Devrimci halk savaşını başlattık ama
Cemil Bayık'ın 'Devrimci halk savaşını başlattık ama halk kısmı biraz eksik kaldı.' ifadesi önemli bir içeriğe sahip. Savaş şiddet demektir.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-03-12 07:35:05
Türk soluna da aynalık yapan bu ifadeyi iyi çözümlemek lazım. Çünkü Türk solunda şiddeti ve ölümü romantik bir mücadele ruhuyla örtük biçimde meşru ve haklı göstermek yaygındı. Aslında şiddet bizde ilk meşruiyetini Leninist paradigmayla elde etmedi. İttihatçılardan beri süren "militarizmin ihtilalci versiyonuyla" zorun meşruiyetine ulaşıldı. Sosyalizm ise çoğu zaman sol Kemalizmdi. Gerçek devrimle tamamlanacak milli burjuva devrimi yapay bir anlatıydı. Şiddeti bu devrimci anıştırmayla birlikte meşru kılan gelenek, militarizmin sol varyantıdır. Apoizmdeki, silahlı mücadele ilhamını buradan almış ve kültürel açığını kapatmak için Türk solunun isyan edebiyatında eşkıyayı öven politik alt kültürü benimsemiş, bu kültürü Kürt militanlara uyarlamıştı. İnsan hayatının bu kadar ucuzlaştırılmasına şiir ve edebiyat çok önceden eşlik etmişti. Bir ölmek bin dirilmek vardı. Adeta atalar kültündeki gibi ölüleri yüceltmek yaygınlık kazanmıştı. Nesiller buna alıştırıldı. Ahmed Arif'ler, Nihat Behram'lar ve daha niceleri şiddeti estetize etti. 70'li yıllarda Adiloş Bebe şiirinden etkilenip yeni doğmuş bebeğine 2-3 gün süt vermeyenler olurdu, zor şartlara alışsın, daha güçlüce saldırsın diye. "Ölünmüş, canım, ölünmüş / Murad alınmış", denirdi, ya da "Genciz bir namlu gibi.../O Malta bıçağı, kınsız ve uyanık" vs. (A. Arif), "Kafama sıkar giderim" vulgarlığına da ulaşıldı. Türkiye'de popülist sol, arkaik bir şiddeti veya toplumun marjinlerinde duran bir karşı saldırganlığı başat bir formmuş gibi gösterdi; bu çarpıtma içinde, seçici ve cımbızlayıcı edebiyat ve müziğiyle şiddeti romantize etti ve modern devrimci ütopyalar için kaldıraç haline getirdi. Köroğlu ve Şeyh Bedrettin'den başlayıp ölümü kutsadı. Cumhuriyet döneminde karşı-şiddeti övmeyen sanat ve edebiyat hiçbir zaman güçlü olamadı. İnce Memed devrimci sayıldı. Kendini feda etme, kurban etme ilkelliği övüldü. Soylu eşkıya söylemi şiddeti onayladı. Kanın hem akması hem akıtılması sıradanlaştı. Can, dava için süfli bir yüktü, kan doğaldı.
Bu patolojik romantik isyan güzellemesi yardımıyla binlerce Kürt gencinin de kanına girildi. Bu alt kültürel formun üst kültürde her türden militarist ya da para-militarist paradigmaya bağlandığını tespit etmek gerekir. Şiddetin politik romantizm yoluyla nasıl meşrulaştığı antropolojik bir tez konusu bile olabilir. O derece doludur.
APOİZM VE SOL KEMALİZM'İN ORTAK ENSTRÜMANLARI
1972'de Öcalan'ın bir generalin talimatıyla serbest bırakılması, şiddetin ilk önce çok sayıda Kürt'e yöneltilmesi, darbeden kurtulanların yalnızca Öcalan ve yakın ekibi olması izahtan vareste durumlardır. 1960-80 aralığında sol milliyetçiliği benimsemek ve demokratik parlamentarizmi burjuva unsuru gibi görmek yaygındı. Sadece Milli Demokratik Devrimciler (MDDciler) değil bazı istisnalar dışında sol tümüyle bu yaklaşımları benimsiyordu. Şiddete mesafe koymayan ittihatçı gelenek sürdürülüyor, devrimin militarizm yoluyla getirilmesinde bir mahzur yoktur diye düşünülüyordu. Bu iş halk ihtilaliyle olamayacaksa militarist yolla neden olmasındı, yeri gelince, genç subaylar rahatsızdı.
PKK'nın savunduğu silahlı mücadele yönteminin içerdiği ulusçu militarizmin ruhu Türk solunun genelinden etkilenmiştir. Kürtlerin de artık devrimi yapacak PKK adlı militarist bir öncüsü vardı.
Karşı tarafta ise, ordu-millet el ele olduğu gibi PKK Kürt el ele olsun, nasılsa biz bunları silahla bastırırız ve böylece sivil siyasete müdahale etmek için hep PKK kartına oynarız diye düşünülmüştü. Ava giden avlanır derler. Ama öyle olmadı. Bu Teşkilat-ı Mahsusacı plan geleneği, günümüzde yeni veçhesiyle sürdürülüyor olabilir. Şiddet kullanmanın en dipteki kökenleri buralarda yatar. Asimetrinin Kürt şiddetini meşru kıldığı söylemi son derece yüzeyseldir. Kaldı ki 90'lardan sonra, dünyadaki tüm gerçek demokratik mücadelelerde, ezilenin şiddeti veya asimetrinin haklı savaşın gerekçesi olduğu iddiası kural dışı görülmektedir. Hal böyleyken 21. yüzyılda 2011'in Temmuz'unda bile Silvan saldırısıyla devrimci bir halk savaşı başlattığını söyleyen bir oluşum, kimseyi Kürtler için savaştığına inandıramaz. Bu postmodern bir ittihatçılıktır. Çünkü legal iktidarı devirmek için AKP karşıtı blok içinde PKK'ya yer açmak amacıyla tasarlanmıştır bu sözde halk savaşı. Gerçekte Kürtlerin haklarıyla ilgili değildir. Nasıl ki 70'lerdeki devrimcilik, bu iş halkla birlikte yapılamaz ise militarist bir yolla da yapılabilir diye düşündüyse, bugün de Cemil Bayık "Devrimci halk savaşının halk kısmı eksik kaldı." diyerek zihniyet paralelliğini ispat etmektedir. Halk eksikse ordu ne güne duruyor diye düşünenlere benzer biçimde, Kürt halkının çoğunluğu eksikse PKK'nın militarist gücü ne güne duruyor diye düşünülmektedir. BDP'nin niye aynı CHP gibi Ergenekon'la mücadeleye destek vermediği iyi anlaşılmalıdır. AKP karşıtı blokun içine Kürt hareketini katmak isteyenler Ergenekon bir derece pasifize edildiği için PKK siyaseti ile kendi ittihatçı ruhlarını anime etmek istiyorlar. KCK'nın bölge temsilcileri arasında MİT unsurlarının bulunması ajancılık yöntemiyle açıklanabilecek mi? Bunlar son derece karanlık noktalar.
14 Temmuz'da hem Öcalan'ı hem hükümeti demokratik özerklik ilanı ve devrimci halk savaşı iddiasıyla bypass ettiler, ama olmayınca, bugün Öcalan'ın ebedi şef pozisyonunu sonuna kadar sömürmek isteyen eski dile geri döndüler. Ulu Önder'e özgürlük veya ebedi şef pozisyonu da saf Kürtlere Atatürk'ün alternatifini sunmak için aynı model içinde inşa edilmemiş miydi? Sol Kemalizm'in yaptığı kutsallaştırmayı Leninist Kürt azınlık Öcalan için yapmamış mıydı? Apoizm Atatürkçülüğün değil ama müdahaleci sol Kemalizm'in güdük bir replikasıdır. Apoizmde kitlelerin güvenini demokratik örüntülerle değil kutsallaştırılmış mutlak bir lider yoluyla kazanmak veya lidere bağlıymış gibi gözükse de onu araçsallaştırmaya her daim teşne olan diğer liderler yoluyla kazanmak daha kolay görülmüştür. Parlamenter mücadele tavsiye edilmez. BDP'nin İmralı ile Kandil arasında sıkıştırılıp kadük hale getirilmesinin sebebi budur. Çünkü İttihatçılığın bu Kürt ulusalcı varyantında liberal parlamenter tartışma ve politik rekabetin pek yeri yoktur. Bu yüzden seçimlerden hemen sonra uzlaşma masasını devirdiler. Çünkü "ulusalcı efsaneyi gerçekliğe dönüştürmenin baskı ve şiddetten başka yolu yoktur" diye düşünüyorlardı. Planlar eskisi gibi Ergenekon'un bir kanadıyla yürütülemeyince KCK formülünü buldular. Bu yolla oluşturulmak istenen o meşhur "halk iradesinin" parlamenter demokrasiyle inşa edilemeyeceğine inanıyorlar ve tek partili rejimden demokrasiye geçmek istemeyenleri andırıyorlar. Kürtçeyi de Türkçe gibi arılaştırıp, geleneksel dinsel semantiğinden koparmak isteyerek sol jargonla donatılmış salt sekülarist bir Kürtçe dili inşa ediyorlar. Ezanın Kürtçeleşmesini ima edenler bile oldu. Kürt halk iradesinin hiç katışıksız olması imkânsız olduğu için total popüler komün yapısı, baskı ve gerekirse şiddet içeren adaptasyon yardımıyla inşa edilmelidir düşüncesine inanan bir tasavvura sahipler. İşte KCK, baskı içeren adaptasyona başvurmanın sivil yerel diktacı bir yolu olabilir. Bu arkaik solculuk, Kürt hareketinde gittikçe post-ittihatçı bir biçim kazanmaktadır. İttihatçı ve Teşkilat-ı Mahsusacı gelenekten gelenler, Kürtçülük içinde sol Kemalizasyon denklemine başvurduklarını mealen söylediler zaten. Halil Berktay bu kökenler için diyor ki "İster darbe, ister halk ihtilâli yoluyla gelecek bir 'düzen değişikliği özlemi', hükümete karşı seçim kazanmak değil, 'iktidarı' yıkmak, devirmek, alaşağı etmek üzerine kurulu bir 'siyasal kültürü' besledi". İşte bu "siyasal kültür" Kürt hareketine de aşılanıyor. Şimdilerde Kürt hareketini CHP ile aynı siyasî çizgide ve AKP karşıtı blok içinde daha aktif hale getirmek için müthiş bir çaba gösteriliyor. CHP'nin sol Alevi yeni siyaseti ile Kürt hareketi arasında ortak solculuk bağı nasıl oluşturulur? Bütün tasarı bu soruda düğümleniyor. Uludere faciası tümüyle AKP'ye yıkılsın diye uğraşan odaklar, psikolojileri alt üst edilmiş olan Kürtleri AKP karşıtlığı içinde mobilize etmeye çalışıyorlar. Ama hür siyasî öz güvenleri yerinde olmadığı ve sonsuz bir anksiyeteye saplandıkları için, örgüt içi demokrasiden yoksun olan bir KCK'nın desteklediği devrimci halk savaşını sopa gibi ellerinde tutmak istiyorlar, yine de kendilerinin de itiraf ettiği gibi, işin halk kısmı hep eksik kalıyor. Çünkü şiddeti, başta belirtilen politik romantizm yoluyla övmek ve gençlerin zihinlerini bununla malul etmek eskisi gibi kolay değil. Dünya politik söylemleri o kadar değişti ki, anti-demokratik silahlı mücadele yöntemi küresel planda kabul görmeyecek bir noktaya ulaştı. O yüzden bu çaba umutsuz bir çabadır. Dünyadaki halk mücadeleleri şiddet övgüsüne çoktan elveda dedi. Kürt hareketinin çıkış yolu ancak Gandi tarzı şiddet karşıtı bir mücadeleden geçiyor. Bunu da hakiki metafiziğe kapalı aktörlerle başarmak mümkün değil.
*Uğur Kömeçoğlu: Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara