Dolar

34,8723

Euro

36,7491

Altın

3.044,49

Bist

10.058,47

PKK: Acımasız bir şiddet tanrısı

PKK, artık zulüm sarayında oturan bir Dahhak’tır. Hem öyle bir Dahhak’tır ki Kawa’ların seslerini yükseltmesine bile izin vermeyecek kadar acımasız bir şiddet Tanrısı konumuna geçmiştir.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-19 06:29:19

PKK: Acımasız bir şiddet tanrısı

Her Newroz’la birlikte PKK-BDP çevrelerinde gündemleştirilen bir efsane vardır. PKK, bu efsanede adı Kawa olarak geçen isyan önderinin misyonuyla kendini bilerek özdeşleştirme yoluna gider.

Sadece PKK değil, aşırı politize milliyetçi Kürt çevreleri de Newroz geleneğini işte bu efsaneyle başlatırlar.

Firdevsi’nin Şehnamesi’nde anlatılan efsaneye göre, Dahhak adında zalim bir Arap hükümdarı vardır. Günün birinde hastalanır. Vücudunun muhtelif yerlerinde ejderhalar çıkar. Şeytan bir gün hekim kılığına girerek Dahhak’ın huzuruna gelir. Kendisine her gün insan beyni yemesi halinde hastalığının iyileşeceğini söyler. Bunun üzerine Dahhak her gün iki insan öldürterek beyinlerini yemeye başlar. Demirci ustası Kürt Kawa’nın oğulları da bunların arasındadır. Halk, Kawa’nın önderliğinde isyan eder ve sonunda Dahhak’ın zulüm saltanatına son verir. Newroz kutlamalarının işte bu Dahhak’ın öldürülüp saltanatına son verilmesi üzerine yapıldığı söylenir.

Dahhak’tan kurtuluşun simgesi, ateştir. Yakılan ateşlerle kutlamalar yapıldığı söylenir.

Bu efsanenin politik okuması, özgürlük için isyanın gerekli olduğu teması üzerine oturur. “Dahhak’lar var olduğu sürece Kawa’lar da var olacaktır ve isyansız bir özgürlük mümkün olmayacaktır” anlayışını esas alan PKK’nın kendini Kawa ile özdeşleştirmesi, kendi meşruiyeti kadar toplumsal tabanını genişletme sürecinde de bilinçli olarak başvurduğu bir yöntemdir.

Her kavmin efsanesi vardır. Özellikle milliyetçiler veya milliyetçi talepler üzerinden kendilerine iktidar alanı açmak isteyen gruplar tarafından bu efsaneler bilinçli ve çarpıtılmış politik okumalara tabi tutularak sunulurlar. “Özdeşleştirme” bu yüzden gerekli görülür. Tıpkı Ergenekon efsanesindeki “Bozkurt”la kurulan özdeşlik gibi. Bütün özdeşleştirmelerde yol göstericilik, önderlik, kurtarıcılık gibi temaların öne çıkartılması boşuna değildir.

Efsaneden hareketle konuşacak olursak, PKK’nın geldiği yer, Dahhak’ın konumudur. Dahhak’ın karakteristik vasfı, kendi kurtuluşu veya çıkarı için halkını feda etmekten kaçınmayan bir figür olarak karşımıza çıkmasıdır.

‘Demokratik özerklik’ bir iktidar talebi

PKK’nın derdi tasası, sanıldığı gibi, Kürt halkının özgürlüğü veya hakları değildir. PKK, kendi örgütsel varlığını ve çıkarlarını Kürt halkının özgürlüğünün de, haklarının da, çıkarlarının da üstünde görmektedir. Öcalan’ın kurtuluşu, PKK için en öncelikli bir amaca dönüşmüş bulunmaktadır. Bunun için gerekirse bütün bir Kürt halkının yaşamına mal olacak bir sürece kapı aralamaktan geri durmayacağını açıklamaktan kaçınmamaktadır.

PKK’nın istediği tek şey, Öcalan’ın kurtuluşuyla beraber örgütün üzerinde iktidar sahibi olacağı bir coğrafi-idari birime sahip olmasıdır. Bunu da ancak silah gücüyle yapabileceğine inanmaktadır. “Kürt sorununu beni muhatap alarak çözmezseniz size çözdürtmem!” yaklaşımını esas alan PKK’nın, birincil amacının Kürt sorununun çözümü olmadığı apaçıktır. CHP’nin Baasçı ideolojisinin “Kürtlere rağmen Kürtler için!” anlayışına dönüştürülmesi, başka bir deyişle “Kürt Baasçılığı”nın baskı veya şiddet yoluyla Kürtlere kabul ettirilmek istenmesinin Kürtlükle alakasını tespit eden varsa beri gelsin! PKK’nın özlemini duyduğu “Pol-Pot rejimi”, “demokratik özerklik” gibi süslü paketlemelerle gizlenmeyecek kadar aşikardır.

