İhsanoğlu: Mezhep çatışması dini değil siyasi
*Ekmeleddin İhsanoğlu, 57 üye ülkeyle BM'den sonra ikinci büyük hükümetlerarası örgütün genel sekreteri. Kendisiyle ilk kez göreve geldiği 2005'de İstanbul'da görüşmüştüm. 1969 doğumlu İİT o dönemde hala yapısı hantal, çalışma usulleri belirsiz, etkisi zayıf bir oluşumdu. Görev süresinin dolmasına iki yıl kala teşkilatın bugününü Cidde'de konuşma fırsatı buldum.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-03-11 07:04:38
İhsanoğlu yedi yıldır İslam İşbirliği Teşkilatı'nı, 193 üyeli BM gibi çalışma usulleri ve gelenekleri olan bir kuruma dönüştürmeye çalışıyor. Bugün BM'de en az 50 ülkelik bir oy bloku olan İİT'de üye olmayan ülkeler bile gözlemci bulunduruyor, eylem planları dikkatle izleniyor. Kurulduğu 1969'dan 2005'e kadar esamesi okunmayan İİT'nin artık kendi anayasası var. 1969'dan bu yana eski adıyla İslam konferansı Teşkilatı'nın faal üyesi olan Türkiye, teşkilatın "şart" denilen bu anayasasını daha geçen hafta imzaladı. İİT'nin asıl hedefi bu şartı imzalayan üye ülkelerin demokrasi içinde iyi yönetişim ilkeleriyle idare edilmesi, diktatörlüklerin insan haklarına saygılı hukuk devletlerine dönüşmesi.
*İhsanoğlu ile gündüz İİT'nin Cidde'deki merkezinde biraraya geldik, akşam küçük bir saray- müze görünümündeki evinde sohbetimize devam ettik. Dünya liderleriyle temaslarından kalan anılar fotoğraf çerçevelerinde kendilerini hatırlatırken, hat, tezhib, ebru gibi geleneksel Türk sanatının özgün ürünleri, Hz. Osman mushafı gibi tıpkıbasımı nadir bulunan kitaplar, yerli ve yabancı ressamların tabloları göz kamaştırıyordu. Her köşesi ödül olarak alınan şiltler ve diğer armağanlarla bezenmiş, ışıl ışıl, bol yaldızlı bir evdi. Türk ustalara özel olarak yaptırılan sedef işlemeli büyük masada, birbirinden lezzetli yemekler yedik. Füsun İhsanoğlu mükemmel bir ev sahibi olduğu kadar, hoşsohbet bir hanımefendiydi. Cidde'de yaşama dair anlattıkları, onun da eşi kadar aktif olduğunu ortaya koydu.
* İslam ülkelerindeki demokratikleşme eğilimlerini sormaya "kapalı kutu" Suudi Arabistan'dan başladım. Çünkü daha önce görüştüğüm bazı uzmanlar, bu ülkede artık sırtını petrole yaslama ve yan gelip yatma döneminin bittiğini, hükümetin işleri artık yabancılar yerine yerli nüfusa yaptırmaya karar verdiğini, bu "çalışanların Suudileştirilmesi" operasyonun eninde sonunda demokrasi talebiyle sonuçlanacağını anlatmışlardı. Acaba süreç, Suudi Arabistan'ı İngiltere gibi meşruti monarşiye götürür müydü? İhsanoğlu şöyle yanıt verdi:
KRALLAR CUMHURİYETÇİLERDEN İLERİCİ
"İİT'nin değişim, dönüşüm, demokratikleşme, kanun hakimiyeti, insan haklarının kamil bir şekilde gözetilmesi gibi hedefleri artık herkes tarafından benimsenmiştir. Bunun kaçışı yok. Fakat bu yolda gitmek, ülkeden ülkeye farklıdır. Arap ülkelerine baktığınız zaman göreceksiniz ki kraliyetler cumhuriyetlerden daha ilerici bir tavır sergilliyor. Mesela
Fas kralı muhalefetin istediği bütün değişiklikleri kendisi teklif etti. 400 senelik bir hanedan, tarihi olarak sahip oldukları birçok yetkiyi hükümete devrederek yeni anayasayı ve seçimleri yaptı. İkincisi bu hadiselerin ilk başladığı günlerde Umman sultanı o ayaklanmaların sebebi olan sosyal ve ekonomik problemleri bir kalemde halletti. Halkın istemediği birçok şeyi bertaraf edince o sokak hareketi bitti. Ürdün'de kral şimdi birçok anayasal değişiklik yapıyor, seçim kanunları değiştiriyor. Kraliyetler daha akıllıca, daha erdemli hareket ediyorlar. Çünkü kraliyetlerin tarihten gelen bir idare anlayışı var. Tepede kavga yaratmamak, tahtın babadan oğula, oğuldan toruna geçmesini sağlamak için gereken fedakarlıkları yapıyorlar. Biliyorlar ki diktatörlüğe giderlerse tahtı da kaybedecekler."
*Peki Suudi Arabistan da bu raya girecek miydi?
İhsanoğlu, son alınan bir kararla kadınların bundan sonraki yerel seçimlere katılması, seçme ve seçilme özgürlüğünü kazanmasının amaçlandığını belirterek, değişimin tedrici olacağına işaret etti. Göçebe hayatı yaşayan bir toplumdan bir çırpıda post modern dünyaya ayak uydurmasını bekleyemezdik. Okullaşma oranının artmasını, orta sınıfın büyümesini beklemeliydik.
*Yani o zamana kadar kadınlar araba kullanamayacaklar mıydı?
İhsanoğlu, "O kolay iş değil burada" diye başladı ve şöyle devam etti:
"Şahsen görüştüğüm devletin en yüksek kademesindeki insanlara diyorum ki ne var bunda? Kanunda böyle bir madde, dinde böyle bir yasak yok. 'Efendim' diyorlar, 'bu biraz zaman isteyen bir hadise. Bunu hemen yaparsak bir huzursuzluk olacak'. Belirli bir din çevresinin bu konudaki ağır baskısından bahsediyorlar. Bu katı anlayıştaki grubun yetkisi ve etkisi yavaş yavaş azaltılıyor."
ARAP ULEMASININ FARS MOLLARDAN FARKI
*İran'daki molla faktörü ile Suudi Arabistan'daki "ulema" sınıfını kıyaslamak ihtiyacı hissediyorum. İran'daki mollaların ihtilalden önceki etkisi ile ihtilalden sonraki etkisinin çok farklı olduğunu belirten Ekmeleddin Bey, "İhtilalden önceki etkisi sosyal yani örfe dayalı bir etkiydi. İhtilalden sonra anayasal müesseseler bazında bir etki haline geldi. Ama İran'da orta sınıfın gücü, kültürün seviyesi, kadınların toplumdaki etkisi tarihsel olarak çok büyüktür. Bu durum ihtilalden sonra da devam etmiştir. Suudi Arabistan'da böyle anayasal bir sistem yok. Tarihi olarak burada dini çevre ile iktidar çevresinin arasında bir anlayış birliği var. Bu denge her zaman siyasi güç lehine olmuyor. Bazı hallerde med-cezir yaşıyor" diye konuşuyor.
MEZHEP ÇATIŞMASI DİNİ DEĞİL SİYASİ
*İslam dünyasındaki mezhep çatışmasını önleme amacıyla en yaygın sekiz mezhebin temsilcilerinin 2006'da imzaladığı Mekke vesikasına geliyor söz. İhsanoğlu bunu İİT'nin kaydettiği tarihi bir başarı olarak niteliyor. Ben çatışmaların hala devam ettiğini hatırlatınca, çatışmaların artık dini değil, siyasi kulvarda sürdüğünü kaydediyor ve "Benim mezhebim seninkinden üstün anlayışının terkedilmiş, mezhebe dayanarak adam öldürme, adam kaçırma, mabet yıkma yakma işinin bitmiştir. Fakat işin siyasi şuurunun oluşması bundan sonraki nesillerde mümkün olabilir" diyor.
*Çatışmanın dinden mi, siyasetten mi kaynaklandığı ayrımının kolay olmadığını söyleyerek itiraz ediyorum. "Ama bakınız" diye durduruyor beni İhsanoğlu: "Mesela Bağdat'a gidiniz, sünni ve şii müslümanların liderler ve mensuplarına bizim yaptığımız Mekke Vesikasını sorunuz. Bunlar geldiler bize. 'Şunu tekrar canlandıralım. Şimdiye kadar önemli bir etki yaptı. Şimdi tekrar başladı maalesef bazı şeyler. Gelin tekrar yapalım' dediler. Bizim 2006'da bir araya getirdiğimiz bu insanlar kanlı bıçaklıydılar. Şimdi sarmaş dolaş oldular. Dostlukları devam ediyor. Şimdi yeni bir çalışma başlattık. Bağdat'a bir heyet gönderdik. Bizim siyasi daire genel müdürü çok tecrübeli bir diplomat, eski bir bakan yardımcısı, geniş bir heyetle Bağdat'a gitti. Başbakan, cumhurbaşkanı ve diğer yetkilerle konuştu ve geldi. Şimdi yeni metin üzerinde çalışıyoruz."
ERİŞİR MENZİLE AHESTE GİDEN
*İİT'nin çalışmaları arasında en dikkatimi çeken konu, insan hakları komisyonu. Merak ediyorum, acaba islam ülkelerindeki insan hakları ihlallerini rapor edip, sorumluları teşhir edebilecekler mi? İhsanoğlu, doğrudan yanıt verme yerine, komisyonun iki amacını anlatıyor. Bunlardan biri, insan hakları kavram ve normlarının üye ülkelerde geliştirilmesi, ikincisi insan hakları mağdurlarının himaye edilmesi. Dördü kadın, on sekiz kişiden oluşan komisyon altı ayda bir rapor yayınlayıp dışişleri bakanlarına sunacak. "Raporlar bakanların onayından sonra icra edilecek" diyen İhsanoğlu, üyelerinin tamamen bağımsız olduğunu iddia edince, "bir dakika!" diye itiraz ediyorum. Çünkü malum her ülkenin kendine göre çekinceleri var. Diyelim komisyonun o "bağımsız" üyeleri Kürtlerin kendi dillerinde eğitim yapamamasını bir insan hakkı ihlali olarak gördü ve bu yöndeki engellerin kaldırılması gerektiği sonucuna vardı. Türk Hükümetinin bu konudaki yaklaşımını bile bile böyle bir rapor sunabilirler mi? Sunsalar bile dikkate alınır mı? İhsanoğlu'nun yanıtı şöyle oluyor:
"Biz BM gibi hükümetlerarası bir teşkilatız. Bunun imkanları ölçüsünde çalışırız. Bunun dışına çıkarsanız NGO olursunuz. Herşeyi istersen, hiçbir şeyi elde edemezsin. Mükemmele bir günde ulaşamazsınız. Arzu edilen menzile, aheste giden erişir. Hızlı giderseniz entarinizin etekleri ayaklarınıza dolanır."
*Benim "İnsan hakları konusunda bütün üyelerinize not verdiğinizi hayal ediyorum. Diyorsunuz ki, kardeşim 57'nin en sonuncususun sen. Böyle bir çalışması olmalı bu komisyonun?" şeklindeki soruma kısaca "Temenni ederim" diye cevap veriyor. "Peki Türkiye, kaçıncı sıradadır?" diye üsteliyorum. "Daha çalışma yapılmadı ama eminim ilk on arasındadır" diyor.
BAŞÖRTÜSÜ HİTABI KİME
*Sayın Genel Sekreter, acaba BM'in başörtülü sporcuların karşılaşmalara örtüleriyle çıkabilmeleri konusunda aldığı kararı duyduğunda ne hissetti? "Keşke bunu önce biz düşünseydik, bu bizim girişimimiz olsaydı" dedi mi?
"Hayır. Bana buradan gol atma!" diyor gülerek, "bunlar zaten bizim ilkelerimiz." Peki o zaman diyorum, "kimi iyileştirmelere karşın başlar Türkiye'de zorla açtırılırken, İran'da zorla kapattırılıyor. İran'a isteyen başını açsın kardeşim diye bir tavsiyeniz olur mu?"
İhsanoğlu, "Bu bir hürriyet meselesidir. İsteyen açar, isteyen kapatır. Ve açıp kapatmanın da dindarlığın ölçüsü olduğuna ben inanmıyorum" deyince bu sözlerin bir adım sonrasını merak ediyorum. Acaba kendisi örtüyü açık bir Kuran emri olarak değerlendirenlerden mi, yoksa kapatılması gereken alanın baş değil göğüs olduğunu düşünenlerden mi?
İhsanoğlu iki görüşe de saygılı olduğunu belirttikten sonra "Bu bir yorum meselesidir. Kuran ayetlerindeki hitabın kime ait olduğu açıktır" deyince "Yani hitabın Peygamber efendimizin eşlerine olduğunu mu işaret ediyorsunuz?" diyorum İhsanoğlu başıyla onaylıyor ve hemen ardından "Benim dini hüküm verme yetkim yoktur" diye ekleme gereği duyuyor.
*İİT'nin bünyesinde kurulup düzenli raporlar yayınlayan İslamofobya gözlemevini konuşmaya başlıyoruz. Genel Sekreter, bütün dinlerin kötülenmesinin yasaklanmasına dair kararı, BM'den nasıl çıkarttıklarını uzun uzun anlatıyor. "Peki" diyorum, "bundan sonra artık dinimizin kutsallarına hakaret edenler ceza mı görecek?" İhsanoğlu yine bunun uzun soluklu bir süreç olduğunu belirtiyor ve şöyle devam ediyor:
"Uluslararası mutabakat sağlamak çok zor, çok dikkatle hareket edilmesi gereken uzun bir süreçtir. Bir adımda, iki adımda olmaz. Biz bu noktaya altı senede geldik. Bu ulaştığımız nokta sebebiyle bazı meşhur lobiler ve fanatik gruplar benim hakkımda kitap yazdılar. Diyorlar ki İhsanoğlu bizim fikir hürriyetimizi elimizden alacak. Çanımıza ot tıkayacak."
*Peki alınan bu uluslararası kararın hayata geçebilmesi için bir altı yıl daha bekler miydik? İhsanoğlu süreci şöyle anlatıyor:
"Biz hukuki yönünü ele aldık. En zor tarafı buydu. Biz AB ve Amerika çapında diplomatik çerçeve etrafında konsensus ve ona siyasi destek sağladık. Hedefimiz insan hak ve hürriyetleriyle ilgili belirsiz bölümlerin açıklanması ve mutlak bir hürriyetin olmadığını, hürriyetin karşı tarafa hakaret etmek ve onun mukaddesleriyle oynamayı kapsamadığını, hürriyetin mesuliyet şuuruyla beraber gitmesi gerektiğini sağlamak. Bu süreç belki iki sene sürer. Konvansiyonlar BM tarafından kabul edildiği takdirde üye devletlerin imzasına açılıyor. O zaman iç hukuk oluyor. Biz işin temelini attık. Şimdi bunun üzerine katlar çıkacak."
MÜSLÜMAN MEZARLARINI KİRLETİYORLAR
*İhsanoğlu'na göre İslamofobya özellikle Avrupa'da yükseliyor. Bunda aşırı sağ partilerin oylarını artırmak için yabancı düşmanlığı yapmasının büyük payı var. Yabancı düşmanlığı İslam korkusu olarak tezahür ediyor. Bu eğilim, merkez partilere de sirayet etmeye başladı.
Olay, ikinci dünya savaşı öncesinde yahudi düşmanlığına benzer bir hal aldı.Tehlike öyle bir noktaya geldi ki, Birinci dünya savaşında Fransa bayrağı altında savaşmış ve Fransa için canını vermiş olan Afrikalı müslüman askerlerin mezar taşlarına gidip, kirleten veya ırkçı işaretler koyanlar var bugün.
