Haydi kızlar okula
İki binli yılların başında hükümet değişti. Ülke birçok alanda nefes almaya başladı. Özgürlükler alanında da ciddi değişiklikler yapılmaya başlandı. Tam bu sırada rejim elden gidiyor mitingleri başladı. Neden?
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-01-18 10:51:47
Sebahattin Arslan* / TİMETURK
Türkiye’de “Haydi Kızlar Okula” sloganını ilk işittiğim günden bugüne kadar geçen süreyi hatırlamaya çalışıyorum. Kız öğrencilere yönelik yapılan eğitim seferberliğinin sloganıydı bu.
Doksanlı yılların başında çağrıyı başlatanlar, kızları okula çekmeye çalışırken, diğer taraftan üniversitelerde ve İmam Hatip Liseleri’nde başını örten kızlar için “Haydi Kızlar Dışarıya” çağrısını daha yüksek ve daha gür bir sesle dillendiriyorlardı. Daha sonra üniversitelerde yasaklar başladı. Yasaklar İmam Hatip Liseleri’ne ve İlahiyat Fakülteleri’ne kadar yayıldı. Öğrencilerini desteklemek için yazılı bildiriler yayınlayanlar cezalandırıldı. Hele Bursa İmam Hatip Lisesi’nde uygulama öyle bir hal aldı ki, zamanın bazı polis şefleri KGB’nin ajanlarını aratır oldular. Sanki Bursa, yasakların uygulanması için pilot bölge seçilmişti. Direnmeye çalışan lise ve üniversite öğrencilerinden geri kalanı, 28 Şubat sürecinde baskı ve şiddetle susturuldu. Özellikle İstanbul Üniversitesi, Kemal Alemdaroğlu ve onun gerici takımı eli ile yasakların manevi işkenceye dönüştürüldüğü bir merkez haline geldi. Normal bir insanın aklına gelmeyecek hinlikler ve tasfiyeler yaşadık o günlerde. Yasaklar başladığında, kız kardeşim İstanbul Üniversitesi’nden mezun oldu. Ancak, tanıdığımız bir çok kız öğrenci mezun olamadı. Veya kendi kişiliklerinden ödün vermeye çalıştılar. Bu baskılar nedeniyle birçok öğrencinin sağlık durumu bozuldu. Kız kardeşim, iki binli yılların başında Yüksek Lisans’ı Türkiye’de bu baskılar altında bitirdi. Doktorayı ise kendi ülkesinde yapamadı. Doktorasını ailemizin yanında, yurt dışında tamamladı.
Türkiye’yi 1998’de Zeynelabidin’in Tunus’u gibi görmek isteyen bir avuç gazeteci ve sözüm ona aydın, Tunus veya Suriye modelini ülkemize de önermeye başladılar. Bir gün uykumuzdan uyandığımızda, karşımıza “kamusal alan “ diye bir yasak daha çıktı. Medya çığırtkanları bunlarla yetinmedi, önceden hazırladıkları Fadime Şahin gibi bir figürü bizlere mal etmeye çalıştılar. O günler bizim için zor günler oldu. Bu ülkede onurumuzla yaşamak istiyorduk, karşımıza bize ait olmadığı halde bize yamanmaya çalışılan birçok uydurma kavramlar, yalan haberler çıkartıldı. Siyasal simge, kamusal alan, laiklik…
Türkiye’de başını örtemeye çalışanların, bazı kesimlerin özgürlüğünü kısıtladığını ileri sürenler türemeye başladı. Bu garip ve mantık dışı iddiaların adını “ mahalle baskısı” koydular. Kimse başını örtenlere ve onların ailelerine “ülke baskısı” yapıldığını dile getirmiyordu. Bu ülkenin geçmişiyle, tarihiyle hiç barışık olmamış, geçmişi reddeden yeni türedi sanatçılar ülkenin güya yaşanmaz hale geldiğini söyler oldular. Özgürlükler arttıkça, bu tür insanların rahatsızlıkları da artıyordu.
İki binli yıllara girdik.
İki binli yılların başında hükümet değişti. Ülke birçok alanda nefes almaya başladı. Özgürlükler alanında da ciddi değişiklikler yapılmaya başlandı. Tam bu sırada rejim elden gidiyor mitingleri başladı. Neden? Ülkenin Başbakanı ve bakanların çoğunun hanımlarının başı kapalı olduğu için.
Zamanın Cumhurbaşkanı, verdiği davetlerde eşleri örtülü olanları görmek istemediği için “kamusal alan” simidine başvurdu. Bu yasağı ordu yöneticileri daha da abartarak bütün askeri tesislere yaydılar. Ülkenin sivil yöneticileri ülkenin askeri tesislerine giremez odu. İş o kadar abartıldı ki, askerde iken, hanımlarımızın başlarını nasıl örteceğimiz hususunda bir generalden vaaz dinler olduk.
Uluslararası bilimsel toplantılara davet edilenler ülkemize geldiği zaman, başları örtülü olduğu için toplantılara alınmadı. Bana bunun sebebini soranlara, o günlerde bu yasağı savunanların, ülkemizi en az yetmiş yıl geriden takip ettiklerini söylemiştim.
Baskılar iki binli yılların ortalarında azalınca, televizyonlarda örtü aleyhinde programlar yapılmaya başlandı. Dönemin bir siyasetçisi, üzerine vazife olmadığı halde, kendilerinin ülkede ortaöğretimde asla başörtüsüne izin vermeyeceklerini ilan etme ihtiyacı duydu. Oysa başörtüsünün, akıl baliğ her Müslüman kız çocuğuna farz olduğunu herkes biliyor. Bu açıklamayı duyunca çok üzüldüm. Bizim kendi öz kız çocuklarımızın nasıl giyinmesi gerektiğine devlet, medya, siyasetçiler, askerler, iş adamları, sendikalar, sanatçılar ve bilmem daha kimler karar verebiliyor, biz kızlarımız hakkında konuşmak istesek provokatör oluyoruz. Neden provokatör oluyor muşuz?
Çünkü zamanı değilmiş. Ülkenin çok daha önemli sorunları varmış.
Gelin ülkenin sorunlarını bitirmek için samimi olalım. Nasıl ki, bir aile kızını başı açık okula göndermek istiyorsa, bizim de kızımızın başını kapalı gönderme hakkımız var. Türkiye’de birçok aile, kız çocuklarının başını kapatacak okul bulamadığı için, başka ülkelere hicret etmek zorunda kalıyor veya kızını gönderiyor. Ayrıca kızını okula göndermek istediği halde okul idarecileri başörtülü kız öğrenciye kabul etmiyor. Veli kızını okula göndermediği zaman adli kovuşturmaya tabi tutuluyor.
Ülkenin başbakanı bile kendi kızını ülkemizde okutamadıysa bizler ne yapalım?
Geçen yıl bazı aileler çocuklarını ilkokula başörtülü olarak göndermek isteyince, bu aileler medya tarafından provokatör olarak nitelendirilmişti. Biz artık 2012 yılına girdik. Kimse başörtüsünü ilkokuldan üniversiteye kadar yasaklayanlar ve destekleyenler hakkında provokatör demiyor. Bu gayri ahlaki kanunları destekleyenlere ve değiştirmeye niyetleri olmayanlara, kimse provokatör demediği halde, bu aileler nasıl provokatör oluyor? Ülkemizde bu açık zulüm o kadar yaygın ki, insanlar ne yapacağını bilemiyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanına sesleniyoruz. Bu işe el koysun. Mağduriyetimizi gidermede yardımcı olsun.
Sayın Başbakana sesleniyoruz. Ailelerin çektiği sıkıntılara bir çare olun.
Meclis Başkanına sesleniyoruz. Çağrımıza kayıtsız kalmasın.
Diğer yetkililere sesleniyoruz. Türkiye’nin bu önemli sorununu gidermede katkıda bulunun, engel olmayın.
Gazetecilere ve medyaya sesleniyoruz. Çağrımızı siz de destekleyin. Bu çağrıyı farklı yorumlamayın. Ülke insanına değer verin, mağduriyete provokasyon demeyin. Mağdur edenlere ve bu mağduriyeti destekleyenlere bunu söyleyin. Bu hak ihlalini siz de ele alın. Ülkenin önünü tıkamayın.
Ülkemiz on yıl öncesine göre çevremizdeki birçok ülkeden çok daha hür. Ancak, kılık kıyafet üzerindeki baskılar nedeniyle hala yeryüzündeki en baskıcı ülkeler ile aynı yerde. Tunus’ta bile sorun bitmişken biz neyi bekliyoruz.
Bu yazıyı yazarken çok değer verdiğim bir arkadaşım, kızını başörtüsüz okula göndermek istemediği için, emniyette ifade vermek zorunda kaldı. Önümüzdeki gün savcılığa çıkarılacak. Ülkemizde bu durumda olup da seslerini duyuramayan binlerce insanımız var.
Duyarlı yazar arkadaşlara sesleniyorum. Bu konuda siz de bir şeyler yazın. Başörtüsü hiçbir yaş sınırlaması getirilmeden ülkemizde serbest olmalıdır. Bu ülkede hiçbir kurum, sivil toplum kuruluşu bir kız çocuğunu, genç bir kızı, bir hanımefendiyi, başı örtülü olduğu için uydurma gerekçeler ileri sürerek ülkemizin imkanlarından mahrum etmemelidir. Asıl buna yeltenenlere hak ihlali yaptığı için ceza verilmesi gerekirken, başını örtenler veya aileleri ceza alıyor.
Türkiye’ye yakışmayan kılık kıyafet ile ilgili yasakların 2012’de en kısa sürede kaldırılmasını temenni edelim ve öncelikle “ haydi Türkiye başörtüsü yasağını kaldırmaya” diyelim.
*Timeturk yazarı. Araştırmacı-Yazar.
SON VİDEO HABER
Haber Ara