PKK inkar, baskı ve zulümle özdeşleşen “eski Türkiye”nin bir ürünüdür ve artık miadını doldurmuştur. PKK mevcut haliyle hem Kürt sorununun ebediyen çözümü önünde engel olarak durmaktadır, hem de ülkenin demokratikleşmesini istemeyen o eski Baasçı-ulusalcı-statükocu güç odaklarının değirmenine su taşımaktadır. Her iki halde de Kürtlere zarar vermektedir.

PKK’nın elindeki silah, en başta Kürtleri vurmaktadır. O silahları Kürtlerin sigortası olarak göstermek, PKK’nın binlerce iç infazına ve kendisi gibi düşünmeyen muhalif Kürt unsurlara yönelik öldürme ve sindirme eylemlerine arka çıkmak anlamına gelmez mi?

PKK’nın silahlarını Kürtlerin sigortası olarak görmek, PKK’nın silahlarını bırakması halinde Kürt vatandaşlarımızın demokratik ve kültürel haklarının verilme sürecinin askıya alınacağı önyargısı üzerine oturmaktadır. Bu politik okuma biçimi, hala “eski Türkiye”den kalma ezberciliğin politik Kürt mahallesindeki izdüşümünden ibarettir. Oysa tam tersi doğrudur. PKK’nın silah siyaseti, hür ve eşit vatandaşlık rejimine doğru evrilmemizi sağlayacak köklü ve radikal adımların atılmasını ötelemekten başka bir işe yaramamaktadır. PKK’nın ölüm ve şiddet kusan silahları olmamış olsaydı, demokratik çözümün önü çoktan açılmış olacaktı.

Besbelli PKK, kendisini siyaseten bitirecek demokratikleşme hamlelerinin önünü kesmek için terörü bir araç olarak kullanmaktadır. Tam da bu yüzden, inançla ve kararlılıkla demokratikleşme adımlarının geciktirilmeden atılması gerekiyor. Terör devam ettiği sürece terörle hukuk içinde kalarak en etkili bir biçimde mücadele etmek ne kadar gerekliyse, teröre rağmen örgütü siyaseten yenecek demokratikleşme hamlelerine öncülük etmek de bir o kadar gereklidir. Başka türlüsü PKK’nın terör yöntemiyle elde etmek istediği sonucu altın tepsi içinde kendisine sunmak anlamına gelecektir. Ak Parti Hükümetinin terörle mücadele konseptinin bu anlayış üzerine oturduğu görülmektedir. PKK’nın AK Parti Hükümetinden duyduğu rahatsızlığın temel sebebi de budur.

Siyasetin gücüne güvenmemek

Demokratik siyasetin gücüne inanmayanların silahları bir sigorta olarak görmeleri ve üstelik atılan her adımı silahların sayesinde kazanılmış gibi göstermeleri bir siyasi acziyet örneğidir. Kendilerini siyasi çözümün aktörü/muhatabı haline dönüştürme becerisi gösteremeyenlerin, ancak silah marifetiyle kendilerini Kürtlerin efendisi ve sahibi konumuna oturtacak anti-demokratik bir imtiyaz rejimi talep etmeleri ziyadesiyle düşündürücüdür. Devletten farlılıklarını kabul talebinde bulunanların, bırakınız kendi içindeki farklılıkları kabul etmeyi, kendileri gibi düşünmeyen her Kürdü imha edilmesi gereken düşman gibi görmeleri, doğrusu dillerine pelesenk ettikleri demokrasi, barış ve özgürlük gibi söylemleri gülünç duruma düşürüyor. Zulmün bizatihi kendisine karşı çıkmayanların, dahası ve en fenası zulmün dik alasını bizzat kendi elleriyle bir sisteme dönüştürenlerin Newroz dolayısıyla Kawa edebiyatı yapmaları kelimenin tam anlamıyla traji-komik bir durumdur.

PKK, artık zulüm sarayında oturan bir Dahhak’tır. Hem öyle bir Dahhak’tır ki Kawa’ların seslerini yükseltmesine bile izin vermeyecek kadar acımasız bir şiddet Tanrısı konumuna geçmiştir.

Newroz’la yeni bir başlangıç

Newroz’u gelin efsanelerin ideolojik-politik okumalarına kurban etmeyelim.

“Yeni bir gün” anlamına gelen Newroz’u, yeni bir dirilişin ve hayatın kendisine dönüştürelim.

Kainatın yeniden hayat bulmasını, artık tek bir insanımızın hayatını yitirmeyeceği anlamlı yeni günlerin başlangıcına dönüştürelim.

Annelerin yüreğine ateş düşürmeyelim.

Bu ateşi hep birlikte söndürelim.

Yeni bir başlangıç için yeni bir yol haritası belirleyelim.

Çözüme giden yola döşenen mayınları bir bir temizleyelim.

Demokratik çözümde ve siyaset yönteminde ısrarcı olalım sadece.

Demokratik diyalojinin dışındaki yöntemleri, özellikle de silahlı yöntemleri toprağa gömelim. Silahı, hak arama veya elde etme aracı olarak gören yaklaşımlara zinhar itibar etmeyelim. Silaha meşruiyet atfeden argumanları artık bir insanlık suçu olarak görelim.

Çözüme her zamankinden daha yakınız aslında. Demokratik diyalogun önü açıldığında ve demokratik siyasetin icaplarına uygun hareket edildiğinde kalıcı çözümün hiç de uzaklarda olmadığı görülecektir.

Bunun öncelikli yolu; PKK’nın silah siyasetine son verdiğini açıklamaktan geçiyor. Silahlar ilk aşamada susturulur ve silahlı güçler sınır dışına çekilirse, siyasi çözümün yolu kendiliğinden açılır. Gerisi, siyasi aktörlere kalır.

Newroz’la gelmeyen bahar...

Diyalog ve müzakere süreçleri, silahın bir tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılıp hegemonik bir iktidar alanının elde edilmesi amacına matuf olarak görülürse sonuç hüsran olur.

PKK artık karar vermeli: Bizatihi Kürt sorununun çözümünü mü önemseyecek, yoksa kendisine bir iktidar alanı/idari birim verilmezse asla silah bırakmayacağı fikrinde mi ısrar edecek?

İkincisinin Kürtlükle zerre kadar alakasının olmadığını söylemek bile gereksiz. Birincisi için de bütün yollar açık görünüyor. Dediğim gibi, yeter ki demokratik siyasetin gerekleri olmazsa olmaz bir önemde görülsün.

Kürt meselesi çözülebilir bir meseledir. PKK bunun için kendisinin muhatap alınması şartını silah zoruyla koşarsa çözümsüzlüğü bilerek ve isteyerek derinleştirmiş olur. Sorundan beslenenlere de katkı sağlamış olur. Kendisinin da aslında sorundan beslendiğini göstermiş olur. Kürt vatandaşlarımızın eşit vatandaşlık talebini karşılamak için PKK’nın muhatap alınmasına hiç mi hiç gerek yok.

Silahlarını bırakıp gelmek isteyenlere hapishane kapılarını değil topluma yeniden katılmanın ve siyaset yapabilmenin imkanlarını sunmak, elbette herkese kazandıracaktır.

Silahların susturulduğu bir ortamda bunun siyaseti Türkiye toplumunu ikna edecek bir anlayış ve üslupla yapılabilirse, Newroz yeni bir başlangıca vesile olabilir. Burada PKK/BDP cephesine önemli bir görev düşüyor elbet. PKK/BDP bu değişim sürecini doğru okuyup sorunun kalıcı çözümüne katkı sunacak bir pozisyona kendini yerleştirmezse, Türkiye’nin sorunlarını çözerek büyümesini ve demokrasini derinleştirerek örnek olmasını istemeyen dış ve iç güçlerin birer taşeronu olarak iş gördüğünü kanıtlamış olur. Aslında süreç, bir anlamda PKK’nın sahiden bağımsız olup olmadığının da bir testi niteliğinde olacaktır.

Bakalım yaklaşan Newroz’la beraber PKK/BDP cenahında sorunun çözümüne yönelik yeni pozisyon arayışları karşılığını bulacak mıdır?


MEHMET METİNER / Siyasetçi Yazar / Star
SON VİDEO HABER

Kassam, İsrail askerlerini araçlarıyla birlikte imha etti

Haber Ara