*İhsanoğlu, islamofobya gözlemevi raporlarını bütün dünyanın dikkatle izlediğini söylüyor. Örnek olarak da bir İtalyan video şirketinin, ürettiği bilgisayar oyununda islam peygamberini dövdürttüğü tespit edilince İİT'nin hemen bir açıklama yaptığını, aynı gün oyunun piyasadan çekildiğini anlatıyor. İslamofobik eylemlerin teşhiri, bazı bloglarda o nefret suçunu işleyenlere karşı cevap yazma ve tepki verme yarışına da dönüşmüş.
İİT'DEN HELAL GIDA SERTİFİKASI
*İİT, bir iki sene içinde gıda ve sanayi ürünlerindeki "helal" standartları belirleyerek, dünyanın her yanında güvenilir ve bir örnek sertifika dağıtılmasına önayak olacak. Bu amaçla, merkezi İstanbul'da kurulan İslam ülkeleri için standartlar ve metroloji enstitüsü çalışmalarına başlıyor. Bu sadece dini duyarlılık meselesi değil, aynı zamanda müslümanlara dünya pazarında yerlerini alma kolaylığı getirecek ekonomik bir yaklaşım. Dinle ilgili kısmı, hayvanların İslami usullerle kesilme kriterlerinin bütün detaylarıyla belirlenerek bu konudaki başıbozukluğun önlenmesi. İİT bünyesinde bir grup uzman yaptıkları çalışmalar sonucunda eğer tavuklara kesimöncesi verilen elektroşok, onları öldürmeyip sadece sersemletiyorsa, bunun helal olduğu sonucuna ulaşmış. Teşkilatın Fıkıh akademesine sunulacak ve kararın resmileşmesinden sonra, standart enstitüsü, tavuğa kaç amperlik bir şok verilirse kesimin helal olacağını belirleyecek.
BURADAN BİR TÜRK GEÇTİ DESİNLER
İhsanoğlu, esas itibariyle bilim insanı. Bilimler tarihinde bir numaralı uzman. Uluslarası Bilim Tarihi ve Felsefe Kurumu 2009'dan bu yana İhsanoğlu adına yarışma düzenliyor. İhsanoğlu altın madalyasının ikincisi 2013'de verilecek. Acaba uzun yıllardır taşıdığı diplomasi şapkası, bilimsel çalışmalarına sekte vurdu mu? Anlaşılan o ki, Genel Sekreterin iki şapkadan da vazgeçmeye niyeti yok:
"Ben Allah'a şükür ikisinde de bir insanın ulaşabileceği en ileri noktasına ulaştım. Bilim tarihinde uzun bir kariyerim oldu. Ben esas fenciyim. Bilimden bilim tarihine yöneldim. 2001-2005 arasında Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Kurumunun başkanı oldum. Benden önce bu kurumun başına getirilen bir Müslüman olmadı. Benden öncekilerin hepsi Avrupalıydı, Amerikalıydı. Diplomaside de IRCICA'nın genel direktör olarak resmen diplomasi alanına girdim. Ulaştığım noktadan daha yükseği BM Genel Sekreterliği ki, geçen dönem benim adım mevzubahis oldu. Hayatım boyunca birkaç şeyi bir arada yürütmeyi başarabildiğimi zannediyorum. Çünkü vaktimi çok verimli kullanıyorum. Ve ben ekip çalışmasına inanıyorum. Mesela bu göreve geldiğim halde başlamış olduğum Osmanlı bilim tarihi literatürünü 18 cilde tamamladım. Yani 2005'den bu yana altı cilt daha yazdım. Tatilleri, hafta sonlarını, akşam saaatlerini buna tahsis ediyorum. Ve özellikle uçakta giderken çalışıyorum."
İhsanoğlu Türk ve batı klasik müziğini zevkle dinlediğini, operayı ve baleyi sevdiğini söyleyince, opera ve bale değilse bile Suudi Arabistan'da halka açık sinema olmayışının kendisini üzüp üzmediğini soruyorum. Umman'da opera binası inşa edildiğini belirterek,
"Temenni ederim ki burada da olur" demekle yetiniyor. Cidde'de çok aktif bir sosyal hayat olduğunu, fırsat buldukça da havuzda veya Kızıldeniz'de yüzdüğünü söylüyor. Yaşam felsefesini, "Hayat paylaşmakla yaşanır. Ve paylaştıkça mutlu olunur. İnsanlara ve ideallere hizmet en büyük saadet, bunu başarmak ise en büyük zaferdir" diye özetliyor.
Görev süresi 2014'de bitecek ve üçüncü dönem seçilme imkanı bulunmayan İhsanoğlu, sizin döneminiz nasıl hatırlansın istersiniz sorusuna etkileyici bir yanıt veriyor:
"Buradan bir Türk genel sekreteri geçti desinler."
SULTANIN HAREMİ
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun eşi Füsun Hanım'a göre Cidde'de yaşam:
*"Burada büyüklere gösterilen saygı ve aile birliğine verilen önem çok hoşuma gitti. Bu bizde maalesef Araplar kadar yok. Belki burada evler çok büyük. Bütün aile bir arada yaşama imkânına sahip. İmkânlar fazla. Yani aileler daha çekirdekleşmemiş. Biz de büyüklerimizi bırakmıyoruz, ziyaret ediyoruz. Tabii bizim şartlarımız, yaşadığımız apartman daireleri ile burada yaşanan evler arasında farklar var. Örf adet ve geleneklerine çok bağlılar. Bakıyorsunuz herkes seyahatte oluyor. Ramazan gelince Cidde'ye dönüyorlar. Burada yılın en güzel ayı ramazan. Yaşam iftardan sonra başlayıp sahura kadar devam ediyor. Çalışma düzeni çok farklı. Okullar bir ay tatil zaten. Böyle olunca herkes ibadetini dolu dolu yapabiliyor. Sosyal ve kültürel etkinlikler oluyor. Ramazan çok dolu geçiyor.
*Gerek sarayın gerek işadamlarının hanımları çok faaller. Çok ciddi manada sosyal dernek var. Kral hazretlerinin kızının başında bulunduğu büyük bir yardım kuruluşu, hastalara evde bakım hizmeti veriyor. Diğer bir prensesin başında bulunduğu göğüs kanseriyle mücadele çalışmaları var. Onun bir etkinliğine katıldım ben. Ayrıca çocuklar için bir sağlık merkezi var. Bunlar özellikle mongol çocukları küçük yaşta alıyorlar. Onlar için Almanya'dan özel eğitmenler geliyor. Güzel imkânlar sunuyorlar çocuklara.
*Biz İslam İşbirliği Teşkilatı olarak geçen sene Suudi tarihinde ilk kez Kralın kızının ismi altında büyük bir etkinlik yaptık. İstanbul'dan dokuz sanatçımız geldi. Hat, tezhip, ebru sanatçılarımız. Ayrıca Gilan'ın büyük bir mücevher koleksiyonu geldi. Sergilendi ve satıldı. Ve İİT hakkında filmler hazırladık. 350 kişi, bahçemizde izledi. Suudi tarihinde ilk kez, sekiz hanedan prensesi katıldı. Kral Suud'un kızları, Faysal'ın kızları, şu anki kralın kızı... Ve başka prensesler de geldi. Çok ses getirdi. O etkinlikte ayrıca Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü defilesini sunduk. Kaftanları, sufi dönemi ve yeni dönem olarak ben seçtim. İİT ülkelerinden rica ettim, onlar da milli kıyafetlerini gönderdiler. Sonra onların milli yemeklerini toparladım. O yemekleri tercüme ettik, İngilizce, Fransızca, Arapça bir kitap halinde bastık.
*Arkasından da çok büyük bir yemek yaptık. 150 çeşide yakın yemek çıkardık onlara. Ağırlık olarak Türk yemeğiydi. Büyük bir takdir gördü. İlk defa yapıldığını söyledi tüm gelenler. Onlara hediyeler hazırladım. Türkiye'den havlular, kitaplar getirttim, takvim bastırttım. Takvimin üzerine hattatlar gelen misafirlerin isimlerini yazdılar. Bana hediye getirmişlerdi. Ben bana getirilen hediyeleri Gilan da dahil olmak üzere, dokuz hattatımızın getirdiği hediyeleri de katarak müzayede yapıp, toplanan parayı prensesin başında bulunduğu vakfa hediye ettik. 70 bin dolara yakın bir para topladık o akşam. O parayı da prensese takdim ettik. O da bana bir şilti hediye gönderdi.
*Kültür etkinliklerine meraklı olan bir grup var. Beni de davet ediyorlar, katılıyorum. Çok başarılı geçiyor. Burada iki tane müze var. Zaman zaman sergiler oluyor, gidiyorum. Kral Faysal'ın kızlarının başlarında oldukları İffet üniversitesi'nin etkinlikleri oluyor. Bir de Darül hikme diye yine bir hanım üniversitesi var. Onun da etkinlikleri oluyor. Mısır'ın Ümmü Gülsüm'den sonraki en meşhur sanatçısını getirdi kralın kızı. Kızıldeniz kenarındaki kendi malikânesinde, çok güzel bir konser oldu. Ama hep hanımlara bunlar. Hanımlar bir aradayken böyle tefle filan şarkı söylüyorlar.
*Kraliyet kadınlarının eğitim düzeyleri çok yüksek. Ben çoğunu tanıdım. Bir kere hepsi İngilizce ve Fransızcayı konuşabiliyor. Meslekleri var ama tabii yapmıyorlar. Kendilerini çok iyi yetiştirmişler. Fahri kültür ataşesi gibi çalışıyor hepsi. Bazı köklü aileler düğünlerini İstanbul'da yapmak istediğinde onlara organizasyon şirketlerinin listelerini veriyorum. Türkiye'yi hakikaten çok seviyorlar. Tv dizilerinin de çok etkisi var bunda. Çok seyrediyorlar. Hatta bağımlı olanlar var. Özellikle Muhteşem Yüzyıl'ı. Onun adı burada Sultanın Haremi. Diziden hayranlıkla bahsediyorlar. Onların ilgisini en fazla çeken kostümler ve mücevherler.
Onyedinci yüzyılda o şekilde giyinilmediği halde, onlara masal âlemi gibi geliyor. O kıyafetlerden kendilerine de yaptırıyorlar. Dizideki mücevherlerin imitasyon mu gerçek mi olduğunu bana ısrarla soruyorlar. Gerçek olduğunu söylüyorum. Türkiye'ye gittikleri zaman da aynısını alıyorlar. Asi ve Gümüş dizilerini de çok sevmişlerdi.
*Araba kullanma yasağını kendi aralarında çok tartışıyorlar. Birkaç gün evvel bir mevlide katıldım. Orada yine bu mesele açıldı prenseslerin arasında. Bunu destekleyenler var, biraz çekimser kalanlar var. Ama çoğunluk hanımların araba kullanmasını çok istiyor.
Prensesler de istiyor ama bu konuda fazla konuşmuyorlar. Bu tabii biraz uzun soluklu bir mesele. Kral bu konuda çok müspet düşünüyor. En büyük reformcu O. Herkes krala dua ediyor. Uzun, Allah ömür versinde beş on sene daha idare etsin diyor. Kral kadınlara büyük imkanlar verdi. Bakan yardımcısı birkaç tane kadın var. Şura meclisinde hanımlar var. Ticaret odasında kadınlar çok aktif. İşkadınları canavar gibi. Ayrıca hanım ressamlar, yazarlar var. Bazı arkadaşların evlerinde sinema salonları var. Bütün yeni filmler anında geliyor zaten.Bir de çok meşhur bir kitapçı var. Orada da her şey bulunuyor. Buradan ayrıldığımızda çok özleyeceğim. Çok güzel arkadaşlıklarım var. "
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara