa sunacağı dilekçe özetle şu ifadeleri içeriyor; "TCK Madde 130/2 ''Bir ölünün kısmen veya tamamen ceset veya kemiklerini alan… üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.'' Şeklindedir. Yukarıda belirttiğimiz üzere Said Okur'un mezarını yıkıp nakleden kişiler kişinin hatırasına hakaret suçunu işlemişlerdir. Her ne kadar Hükümetin emriyle bu suç fiilin yapılmış olduğu bilinse de bu konuda resmi bir İdari karar yoktur. İdari bir karar olsa dahi Kanunun açık hükmü karşısında Hukuken geçerli bir karar olmayacaktır ve bu suçu işleyenleri suç işlemiş olmaktan kurtaramayacaktır. Ancak kanun suç saydığı bir fiili yazılı emir ile astlarına yaptıran kişi yani emri veren kişi suç işlemiş olacaktır. TCK Madde 24/3,4''(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. (4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.''
KAPTAN KARTAL: ZAMANAŞIMI OLAMAZ
Cihan Haber Ajansı'na konuşan Kaptan Kartal, Said Nursi'nin mezarını açıp naaşı başka bir yere nakleden şüpheli ve şüpheliler hakkında kamu davasının açılması gerektiğini ve zamanaşımı olamayacağını söyledi. Kartal; "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Türk toprakları üzerinde işlenen suçları bildirmek ve takipçisi olmak benim vatandaşlık görevim. Rahmetli Said Nursi'nin naaşının gece yarısı ve gizlice alınıp başka bir yere nakledilmesi ve mezar yerinin bilinmemesi, beni ve benim gibi milyonlarca insanı rahatsız etmektedir. Said Nursi'nin naaşının her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi korunmaya ve kollanmaya değer olarak görüyorum.
Türk örf ve ananelerine aykırı olan bu durum beni çok üzüyor. Suçun işleyenlerin kim oldukları bugüne kadar öğrenme imkanı olmadı ve suçun sonuçları netice itibariyle devam ediyor. Dolayısıyla dava da zamanaşımından da söz edilemez. Hazırladığımız suç duyurusunun da sonuna kadar takipçisi olacağız. Bediüzzaman Said Nursi'nin Türk milletine bir birliktelik mesajı vardı. Böyle bir insanın Türk milletinin gönlünde taht kurmasına rağmen naaşının nerede olduğunu bilmemek ayıp ve utanç vericidir."
Risale-i Nur Külliyatı'nın müellifi Bediüzzaman Said Nursi 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa da vefat etmiş, naaşı Şanlıurfa'da Halil-ur Rahman Dergahı'na defnedilmişti. Fakat 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 12 Temmuz 1960 tarihinde, darbe hükümetinin emriyle mezarı yıktırılarak naaşı bilinmeyen bir yere nakledildi. Nursi'nin mezarının yeri bilinmiyor.
Eserlerinden 11. Lem'a beşinci nükte de şöyle yazıyor:
BEŞİNCİ NÜKTE
Ayet: (Kul in küntüm tühıbbünellahe fettebiunı yuhbibkümüllah)
Yani: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin. (Al-i İmrân Sûresi: 31.)"
âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. Şöyle ki:
Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice katîdirler.
Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka İmân eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
Evet, bu kâinatı bu derece in'âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcelâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir. Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san'atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır. Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esmâ ve san'atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine numune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün
Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.
SON VİDEO HABER
Haber Ara