Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Suriye konuşuldu!

1. Yılını dolduran Suriye’deki olaylar panelde konuşuldu, bu olaylar çerçevesinde yaşanan fikir ayrılıkları değerlendirildi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-21 10:40:10

Suriye konuşuldu!
Esad Eseoğlu / TİMETÜRK

Üsküdar Sabahattin Zaim Kültür Merkezi’nde Özgür-der’in organize ettiği “1. Yılında Suriye İntifadası” programındaydık. Kenan Alpay’ın moderatör olduğu panelde konuşmacı olarak Ahmet Varol, Fevzi Zakiroğlu ve Bülent Şahin Erdeğer yer aldı.

Suriye meselesinin sıkıntılı bir sürecin ve tarihin başlangıcı olabileceğini söyleyerek söze başlayan Kenan Alpay, Hz. Peygamber ve diğer tüm peygamberlerin usullerinden yola çıkılarak zulmün giderilmesi hususuna eğilmek gerektiğini belirtti. Suriye meselesinde, sol ve ulusalcı kesimce genel anlamda Müslümanların Amerikancı / işbirlikçi sayıldığını aktardı ve bu tahlil biçiminin bir ‘karalama kampanyası’ olduğunu belirtti. “Müslümanları küçük düşürme gibi bir amaç taşımaktadır” diyerek de ‘karalama kampanyası’nın amacını söyledi. Bu suçlamaların Müslümanlar arasında da birileri tarafından söylem hâline geldiğini belirtti. Bu bağlamda, Suriye meselesini birinci elden ele alan insanlarla konuştuklarını söyledi. Daha sonra Suriye'deki insanları sokağa çıkaran, 9 bin insanin ölümüne ve binlercesinin yaralanmasına rağmen devam eden bu surecin motivesini konuşmak üzere sözü Fevzi Zakiroğlu’na bıraktı.

1982’de katliam yaptı Hafız Esed

Fevzi Zakiroğlu, Suriye meselesinde ‘yetkin’ olarak tanıdığımız birisi. Sözlerine1963'te Baas Partisi'nin tek parti sistemiyle devam etmek üzere yönetimi devraldığını ve 1970'te Hafız Esed'in parti içi bir ‘ihtilal’ yaparak başa geçtiğini söyleyerek başladı Zakiroğlu. 2000 yılına kadar yönetimi devam eden Hafız Esed’den sonra yönetime oğlu Beşar Esed geçiyor.1982'deki Hafız Esed’in yaptığı, hatıralarımızdan hiç çıkmayan Hama katliamıyla Suriye dışına kaçan çok insan oluyor ve Beşar Esed yönetime geçer geçmez vaat ettiği reformları uygulamaksızın aynı yönetime devam ediyor.

Uygulamalarıyla Suriye'yi Esed’in ülkeyi bir nevî ‘kontrol ettiğini’ söyleyen Zakiroğlu, ‘kontrolü tamamen kendisinin sağladığını düşünüyordu Esed’ diyerek Suriye'nin Libya'dakinden farklı olarak barışçıl bir şekilde harekete başladığını belirtti. Rejime koz verilmemesi amacıyla silaha sarılmak hususunda halkın bir eyleme geçmediğini, ‘barışçıl eylem’lerle hürriyetine kavuşmak istediğini söyledi. Fevzi Zakiroğlu Suriye'de yüzde 20’lik bir kısım azınlık olduğunu ve kalanının Müslüman olduğunu belirtti. Yüzde 80'in içinde çoğunluğun Arap Sünni olduğunu ve ekseriyetin dine bağlı olduğunu söyledi. İslâmî camianın kendi ağırlını koyarak bunun (devrimin, hareketin) ‘barışçıl’ bir şekilde yapılması için özellikle her cuma günü (hâlâ devam etmekte) cuma namazı sonrası gösteriler yapmaya başladığını belirtti. Zakiroğlu şu anda İslâmî camianın hareketi çevirdiğini söyledi ve bunun yanında Arap milliyetçileriyle komünistlerin de sokakta olduğunu ekledi.

Zulme gerekçe gösterilemez

Daha sonra sözü Ahmet Varol aldı ve konuşması genel olarak 'Müslümanların kendi içinde Suriye meselesine dair yasadığı tartışmalar' konusuyla geçti. Olayların Tunus'ta başladığında zamanla yayılan hareketlerin coğrafyadan coğrafyaya farklılık taşımasının diktatörlere ‘umut’ verdiğini (“benim ülkem farklı, bir şey olmaz” havasına girdiklerini kast etti burada Varol) ve fakat diktatörlerin sonlarının ne olduğunun görüldüğünü belirterek ‘diktatörlerin arasında ise fark yoktu, hepsi zalimdi, zalimdir’ dedi. Esed'in de devrileceğine inandığını söyleyen Varol, Suriye'nin farklı olduğunun söylendiğini ve bu farklılığın Filistin davasının bir 'stratejik unsuru' oluşundan kaynaklandığının doğru olduğunu fakat bu doğrultuda zulme gerekçe olarak bunun gösterilmemesi gerektiğini belirtti. Suriye halkının Filistin konusundaki hassasiyetinin Dürzi ve Nusayrilerce taşındığının bilindiğini söyleyerek Baas zulmünün gittiğinde daha kötüsünün gelemeyeceği öngörüsünü belirtti. Ahmet Varol ayrıca Filistin davasının içinden olan insanlarla konuştuğunda Suriye de dâhil o insanların bu hareketleri desteklediklerini söyledi.

Stratejik hesaplar amacıyla değişik reflekslerin verildiğini ‘maalesef’ kelimesiyle (ve elbette bence haklı bir şekilde) dile getiren Varol Baas üzerine kurulan hesapların değişmesi gerektiğini, bunun Baas sonrası üzerine ‘siyaseten’ bir hesap doğrultusunda kurulması (“eğer böyle bir hesap illa kurulacaksa tabii” şeklinde anladım ben bunu) gerektiğini söyledi. Ahmet Varol’un bazı çevrelerin Baas'ı kaybetmemek için İslâm alemini kaybettiğini söylediği tespiti de önemliydi Zulmün asla gerekçelendirilemeyeceğini söyleyen Ahmet Varol ‘mazlumun yanındayım ben, tavır olarak bunu alıyorum’ diyerek ilk tur konuşmasını sonlandırdı.

Ardından geçtiğimiz senelerde Suriye'de kalan ve meseleyi özellikle sosyal medya yoluyla tahlil etmeye çalışan Bülent Şahin Erdeğer sözü aldı. Erdeğer, Suriye meselesinde enerjinin bir kısmının Müslümanlar’ın kendi arasında, Müslümanların kendi içinde harcandığını belirtti. 17 Mart 2012’ye kadar 11 bin 100 gibi bir sayıda insanın öldüğünü ve bu sayının bir ‘istatistik’ gibi kolayca söylendiğini fakat bu insanların ailelerinin adeta bir alem olduğunu ifade etti. “Biz, şu an 2 arkadaşımızı kaybettik (Adem Özköse ve Hamit Coşkun), haber alamıyoruz ve acı içindeyiz. 11 bin insanı düşünmek lâzım bir de” dedikten sonra tam da panel öncesi düşündüğüm bir şeyi söyledi: “Yıllar sonra torunlarımız bize bu Müslümanların ne yaptığını soracaklardır, bizim geçmişte yapılanlar için ‘bu Müslümanlar ne yapıyordu’ dediğimiz gibi.” Daha sonra İran’ın kuruluş aşamasını ve İran İslâm Cumhuriyet'inin politikasını, bu politikanın oluşum sürecini anlattı.

Suriye’deki hareket yalnızca Sünni bir hareket değil

İran'da baş gösteren hareketlerin yönetimce bastırılmasıyla ‘farklı ses’lerin sindirildiğini ve bu doğrultuda İran’ın ‘tek ses’li bir ülke haline geldiğini belirtti. Özetle, İran’ın kendi içinde tam olarak ‘sakin’ olmadığını ve İran’ı değerlendirirken 'çıkar' unsurunun görülebildiğini aktardı. Suriye’deki İhvan’ın İran’daki inkılâba oldukça sempatiyle bakmasına karşın süreç içerisindeki bazı olaylar hasebiyle ilişkilerin soğuduğunu belirtti. Şii Sünni yakınlaşmasının, son olaylar hasebiyle oldukça değiştiğini belirten Erdeğer son olaylar nedeniyle tahminen 100 yıllık bir 'kayıp' yaşandığını söyledi. Vahdet çalışmalarına verilen zararın, bölgede meydana gelen hareketlere bazı kesimlerin bazı 'çıkar’ları doğrultusunda politika belirlemesinden kaynaklandığını aktardı. Suriye'deki hareketin tam anlamıyla Sünni bir hareket ve diğer taraftan Şii düşmanı bir şekilde algılanmaması gerektiğini de ekledi.

Genel olarak bir toparlamanın yapıldığı 2. tur, soru cevap kısmıyla sona erdi. Sonuçta, sürmekte olan olaylara Müslümanların nasıl baktığı çokça tartışıldı, konuşuldu. Fikir ayrılıklarının baş gösterdiği noktada “net bir tavır” konulması, bu tavrın bir çıkar beklentisiyle değil de zulme razı olmama bilinciyle yapılması gerektiği önemli bir husus olarak karşımızdaydı. Suriye’de gün geçtikçe artan ölü ve yaralı sayısı ve devam eden zulüm politik çıkarlara ve stratejik planlara kurban edilirse durum gerçekten pişman olunduğunda bir ‘şey’lerin hiçbir işe yaramadığı hâle gelebilir ve bu, gerçekten çok kötü bir durum olur. Mazlumların yanında olmaktır Müslüman olmak zaten, bunu asla unutmamalı.




Haber Ara