Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Amerika'da İran senaryoları

Washington'da bugünlerde dış politika üzerine en çok tartışılan hususların başında İran meselesi geliyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-03-17 08:05:31

Amerika'da İran senaryoları

Her ne kadar Barack Obama yönetimi meseleye ihtiyatlı bir şekilde yaklaşıp koyduğu kırmızı çizgilerle durumu kontrol etmeye çalışsa da iki ülke arasındaki gerginliğin Suudi elçisine suikast planı iddiası, İranlı bilim adamlarına yönelik suikastlar, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun son raporu ve karşılıklı açıklama ve tehditler sonrası kısa bir zaman zarfı içinde bu denli tırmanmış olması Washington'da farklı İran senaryolarının da konuşulmasına yol açıyor. Özellikle Obama yönetiminin konuyu ele alış biçiminin -her ne kadar kendisi reddetse de- bir nevi 'containment' (çevreleme) siyasetine dönüştüğünü düşünen şahinlerin başta İran'ın nükleer tesislerine yönelik bir 'pre-emptive strike' (engelleyici saldırı) olmak üzere sundukları askerî reçeteler hem önerilerin niteliği hem de doğurabileceği sonuçlar bakımından sıklıkla tartışılıyor.

Şahinlerin İran için geliştirdiği senaryonun temelinde İran'a karşı duyulan güvensizlik yatıyor. İran'ın şimdiye kadar nükleer silah üretme konusunda herhangi bir niyetinin gözlemlenmemesi ve bu konuda bir siyasî karar verilmemiş olmasına rağmen daha önce Kum ve Natanz'daki uranyum zenginleştirme tesislerini yıllarca uluslararası gözlemcilerden saklamayı başarmış olduğu hesaba katılarak İran'daki rejimin liderlerine güvenilmemesi gerektiği ifade ediliyor. Bunun yanında Amerika'daki istihbarat birimlerinin de bu konudaki benzer görüşlerini reddeden şahinler, daha önce Irak Savaşı'nda ABD'yi yanıltmakla suçladıkları CIA ve istihbarat birimlerinin aynı hataya düşebileceğini iddia ederek tamamen istihbarata dayanan güvenlik değerlendirmelerine şüpheyle yaklaşıyor.

Şahinlere göre İran'ın nükleer silah üretme kapasitesine yaklaşması dahi Amerika ve bölge için ciddi sıkıntılar doğurabilecek. Öncelikle böyle bir kapasiteye sahip İran bölgedeki güçler dengesini Amerika ve müttefikleri aleyhine değiştirebilecek. Bu durumda öncelikle Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez'deki Arap devletleri nükleer programlar başlatarak Ortadoğu'da enerji piyasalarını ve petrol fiyatlarını etkileyebilecek bir silahlanma yarışı başlatacak. Bunun yanında İsrail devletinin İran'a tek taraflı olarak müdahale etmesi krizi Amerika'yı topyekün içine sürükleyecek bir fırtınaya dönüştürebilecek.

HEDEF SADECE NÜKLEER TESİSLER Mİ?

İran'ın böyle bir silaha sahip olması durumu, Amerika'ya olan ekonomik ve askerî yükünü daha da artıracak. Böyle bir durumda Amerika, İsrail ve Körfez'deki müttefiklerini korumak için bölgedeki askerî varlığını güçlendirmek zorunda kalacağı gibi İran'ı sürekli gözetim altında tutmak da Amerika'nın kırılgan ekonomisindeki yeni kısılan savunma bütçe harcamalarının artırılmasını gerektirecek. Buna ek olarak bu tip bir çevreleme siyaseti belki de İran'daki rejim değişip ABD ile dostane ilişkiler geliştirecek bir yönetim işbaşına gelene kadar sürebilecek. Bu da çevreleme siyasetinde yapılan harcamaların yıllarca sürmesi anlamına geliyor.

Washington'daki bazı şahinler tam da bu sebeplerden dolayı İran'ın nükleer tesislerine, en azından yer altında olmayan reaktörlere yapılacak tek taraflı ve önleyici saldırının akıllıca bir fikir olacağı görüşünde. Böyle bir saldırının İran'ın tüm nükleer kapasitesini yok edemeyeceğinin farkında olan uzmanlar verilecek geniş çaplı bir hasarın onarılmasının siyasî ve ekonomik maliyetini göz önünde bulunduracak İran rejiminin bir daha bu tip bir nükleer maceraya atılmayacağı görüşünde. Önleyici saldırı fikrine eleştirel yaklaşanların ortaya koyduğu olası İran misilleme saldırıları (aralarında Hürmüz Boğazı'nın trafiğe kapatılması ve İran'ın İsrail ve Körfez'deki Amerikan müttefiklerine saldırmasından, İran'ın bazı grupların maarifetiyle Amerika hedeflerine ve çıkarlarına saldırıya geçmesine ve Irak ve Afganistan gibi ülkelerde yol açabileceği istikrarsızlık ve güvenlik problemlerinin de olduğu geniş bir yelpaze sunuluyor) konusunda da şahinler oldukça kendinden emin. Aralarında Matthew Kroenig gibi uzmanların bulunduğu gruba göre İran rejimi Amerika'nın bölgedeki askerî varlığı ve teknolojik üstünlüğünü göz önünde bulundurarak çok kapsamlı bir misillemeye girmek yerine sadece kendilerini iç politikada rahatlatacak bazı yollar ve taktikler tercih edecekler. Ancak bu noktada özellikle Amerika yönetiminin İran rejimine hedefin rejim değil nükleer tesisler olduğunu bir şekilde bildirmesi kesin bir zorunluluk. Bu uzmanlara göre kendilerini namlunun ucunda hissetmedikçe İran'daki rejimin liderleri rejimi tamamen ortadan kaldıracak bir maceraya girmeyecekler. Şahinler aynı zamanda Amerika'nın İran'a yapacağı önleyici bir saldırının İslam dünyası ve özellikle Ortadoğu'da yaratacağı tepki konusunda gelen uyarıları da çok fazla dikkate almıyorlar. Zira İran'ın nükleer silah sahibi olmasının Amerika'dan çok Körfez'deki Arap ülkelerini tehdit edeceği için, her ne kadar kamuoyu önünde fazla belli etmeyecek olsalar da kapı arkasında Suudiler ve Körfez emirleri ABD'ye teşekkür edecekler. Böyle bir saldırı sonrası Wikileaks belgelerine de kısmen yansıyan İran konusunda yaşanan Arap endişesi ortadan kalkmış olacak. Şahinler, aynı zamanda Amerika ekonomisi ve küresel enerji piyasalarının böyle bir saldırı karşısında olumsuz etkilenmemesi için Suudi ve Körfez emirliklerinin üretim kapasitelerini artırarak yardımcı olabileceğini, böylece kriz durumu ortadan kalkana kadar petrol fiyatlarındaki yükselişin kontrol altına alınabileceğini savunuyor.

İran'ın nükleer tesislerine yapılacak böyle bir cerrahi müdahale şahinler içinde bazı grupları ise fazla tatmin etmiyor. Yapılacak herhangi bir cerrahi müdahalenin İran'ın nükleer kapasitesini tamamen yok edemeyeceğini savunan bu gruba göre saldırı sonrası kendisini tehdit altında hissedecek olan rejim liderleri büyük bir ihtimalle nükleer enerji çalışmalarını hızlandıracak ve dahası her türlü hava saldırısından korunabilecek yeraltı ve seyyar nükleer tesisler oluşturmaya çalışacak. Dolayısıyla mevcut rejim iktidarda kaldığı sürece İran nükleer silah elde etme niyetinden vazgeçmeyecek. Bu grup için bu noktada asıl hedefe konulması gereken, İran'daki rejim. Bu sebeple İran'a yapılacak muhtemel bir saldırı sadece nükleer tesisleri değil aynı zamanda rejimi ve rejimi ayakta tutan istihbarat ve güvenlik teşkilatlarını ve onların altyapılarını da kapsamak zorunda. Bu saldırılar birçoklarının ifade ettiği gibi rejime desteği artırmayacağı gibi muhaliflere de rejimi yıkmak için uygun bir ortam hazırlayacak. Rejimin ortadan kaldırılması sonrasında yaşanacaklar için oldukça iyimser olan bu grup yeni rejimin hem uluslararası meşruiyet hem de ekonomik maliyet ve sonuçlarını göz önüne alarak nükleer programdan vazgeçeceğini düşünüyor. Ayrıca bu yönde yapılacak başarılı bir saldırı neticesinde Amerika bir yandan İran'ın bir daha nükleer silah elde etme ihtimalini ortadan kaldırıp bölgede muhtemel bir istikrarsızlığın önünü alırken öte yandan da İran'daki rejimin girişebileceği her türlü misilleme saldırısının önünü almış olacak.

Her ne kadar Washington'da bu aralar sıkça duyulsa da hem Beyaz Saray hem de birçok uzman bu tip senaryoları oldukça tehlikeli buluyor. Obama yönetimi İran'a gözdağı vermek için tüm ihtimallerin masada olduğu mesajını sıklıkla vurgularken kamuoyu yoklamalarındaki olumsuz görüşlere rağmen diplomasi, ekonomik yaptırım ve uluslararası tecridin öncelikli olarak kullanılması konusunda oldukça kararlı. Pentagon'dan en üst düzey yetkililerin ardından geçtiğimiz haftalarda emekli generallerin de Washington Post gazetesine verdikleri ilanla (tıpkı bize Irak Savaşı öncesi atmosferi hatırlatırcasına) İran'a karşı tek taraflı askerî güç kullanılmasına karşı çıkması, askerlerin de böyle bir macera konusunda isteksiz olduğunu gözler önüne serdi. Buna rağmen önümüzdeki dönemde özellikle Amerika'daki seçimler ile İsrail'in saldırı konusundaki kararlı açıklamalarının gerginliğin boyutunu nereye götüreceği hâlâ tam olarak belli değil. Mevcut durum Obama'nın en azından seçimlere kadar kontrollü bir sertlik siyaseti izleyerek Cumhuriyetçilerden gelecek eleştirileri hafifletmeye çalışırken bir yandan da tüm diplomatik kanalları kullanarak sorunu askerî güç kullanmadan çözmeye çalışacağını gösteriyor. Bu noktada krizin herhangi bir şekilde askerî güç kullanılmadan çözülmesi için Said Celili'nin Avrupa Birliği Dışişleri Yüksek Temsilcisi Ashton'a yazdığı mektup ve buna ek olarak İran'da parlamento seçimlerinden sonra neredeyse tek adam haline gelen Hamaney'in yapıcı açıklamaları da (her ne kadar bazıları sadece ekonomik yaptırımların sonucu olarak kabul edip samimi görmese de) bu tip bir iddialaşmanın ve krizin önünü almak için Obama yönetiminin elinde önemli bir koz olacak.


Kılıç Buğra Kanat* / Zaman



*Seta Vakfı, Washington DC

Haber Ara