Dolar

34,8955

Euro

36,6936

Altın

3.012,92

Bist

10.058,63

12 Eylül darbesinin saati ve hareket emirleri verilmiş, kimse eve gönderilmemiş

12 Eylül darbesi sırasında Sıkıyönetim 2 Numaralı Askerî Cezaevi Müdürü olarak görev yapan Bektaş Tufan Güneş, darbe gecesine ilişkin harekatla ilgili emirler alındığını ve mesai bitiminde kimsenin evlerine gönderilmediğini öne sürdü. Harekatın başla

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-02-19 09:42:53

12 Eylül darbesinin saati ve hareket emirleri verilmiş, kimse eve gönderilmemiş
12 Eylül darbesi sırasında Sıkıyönetim 2 Numaralı Askerî Cezaevi Müdürü olarak görev yapan Bektaş Tufan Güneş, darbe gecesine ilişkin harekatla ilgili emirler alındığını ve mesai bitiminde kimsenin evlerine gönderilmediğini öne sürdü. Harekatın başlangıç saatinin dahi önceden belli olduğuna dikkat çeken Güneş, verdiği dilekçenin sıkıyönetim komutanı tarafından geri alınmasının istendiğini ve yaşanılanları ise Allah'a havale etmesinin talep edildiğini belirtiyor.
12 Eylül darbecilerinin yargılanacağı 4 Nisan'da başlayacak davaya, dönemin Erzurum-Ağrı-Kars ve Artvin illeri Sıkıyönetim 2 Nolu Askeri Cezaevi Tutukevi ve Gözetimevi Müdürü Kıdemli Topçu Yüzbaşı Bektaş Tufan Güneş, müdahil olmak için dilekçe verdi. Başından geçen olayları anlattığı "Elebaşı mı Çetebaşı mı Yüzbaşı mı (Bir Yüzbaşının Anıları)" adlı kitabında Güneş, döneme ilişkin dikkat çekici bilgiler veriyor.
O dönem cezaevlerinin de sokaklardan farklı olmadığına dikkat çeken Güneş, "Sağ ve sol örgütler fonksiyonlara bölünmüş olarak faaliyetlerine orada da devam ediyorlardı. Cezaevlerinde sayım dahi yapılamıyordu. Görevli insanlar hakarete uğruyorlar ve tehdit ediliyorlardı. Bir tutuklunun arkadaşına gönderdiği mektupta da açık açık belirttiği gibi 'Cezaevlerindeki koğuşlar işkence odalarına çevrilmişti. Davadan dönen arkadaşları, bizzat tutuklular tarafından cezaevlerinde kurulan mahkemelerde sorgulanıyor ve gerekiyorsa işkenceye alınıyorlardı. Fırsatını bulabilenler ise işkenceden kurtulabilmek için cezaevi idaresine sığınıyorlardı. İşkence metotları arasında, elektrik, falaka, tırnak sökme, iğne batırma, erkeklik organından ranzaya bağlama' gibi hususlar vardı." diyor.
    Tutukluların gerektiğinde cezaevlerinden dışarıya gönderdikleri talimatlarla cezaevlerinde görevlilerin ailelerini bile yılgınlık ve korku içinde tutmayı deneyebildiğini anlatan Güneş, 12 Mart muhtırası verildiğinde Harp Okulunda öğrenci, 12 Eylül 1980'de ise cezaevi müdürü olduğunu ifade ediyor. Aylar öncesinden olağanüstü bir durumun yaşanacağının belli olduğunu vurgulayan Güneş, o geceyi şöyle anlatıyor: "İhtilalin ayak sesleri sokaktaki vatandaş dahi duyabiliyor ve hatta, ülkenin içine düşürüldüğü vahim ortamdan çıkış için, ihtilalden başka çare kalmadığını, uluorta her yerde söyleyebiliyordu da, tecrübeli ve sağduyulu olduklarını zannettiğimiz siyasetçilerin, bu durum umurlarında bile olmuyordu. İşte o gece gelip çatmıştı. Harekatla ilgili emirler alınmış ve mesai bitiminde kimse evlerine gitmemişti. Harekatın başlangıç saati dahi önceden belli olmuştu. Uzun bir gece yaşanacaktı. 12 Eylül gecesi kışladaki ve cezaevindeki olağanüstü hareketliliği tutuklular, hiç anlamamış ve gece tatbikatı yapılıyor sanmışlardı. Anlasalar da, değişen hiçbir şey olmayacaktı. 12 Eylül sabahı, cezaevinde tam bir ölüm sessizliği yaşanıyordu. Cezaevinden çıt çıkmıyor ve tutukluların ağzını bıçak açmıyordu. Siyasilerden aldıkları manevi desteği kaybettiklerini anlayan tutuklu ve gözetimliler, eskiye nazaran görevlilere karşı daha saygılı ve daha itaatkar olmuşlardı. Sanki bu insanlar dünküler değildi. Değişen ne olmuştu ki? Cezaevinde ne müdür değişmişti, ne diğer görevliler, ne de kurallar ve yönetim anlayışı... Bu olağanüstü ani değişimin nedenini anlamak, gerçekten de zor bir denklemi çözmeye benziyordu."

TEŞEBBÜS HALİNDE KALAN İŞKENCE
    Kendi yönettiği cezaevinde işkenceye hazırlanmış bir tutuklu görünce, hayretler içinde kaldığını dile getiren Güneş, 12 Eylül'den cesaret alan iki görevlinin daha önce kendilerine kan kusturduğunu iddia ettikleri bir tutuklunun başına bir çuval geçirdiklerini ve tuvalete soktuklarını belirtiyor. Yaptığı habersiz denetlemeden tesadüfen o ana denk geldiğini belirten Güneş, işkencenin daha teşebbüs halindeyken sona erdiğini aktarıyor.

SIKIYÖNETİM KOMUTANI: ALLAH'A HAVALE ET
    9. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanının kendisini çağırdığı haberi gelince içinde bir umut belirdiğini ve ferahladığını anlatan Güneş, "Sayın Ragıp Uluğbay'dan sonraki sıkıyönetim komutanın makamına gitmek üzere birlikte hareket ettikleri, Topçu Grup Komutanı Kurmay Albay Sayın Erol Erdoğan'dan, adeta güç ve kuvvet alıyordum. İçimde beliren umut ve sevinçle komutanın makam odasına girdik. Çok geçmeden tekrar hayal kırıklığına uğradım. Sıkıyönetim komutanı Korgeneral Selahattin Cambazoğlu, oldukça sinirli ve öfkeli bir şekilde bağırıyor ve benden dilekçemi geri almamı ve her şeyi Allah'a havale etmemi emrediyordu. İlahi adalet nasıl olsa tecelli edecekti. Beşeri adaletin tahakkuku için dilekçemi komutanlığa sunduğumu ve geri alamayacağımı, askeri terbiye ve saygı kuralları içinde sıkıyönetim komutanına arz ettim. Fakat sonuçlarını kestiremiyordum." diyor.
    Güneş'in dilekçesi şöyle: "Milletin emrinde olan Türk silahlı kuvvetlerinin Atatürkçü görev anlayışına, her türlü siyasi olayların dışında ve üstünde kalarak tarafsız hizmet götürme prensibine, 12 Eylül 1980 harekatının ruhuna ve amaçlarına, kesin olarak taban tabana zıt olduğuna inandığım, ulusuna ve silahlı kuvvetlerine gönülden bağlı herkesiz kafasında kuşkular yaratan, bu günkü huzur ve güven ortamında açıklanıp neticeye ulaştırılmadığı taktirde; tarihi olayların tekerrürü ve cereyan tarzı açısından yakın bir gelecekte, siyasi bir tartışma ortamına yeniden imkan hazırlayarak, mensubu olmaktan her zaman şeref duyduğumuz silahlı kuvvetlerimizin yıpranmasına ve yara almasına neden olabilecek kadar, mahiyeti itibariyle oldukça önemli bulunan bazı belgeleri, ilgililer hakkında gerekli kanuni işlemin yapılması maksadıyla komutanlarımızın emin ve güçlü ellerine teslim etmekten büyük bir huzur duymakta ve taşıdığı şerefli üniformanın ve onun bahşettiği makam ve memuriyet nüfuzunun gereklerini yasalara uygun olarak yerine getirmeyenlerin, kim olursa olsun, silahlı kuvvetlerin bu kutsal çatısı altında barınamadıklarına ve keyfi davranışlarının hesaplarını er veya geç mutlaka ödeyeceklerine yürekten inanmaktayım.
Bu inançla, şimdiye kadar görevim nedeniyle tanık olduğum bazı hususları, büyük Atatürk'ün 'Gerçekleri söylemekten korkmayınız' sözlerinde anlamını bulan cesaretli olma mecburiyeti nedeniyle bu günlerden açıklamayı önemli bir vatan borcu olarak telakki etmekteyim.
Esasen sağlam ve dürüst karakterli, vatan ve millet sevgisine sahip herkesin yapması gereken bu görevi sorumluluğumun bilincinde olarak ve belgelere dayanarak, kısa ve özet bir şekilde, sıralı bütün komutanlarımın cüret ve cesaretimi bağışlamaları dileğiyle arz ediyorum.
    1- Asılları bende mevcut olan ve fotokopileri EK-1 ve EK-2 de sunulan-belgelerin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, 9. Kor. Ve Synt. Adli Müşaviri Hak. Alb. (...)'ya makam odam da bir tutuklu tarafından 'Sen kahpesin' diye hakarette bulunmuştur. Bu hakaret, adli müşavir yardımcısı, Merkez komutanı, Emniyet müdürlüğü 1. şubede görevli bir komiser ve cezaevi müdürü olarak benim bulunduğum kalabalık bir topluluk huzurunda yapılmıştır.
    2- Aynı tutuklu EK-2 belgeden de anlaşıldığı gibi, Hak. Alb. (...)'ya hitaben 'O bizi mahkemeye veremez, .... Küfür bile etsek o hepsini yutmak zorunda. Çünkü bütün kirli çamaşırlarını ortaya dökeceğimizi, yediği paraları ve yaptığı yolsuzlukları nasıl ortaya koyacağımızı O çok iyi bilir' gibi, çok ağır suçlama ve ithamlarda bulunmuştur.
    3- Hak. Alb.(...)'ya yöneltilen suçlama ve ithamlar çok ağır, çok acı, hakimlik mesleğini ve yüce Türk adaletinin ve silahlı kuvvetlerimizin manevi şahsiyetini zedeleyici ve şaibe altında bırakıcı bir özelliğe sahiptir.
a- EK-1 belgedeki ifadeden anlaşıldığı üzere, Hak. Alb. (...)'ya yapılan hakaret takibi şikayete bağlı olmayan, T.C. kanun 266 ve müteakip maddelerinin uygulanmasını gerektiren 'Görevli memura hakaret' suçudur.
b- O halde Hak. Alb. (...), yaptığımız ısrarlara rağmen, kendisine hakaret eden bu tutukluyu neden mahkemeye vermemiştir?
c- Tutulunun EK-2 de,Hak. Alb. (...), için söyledikleri doğru mudur? Yani; hak. Alb. (...)'nın yaptığı iddia edilen yolsuzluklar, yutmak zorunda olduğu hususlar nelerdir? Bu iddialar, T.S.K ve Türk adaletini şaibe altında bırakacak nitelikte değil midir?
    4- EK-3 teki belgelerden de anlaşıldığı gibi, adli müşavir müfettiş talebinde bulunan tutukluların telgraflarını çektirmemiştir. Hak. Alb. (...)'nın müfettişinden gizlemek istediği ne vardır?
    5- EK-4, 5, 6, 7 deki belgelerden de anlaşılacağı gibi, 12 Eylül 1980 harekatından sonra sıkıyönetim bölgesinde (2 adet el telsizi, 1 adet tabanca, 1 adet şarjör, 15 adet boş kovan, 1 adet kitap, 1 adet boğma zinciri, 1 adet askeri eşya olan sırt çantası, 5 adet taarruz el bombası (baş gövdesi), 1 adet dinamit lokumu, 75 cm dinamit fitili, 150 gram kara barut) yakalanmıştır. Yukarıda yazılı malzemelerin bazıları, sayın 9. kor. Ve synt. K. Na imza ettirilen Ek-4 belgede niçin gösterilmemiştir?
    6-1402 sayılı sıkı yönetim kanunun görev ve yetkiye müteallik 3. maddesinin (e) fıkrasının açık hükümlerine rağmen, adı geçen olayla ilgili mahkeme dosyasının sıkıyönetim mahkemelerine intikal ettirilmeyişinin 3c fıkrasında tutuklunun iddia ettiği hususlarla bir ilgisi var mıdır?
    Netice olarak; askeri mahkemeler kuruluş ve yargılanma usul kanunun 93. ve iç hizmet kanunun 26. maddesinin her asker şahsa tanıdığı hakka dayanarak ve belgelere istinaden arz ettiğim yukarıdaki hususların açıklığa kavuşturulması için, askeri hakimler kanunun 23. maddesi delaleti ile, Hak. Alb. (...), hakkında gerekli kanuni işlemin yapılmasını emir ve müsaadelerine arz ve teklif ederim."
SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara