Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Gazeteci Fazıl Duygun'un Caracas gezi notları-2

Veneuzellalı müslümanlarla birlikte, burada yaşayan, Arap, Türk ve diğer milletlerden Müslümanlar topluca biraradaydık. İmam Arapça hutbe okurken, coştu...Vaazının sonunda da Irak, Afganistan, Libya ve Suriye'yi sayıp, dua ediyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-21 17:43:58

Gazeteci Fazıl Duygun'un Caracas gezi notları-2

Fazıl Duygun / TİMETÜRK

Gazeteci yazar Fazıl Duygun Venezuela'daki gezi yazısı devem ediyor.

8 Mart 2012 Perşembe, Caracas

 Bugün herhangi bir programımız yok, Av. Ali Rıza Bey'le beraber, önce kahvaltı ediyoruz, sonra günlüklerimizi yazıyoruz. Tv'de haberleri seyrediyoruz. Ekranda, Caracas'ın en büyük meydanı Plaza Venezuella ve çevresinde düzenlenmiş büyük bir Chavez mitingi var. Miting çok kalabalık ve kalabalığın büyük bir kısmı kadınlardan oluşuyor. Mitingi idare edenler de kadınlar. Şimdi anlaşıldı sanırım, Chavez'in niçin bunca sene iktidarını başarıyla yürütebildiği. Şehid Malcom X'in, "kadınlarınızı davanıza kazandırınız, çünkü gelecek nesli yetiştirecek olanlar, kadınlardır" tesbiti ne kadar da doğruymuş. Dünyadaki bütün ihtilâller ve devrimler, kadınların kalbi kazanılmadan gerçekleşmez. Hakezâ, işgalin yerleşmesi de kadınların kalblerinin kazanılmasına ve dönüştürülmesine bağlı. Değilmi ki, İslâm'ın ilk şehidi de bir kadın Sahabi, Hz. Sümeyye annemiz! 1789 Fransız Devrimi, çocuğu için süt çalan bir kadının feryadıyla ateşlenir, 1917 Rus devrimi, Çarlık donanmasının Sen Petersburg'ta, kadınlar üzerine ateş açması ve bunun donanmada isyana sıçramasıya neticelenir. 1979 İran devrimi de yine, kadınların öncülüğünde gerçekleşir.

Saat 12 gibi otelden şöyle çevreyi bir tanıyalım diye ayrıldık. Ciudad Universitaria metro durağından itibaren solumuza doğru yürümeye başladık. Hemen yakınımızdaki bir sokakta, büyük bir kiliseyi, Honorem. S.Petri. Apostoli kilisesini gördük. Los Simbols Caddesi boyunca ilerlemeye devam ettik. Caddenin ortası, her iki yönde de ağaçlarla dolu ve ortasında geniş bir yaya yolu var. Yolun her iki tarafında, yavaş yavaş lüks apartmanlar yükseliyor, hepsinin duvarında, önce dikenli, sonra da elektrikli teller var ve bu elektrikli tellerden dolayı, şehrin zengin kesiminde kuşların az olduğu söyleniyor. Bu manzara, bizde  de son 25 yılda hızla yaygınlaşan ve kendilerini toplumdan tecrid etmiş çapulcu zengin sürüsünün, villa veya sitelerindeki dikenli teller gibi. Gerçi, bu gidişle bizimkiler de elektirk telleri koyarlar artık, site duvarlarının üstüne.

Venezuella yemyeşil ve sürekli yağmurlu. Gün içinde, yağmur-güneş-yağmur döngüsünü yaşıyorsunuz. Gece ile gündüz arasında yarı-yarıya bir sıcaklık farkı var. Ülke ekvator çizgisinde olduğu için, gündüz ve gece arasında belirgin ve saatleri bulan bir zaman farkı yok. meselâ, 21 haziran ve 21 Aralık'ta bizim gibi, kuzey veya güney boylamlarında bulunan ülkelerdeki gibi, saatlerce farkılılığa sahip değil.



Cadde boyunca yürümeye devam ediyoruz. etrafımızdaki yeşil tepeler üzerinde lüks apartmanlar ve villalar var. Orman içinde, yemyeşil bir manzara, hava müthiş nemli ve yağmur bulutları tepeleri kaplamış. Cadde boyunca ilerlemeye devam ederken, Plaza Los Proceres denen ve Venezuella bağımsızlık savaşlarını anlatan çeşitli heykellerin bulunduğu parka geliyoruz.

Sağımızda, eskiden kalma çeşitli askerî araçlar, halka açık bir şekilde sergilenmiş, gidip, dokunabiliyorsunuz. Biraz ilerde, bir askerî öğrenci bandosunun sesini duyduk ve onları seyretmeye başladık. Askerî subay adaylarının hem de halkın, dinlenmek ve çocuklarını eğlendirmek için geldiği bir parkta eğitime tabii tutulması, ilk başlarda bizi şaşırttıysa da, daha sonra bunun olması gereken millî bir geleneğimizin bir benzeri olduğunu gördük. Venezuella ordusu, tıpkı TSK gibi, askerlerini ve subaylarını halktan alan bir ordudur, diğer Latin-Güney Amerika orduları gibi, paralı ordulardan mürekkep değildir. Zaten bu sebeble, ABD, Veneuzella'yı, onca darbeye rağmen bir türlü denetimi altına alamamış ve sürekli darbeler yaptırtmış, tıpkı Türkiye gibi!. Schools of Americas(Amerikalar Okulları) 'da yetiştirilerek, Amerikancılaştırılmış (bizde de NATO kafasına dönüştürülmüş) Latin Amerika subayları, emperyalist-kapitalist ABD'nin şirketlerinin emrinde çalışmışlar adetâ. Ama bütün bunlara rağmen, Venezuella orudusunda, Chavez diye bir albay ve kadrosu neşet etmiş.

Bu da, Venezuella'nın ruhunu oluşturan Simon de Bolivar'ın tesiri olsa gerek! Bundan yüz küsur yıl önce, Venezuella'dan başlayarak, önce Güney'in sonra da Meksika'ya kadar bütün İspanyol kökenli ve melez Amerikalılalrın bağımsızlık ateşini yakmış, kıta çapında millî bir kahraman, Simon de Bolivar, Meksikalı millî kahraman Zapata gibi. Zaten, Chavez de ülkenin adını, bu millî kahramanlarına yakışacak şekilde değiştirerek, Venezeulla Cumhuriyeti'nden, Venezuella Bolivar Cumhuriyeti'ne dönüştürmüş. Ali Rıza Beyle beraber, aslında, subay öğrencilerin eğiitmlerinin ve hem de marşlar eşlğinde, halkın içinde yapılmasının; hem halk ve hem de subay kadrosu ve hem de askerler için ne kadar büyük bir heyecan, motivasyon ve sahiplenme duygusu meydana getireceğini konuşuyoruz. Meselâ,   askerî öğrencilerin, subaylık eğitim ve talimlerinin bir kısmını, sabahlar veya öğleden sonra, Karaköy'den Sultan Ahmet'e, marşlar eşliğinde yürüyerek yapmalarının getireceği heyecan.

Hakezâ, ilköğretim çocuklarının da, aynı şekilde marşlar eşliğinde yürütülmesinin ve bunun gelenek haline getirilmesinin, "gerçek mânâda bir ordu-millet" yapısını oluşturacağını düşünüyoruz. Tabii bu eğitimde, ilk önceleri kullanacağımız marşlar, klasik ve vazgeçilmez marşımız olam mehter olacak, ama daha sonra, 15-20 yıl gibi bir süreçte, kendi devletimizin (Başyücelik Devleti) askerî ve savaş marşlarını besteleyebileceğiz: Böyle bir müzik kadrosunun da yetiştirilmesi meselesi.

Ali Rıza Bey, Batı müziğini çok iyi bilen ama millî müzik zevkimizi de yaşatmaya çalışan müzisyen Burhan Öcal'dan bahsediyor. ABD'nin Türkiye için en büyük endişesi, ordudan bir "Chavez" çıkması! zaten, Hasan Köni hoca da, bunu bizzat Baran dergisi adına verdiği bir sohbetinde ifade etmişti, 2008 yılı sonbaharında.Sokaklarda, Veneuella Ordusu subaylarına sık sık rastlayabilirsiniz. Subaylar halkla o kadar içiçeki, insanın alsınd abir Türk subayı da işte böyle olması gerekir diye, imrenesi geliyor.



Caddenin bitiminde, Circula Militar, El Laguito (El Laguito Askerî Kışlası)na geliyoruz. Burada, Venezuella'nın, başta Simon Bolivar olmak üzere, millî-askerî kahramanları hatırasına yapılmış büyük heykellerin bulunduğu, Bağımsızlık Parkı var. Bu askerî tesis önünde ve bağımsızlık anıtı önünde bir kaç poz fotoğraf çektiriyoruz. Dönüşte, park içinde, Venezuella Askerî bandosunun halka açık klasik müzik konserine rastlıyoruz. Daha konser başlamadan önce, konser komutanından, Gönüldaş Carlos için, askerî bir marş çalmalarını rica ediyorum.

Koroda bulunan ve İngilizce bilen bir müzisyen, bunun şu an için mümkün olmadığını, çünkü, marş nota defterini değil, sadece bugün çalacakları klasik müzik defterini getirdiklerini söylüyor.1 saat kadar güzel bir Mozart konseri dinliyoruz ve trafite paslanmış olan kulaklarımızın pasını silmiş oluyoruz. Carlos'un avukatı ve eşi saygıdeğer İsabel C. Peyer hanıma, 3 gündür Caracas'ta olduğumuzu yazdım. Gönderdiği mesajda, bu ziyaretin çok önemli olduğunu, müvekkili Carlos'un sesinin bütün dünyaya duyurulması gerektiğini ve aslında bunun yıllar önce yapılması gereken bir ziyaret olduğunu yazıyordu.

9 Mart 2012 Cuma, Caracas

 Bugün Cuma namazı için, Yasir ve arkadaşlarıyla buluştuk ve  Şeyh İbrahim bin Ömer Abdülaziz bin İbrahim Camiicamiinde namazımızı eda ettik. Cami, tamamen doldu, manzara tam bir ümmet kaynaşmasını andırıyordu. Veneuzellalı müslümanlarla birlikte, burada yaşayan, Arap, Türk ve diğer milletlerden Müslümanlar topluca biraradaydık. İmam Arapça hutbe okurken, coştu...Vaazının sonunda da Irak, Afganistan, Libya ve Suriye'yi sayıp, dua ediyor.  Namazdan sonra, Kumandan Carlos'tan gelen ve Av. Güven Yılmaz Bey tarafından e-maille bize gönderilen, Venezuella'nın Türkiye büyükelçiliğine yazılmış mektubu aldık.  Dün  Sayın Ömer Özkaya'dan bir mesaj geldi ve, zirveye 70 kadar ülkenin devlet veya hükümet başkanının katılacağını, bu sebeble, Latin Amerika'dan güçlü bir anti-emperyalist ses beklediklerini, Chavez'in gelmesinin çok önemli olduğunu söyledi.

 Sevgili rehberimiz Yasir bizi yemeğe götürdü. Büyük bir self servis restorana gittik. Burada yemekler kiloyla satılıyor. Mesela, bir tepsi üzerine konan ikinci bir yemek tepsisi üzerine, tezgâhtaki yiyeceklerden, salata, garnitür, kebab, balık vs. ne olursa olsun istediğinizi alıyorsunuz, kasaya geliyorsunuz. Kasiyer tepsinizi tartıyor ve ona göre para ödüyorsunuz. 1 kilo yemek, 100 bolivar, yani, 13 dolar kadar ki, Türkiye'ye nisbetle pahalı. 20 Tl karşılığı bu kadar paraya, İstanbul'da aynı tür lokantada çok daha ucuza karnınızı doyurabilirsiniz üstelik, üzerine bir tatlı yiyebilir ve çayınız da içebilirsiniz. Başkent Caracas pahalı bir şehir. Öyle ki, Türkiye'ye göre normal bir apartman dairesinin aylık kirası 1000 dolardan başlıyor. 500-600 dolara, Üsküdar, Çengelköy'de ve Boğaza'a yürüyerek 10 dk. mesafede iyi bir apartman dairesini rahatlıkla kiralayabilirsiniz. Fiyatlar son bir yılda artmış. Meselâ geçtiğimiz Şubat, Mart ayında, metro biletleri, 0,5 Bolivar iken, şimdi, 1,5 Bolivara fırlamış(50 kuruş). Parası olan, apartman dairesi tutuyor, buna gücü yetmeyenler ise, Barrio denen, teneke ve beton karışımı ve birbirisi üstüne binmiş, dar sokaklı evlerde yaşıyor. Batı, Venezuella'yı, tıpkı kıtanın diğer ülkeleri gibi mahvetmiş. Düşünün, ABD'nin yıllık 4000 milyar dolarlık petrol ihtiyacının yüzde 10'nun tek başına Venezuella karşılıyor ve bu yüksek miktardaki gelir tam 1 asırdır, buradaki işbirlikçi kesimin cebine giriyor. Sadece petrol değil, meyve ve sebze açısından da bereketli bir toprak Venezuella. Ancak meyveler de Türkiye'ye göre pahalı. (Dolar karşılığı dikkate alınırsa). Çikita muzun fiyatı Türkiye ile hemen hemen aynı fiyata. Oysa, hemen arka bahçede yetişiyor bu muzlar. Hakezâ balıkçılık.

Ülkenin Atlas Okyanusu'na bir kaç yüz km'lik sahili var, ülke içinde, Amazon nehrinin çıkışını oluşturan irili ufaklı bir çok nehir ve göller var ve balık bile bize göre ucuz değil.  Ülkedeki meyve ve sebzeler büsbütün tabii, yani organik olduğu için, yıllar sonra gerçek bir salatalıl, domates, kavun. vs. tadını tattık. Burada, hindistan cevizi, kavun, muz, elma ve diğer yerel meyveleri hem tane, hem de suyu sıkılmış olarak yiyip, içebiliyorsunuz. Kavun suyunun tadına doyamadım  desem, yeridir.Bunca nimet içerisinde bunca sefalet nasıl olur, ancak bu kıtada yaşayınca görüyor insan! Buraları görünce, Türkiye'nin en fakiri bile, orta halli gibi geliyor insana. Tamam, Başkan Chavez, sağlık sistemini yaygınlaştırmış, işletmeleri devletleştirmiş, kooperatifleşmeyi yaygınlaştırmış ama yetmeyen bir şey var ki, oda, kendine has bir sistem şuur ve sistem fikri. İşte olmayan şey bu! Yoksa, kaynak ve nimet yokluğu asla söz konusu değil. Mevcut yeraltı kaynakları, yeşilliği, balıkçılıyla bu ülke, değil 30 milyonu, belki birkaç yüz milyonu bile rahatça besler. Zaten, yüzölüçümü olarak Türkiye'den büyük bir ülke.

Burada olmayan şey, ülkeyi ve kıtayı, sürüm sürüm süründüren, Batılı hayat tarzı ve ona dayalı sistemlere karşı alternatif ve yerli bir sistem şuuru. Yoksa, sokaklarda yüzbinler, Chavez, Chavez diye ortalığı inletiyor, ama Chavez'e rağmen, istenilen hedefe bir türlü varılamıyor, insan ve toplum meseleleri bir türlü halledilemiyor.

 

10 Mart 2012 Cumartesi, Caracas

 Bugün, 8. milletlerarası Caracas Kitap, Kültür Fuarına (Filven)katıldık. Şehir merkezinde ve camiye yakın Milletlerarası ALBA Oteli ile Sanat Müzesi yakınındaki bu fuara, Küba, Brezilya, Uruguay, Avustralya, Çin ve Brezilya'dan çeşitli yayınevleri iştirak ediyor.. Biz, Av. Manuel Vadell'in yayınevi Vadell Hdos'ta, Vadell Beyle buluştuk. Yanımızda,en büyük yardımcımız, sevgili Yasir'le tabii. Standın önü ana-baba günü, Sayın Vadel bizleri müthiş bir  kucaklamayla karşıladı ve oradaki ziyaretçi ve dostlarına "Carlos'un Türk arkadaşı ve avukatı" olarak takdim etti. Herkeste sımsıcak bir hoşgeldiniz mukabelesi. Hele, Sayın Vadel'in yazar bir dostu bize, FB'li mi yoksa GS'li olduğumuzu sordu. Biz, FB'liyiz deyince, yo FB çöküyor, GS büyük dedi. Ve başladı mı, taa Caracas'ta tatlı bir FB-GS çekişmesi... Geçtiğimiz yıl, FB'nin şampiyonlar ligindeki maçları için bilet almıştım ama, yerine Trabzonspor gidince, biletlerim yandı demeyi de söylemeden edemedi. İnsanların aşırı alakâsı yüzünden rahatça muhabbet edemeyeceğimizi anlayan Sayın Vadel, bizi az ötedeki pastaneye götürdü. Burada, daha önce dostlarıyla birlikte çayını içen eşi Teresa Vadel hanımefendi, bizi görünce sıcak bir hoşgeldiniz diyerek, dostlarına tanıştırdı. Herkeste, Gönüldaş-Kumandan Carlos'un gazetecisi ve Avukatıyla tanışma heyecanı var. Muhabbet halılardan, Binbir gece masallarına, Türkiye'nin Suriye siyaseti üzerindeki yanlışlığa, Carlos'un direnişine, Chavez'in sağlık durumuna ve ne zaman geleceğine kadar geniş bir yelpazade seyretti

Bugün, Chavez'in önemli bir bakanıyla buluşacaktık ancak son dakikada, Chavez bu bakanını Küba'ya çağırmış. Carlos'un, Av. Güven Bey eliyle , Venezuella'nın Ankara Büyükelçiliğine gönderdiği ve Türk avukatlarından memnuniyetini ifade eden mektubunu, Sayın Vadel' ilettik okudu ve hem sevindi hem üzüldü. Üzüldü, çünkü Kumandan Carlos, Türk avukatlarının, Paris'teki mahkemesinde, buradaki Venezuellalı diplomatlardan daha cesurca savunduğunu yazmıştı. Sayın Vadel'e, Kumandan Carlos'un yüksek talebi üzerine, Başkan Chavez'le mutlaka görüşmek istediğimi, bunun için gerekirse, Küba'ya bile gidebileceğimi ifade ettim. Bu ısrarım işe yaradı ve Chavez'ın hafta için Venezuella'ya gelebileceği söylendi.

 Sohbetimiz esnasında, Sayın Vadel'in Şili, Küba gibi Latin Amerika ülkelerinden yoldaşları geliyor, onlarla da tanıştırılıyoruz ve söz Carlos'a gelince, "oo Carlos, Ilich Ramirez" tezahuratı yükseliyor. Kumandan Carlos, sadece Arap Dünyasında, Avrupa'da ve Orta Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde değil, kendi kıtasında da müthiş derecede  seviliyor ve bu isim müthiş bir itibar görüyor. Anlıyoruz ki, davranışlarımızda bu isme yakışır şekilde, şimdiye kadar olduğundan daha dikkatli davranmalıyız.

Çaylı-kahveli muhabbetimiz  devam ederken, ziyaretimize, Kumandan Carlos'un kardeşi Gönüldaş Vladimir ve saygıdeğer eşleri Carla Ramirez Hanımefendi geliyorlar. Vladimir Bey, bize, "ağabeyim Ilich, bugün telefon etti, size çok selamı var. "diyor. Eşi Carla Hanım ise ertesi gün akşam için bizi evinde yemeğe davet ediyor. Memnuniyetle kabul ediyoruz bu daveti. Aynı zamanda, Sayın Vadel de, Çarşamba günü için bize vereceği yemekli daveti tekrar hatırlatıyor ve burada en çok ne hoşunuza gider diyor. Biz de "balık" cevabını veriyoruz. Kendisi bize, "size venezuella kebabı yedireyim de, görün" diyor. Carla hanımın da fuarda bir standının olduğunu öğreniyoruz ve Sayın Salih Mirzabeyoğlu'nun İngilizceolarak basılmış "State Of başyücelik- Başyücelik devleti" isimli eserinden daha fazla getirmediğimize hayıflanıyoruz.

 

11 Mar 2012 Pazar, Caracas

Cumartesi ve Pazar günleri burada resmî tatil. O kadar resmî ki, internet kafeler bile Pazar günleri kapalı.İnternet kafaler, Türkiye'ye nisbetle ucuz. 30 Dk. 4 Bolivar(50 Cent,85 kuruş) bir saati ise 5 bolivar, (90 kuruş-lüks semtlerde yani 8 bolivar, 1dolar). Buradan uluslararası telefon etmekte oldukça ucuz. Türkiye'den bir cep telefonuyla 5 dakikalık bir konuşma, 5 bolivar.(90 kuruş) Benzin ucuz, elektrik ucuz. Bu ucuzluğun ne mânâya geldiğini akşam yemeğindeki sohbetimizde Gönüldaş Vladimir bize izah edecek. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra, öğleden sonraya kadar günlük notlarımızı tutuor, tv'de, Venezuella'daki gelişmeleri seyrediyor ve aramızda sohbet ediyoruz. İnsanlar o kadar rahat ki, otel personeli, oteli bırakıp gidebiliyor. Siz dışarıdan geldiğinizde, kapıda kalabiliyorsunuz. Size kapıyı, şansınıza o ân içerde bir başka müşteri varsa o açabiliyor. Yoksa, otel personelinden bir kişinin gelmesini bekliyorsunuz. Sanal âlemle bizim kadar içli, dışlı değiller. Bu da iyi bir vaziyet aslında ama bu boşluğu çok fazla dinlenerek, tembellik ederek geçiriyorlar.

Akşam saat 6 gibi Gönüldaş Vladimir bizi evine götürmek için arabasıyla alıyor. Arabayla giderken, Vladimir Bey'e, Kumandan Carlos'u en son ne zaman gördüğünü soruyoruz. 37 yıl önce diyor. Ben 10'lu  yaşlardayken iken, lise ve üniversite okumak için Ilich'le Londra'ya gitmiştik, 1966 yılında. 2 Yıl sonra Carlos, üniversite okumak için  Moskova'ya gitti, ve 1975 yılına kadar görüşemedik. En son 1975 yılında görüştük. O günden bu yana hep telefonla görüşebiliyoruz, dedi. Babasının 2002 yılında öldüğünü, ve onu en son görenin 1994 yılında, Carlos Sudan'dan Paris'e kaçırılarak, getirildiğinde, Paris'e giden babasının olduğunu, annesinin ise, şu an Alzemehir hastası olduğunu ve onun da yıllardır Carlos'u göremediğini anlattı. Carlos ailesi, dededen toruna, tamamen devrimci bir aile. Carlos'un annesi-babası, kardeşleri, yeğenleri ve bütün torunlar devrimci bir geleneğe sahip, Carlos'un Müslüman olması hariç, hepsi de sosyalist. Zaten Kumandan Carlos da, komünistken müslüman oldu, yıllardır uğruna cihad ettiği Filistin'de.

Sohbetimiz devam ederken eve varıyoruz. Kapıda bizi Carla Ramirez Hanımefendi karşılıyor. Vladimir Bey, Caracas'ın orta üst orta sınıfın yaşadığı Pentgarama mahallesinde oturuyor. 3 katlı bahçeli bu şirin ve geniş evin, arka tarafındaki geniş balkon-terasına geçiyoruz. evdeki mobilya ve duvardaki tablolar üzerine sohbet edip, bunların önünde fotoğraflar çektiriyoruz. Mesela, Çin malı antika büyük bir ahşap dolap, İngiliz malı küçük bir ahşap dolap karşı karşıya kurulmuş, aralarında ise 1955 yılında satın alınmış ve hâlâ orjinalitesini muhafaza eden koltuk takımları var. Burada bir kaç poz fotoğraf çektiriyoruz. Bu fotoları  Kumandan Carlos'a göndereceğiz, çünkü ona büyük bir moral kaynağı olur. Evde, yüzlerec klasik ve hakiki maket otomobil sergisi var. İki büyük camekanlı dolap bu arabalarla doldurulmuş. Vladimir Bey bize, 9 yaşında iken babasına ait ilk kullandığı  ve bir yere çarpmak üzere olduğu arabanın maketini gösteriyor. Daha sonra diğer vitrine gidiyoruz, orada babasının çok sevdiği ama sırf Amerikan malı olduğu için, satın alındığı hâlde hiç binmediği Ford marka arabanın maketini gösteriyor, onunla da fotoğraf çektiriyoruz. Mutfakta yemek yapmakta olan Carla Hanımın bir fotoğrafını çekiyoruz, onu da Kumandan Carlos'a göndereceğiz.  Derken, içeceklerimiz geliyor. Ben Veneuzella kahvesi, avukatımız ise siyah poşet çay rica ediyor.

