Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye'nin Şii dünyası politikası nasıl olmalı?

Zirve Üniversitesi, Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Gökhan Bacık, “Türkiye’nin Şii Dünyası Politikası Nasıl Olmalı?” başlıklı yazısında, Orta Doğu’da meydana gelen siyasi değişimlerden ve Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri ile olan ilişkisinden bahsetmektedir.

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-01-26 10:42:33

Türkiye'nin Şii dünyası politikası nasıl olmalı?
Irak'ta Maliki hükümetiyle ortaya çıkan Türkiye'ye yönelik sorunlar, Ankara'nın güçlü bir Şii dünyası siyaseti ortaya koyması gerektiğinin en son delili olarak görülmelidir.

Aslında bütün Ortadoğu'da temel bir dönüşüm yaşanıyor: Şii topluluklar siyasette daha belirgin olarak ortaya çıkıyorlar. Dahası "Arap Baharı" olarak adlandırılan süreç, Şii dünyasının "harimi" olarak görülebilecek alanın sınırı olan Tahran-Şam çizgisinde şöyle yahut böyle durmuş vaziyette. Bu denklemin içine muhakkak Irak'ta girecektir. Kürtler, bir şekilde Irak da otonom alana kavuşmuştur. Geri kalan Irak ise mezhepsel olarak Şiilerin çoğunlukta olduğu bir ülkedir ve çoğunluk Şiiler bundan sonra her biçimde Bağdat'ta hakim renk olacaktır. Bunun tersini zorlamak doğal da değildir. Öte yandan Maliki başta olmak üzere bütün Şii liderler, ayakta kalmak için bu büyük Şii coğrafyanın iç dengelerini kendi hesaplarına kullanmak zorunda olduklarını çok iyi biliyorlar. Dahası Şii dünyanın iç iletişimi, sanılandan daha kuvvetli. Mesela İran'daki Şii elitlerle Irak'taki hemen bütün Şii gruplar yakın ilişki içindedir. Bu ilişki, sadece Sadr gibi daha tutucu olarak kabul edilenlerde değil Maliki'nin içinde yetiştiği İslamî Dava Partisi için de geçerlidir. Kısacası Şii coğrafya, daha belirgin ve kendi içi dinamikleri açısından daha sistematik bir var oluş sergilemektedir.

Diğer ikinci bir nokta ise bu Şii yapının başta ABD olmak üzere Batı tarafından nasıl algılanacağıdır. ABD, Arap Baharı'nda şöyle düşünmüştü: Başarısız ve otoriter seküler liderler yoluyla bölgede etkili olmak hem imkânsız hem masraflı, o zaman şartların el verdiği ölçüde İslamî aktörlerle çalışmak gerekiyor. Ancak bunu daimi bir yapı olarak görmemek lazım. Bir bakıma Arap Baharı'nın Mısır ve Tunus gibi yerlerdeki sonuçları bundan sonra test edilecek. Fakat, "ABD, Mısır'da İhvan'a ne kadar ve nereye kadar tahammül edecek?" gibi sorular henüz ortada duruyor. Bu açıdan ABD ve İslamî aktörler arasındaki ilişkinin doğasının nasıl sonuçlanacağını kestirmek için henüz çok erken bir zamandayız. Ancak temel olan şudur: ABD, eskiye göre İslamî aktörlerle biraz daha ileri temasa hazırdır. Bunun Şii siyaset için hayati bir sonucu var: ABD, aynı biçimde muhafazakâr Şii aktörlerle iyi ilişki içinde olmayı deneyecektir. Washington, bütün bölgede dindarların siyasî olarak itibar gördüğü bir zamanda Irak'ta seküler bir Şii olan Iyad Allawi ile kendini riske etmek istemeyebilir. Tabii ki, daha geniş kütle ile temasa geçebilen dinî referansları yoğun olan Maliki'nin İslamî Dava Partisi daha makul bir tercih. Üstelik bu, hem ABD ile hem İran ile konuşabilen bir Şii yapı anlamına geliyor. Buradan çıkan sonuç şudur: Bahreyn'den Şam'a uzanan Şii jeopolitiği, kendini güçlü biçimde belirgin hale getirirse başta ABD olmak üzere diğer aktörler bunu görmezlikten gelemez.

Türkiye caferilerinin durumu

Türkiye, ilk olarak bir Şii coğrafyasına gerçekçi bir bakış açısıyla bakmalıdır. Şüphesiz bir Şii-Sünni çatışmasından söz etmiyoruz. Ancak, İslam dünyasının tarihsel olarak çeşitli nedenlerle Şiiler ve Sünniler olarak ayrıştığını dikkate almak yerindedir. Nasıl çatışmacı görüş yanlış ise Şii ve Sünni ayrımının hiç olmadığı gibi bir romantizm son derece yanıltıcı olacaktır. Hemen bu noktada Türkiye'nin İran siyasetinin yumuşak bir revizyona tabi tutulması gerektiğini hatırlatmak gerekiyor. Şüphesiz İran önemli bir ülkedir ve büyük bir medeniyetin aktörüdür. Türkiye ile İran arasında her türlü iyi ilişki zarurettir. Ancak öte yandan Türkiye ve İran'ın farklı bölgesel vizyonları vardır ve bunun doğal neticesi pek çok alanda rekabettir. Türkiye'nin son birkaç yıldır İran'a karşı –en azından görünenlere bakarak- aşırı iyimser bir siyaseti söz konusudur. Pek çok ülkeye hemen her konuda sert mesajlar gönderen Ankara, Tahran'ı aşırı düzeyde tolere etmektedir. Bu aşırı iyimser düzeyin yumuşak biçimde tatlı sert düzeye yükseltilmesi yerinde olabilir. Aşırı iyimserlik Tahran'da "nasıl olsa Ankara'dan bir reaksiyon olmaz" hesaplaması doğurabilir.

Öte yandan Türkiye, genel Şii siyaseti bağlamında bazı hızlı adımlar da atmalıdır. İlk olarak, Türkiye kendi içindeki Caferilerin konumlarını hızla güçlendirmelidir. Caferi yurttaşlarımızın eğitim ve diğer konulardaki ihtiyaçlarının en liberal şekilde tatmin edilmesi genel Şii siyaseti için hayatî önemdedir. Türkiye'nin Şii dünyaya açılan en önemli kapısı Caferi yurttaşlarımızdır. Şunu unutmamak gerekiyor: Dışarıdan bakınca Türkiye ancak "seküler Sünni Türklerin rahatça yaşayabildiği bir ülke" olarak görüldükçe Ankara ne bir başarılı Kuzey Irak ne de başarılı bir Şii siyaseti geliştirebilir. O nedenle hızla Caferi yurttaşların eğitim, dinsel örgütlenme gibi alanlardaki hakları teslim edilmelidir.

İnformel yapılar ve dilin önemi

İkinci olarak, Şii yapı, büyük ve güçlü informel şebekelerin kritik roller oynadığı bir dünyadır. Türkiye bu durumu çok iyi tahlil ederek Şii dünyanın mollaları, ayetullahları ile yakın temasa geçmek zorundadır. Ortadoğu'da siyaset, formel yapıları aşan daha karmaşık ilişkiler ağı üzerinde de cereyan etmektedir. Böylece siyasetin salt resmî yapısıyla yetinmek tutarlı bir siyaset için kâfi görülmemelidir. Şii coğrafya ülke ülke analiz edildiği gibi her bir Şii grubun diğerlerinden nasıl farklılaştığı noktasından da analiz edilmelidir.

Bu bağlamda çok önemli bir diğer konu ise Şii algı içinde siyaset ve dinin birbiriyle çok yakın ilişkisidir. Başka bir ifade ile siyasî olan ile dinî olanın yakınlığının tarihsel olarak doğal olduğu bir anlayışta çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Yani siyasî aktörlerin çoğu kere dinî aktör olarak görüldüğü bir dünyadan söz edilmektedir. Hal böyle olunca Türkiye, Şii aktörlere yönelik sert söylemden kaçınmalıdır. Örneğin bir Türk siyasî temsilcinin Maliki hakkında "Devlet adamı değil, bir örgüt lideri gibi konuşuyor." demesi yanlıştır. Çünkü Şii gelenekteki din-siyaset ilişkisinin doğal yakınlığı bu tür algıların geniş kütleler tarafından hakaret olarak algılanmasına yol açabilir. Başkalarının hangi mantıkla olursa olsun dinî nedenlerle saygı duyduğu birine hakaret etmek ciddi riskler doğurabilir. Bu yüzden Türkiye, Şii dünya ile konuşurken dinsel yoğun bir alan ile konuştuğunu daima hesaba katarak gayet dengeli bir dil kullanmak zorundadır.

Kaynak: Zaman



Haber Ara