İnsan, tıp için sadece başarının aracı mı?
Gündemden bir dizi 'yüz, kol, bacak operasyonu' geçti. Hepimiz film gibi izledik. Tıbbın geldiği noktayı alkışladık, kol ve bacak için hayatından olan vatandaşımıza üzüldük. Peki bu operasyonlar insanlık için ne ifade ediyor? Bunu da Araştırmacı-Yazar Nazife Şişman'a sorduk. Şişman, mükemmelliğin kusurlarda gizli olduğunu düşünüyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-03-18 07:51:22
İNSAN, TIP İÇİN SADECE BAŞARININ ARACI MI?
Şişman'a göre bu tarz nakil operasyonlarında en rahatsız edici olanı, bir hayatın hastaneler arasında rekabete konu olması. Operasyon haberlerinde tıbbın başarısını insan hayatının önünde hissettiren bir dil kullanıldığını ifade eden araştırmacı, bu tarz durumların medyanın magazin dili ile ele alınması üzerinde düşünmemize işaret ediyor. Nazife Hanım, "Türkiye'de hasta hakları, mahremiyet gibi konular ciddiyete sahip değil. Adeta acının pornografisinin yapıldığı sabah kuşağı TV programları gibi, operasyonu ve sonrasını bir yerli dizi gibi izledik" diyerek bugünlerde iyice soğuyan gündeme karşı tepkisini dile getiriyor. Peki, neden bu tür olaylarda "insan" unsuru ikinci planda kalıyor? Şişman'a göre sebebi basit: "Karşılarındakinin "müşteri/hasta/danışan/vaka" değil, "insan" olduğunu idrak edemiyorlar. Tıp doktorlarının, uzmanlığın körleştiren gözlüğünü çıkarmaları şart." Konu yalnızca bununla sınırlı değil elbet. Bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle gerçekleşen organ nakli, tüp bebek, embriyoya müdahale ederek kalıtsal bir hastalığın yok edilmesine karşı çıktığınızda toplum tarafından dışlanıyorsunuz. Çünkü sunduğu imkânlar hem hayret verici hem de ikna edici. Peki bu durum bizim madalyonun diğer yüzünü görmemizi neden engelliyor? Nazife Hanım'a göre tüm dünyada teknolojinin karşı çıkılamaz olduğuna dair bir kanaat yaygınlaşıyor ve lanse edilen tüm başarılara karşın gelinen nokta oldukça üzücü. Çünkü "Modernleşme maceramıza "İslam terakkiye mani midir?" sorusunun gölgesi düşmüş durumda. Şişman, bu oryantalist yargının etkisiyle bilim ve teknolojiyi eleştirmenin "gericilik" gibi görüldüğünü, bu sebeple dindar insanların ve ilahiyatçıların, bilim eleştirisinden ziyade "İslam bilimle çelişmez" cümlesine takılıp kaldıklarını söylüyor. 'Bilim neyi bilmektir? Teknoloji engellenemez bir süreç mi? sorularının üzerinde kafa yormak gerektiğine dikkat çeken Şişman, "Bu soruları bugün İslam dünyasının dışındakiler tartışıyor. Çünkü aydınlanma sonrası modern bilimin ürettiği teknolojinin yaptığı tahribat, mesela atom bombası, modern bilimle ilgili rüyayı sona erdirdi" diyor.
YENİ HASTALIKLARI KİM TEDAVİ EDECEK?
Teknoloji umut vadederken, bizleri neye dönüştürüyor? Yeni tıp teknolojisinin bir nevi "ümit teknolojileri" olduğunu kaydeden Şişman, teknolojinin çocuğu olmayanlara çocuk, hastalara sağlık, bütün herkese uzun ömür, hatta alacak kadar parası olanlara ölümsüzlük vaat edecek hale geldiğini dile getiriyor. İnsanların belki gelecekte tedavisi bulunur diye bedenlerini çok yüksek maliyetlerle dondurduklarını hatırlatan yazar, kapitalist sistem her şeyi alınıp satılabilecek bir metaya dönüştürmeyi başardı. Tüm bunları neden yapıyoruz. Daha kaliteli yaşamak için mi, yoksa yaşam ve ölüme karşı bir çeşit meydan okuma mı bu? sorularını sorduktan sonra şöyle cevap veriyor: Yeni teknoloji yaşamın ve ölümün sınırlarında geziniyor. Amaç, hem "daha kaliteli" insanlar üretmek hem de ölümü geciktirmek. Hatta ölümü bir hastalıkmış gibi tedavi etmek. Ama ürettiği yeni hastalıkları görmezden geliyoruz".
Modern teknoloji kimseye söz hakkı tanımıyor. Modernlik, araçların amaçlardan koptuğu, sadece amaç olduğu bir hale gelmiş durumda. "Bunu istiyor muyuz?" sorusunu soramıyoruz. Çünkü "bir şey icat edilmişse uygulanır" diyor modern teknoloji. Kapitalizm de buna ivme katıyor tabii ki. Sınırları kim belirliyor? Nazife Hanım'a göre piyasa ekonomisinden hız alan teknolojiye sınır çizen insan olmalı. Fakat teknoloji kendi meşruiyetini kendi içinden gerçekleştirebileceği iddiasında... Siyasetçileri, felsefecileri ve ilahiyatçıları hızlı gidişine bir engel gibi görüyor. Eskiden aklımıza insan bedeninin alınıp satılması denilince hemen köleliğin geldiğini aktaran Şişman, "Hâlbuki şu an insan bedeninin parçaları ticari nesneler olarak tedavülde. Kan hücreleri, dokular, organlar... Tabii bu durumun bir finans ayağı da var. Dokular, hücreler, DNA artık patent sektörünün bir malzemesine dönüştü." diyor.
Kusursuzluk ve ölümsüzlük hayali aslında insanda hep olduğunu kaydeden Nazife Hanım'a göre; 'Bir tür "kâmil insan" anlayışı hemen her dönemde karşımıza çıkıyor. Bugünü farklı kılansa bu mükemmellik isteğinin ne yazık ki sadece bedende yoğunlaşması. Bugünkü kusursuzluk hayalinde insan, organlarla yedeklenen, protezlerle desteklenen, sürekli kendini yenileyen bir makine gibi kurgulanıyor.' Nazife Hanım, bu sözlerini şu soruyla tamamlıyor: 'Hâlbuki Müslümanlar için asıl olan, bedeni terbiye ederek ruhu yüceltmek değil mi?'
TEKNOLOJİ İKTİDAR HİSSİNİN ARACIDIR
Tüm bunlara bakınca insanın aklına şu soru takılmıyor değil; "Tüm bunlar yalnızca teknoloji ve bilimin gelişmesinin bir sonucu mu? Yoksa bu insanlığın geleceğe hâkimiyet kurma projesinin bir parçası mı?" Nazife Hanım'ın tespitlerine bakılırsa, toplumsal ya da siyasal meseleyi komplo teorisi eşliğinde tanımlayamayız. Ancak bu savaşların teknolojinin en hızlı geliştiği dönemler olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu da iktidar kazanma isteğiyle teknolojiye yatırım yapma arasında doğrudan ilişki olduğu sonucuna varmamızı sağlıyor.
Ya filmlerdekiler gerçekse?
Bilindiği gibi ilaç sektörü ve kapitalizm arasında sarmal bir ilişki mevcut... Nazife Hanım, bu konuyu şöyle değerlendiriyor: "OECD geleceğin ekonomisinde biyo-ekonominin rolünü araştıran toplantılar yapıyor. Hollywood filmleri de sık sık işler bu konuyu. Ne yazık ki bunlar sadece film dememiz mümkün değil. Bir şirket kar getireceğine inanmasa, otuz yıl öncesinden neden genetik araştırmalara yatırım yapar?"
Yenişafak
SON VİDEO HABER
Haber Ara