Sohbetimiz esnasında söz, bütün dünyayı kasıp kavuran insanî ve toplumsal çürümeye geliyor. Çürümenin, yani aslında meselenin kaynağının Batıcı bir ahlâk anlayışının, bütün dünyada olduğu gibi, Venezuella'da da hâkim olması mevzuu diyorum. Kapitalizm, Batı içinde çıkan bir problem, ona karşı çözüm olarak ortaya çıkan sosyalizmin de Batılı bir çözüm sistemi olduğunu ve Venezuella'da da dahil, Batı dışında, dünyanın başka yerleri için çözümden çok bir problemler yumağı oluşturduğunu ifade ediyorum. Kendisine, Batıcı bir hayat tarzında, ister kapitalist, ister sosyalist ve demokrat olun, varacağınız yer materyalistleşmektir, diyorum. Vladimir Bey de şu sözlerle tasdik ediyor: "Alinasyon, insanın kendine yabancılaşması!" Sol bir kültürden geldiği için pek tabii, "fikrin bir düzeni olan diyalektik" (S. Mirzabeyoğlu) sahibi. Yani meselenin özüne iyi yaklaşılması gerektiğini ifade ediyorum.

 Gönüldaş Vladimir bize, İslam ve sosyalizm arasındaki ilişki ve İslâm düşmanı sosyalistlerin çıkmazını anlatıyor. İslâm diyor, fakirleri korur, faiz yasaktır ve kapitalist değildir, ama, Ateist olan komünistler, sırf Allah'a olan düşmanlıkları sebebiyle, İslâm'a yaklaşmıyor diyor. Bu konuda aslında güzel bir anti-emperyalist "İslam-sol ittifakı" oluşturulabilir, emperyalist kapitalizme ve siyonizme karşı diyor. Biz de bunu tasdik ediyoruz.


OPEC diyor, 33 ülkeden sadece 9'u, ABD muhalifi, onun da ikisi, Irak ve Libya ABD tarafından işgal edildi, diyor. Ben burada özel bir soru soruyorum. Diyorum ki, Venezuella'nın şu kadar geliri nereye gidiyor. Türkiye'nin yarısı kadar ihracat geliri var ve nüfusu Türkiyenin yarısından daha az!  Sonra, AKP Hükümetini ve Başbakan Erdoğan'ı soruyor. Erdoğan İslamcı mı? Diyor, biz de, "halka karşı İslamcıyım" diyor ama Batı'ya karşı sizdenim, diyor, yani ikili oynuyor. Halka karşı, İsrail'e düşmanım diyor ama, İsrail'le ilişkileri el altından hızla geliştiriyor." cevabını veriyoruz.  Peki Türk halkı diyor? Türk halkının yüzde 95'nin ABD ve Siyonizm muhalifi olduğunu ifade ediyıruz. Bunun üzerine, Gönüldaş Vladimir, nasıl oluyor da, halk hepten ABD muhalifiyken, hükümet ABD ile işbirliği içinde olur? diye güze bir soru soruyor. Biz, AKP içerisinde de, kuvvetli bir ABD ve siyonizm muhalefeti olduğunu, hükümetin bu muhalefet sebebiyle, Suriye ve İran konusunda ABD'nin isteklerini yerine getiremediğini ve işi uzatmaya bıraktığını, ordu, bürokrasi, emniyet ve iş âleminde de bu muhalefetin görülebileceğini ifade ediyorum. Peki bunun sebebi nedir diyor? Bunun sebebi, Türkiye'nin 2 asır süren "Batılılaşma macerasıdır" cevabını veriyorum. Türk aydınının 200 yıl önce kafa bakımından Batılılaşmaya başladığını, özellikle Sultan 2. Abduhamid Han devrildikten sonra, iktidarı elegeçiren Jöntürklerin ve daha sonrasında, Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin, halka baskı yaparak, zorla Batılılaştırmaya çalıştığını, Mustafa Kemal'in her ne kadar zaman zaman Batı karşıtı bir duruş sergilese de, Batıcı bir kültür anlayışı içinde olduğunu ifade ediyorum. Avukatımız Ali Rıza Bey'in de hatırlatmasıyla, meselâ bu konuda en büyük zulmün, bir gecede Alfabenin, Osmanlıcadan, Latinceye çevrilmesi olduğunu ve 13 milyonun bir gecede kendi tarihini, kültürünü okuyamaz ve anlayamaz bir hâle getirildiğini anlatıyorum. Abdulhaimid'i biliyor. Harf inkilabındna bahsedince, dehşetle şaşırıyor ve bir gecede mi, yapıldı bunlar diyor, evet diyorum. 13 milyon insan köklerindnen mi koparıldı? diyor, biz de evet diyoruz. 

1923-1950 arası, 27 yılda, İngiliz belgelerine göre, 500 bin Müslümanın katledildiğinin ve Batıcı rejime karşı İslam kaynaklı bir çok isyan girişimi olduğunu kısaca anlatıyorum. 1950 yılında, rejimi kuran CHP içinden, ABD'nin Marshall Yardımı projesi ve Truman Demokratikleştirme Doktrini çerçevesinde, Demokrat Parti adında yeni bir parti kurulduğunu ve ezici bir çoğunlukla iktidara gelen bu partinin, Türkiye'den İstanbul'u isteyen SSCB lideri Stalin'e karşı, başlarda ABD desteğinden memnun iken, daha sonra, ABD kazığının iyice rahatsız etnesi sebebiyle, 1958 yılında SSCB'ye yanaşmaya çalıştığını ve bir ABD darbesiyle, devrilerek idam edildiğini, yine ardından gelen Demirel ve Özal Hükümetlerinin de, öncekiler gibi, ABD destekli olduklaırnı ancak bir süre sonra, ABD'den rahatsızlık duymaya başladıklarını, ABD'nin de bunları kimi zaman askerî bir darbeyle düşürdüğünü anlatıyorum.ABD'nin askerî darbelerle, Türkiye'yi liberal kapitalist sisteme dahil ettiğini, 1980'lerden itibaren, Türkiye'yi elde tutmanın yolunun, ezici çoğunluğu muhafazakâr İslâm olan Türk toplumu içerisinden devrşirilmiş lider ve kadroları tercih etmekten geçtiğini anladığını, Kemalist kadroların ise buna karşı direndiğini, aslında ABD'nin, bugün  tıpkı Venezuella'daki gibi iyici olan 80 yıllık Batıcı kadroları tasfiye edip, yeni tip ve halkın hoşuna gidecek ılımlı kadroları başa getirdiğini anlatıyorum.

Türkiye'de, İslâmî muhalefetin, siyasî alanda, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ve Necmeddin Erbakan vasıtasıyla meydanlara indiğini, 1990'lardan itibaren, Erbakan liderliğindeki RP'nin seçimlerde yükselişe geçtiğini, bunun sebebinin de, sokakları tutan İslâmî muhalefetin öncüsü İBDA'cıların olduğunu ifade ediyoruz. 1997 yılında askerî bir darbeyle devrilen Erbakan Hükümetini yıkanların, askerden çok Batıcı işadamları derneği olduğunu, bu darbeye karşı tek direnen kadronun, Salih Mirzabeyoğlu ve İBDA'cılar olduğunu anlatıyorum.   

1991 yılındaki 1. Irak işgalinde, Saddam Hüseyin'i tek destekleyen hareketin İBDAcılar olduğunu söylüyorum. Bize, Kumandan Mirzabeyoğlu'nun ne kadar ceza aldığını soruyor. Önce idam, sonra da ömürboyu hapse çevrildiğini söylüyorum. İdam kalkmadı mı? diyor. Evet, kalktı, tıpkı Kumandan Carlos gibi ceza aldı diyoruz. Kendisinin 3 metrakarelik bir hücrede yaşadığını, 13 yıldır, "Zihin kontrol" işkencesine maruz kaldığını anlatıyoruz. Bunu duyunca irkiliyor. Kendisine, Mirzabeyoğlu'nun bu işkence altında bile, 20 kitap yazdığını, entellektüel ve siyasî çevrelerin, kuantum fiziği ve siyaset gibi mevzuları bağdaşdıtracak kitapları bu şartlarda nasıl yazdığını çok merak ettiklerini, anlatıyorum. Kitapları hangi mevzularda diyor. Şiir, sanat, siyaset, mantık, matematik, kuantum fiziği, hikemiyat vs. diyorum.

Kendisinin bir ideolojik sistem ortaya koyduğunu, bu sistemin İslam merkezli bir bakışla, hayata dair sistematik çözüm yolları sunduğunu, bu bakımdan, Sayın Mirzabeyoğlu'nun, Batı'daki büyük mütefekkirlerin eserlerini çok iyi bildiğini ve onlar hakkında hüküm sahibi olduğunu, İslâmî bir perspektiften, onlardan faydalanması gerektiği yerlerde rahatlıkla faydalandığını, tenkit etmesi gerektiği yerde ise, yol gösterici bir şekilde tenkit ettiğini ifade ediyorum. Meselâ, diyorum, Taliban, ABD'ye karşı savaşan, mücahid bir ordu ama bir ideoloji sahibi değil, El-Kaide, Hamas, Hizbullah, Baas vs. hiçbirinin bir ideolojisi yok diyorum. Az önce konuştuk, Komünistlerde olduğu gibi, Batılılar ve hattâ bir çok müslüman bile, İslâmı Batılı bir perspektifle anlamaya çalışıyor, bu yanlış diyorum. İslâmı kendi ölçüleri içinde anlamaya çalışacaksınız, sizin hatanız bu! Kapitalizm de, sosyalizm de, Batı'nın kendi iç sorunları neticesi çıkmış mesele ve çözümler, size, bize, Doğu'ya ve İslâm dünyasına hiç bir faydası yok! Çünkü, dertlermizin kaynağı Batınınkiyle aynı değil ki, çözümleri de oradan gelsin. Aksine, Batı bize kendi iç bunalımlarını ihraç ediyor, sonra çözüm olarak gösterdiği çözümler de bu kriz yumağına katılıyor, diyorum. İBDA, yeni bir dünya nizamı ortaya koyuyor, zaten Sayın Mirzabeyoğlu bu yüzden idam cezası aldı. Daha önce onun yanında bulunana, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Şahin gibiler, bugün ABD eliyle iktidarda, niye? Çünkü Salih Mirzabeyoğlu iktidarı elegeçirmesin diye! Bir diyalektik sahibi olduğu için anlattıklarımı çok kolayca kavrıyor, Sayın Vladimir, ve ona göre sorular soruyor.

Meselâ mülkiyet meselesi dedim. Batı'da, kapitalizmle beraber mülkiyetin bir dokunulmazlığı var. İslâm zenginliğe yol verir, ama bizdeki zenginlik, mânâ bakımından, Batı'dakiyle aynı değil. İslâm'da idare, milletin ortak malı olan, sular, göller, sahiller, büyük arazileri devlete verir, özel mülkiyete verilmez. Hattâ, ümmet faydasına kullanmak üzere veya ümmet aleyhine bir suç işlediğinde bir kişinin, aile geçimini sağlayacak evi ve diğer malları hariç, malına el koyabilir devlet. Yani, mutlak mülkiyet dokunulmazlığı diye bir şey yok, diyorum.

Aynı şekilde, Venezuella, hattâ topyekun Güney Amerika, bunca zenginliğine rağmen, büyük bir yokluk içinde. Siz de ifade ediyorsunuz, para bol ama, çözüm yok! Burada barriolar var, bizdeki gecekonduların karşılığı ama, bizdeki gecekondular, buradaki orta halli evlerden bile daha sağlam ve daha lüks diyorum. Her birinin biraz bahçesi ve ağaçları var. Sonra, bizdeki hükümet, kapitalist bir hükümet ama, o bile 500 bin kadar yeni ev inşâ etti. Yani sizdeki hükümet bağımsız ama, bakıyoruz 12 yılda pek bir çözüm yok! Bu da bence, sizin Batılı bir yolda çözüm yolları aramanızdan kaynaklanıyor. Batı, çözüm değildir. Batı'ya karşı tek direniş te İslâmdır diyorum.

Meselâ, bizde bütün müslümanlar, 100 yıldır, Batı işgali altında yaşıyor olmasına rağmen, mallarının 40'ta birini zekât olarak verir. İslâm kültürünü herşeye rağmen devam ettirir. Hattâ, tenkit ettiğimiz o zenginler bile, zekatları kadar, özel yardımlarda bulunur. Düşünün bu, Batlı bir rejim içinde yapılıyor, bir de İslâmî bir rejim olsa, diyorum. Yani, Chavez'in kadrosu olmadığı giib, asıl mesele, bu kadroya yol gösterecek, meselelerin kaynağı Batılı ideolojileri ve onun yansıması olan, Batı hayat tarzını ortadan kaldıracak, bir dünya görüşüdür diyorum.  Evet, burada herkes ideali bıraktı, hırsızlığa başladı diyor. Ve soruyor: Türkiye'de bir sol devrim olmaz değil mi? Ben de pek tabii ki diyorum. Çünkü halkın yüzde 95'i müslüman! Türkiye'de sadece İslâmî bir devrim olur. Zaten, Sosyalist fikir adamlarından bir çoğu, bu işi Sayın Mirzabeyoğlu'nun götüreceğini ifade ediyor, diyorum. 2007 yılındaki bir röportajım esnasında, "AKP sahte İslâmcı, her işte sahtesinin arkasında, hakikisi gelir. Hocam, bundan sonra size devrim yolu açıldı" diyen sosyalist düşünür, Temel Demirer'in sözleri geliyor, aklıma. Sayın Fikret Başkaya, başta olmak üzere, bir çok sosyalist aydının, İBDA ile temasta olduğunu, sadece onların değil, bütün anti emperyalist unsurların kulağının İBDA'da olduğunu anlatıyorum.

Kendisinin şu ân iki çocuğu olduğunu, 30 yıllık evlilikleri süresince, küçük kızlarını, 14 yıl önce kaybettiklerini anlatıyor. üzüntümü ifade ediyorum. Şu ân bir oğlu ve bir kızı var. Oğlu, bir tv kanalında spor spikeri, FB, GS ve Beşiktaşı iyi biliyor. Batıcı mantalite buradada karşımıza çıkıyor. Türkiye'deki işçilerin hepten Beşiktaşı desteklediğini sanıyorlar. Hayır diyorum, Türkiye'nin en fazla taraftara sahip kulübü FB. 30 küsur milyon taraftarı var. Türkiye, Batı ülkeleri gibi değil, her takımda, toplumun her katmanından taraftar var. O da bana, Arjantin'deki, burjuvazi ve işçi sınıflarının rekabeti olarak sahalara yansıyan iki takımın ismini söylüyor.

 

 

 

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara