Normalleşme ve II. Cumhuriyet
Türkiye çok ilginç bir siyasi dönem yaşıyor; iktidarda yaklaşık on senedir çok önemli reformların altına imza atan, çok büyük yanlışlar yapmayan, yanlışları, daha ziyade yapmadıkları olan bir parti var.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-02-16 08:30:10
2001 büyük krizi sonrası, AK Partili yıllarda ekonomi, bir sene dışında, çok önemli bir büyüme sürecini yakalamış gibi duruyor, siyasi/yapısal reformlar, 2007 öncesi temposunu ve heyecanını kaybetmekle birlikte, yine de devam ediyor.
Ancak, tüm bu olumlu sürece rağmen, on senelik bir siyasi istikrar, ekonomik başarı, büyüme dönemi sonrasında bile, taşların yerine oturduğunu söylemek yine de pek mümkün değil. Sadece son on günün siyasi tartışmalarına bir göz atmak bile taşların pek yerine oturamadığını ve hatta -bir adım daha ileri gidebiliriz- bazı şeyler gerçekleşemediği sürece de oturamayacağını gösteriyor; burada muradım sadece yeni bir anayasa da değil.
Taşların yerine oturması demek bir çırpıda kişi başına gelirin AB ortalamalarını yakalaması, demokratik standartların mesela İngiltere düzeyine gelmesi de değil; önemli olan sürecin hızlı ve sağlıklı olması. Taşların yerine oturması bir anlamda da normalleşme demek; yukarıda belirttiğim gibi, on senelik bir siyasi istikrar ve iktisadi büyüme sonrası Sayın Cumhurbaşkanı, MİT kriziyle ilgili bir açıklama yaparken, vatandaşlardan soğukkanlılıklarını korumalarını istiyor ise, on sene sonra hâlâ soğukkanlılığı koruma gerektiren iç siyasi gelişmeler yaşanıyor ise normalleşme eşiğini hâlâ atlayamadığımızın bir kanıtı olarak Sayın Gül'ün bu küçük açıklamasını bile gösterebiliriz.
II. Cumhuriyet kavramı ve süreci de özünde normalleşmeden başka bir şey pek olmasa gerek; ülkemizde, normalleşme sürecini ve açık toplum arayışlarını yani rantların en aza indirilebildiği bir toplum özlemini standart bir çıkar çatışması nedeniyle karalamak isteyenlerin son on senede II. Cumhuriyet kavramını nasıl tahrif etmeye çalıştıklarını biliyoruz ama bu tahrifat çalışmalarına rağmen yaşanan gelişmeler bu kavramın siyasal tartışmaların hala merkezinde olduğunu gösteriyor.
Normalleşme kavramı II. Cumhuriyet paradigmasının da kanımca çok belirleyici bir unsuru; bu Yorum yazımda sivil-asker ilişkilerine, Atatürkçülüğe, Cumhuriyet tarihine hiç girmeden, anayasal, yasal sorunlardan çok fazla örnekler vermeden bir II. Cumhuriyet yazısı kaleme almaya gayret edeceğim. Çizmeye çalışacağım çerçeveden de Türkiye'nin yaşadığı normalleşememe meselesine, sorununa ulaşmak isteyeceğim.
II. Cumhuriyet meselesine kavramsal bir açıdan yaklaşabilmek için kanımca atılması ilk ve öncelikli adım özel alan-kamusal alan ayırımına, bu çerçeveye özgü bir açıklık getirmek olmalı. Bu adımı atabilmek için de iktisat biliminin kullandığı bir kavramı, dışsallık kavramını, iktisatçıların kullandığına çok yakın bir biçimde kullanmak gerekecek. Dışsallık kavramı bir kişinin, bir kurumun, bir firmanın herhangi bir eyleminin, bu eylem bir görüş, kanaat ifadesi de olabilir, bir fiziki eylem, bir üretim, bir tavır, hatta bir giyim-kuşam tercihi bile olabilir, üçüncü kişileri, olumlu ya da olumsuz bir biçimde etkilemesi anlamına kullanılan bir kavram. Kendi evinizde tek başınıza iken sigara içerseniz, bu sigara içme eyleminin üçüncü kişilere bir etkisi yani bir dışsallığı yoktur, bu eylem dışsallık içermediği ölçüde de kamusal düzenlemelere konu olamaz; ancak, sigaranızı kalabalık bir lokantada içmek isterseniz, sigara dumanının yan masaları olumsuz etkilemesi, yani dışsallık üretmesi kaçınılmazdır ve işte bu durumlarda da, bu örnekte negatif bir dışsallığı, kamusal düzenlemelerle yenmeye çalışmak, mesela yasaklamak gerekebilir.
KAMUSAL VE ÖZEL ALANIN DÜZENLENMESİ
Herhangi bir aksiyonun dışsallık yaratmadığı alanları özel alan, başka bir aksiyonun ise dışsallık yarattığı alanları da kamusal alan olarak nitelemek mümkün; bu konuda da mümkün olduğu ölçüde özgürlükçü, gerçekçi, objektif bir tavır almak gerekiyor. Somut bir örnek verebiliriz: Üniversiteye türban takarak gelen bir kızın "türban takma" eylemini kamusal bir düzenlemeye tabi tutmak, yasaklamak, sınırlamak için bu eylemin bir dışsallık yarattığını göstermek ahlaki, teorik zorunluluğu var ve bu dışsallığı bulabilmek de kolay değildir. Özgür, normal bir toplum özel alanda tümüyle bireysel tercihlere açık, yurttaşların kendine özgü "takılabildikleri", alaturka ya da alafranga olma isteklerini rahatça, sınırlama olmaksızın yaşayabildikleri bir toplum demek; kamusal alan ise "biz bize benzeriz"e tümüyle kapalı, evrensel standartları (demokratik, hukuk devleti ilkesini yaşama geçirmiş batı standartları) aynen benimsemiş bir alan olmalı, tarih ve sosyoloji toplumu anlamak için gereklidirler ama hukuk üretiminde kriter olmamalıdırlar. Bu temel ayırımdan hareket edersek, II. Cumhuriyet paradigması dışsallık üretmeyen özel alanda bireyi tümüyle özgür bırakan, tarihsel, sosyolojik, kültürel tercihlerine asla müdahale etmeyen ama mesela rekabet hukuku, insan hakları hukuku üretirken, özgürlük-güvenlik dengesi ararken yerel koşullardan tümüyle bağımsız, evrensel standartlara aynen uyan bir sistem demek.
Türkiye'de II. Cumhuriyet arayışı neden çok önemli sorusunun cevabı kanımca yukarıda yapmaya çalıştığım bu ayırımdan kaynaklanıyor; sistem özel alanlarda batı türü standartları dayatırken, bir dönem radyolarda klasik batı müziği zorlaması gibi, kadınların kıyafetlerine müdahale gibi, kamusal olması gereken alanlarda ise tümüyle yerel kalmaya gayret etmiş, rekabet kanununu ancak 1994 senesinde çıkarabilmiş, 2004 senesine kadar töre cinayeti sosyolojik gerçeğini hukukuna yansıtamamış, sivil-asker ilişkilerini ise hâlâ normalleştirememiş, vs. Oysa normal bir toplumda, özel alanda yerel standart ve kültürün tümüyle özgür, kamusal alanda ise tümüyle dışlanmış olması gerektiği kanaatindeyim; I. Cumhuriyet-II. Cumhuriyet temel ayırımı kanaatimce özünde buradan kaynaklanıyor.
Yazımın başında da kullandığım normalleşme kelimesinin özünde norm kökü, kelimesi var; normalleşme talebi öyle nötr, tarafsız bir kelime değil, belirli bir normu benimseme işi ve burada da işin içine çok büyük ölçüde siyasal tercihler giriyor. Normalleşme talebinin tümüyle kamusal alana özgü bir arayış olduğunu söylemek bir kez daha gerekebilir; yurttaşlar evrensel anlamda kamu düzenine bir zarar vermiyorlar ise, özel alanlarında, giyimlerinde, yedikleri içtiklerinde, şiddet içermeyen yazı ve ifadelerinde, tercihlerinde tümüyle özgür olmalılar. Kamusal alan ise 21. yüzyılda dünyanın eriştiği en nitelikli normlarla (AB?), en yüksek standartlı demokrasi ve hukuk ile çerçevelenmeli, kuralları ancak bu düzeye referansla oluşturulabilmeli, "Türkiye'nin özel koşulları böyle gerektiriyor" saçmalığının dışına çıkılabilmelidir.
Türkiye'nin, yaşanan tüm olumlu sürece rağmen, özel alanı tümüyle bireysel tercihlere, mesela eğitim alanında; kamusal alanı ise, mesela anayasasında, evrensel standartlara teslim edebildiğini söyleyebilmek hâlâ pek kolay değil; yaşanan her krizin kamusal alanda hala kurtulamadığımız bize özgü düzenlemelerden kaynaklandığı da yine kanımca çok net.
II. Cumhuriyet özünde özel alanda yurttaşların oldukları gibi olabildikleri, kamusal alanda ise evrensel normlarla (normalleşme) oluşturulmuş bir hukuka uydukları bir düzen demek herhalde.
Eser Karakaş/Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara