Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Atalay: Türkiye bu sorunu kökten çözecek

Atalay: AK Parti kuruluşundan bu yana Kürt sorunuyla ilgili. Yaşanan süreçte toplumun da, devletin de soruna bakışı değişti. Geldiğimiz noktada içimdeki samimi duygu şu: Türkiye bu sorunu artık kökten çözecek.BAŞBAKAN YARDIMCISI PROF. BEŞİR ATALAY AÇILIMI VE TERÖRLE MÜCADELEYİ DEĞERLENDİRDİ

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-01-16 07:10:51

Atalay: Türkiye bu sorunu kökten çözecek
Başbakan Yardımcısı Prof. Beşir Atalay açılımı ve terörle mücadeleyi değerlendirdi: 

Halihazırda Başbakan Yardımcılığı yapan, 60. Hükümette İçişleri Bakanlığı, önceki iki hükümet döneminde ise devlet bakanlığı görevlerinde bulunan Prof. Dr. Beşir Atalay, son on yılda siyasi kimliğiyle öne çıksa da sosyoloji profesörü bir entelektüel aslında. Tam bir “akil adam”.

Kürt sorunu gibi çok boyutlu, çok katmanlı, çok acılı ve karmaşık bir sorunun çözüm sürecini yürütme görevinin ona verilmesi boşuna değil.

İki saat süren görüşmemizde, cümlelerinin terkibinden, kısıtlamasız tüm sorumlarımıza cevap verirken, boşa düşmesi ihtimali olan durumlarda bile tutarlı ferasetli olması, meselenin tüm boyutlarına dengeli, hem vicdanlı hem hakikatli bakması, gelecek için gerçekçi bir yol haritasını zihninde ve masasında işlek tutması bizim için şaşırtıcı değil memnuniyet verici oldu. Özetlemek gerekirse; samimi, gayretli ve umutlu…

Prof. Beşir Atalay ile Kürt sorununun ve demokratik açılım hamlesinin neresinde olduğumuzu, Habur’un neden ve nasıl böyle geliştiğini, kimlerin ne gibi ihmal ve sorumlulukları olduğunu, yeni dönemin neler içerdiğini, güvenlik öncelikli bir sürecin kalıcı olup olmadığını, operasyonlar sonucunda PKK’nın bugünkü durumunu, terörün dış gelişmelerle ilgisini, Uludere’de hükümetin devletin bir ihmali olup olmadığını, KCK operasyonlarının ve PKK’ya yönelik askeri operasyonların bölge halkında nasıl bir yankısı olduğunu konuştuk.

2009’da Sayın Cumhurbaşkanı “çok güzel şeyler olacak” dedi ve Kürt sorununun çözümü için asıl büyük heyecan böylece başladı. Özellikle o süreçte çözüm amaçlı yürütülen tüm çalışmaların başında oldunuz, sorumluluk aldınız. Geldiğimiz nokta için ne diyorsunuz?

Bugün geldiğimiz noktada benim içimdeki duygu şudur: Türkiye bu sorunu artık kökten çözecek. Ve AK Parti hükümetleri dönemi bunun için çok büyük fırsattır. Çünkü AK Parti dönemlerinde bu sorunlar derinlemesine ele alındı, çözüm için çalışıldı. Yoksa bugüne kadar olduğu gibi daha büyük açmazlar olurdu. Son dönemdeki karmaşık görüntüye rağmen toplumun her kesiminde bu konuda daha rasyonel düşünme, daha demokratik, konuları daha rahat konuşma özelliliği arttı. Artık her kesimde bu konuda pozitif değerlendirmeler oluyor. İnsanlar kim kimdir, daha iyi tanıdı, tanıyor. Şu an öyle bir noktadayız.

Umutlusunuz yani.

Umutluyum, umutluyum.

KURULUŞUMUZDAN BERİ KÜRT SORUNUYLA İLGİLİYİZ

Demokratik açılımla birlikte beklentiler çok yükseldi ve istenilen oranda karşılanamadığı için de yerini büyük bir hayal kırıklığına bıraktı, yorumları yapılıyor. Sizin için durum nasıl?

Bu, derinlikleri olan bir sorun. AK Parti’nin Türkiye’nin sorunlarıyla yüzleşmesi ve bir anlamda devleti de yüzleştirmesini sadece 2009’da başlayan demokratik açılımla sınırlamamak lazım. Biz iktidar olduğumuz gün başladık bu sorunlarla yüzleşmeye. Bunun için hem icraatlarımıza hem yazılı dokümanlarımıza, hem de Türkiye’deki değişen gelişen devlete atmosfere bakmak, AK Parti’nin bu sorunlara bakışını o köklü paradigması, siyaset anlayışı içinde değerlendirmek lazım. Ben AK Parti’nin vitrininden ziyade mutfağında çok çalıştım. Kurulurkenki programından başlayarak bütün seçim beyannamelerinin, hükümet programlarının oluşmasına yoğun katkı verdim. Oradaki her cümleyi çok önemsiyorum çünkü çok düşünüp tartışarak müzakere ederek yazdık. Türkiye’yi değiştirmek, şeffaf, açık bir ülke haline getirmek, geçmişte devletin veya devlet adına birilerinin yaptığı hukuksuzları yanlışları açığa çıkarmak, daha açık bir toplum haline getirmek, herkesin her şeyin bildiği ve geleceğe de daha umutla baktığı bir ülke haline getirmek istedik. Bu konuları bu derinlikte ele aldık.

ŞARTLARIN OLGUNLAŞMASINI BEKLEDİK

Daha erken başladık diyorsunuz çözüm sürecine?

Yazılı dokümanlar dışında daha keskin başlayış tespit etmek gerekiyorsa Başbakanımızın 2005 Diyarbakır konuşmasıyla başlatmak daha doğru olur. Daha sonraki çalışmalar o kabul üzerine gelişmiştir. 2005 yazı öncesi ve sonrasında o sürecin birebir içinde olan biriyim ben. Sonraki o konuşmalar, tartışmalar, görüşmeler. Tabi bir de olgunlaşma bekliyorsunuz. Bazı konuları daha somut ele almak, üzerine yürümek için konunun olgunlaşmasını bekliyorsunuz.

2009 olgunlaşmanın tamamlandığı yıl mıydı?

2009’a geldiğimizde bu konu epey olgunlaşmıştı o zaman için. Her kesimde daha pozitif, çözüme dair konuşmaların, demokratikleşme sürecinin bütün sorunları çözebileceği yönünde umutların arttığı bir dönemdi. Ve öyle bir karar verdik.

DAHA FAZLA DEMOKRASİ İÇİN

Bu alandaki çalışmaların açılımların bir anlamda adını koydunuz.

Adını koyduk. Başbakanımız bunu açıkladı. Beni koordinatör olarak görevlendirdiler. Ve “bizim ilkemiz daha fazla demokratikleşmedir” diyerek yola başladık. Adını da demokratik açılım koyduk. Daha fazla demokrasi, daha fazla insan odaklı çalışma her sorunun çözümü. Anlayışı, empatiyi, merhameti, geçmişle yüzleşmeyi hepsini bir araya toplayacaksınız, insan odaklı olarak derince bakacaksınız. O zaman sorunlar daha kolay çözülür. O zaman ki tartışmaların özü de buydu doğrusu. Böyle başladık ve mesafe almaya çalıştık. O süreç tabi ilk defa Türkiye’de her soruna insan odaklı bakmayı başlattı. Ve o günden bu güne epey yol aldık.

ÇOK CİDDİ RİSKLER GÖZE ALDIK

Bütün bu çözüm odaklı gidişatta, özelde açılımda iklimin değiştiği nokta Habur oldu. Muhalefet Habur’u, iktidarı eleştirebilmek için elverişli bir fırsat, statükocular kanlı statükonun devamı için ajite edebilecekleri nokta olarak gördüler. Habur bize şunu da gösterdi: Dağdan inenleri bekleyenlerle toplumun geri kalanının duyguları uzlaşmaz şekilde taban tabana zıt ve genel kamuoyunun duyguları da küçük bir üfürmeyle bile hemen değişebilecek nitelikte. Siz Habur’u “bir yol kazası” olarak tarif ettiniz. Sonrasında hızla farklı bir süreç yaşandı ve bugün güvenliğin önde olduğu bir noktadayız. Bu süreç sizce nasıl yaşandı ve siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendi açımdan ve hükümetimiz açısından şu tespitleri yapmak lazım. AK Parti hükümetleri bu konuda çok büyük riskler aldı ve beklenemeyecek kadar, insanları şaşırtan, ezberleri bozan çok cesaretli adımlar attı.

Bir siyasi partinin kendi siyasi geleceğine ilişkin aldığı siyasi riskleri mi kast ediyorsunuz?

Elbette biz bir siyasi partiyiz ve siyasi riskleri kast ediyorum tamamen. Aradan bu kadar zaman geçti, bakın muhalefet bunu hala kullanıyor. 12 Haziran seçimleri öncesinde MHP’nin tek malzemesi buydu nerdeyse, benim seçim bölgemde bile kullandılar. Ama vatandaş bizi, niyetlerimizi iyi bildiği için fazla etkilenmedi, bilakis oyumuzu artırdı.

AÇILIM VATANDAŞIN DEVLETE BAĞLANMASI İÇİN

İzninizle, açmak istiyorum. AK Parti evet bir siyasi parti ama aynı zamanda iktidar olan, devleti idare eden siyasi parti. Dolayısıyla onun siyasi parti olarak aldığı riskli bir karar, devlete dair, devletin “beka”sına dair bir risk haline de dönüşebilir. O risk hesabı bunu da kapsar mı?

Yok, bunların hepsi toplumun bütünlüğü ve devletin bekası için yapılan çalışmalar. Bilakis bu çalışmalar yapılmazsa bir şeyler tarumar oluyor yahut yanlış gelişmeler oluyor. Bu konuda ileri adımlar atan, cesaret gösteren, risk göğüsleyen ülkeler sonunda hep kazandılar. Türkiye de bunları çözdüğünde kazanacak. Yoksa bizim bu çalışmalara başlarken de, devamında da devletin temel değerleriyle, üniter yapımızla, resmi eğitim dilimizle ilgili bir şey yoktu, bunları hiç tartışmaya açmadık biliyorsunuz. Ama bugüne devletin veya devlet adına iş yapanların vatandaşa karşı hoyrat, hiçe sayan, işkence eden, zulmeden, haksızlık adaletsizlik yapan, faili meçhuller bırakan, sorgusuz infazların olduğu, dönemler oldu. Devlet toplumun her kesimiyle bir takım sorunlar yaşamış. Bunun içinde dindarlar Kürtler Ermeniler var. Devlet adeta vatandaşına karşı sorun odaklı politika yürütmüş. AK Parti’nin getirdiği temel yaklaşım ise insan odaklı, devlet odaklı değil. Devlet insana hizmet için var. Esas olan insandır. Bizim temel ilkemiz net: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Osmanlı o yüzden uzun yaşamış. O yüzden burada devleti riske etmek değil bilakis devlete güveni azalmış insanlarımızın devlete güvenini sağlamak. Ve sağladık da. Haksızlıklar bittikçe, karşısında daha adil bir devlet gördükçe güveni artıyor vatandaşın.

10 YIL ÖNCE KÜRTÇE KASET BİLE DİNLENEMİYORDU

Devlet değişirken Kürtlerin de devlete karşı duygu ve düşünceleri değişti mi?

Bu politikaların, belki de en önemli özelliği vatandaşı tekrar kazanmak. Burada yine devlet kazanır. Her kesimden vatandaşın kendi devletine güveni artacak. Devletten ürken, kaçan, endişeler içinde yaşayan vatandaş değil devlete güvenen vatandaş. Devlet bunları hep kazanmıştır. Bu, saydıklarımız, tüm sorun yaşayan vatandaşlarımız için geçerli, sadece Kürtler için değil. Bu dönemde neler yapıldı ona bakmak lazım. Bizzat BDP milletvekilleri anlattı, daha on yıl önce bir müzik kasetini gizli gizli, el altından ulaştırarak müzik dinlenilen bir ortam vardı. Bakın oradan her şeyin rahatladığı bir ortama gelindi. Kürtçe TV yayınını kimse düşünemezdi bu ülkede. Hele 30 yıl terör yaşanmış bir ülkede kolay değil.

HERKESİN ANA DİLİ MÜBAREKTİR

Kürtçe televizyon yayın çalışmalarını da siz yürüttünüz.

Ben devlet bakanıyken RTÜK, TRT, basın yayın kuruluşları bana bağlıydı. Devlet kanallarından, vatandaşların değişik ana dillerinde de yayın yapılabilir mi diye bir tartışma gündeme geldi 2004’te. Herkesin ana dil mübarektir. Orada haftada 3 ya da 4 gün yarım saat ana dilde yayın başlatacağız. Bunun için o kadar uğraştık ki biz! Kurumlar buna itiraz ediyor… RTÜK’ün bir yönetmeliği değişecek oysa sadece. O kadar zor bir şey ki... İki üç ayda onu realize ettik ama ben onunla o kadar yoruldum ki…

KÜRTÇE YAYIN İÇİN ÇOK UĞRAŞTIM

Şaşırdınız da değil mi bu dirence?

Neticede yarım saat… Üstelik TRT 3’te… Sonra o yönetmelik çıktı. O yarım saatte spiker nerede oturacak, ne giyecek, bayrağımız nerede duracak vs.ye kadar düzenlenmiş bir yönetmelik olarak çıktı. Biz bu alanda daha ileri politikalar başlattığımızda bütün bunların bir anlamı kalmadı ve demokratik açılım kapsamında özel televizyonlar dahil devletin televizyonu 24 saat yayın başlattı. Seçim Kanunu değişti.

YAPACAĞIZ DEDİĞİMİZ HERŞEYİ YAPTIK

Evet, ana dilde propaganda serbest oldu…

Evet! Vatandaşımızın ana dili farklıysa, Türkçe de bilmiyorsa, siyasiler gidip onlara ana dilde anlatabilsinler diye. Bu da çok tartışıldı. Diyalog çok önemli halbuki. Yahut oğul cezaevinde, annesi Türkçe bilmiyor. Kürtçe de yasak diye ana-oğul anadilde rahatça konuşamazmış da tercüman aracılığıyla konuşurmuş… Bunları düşünmesi bile tuhaf geliyor şimdi insana ama bunlar vardı uygulanıyordu. Bütün bunlar kalktı. Bunları iyi bilmeleri lazım. Bölgede bunları bilen, düşünen, konuşan çok insan var. Biz o yüzden çok oy alıyoruz. 2009 ve devamında Meclis’te bir liste sunmuştum, biz şunları, şunları yapacağız diye. O listede bunlar ve başka pek çok şey vardı ve hepsi realize oldu.

BAYKAL SİYASİ HAYATININ HATASINI YAPTI

Bütün bu süreçte en büyük direnç nereden geldi; kim zorlaştırdı çözüm çabalarını?

En önemli direnç muhalefetten geldi. CHP ve MHP’den. Üstelik CHP bugüne kadar bu konuya kafa yormuş, çözüm raporları üretmiş. Ama Deniz Baykal’ın kendisi ileride bunu anlayacaktır- ana muhalefet lideri olarak yaptığı en büyük hata bu projeye karşı çıkmasıdır. Çok sert bir muhalefet yürüttü. Oysa inanın özünde hiçbir sorunu yoktu, CHP’nin ve Deniz Baykal’ın bu çalışmayla. Sadece bunu AK Parti’nin yapıyor olması onları çıldırttı adeta. Ve şiddetle karşı çıktılar. Bu tepki toplum kesimlerini etkiliyor tabi, kendi tabanımızı bile çok noktada etkiledi.

MHP sizi CHP kadar şaşırtmamıştır herhalde?

MHP temel gündemi bu olan, bununla siyaset yapan bir parti. Ama o da sert muhalefet yaptı.

SÜRECİ HIZLANDIRDIK, HABUR YAŞANDI

Sizi çok zorladı mı muhalefetin tutumu?

E zorladı tabi. Bir yandan TOBB’undan TÜSİAD’ına Türkiye’deki tüm sivil toplum kuruluşları, bütün sendikalar, Barolar Birliği, görüşmediğimiz kimse kalmadı. Hepsi “aman bu terör, bu acılar bitsin” diye her katkıyı vermeye hazır. Ama bu iki siyasi parti böyle yaptı. Yine de biz her şeyi görüşüyorduk ve çok çalışıyorduk bu konuda. Neredeyse bütün birikimimizi bu sorunlar çözülsün, süreç iyi yürüsün diye kullanıyorduk doğrusu. Ama Habur biraz ani gelişti.

SÖZ VERDİLER AKSİNİ YAPTILAR

Nasıl ani gelişti?

Şöyle: Biz dağdan inişin ilk örneğini göstermek istiyorduk. Parlamentoda konuyu genel görüşmeye açtık, özel oturum yaptık. Bunu da ilk defa burada söylemiş oluyorum. Ondan önce dağdan inişi de göstermek için biraz da zamanı sıkıştırarak bu ilk inişlerin olmasını arzu ettik. Devletin istihbarat kurumları bunları organize ettiler. Ama bildiğiniz Habur yaşandı. Öyle olmayabilirdi. Biz de geriye baktığımızda kendimizle ilgili, daha iyi organize edilebilirdi diye kendimizi birçok yönden irdeledik. Gayet normaldir bunlar, insani şeyler.

SÜRECE EN BÜYÜK ZARARI DTP VERDİ

Habur’da olan bir tecrübesizlik sayılabilir mi? Şu anlamda: Sonuçta Türkiye bu sorunla başa çıkmak için yıllarca askeri yöntemleri denedi ama siyasi yollar yöntemler hiç denenmedi, haliyle devlet de tecrübesizdi…

Hayır. Asla tecrübesizlik değil. Orada silah bırakıp dağdan inen, pişmanlığını ifade eden yahut önceki şartlarından vazgeçip evine dönen insanlar olacaktı, bu bir model olacaktı ve peşinden de başka adımlar atılacaktı. Bu konuda DTP’nin yaptığı (bugünkü BDP) diğer partilerinden yaptığından daha büyük zarar verdi sürece. Biz orada olacakları önceden tespit ettik, DTP ile görüşmelerimizde. Ahmet Beyle (Ahmet Türk) çok görüştük. Habur’dan iki gün önce bana oradan haberler gelmişti, DTP’liler hazırlık yapıyor diye, acele onları aradım. Mehdi Eker beyin ofisi vardır Çiftlik’te. Oraya geldiler. Mehdi Bey de vardı görüşmede. Ahmet Bey de Sırrı Sakık ile geldi. Orada aynen şu görüşmeleri yaptık: Bakın yürüyen bir süreç var. Bu süreci sabote etmeyin, ettirmeyin. Sizlerle de görüşüyoruz, sürece zarar verdirmeyin, gelenleri ala ile vala ile karşılamayın, dedik. Doğrusu o konuda biz devlet olarak olanca riskleri göğüsledik, süreç sağlıklı yürüsün diye, bir sürü de eleştiri aldık. Bizim derdimiz sorunun çözümüne katkı. Herkes görsün, insanlar dağdan, silahını bırakıp iniyor, evine gidiyor. Göstermek istediğimiz şey buydu. Bugün de hedef hala bu.

AHMET TÜRK’ÜN GÜCÜ YETMEDİ

DTP’nin küçük siyasi hesaplarına mı kurban gitti yani dağdan inişler?

DTP ya da terör örgütü. Kim kiminle nasıl irtibatlıysa artık, gerçi biz biliyoruz ya. Yani sonuçta, baştan aman dediğimiz her şey oldu. Ahmet Türk’ün gücü yetmedi. O çünkü, olmayacak, ben önleyeceğim demişti. Ama oraya partinin otobüsünü götürdüler! Vatandaşı oraya topladıktan sonra, farklı müdahaleler olabilirdi, güvenlik müdahaleleri olabilirdi ama biz yapmadık. Devlet olarak konuştuk görüştük. Süreci zedelemeyelim, biz insani bir şey, demokratik bir süreç yürütüyoruz, bunun içine tekrar güvenlik boyutunu taşımayalım dedik. O gece biz arkadaşlarla uyumadık, aman sağlıklı yürüsün diye… (Derin bir nefes alıyor) Hepimizin çabası terörü bitirmek, başka ne olacak.

HAYAL KIRIKLIĞI YAŞAMADIM

Bir hayal kırıklığı da oldu mu?

Hayır, hayal kırıklığı dememek lazım buna. Ben uzun bir hayatın içinden geliyorum, mücadele dolu da bir hayattır. Hayal kırıklığını hiç yaşamadım. 12 Eylül’de de, 28 Şubat’ta da haksızlıklara uğradım ama böyle hissetmedim. Türkiye’nin gerçeklerini iyi bilir, iyi analiz ederseniz hayal kırıklığına uğramıyorsunuz. Toplumumuzun ülkemizin gerçekleri var. Gücün varsa bu gerçekleri değiştir. Bedbinliğe düşmenin hiç alemi yok, bu kararlılıkla yürürseniz değiştiriyorsunuz da bir şeyleri...

Evet.

Orada istismar edildik. Farklı değerlendirmeler oldu. Sonradan yeni gelişlerin, sürecin önünü tıkamış oldu ama biz çalışmalarımıza ara vermedik. Kurumlarımız o bildiğiniz görüşmeleri yaptı (MİT-PKK görüşmelerini kast ediyor) biz 12 Haziran’a kadar da bu süreci yürüttük. Zaten atılacak önemli demokrasi adımları atılmıştı. Yıllardır vatandaşlarımızın özlediği, mahrum olduğu kültürel haklar verilmişti. Ondan sonrası nihai çözüme dönük adımlardı. 12 Haziran’dan sonra toplumun başka bir umudu vardı; yeni anayasa. Herkes bunu konuştu, partiler yeni anayasa vaat etti. Ama n’oldu? Daha yeni anayasa için Meclis platformu oluşmadan terör başladı. Terörün zaten bir izahı yoktur ama bunun hiçbir makuliyeti olamaz. Terör örgütü açısından da, Kürt sorunu açısından kimse bunu izah edemez. O zaman işte “verilen sözler yapılmadı da...” gibi şeyler söylendi. Hayır, hiçbir söz verilmemiş, taahhüt altına girilmemiştir. Hep şunu dedik; yeni dönem Türkiye’nin farklı bir dönemi olacak. 24. Meclis Türkiye’yi değiştirecek, on yıldır yürüttüğümüz süreç anayasa ile adeta perçinlenecek.

PKK-BDP DE HİÇ BİR İYİ NİYET YOK

Peki, ne oldu da terör seçim öncesinde manidar şekilde şiddetlendi?

Şimdi bakın. Hiçbir iyi niyet yok. Ben bütün bu boyutlarda iyi niyetini koruyan, şartların içinden bile iyi niyetler çıkarmaya çalışan biriyim ama burada hiçbir iyi niyet görmüyorum. Seçimden sonra başlayan terör, Temmuz’un ortasında Silvan’da dinlenme anındayken 13 askerimizin şehit edilmesi, aynı gün bizim aklıselim diye bildiğimiz Ahmet Türk’ün başında olduğu DTK’nın demokratik özerklik ilan etmesi… Bunların hiçbirini iyi niyetle yorumlayamayız. Bir seçim yapılmış. Kürt siyasetini Meclis’te yürütmek için yüksek sayıda da vekil seçilmiş. Bir kısmı gerçi sorunlu ama Ankara’ya gelmiyor, Diyarbakır’dan ayrılamıyorlar. Çünkü onlara öyle deniyor. Bunları sonra biz de tetkik ettik. AK Parti hükümeti, devlet, devletin bütün mekanizmaları bu sorunları çözelim derken böyle bir tablo çıkıyor. Ondan sonra gelişen değişik terör olayları, Hatay tarafları, Çukurca... Ağustos’ta kendi aramızda konuşurken, Başbakanımız da, büyük bir insani bakışla “ya bu Ramazan” diyorduk. Ama acımasız, tam manasıyla haince saldırılar oldu. 17 Ağustos öncesi oturduk konuştuk ve içerde-dışarıda operasyon kararı aldık–zaten meclis yetki vermişti- . Benim yeni dönemdeki görevim Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Koordinasyonunu yürütmek. Sizin, yeni dönemde güvenlik öne geçti dediğiniz durum budur. Buraya nasıl gelindiğini görmek lazım. Türkiye burada haklı bir konumdadır. Ve bize dışarıdan ve içeriden hiçbir rahatsız edici eleştiri gelmemiştir. Sebebi çok meşru bir zeminde olmamız ve hukukun içinde olmaya çok gayret etmemizdir. Tüm güvenlik kurumlarımız, askerimiz, polisimiz bu işleri yürütürken yine insani bakış hep korundu.

TERÖRÜN GİDECEĞİ YER YOK

Medyaya sızdırılan PKK-MİT görüşmeleri gösterdi ki aslında görüşmeler olgunlaşmış, çözüme çok yaklaşılmış. Her şey konuşuluyorken, belli bir noktaya gelinmişken ne oldu da böyle oldu peki?

10, 20, 30, 40 yıl öncesinde Kürt sorunu neydi, bugün ne diye buna bakan, zerre kadar insafı olan bugünkü gelişmelere dört elle sarılır. Kürtler şu son dönemde çok önemli kültürel haklarını elde ettiler, daha rahat yaşıyorlar, köylere kadar giden büyük bir kalkınma seferberliği var, bölgede büyük yatırımlar var. Yüksekova’da Cizre’de hastaneler, havaalanları yapılıyor ama müteahhitleri tehdit ediyorlar, devlet buralara yatırım yapmıyor diyebilelim, vatandaşı daha rahat tahrik edelim diye. Yüksekova’da o kadar güzel bir hastane yapıldı ki pırıl pırıl. Ama halkı tehdit ediyor açılış törenlerine göndermiyorlar. Biraz insaf izan sahibi olsalar, devlet eski devlet değil, vatandaşına şefkat gösteriyor, herkesin hakkını hukukunu koruyor, eskisi gibi inkar politikaları yok, gerçekçi, çok sesliliği kabul ediyor deseler, zaten terörle varılacak nokta da kalmamış, vuralım öldürelim, vatandaşı huzursuz edelim, terör bundan sonra ancak bunun için yapılır. Ben bu işlere bu kadar kafa yormuş biri olarak görüyorum bunu. Bunu da vatandaşa böyle anlatmak istiyoruz. Başbakanımız konuşmalarında bunları anlatıyor. Biraz samimiyet olsa, çözülemeyecek sorumuz yok. Devlet bütün gönlünü açmış, bütün mekanizmalarını seferber etmiş bunları çözeyim diye.

ONLARIN HAYAL ETMEDİĞİNİ BİLE YAPTIK

PKK ve ona paralel hareket eden Kürt siyasi hareketi yıllarca, devletin Kürtleri inkar ve asimile ettiği, kendilerinin de Kürtlerin varlığının kabulü ve haklarının kazanımı için mücadele ettikleri iddiasındaydı. Türkiye’de demokratik bir ortamda birlikte yaşamak istediklerini, bölünmeyi istemediklerini iddia ediyorlardı. İnkar ve asimilasyon son buldu, devlet sorunun kalıcı çözümü için önemli adımlar attı. Ama tam çözüme yaklaşılmışken PKK tekrar ve “nedensiz” olarak teröre sarıldı. Sürecin bu noktasında fark ve “idrak” edilen şey, PKK’nın amacının demokratik hak talebi falan olmadığı, basbayağı nihayette bölünmeyi amaçladıkları mı oldu?

Böyle demiyorlar ama özerklik vesaire şeylerine baktığınızda bunun bir sınırı yok. Bunlara AK Parti iktidarından önceki talepleriniz ne diye sorsanız belki bizim şu gerçekleştirdiklerimizden daha azıydı istedikleri. Ama her gün değişen bir görüntü var karşımızda. Dolayısıyla iyi niyet ve samimiyet dediğimiz şey burada ölçülüyor. Devlet kucağını açıyor, yapabileceğini yapıyor vatandaşı rahat etsin diye. Bunlar dışında ayrıca, kalkınma, hayat standardının yükseltilmesi için çaba sarf ediyor. Kültürel haklar veriliyor. Nerede ezilmişlik, bir ayrım var mı bugün? Bizim dürüstçe bakışımız bu. Bundan sonra da böyle bakmaya devam edeceğiz. Devlet vatandaşını kazanıyor şu anda.

TERÖRÜN ULUSLAR ARASI BOYUTUNU TAKİPTEYİZ

PKK ve uzantılarının tutum değiştirmesinin ardında onların kendi iradeleri değil de bölgemizdeki bu yeni kaotik durumun ve büyük siyasi hesapların etkisi olabilir mi?

Türkiye’deki terör uluslararası boyutu fazla olan bir terördür. Buradan pek çok yoruma müsait senaryolar çıkarabilirsiniz. Bazılarını somutlaştırabilirsiniz bilgisi belgesiyle, bir kısmını belki yorumdan öteye götüremeyebilirsiniz. Türkiye’deki terör örgütünün uluslararası boyutunun fazla olduğunu unutmamak lazım ama. Sadece Türkiye içi ve Kuzey Irak değil, Avrupa’da büyük bir zemini olduğu, komşu ülkelerle pek çok irtibatının olduğunu biliyoruz terör örgütünün. Güvenlikçiler de bunu söylerler, terör örgütlerinin ne zaman taşeron ne zaman kendi inisiyatifinde olduğunu ayırt etmek zordur. Hele bu kadar karmaşık bir çerçeve içinde ise terör örgütü. Dediğiniz noktada çok şey söylenebilir, bizim de o konuda çok tespitimiz var, çok da dikkatliyiz, uluslararası gelişmeler ve bunların nerede ne kadar etkili olacağı konusunda. Son yıllarda girişimlerimizi çok artırdık. Avrupa’da bazı ülkeler etkili olmasa da bazı operasyonlar yaptılar. Takip ediyoruz.

MÜCADELEDE ÇOK İYİ DÖNEMDEYİZ

Terörün buradaki takibi de farklılaştı bu yeni dönemde…

Türkiye’de devletin tüm mekanizmalarının kurumlarının çok ciddi bir bakış birliği var. Bakış birliği, eşgüdüm, paylaşma ve birlikte çalışma var. Doğrusu son dönemdeki etkililik, bununla ilgilidir. Genelkurmay komuta kademesindeki, MİT’teki değişim ve gelişim sonucunda, Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’ndaki çalışma, birliktelik, ortak politika, her kurumun üzerine aldığı görevi iyi yerine getirmesi, istihbaratı paylaşımı ve işbirliğinde doğrusu çok iyi bir dönemi yaşıyoruz. Dışişleri Bakanlığımızın da bu konudaki işbirliği çok etkili. Biz içeride ve dışarıda çalışmalarımızı böyle yürütüyoruz.

OPERASYONLAR ÇOK ETKİLİ OLDU

Ben yeni güvenlik konsepti çerçevesinde yürütülen operasyonlar için: Bu hükümet Kürt meselesinin demokratik çözümü için önemli adımlar attı, atacak. Şu anda teröre karşı yürütülen operasyonların nedeni PKK’nın kolunu bükmek, masaya zayıf oturmasını sağlamak deniyor. Yorumunuz nedir?

Masaya güçlü oturmak gibi şeylere ben katılmıyorum. 2011 yazında tırmanan bir terör var. Operasyonlar devletin tüm kurum ve kararlığıyla bunun üzerine yaptığı güvenlik operasyonudur. Doğrusu Kuzey Irak’taki operasyonlar çok etkili olmuştur. Halen devam ediyor. İçerde alan hakimiyeti olarak iyi, verimli çalışmalar yapılmıştır. Ve bu sürecek. Esasen karşınızda silahlı bir terör örgütü varsa güvenlik tedbirlerinizi daima güçlü tutmak durumundasınız. Diğer çalışmalarımız yine sürecektir ama bu ihmal edilmezidir. Yoksa vatandaşınızın askerinizin polisinizin şehit edilmesi gibi sonuçlar doğar. Dolayısıyla silahlı terör örgütü varsa güvenlik birimlerinizin mücadelesi en etkili sürecektir ama bu diğer çalışmaların ihmali anlamına gelmez.

TERÖR MİNİMALİZE OLACAK

Şimdi kış ama operasyonlar sürüyor. Eskiden PKK kış konumuna geçer, mağaralara çekilir eylem yapmazdı ve asker de operasyon yapmazdı. Zaten eskiden TSK sadece PKK eylem yaptığında cevap verir ve terörist kovalardı. Şimdi ise saldırı beklenmeksizin operasyon yapılıyor. Bunlar terörle mücadelede yeni dönem konseptinin farkları. Ancak yaz bahar ayları gelip de PKK yeniden eyleme başlarsa…diye kurulan korku cümleleri var, malumunuz. Yaz bahar için de tedbirli misiniz?

Bakın, güvenlikle ilgili tedbirlerimiz çok güçlü. Çok etkili bir süreç işliyor zaten. Kış döneminde bile sizin ifade ettiğiniz gibi sürüyor bu. Sürecek. Sınır ötesinde de sürecek. Ve terör örgütü şu anda sınır ötesinde de rahat değil. Sürekli yer değiştiriyor. Ve bunun artık kışı ilkbaharı falan yok. Bunu tamamlayan, dış politika enstrümanları ve ilişkileridir. Benim size söyleyeceğim şu; bu çalışmalar öyle yürüyor ki inşallah Türkiye bu sorunları oldukça minimalize edecek. Oraya doğru gidiyoruz.

BÖLGE HALKI KCK OPERASYONLARINDAN MEMNUN

Bir taraftan da PKK’nın üst yapılanması olan KCK operasyonları yürüyor. Bu kişiler silah taşımıyor ama gücünü silahlı terör örgütünden alarak halk üzerinde tahakküm kuruyor. Ancak bir şekilde halkta da bir karşılığı var ve KCK operasyonlarının Kürtleri bir kez daha devlete küstürdüğü, kısa vadede faydalı gibi görünse de uzun vadede iyi sonuçlar doğurmayacağı görüşleri var. Bununla ilgili tedbiriniz ne?

Bu, yargıda yürüyen bir iş. Deliller gerekçeler gözaltı tutuklama yargılama kararlar yargıda. İyi gerekçelendirme, haksızlıklara yol açmama vs. yargının işi. Sivil siyasetin önünü açmak için her şeyi yaptık biz. Bu işin siyasetini yapan arkadaşlara da hep söylerim, biz çözümü hep parlamentoda gördük, burayı işaret ettik. Sorunu 1) millet iradesi 2) siyaset kurumu çözsün dedik. Ama siyaset yapsın, şiddeti savunmasın. Bunu düşünce özgürlüğü için de diyoruz. Şiddeti kimse kabul edemez. O zaman zaten siyasete gerek kalmaz. Vatandaşın KCK operasyonlarından olumsuz etkilendiğine katılmıyorum. Etkilenen de oluyordur ama olumlu etkilenen daha fazla. Bu bir kanaat de değil.

Araştırma sonucu mu?

Sürekli araştırma yaptırıyorum. Onları ilan etmeyiz ama stratejimizi belirlerken kullanırız.

Nabzı ölçüyor ve doğru yolda olduğunuzu mu bulguluyorsunuz yani?

Nabzı hep ölçüyoruz ve evet rahatsız olanlar olabilir ama birçok vatandaş o baskıdan kurtulduğu için daha rahat, daha özgür. Mitinglerde veya insanları bir araya toplayacak faaliyetlerde çok da başarılı olamadıklarını görüyorsunuz. Kepenk kapatmakta da. Biz bunları alanda araştırıyoruz. Ama sivil siyaset yapanı yargı korumalı, o ayrımı yapmalı. Bizim çizgilerimiz net, hukukun içindeyiz. AK Parti hükümetlerinin özelliği bu.

HALK BU SORUNU AK PARTİ’NİN ÇÖZECEĞİNE İNANIYOR

Anayasa referandumuyla birlikte halk, 2009’da başlayan demokratik açılımı da oyladı aslında. CHP ve MHP’nin cepheden hayır demesine, BDP’nin boykot etmesine rağmen yüzde 57 gibi yüksek bir onay çıktı, çözümün bu yolla olacağı inancı pekişti. Ancak 2011 yazında artan şiddet ve sonrasında olanlar neticesinde o havadan eser kaldı mı bugün yoksa genel kamuoyunun o inancı söndü mü biraz?

Bu yaz dönemi doğrusu herkesi yeniden düşündürdü. Başta devleti düşündürdü, devletin mekanizmalarını, hükümeti düşündürdü. Hepimiz, o samimiyeti niyeti sorguladık. Kabul edilemez bir şey tabi o, hem siyaset kesimiyle, hem terör kesimiyle. Eminim toplumumuz da farklı farklı kesimlerde bunu değerlendirmiştir. Ama bunu umutsuzluk gibi görmüyoruz. Kendi tespitlerimize göre AK Parti bunu çözecek gibi bir yaklaşım var toplumda. AK Parti’nin çünkü bu sorunlara bakışını toplum artık anladı. İlk başlarda sorgulamalar vardı. Bu da normaldi. 20, 30 yıl bu sorun yaşanmış, ülkenin her yerinde ilinde köyünde şehitlerimiz olmuş. İnsanların politikaları sorgulamaları normaldir. Biz de halkımıza anlattık. Niyetimiz bu sorunları bitirmek, artık kimse şehit olmasın dedik. Halk da bunu istiyor. Biz bunun için çalışıyoruz. Önceleri bunu anlatmakta zorlanıyorduk, tabanımızdan da eleştiri alıyorduk. Ama artık toplum bizi anladı. Referandumda, son seçimde bunun sonucunu gördük. Meydanlarda halkı o kadar tahrik ettiler ama vatandaş o kadar da etkilenmedi.

ULUDERE’YE CAN DAYANMAZ

Uludere faciası, yeni güvenlik stratejisinin yol kazası mı oldu?

Uludere ile ilgili gizlilik kararı var biliyorsunuz. Genelkurmay Başkanlığı hem idari hem yargısal denetim yapıyor. Adli yargı sürüyor. Dolayısıyla bunların sonucunu bekleyelim.

Mehdi Eker ve Cevdet Yılmaz ile Uludere’ye gittiniz, taziyeye…

Söyleyeceğimiz şudur: Buna üzülmeyen insan yoktur. Başbakanımız, Genelkurmay Başkanımız, Hükümetimiz. Bu çok büyük bir acıdır. Meclisi de ben bilgilendirdim, bu Türkiye’nin acısıdır dedim. Bu böyledir. Sivil vatandaşlar, çocuklar… Buna can dayanmaz yani. Oradaki anaları babaları gördük. Yine gideceğim. Biz o acıyı en derin paylaştık, paylaşmak için yine elimizden geleni yapacağız.

BDP ULUDERE’DE OLAY ÇIKSIN DİYE UĞRAŞTI

Olayın sıcağında PKK ve BDP’nin hemen orada bir alan hakimiyeti kuruşu, özür için soruşturmanın beklenmesi, açıklamanın gecikmesi gibi durumlar Kürtleri küstürür mü?

Biz böyle düşünmüyoruz. Olaya ilişkin açıklamada geç kalınmadı, o gün MKYK vardı, durum değerlendirildi, açıklama hemen yapıldı. Genelkurmay da başsağlığı dilendi, bunda bir yanlışlık olduğu açıklandı. Eskileri düşünün. Bu kurumlarımızın tutumu böyle miydi? Biz hükümet olarak, BDP’nin oradaki tahrikçi tavrı ve üç köyümüzdeki acı nedeniyle daha farklı bir tatsızlık olmasın diye cenazenin kaldırıldığı gün orada olmadık. Valimiz kaymakamımız etkin oldu orada ama biz siyasi olarak o gerginliğin içinde etkin olmadık. Çünkü oradaki amaçları tahrik ederek farklı sonuçlar elde etmek. Nitekim bu olmayınca kaymakama yönelik linç girişimi oldu. Biz makul, aklı başında, büyük bir ekiple, hükümet, parti, bölge milletvekillerimizle taziyeye gittik. Sadece taziyeye değil araştırma, vatandaşla konuşma, duygularını alma, teselli etme, devletin duygularını düşüncelerini, bakışını paylaşmak için gittik.

KILIÇDAROĞLU EDEPSİZCE İFADE KULLANDI

Bir çadır polemiği oldu sonrasında…

Çadıra gitmedim ben. Biz varmadan önce Kaymakam’a o çirkin saldırı olmuş. Cenaze sahipleri de bunu paylaşmadıkları için protesto edip taziye çadırından ayrılmışlar. Biz bizzat cenaze evine gittik. Muhalefet lideri tiyatro çadırına gitti gibi çok edepsizce laflar kullandı. O çadır zaten bir şov çadırıydı. Kılıçdaroğlu’nun gittiği de, daha çok Cizre’den şuradan buradan gelmiş, kaymakama o muameleyi layık gören terbiyesizlerin toplandığı bir çadırdı. Biz oraya gitmedik. Ama cenaze sahiplerinin hepsi toplandı, o büyük odada onlarla hemhal olduk. Başbakanımız onlarla konuştu. Telefonun sesini açtım, cenaze sahiplerinin hepsi duydular. Acılı ama aynı zamanda devletle milletin bir araya geldiği bir tablo da oluştu. Süreci biraz rahatlattı. Valilerimiz eşleriyle birlikte taziyeye gittiler, milletvekillerimiz öyle. Ben tekrar gideceğim, ailelerin hepsini davet edeceğim birlikte bir yemek yiyeceğiz. Ailelerle daha ileri görüşeceğiz. Oradaki duygusal boyutu bizim yönetmemiz lazım tabi. Vatandaşa çok yakın, onları kazanmaya yönelik, oradaki tahrikleri önleyici olarak, buna katılıyorum. Bizden bazı talepleri var, onları yerine getireceğiz.

Ne gibi talepler?

Okulla ilgili talepleri oldu. Sınır kapısıyla ilgili hemen karar verdik, üç kapı için çalışma yürütüyorduk zaten. En hızlı şekilde yapacağız. Makul masum gidiş gelişler meşru zemine alınacak ve inşallah bu tür yanlışlıkların olması da önlenmiş olur.

Özür mevzuuna kilitlenilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

En derin üzüntüyü duyduk, özürden ne farkı var? Şu soruşturmalar bitsin ondan sonra bir daha değerlendiririz de, doğrusu biz o acıyı duyuyoruz ve hepimiz onu paylaşmak için uğraşıyoruz.

YARGI SÜREÇLERİ HIZLANDIRILIYOR

Uludere öncesinde sizin demokratikleşme, Sayın Arınç’ın Kürtlerin haklarıyla ilgili peş peşe yaptığı açıklamalar kamuoyunda büyük yankı buldu. Şimdi ne noktadayız, neler yapacaksınız?

Demokratik açılımın yeni paketi gibi yorumlar yapıldı ama biz öyle kullanmadık. Bazen tereddütler oluyor, AK Parti statükonun koruyucusu mu gibi suçlamalar oldu. Biz asla statükonun koruyucusu olmadık. AK Parti devrimci bir partidir. AK Parti’nin temel misyonu budur. Başbakanımız son grup toplantısında bu vurguları yaptı. Seçimden sonra çok ileri adımlar atılmamış gibi görünüyorsa bunun bir sebebi anayasaya fazla umut bağlanması. Yeni anayasa tüm bu toplumsal sorunları harmanlayacak ve çözümlerini içerecek. AK Parti hükümetinin bu konudaki çalışmaları sürüyor, daima sürecek.

Bülent Bey’in ki Meclis konuşması daha genel, özgürlükçü, çoğulcu bakışımızı ifade ediyordu. Ben açıklamamda iki hususa dikkat çektim. Birincisi, yargıyı hızlandırmaya dönük çalışmalar. Tutukluluk sürelerinin uzunluğu, yargının uzun sürmesi ile ilgili. Biz de diyoruz geciken adalet, adalet değildir diye. Bu bir demokratik çalışmadır. Çalışmayı Adalet Bakanlığımız yürütüyor, Bakanımız bunun bir kısmını da açıkladı. Biz bir ekibiz ve demokratikleşme anlamında çalışmalara devam ediyoruz. Başbakanımızın da olurunu aldık, böyle bir çalışma yapıyoruz diye. Bakanlar Kurulu’nun da onayını aldık, Meclis’e tasarı gelecek. Yargılama süreleri çok kısalacak, özellikle yüksek yargıdaki davalar da. Temyize gelen dosya sayıları azalacak. Uzlaşma mekanizmaları artırılıyor. Ülkemizin buna çok ihtiyacı var, bu gerçekten ciddi bir demokratikleşme adımıdır.

BUNCA İŞTEN SONRA ELEŞTİRİLMEK ÇOK ÜZÜYOR

İkincisi neydi?

İkinci boyutunda ise biz daima düşünce özgürlüğünden yana olduk ve ifade özgürlüğünün de önünü hep açtık. Ama halen bazı şikâyetler var. Şiddet içermeyen düşüncenin daha özgür olması gibi, özellikle basın kesimiyle ilgili, uluslararası kamuoyuna yansıyan. Türkiye bunları hak etmiyor. On yıldır yaptığımız demokratikleşme, özgürlüklerin genişlemesi için attığımız bunca adıma rağmen Türkiye’nin böyle algılanması bizi inanın çok üzüyor. O yüzden şiddet içermeyen düşüncenin önünde kısıtlamalar varsa bunu kaldırmak için yine mütalaa edeceğiz, çalışma içindeyiz. Bu bir paketten ziyade bir süreç. Biz demokratikleşmeyi bir süreç olarak görüyoruz. Bu sadece terörle ilgili değildir.

TERÖR BİTTİĞİNDE DİĞER ADIMLAR ATILACAK

Terörle ilgili kısmı için ne denebilir?

Terör varsa bununla ilgili mücadeleler her zaman en güçlü şekilde yürüyecektir. Ama terörle mücadele diğer sorunların çözülmesi için yeterli değildir, ayrı çalışma gerektirir. Biz de bu çalışmaları yapıyoruz yapacağız. Bu safhalar geçildiğinde sonra hangi adımlar atılabilir bunları çalışıyoruz. Hepsini çalışıyoruz, bu konuya çok ciddi şekilde kafa yoruyoruz. Gelecekte yeni durumlara göre atılabilecek adımları da tartışıyoruz, belirliyoruz. Buna önemle işaret etmek istiyoruz.

KAMU GÜVENLİĞİ MÜSTEŞARLIĞI

Kamu Güvenliği Müsteşarlığı mı yürütüyor çalışmaları?

Kamu güvenliği müsteşarlığımız yeni yapılanma içinde yeni kadrosuyla daha etkili bir döneme giriyor. Artık Başbakanlığa bağlandı biliyorsunuz. Terörle Mücadele Yüksek Kurulunun koordinasyonunun, sekretaryasını da orası yürütüyor. Orası operasyonel bir kuruluş değil. Devletin stratejisini belirlemesine katkı veren bir kuruluş. Şu anda buradaki çalışmaları hızlandırıyoruz. Kamu Güvenliği Müsteşarlığımız bundan sonra bu konuda daha merkezde olacak, görecekseniz.

HİÇ BİR İŞİMİZ TESADÜFİ DEĞİL, ÇOK ÇALIŞTIK

12 Eylül’de tutuklu kaldınız. 28 Şubat’ta Kırıkkale Üniversitesi’nin kurucu rektörü olmanıza rağmen Kemal Gürüz’ün YÖK Başkanı olduğu dönemde “irtica” iddiasıyla görevden alınan tek rektördünüz. On yıldır da bakansınız ve devlet arınmaya, geçmişle hesaplaşmaya, şeffaflaşmaya çalışıyor. Ne düşünüyor ne hissediyorsunuz?

Geldiğimiz nokta iyi bir nokta ama daha yapacaklarımız var. Türkiye artık işkenceyle anılan bir ülke değil. AİHM’de Türkiye perişan durumdaydı. Bugün Türkiye’ye artık hiç kimse, özgürlüklerle ilgili kolay söz edemiyor. Dünyada hem ekonomik gelişimi, hem demokratik trendi, hem güçlü yapısıyla bugün çok farklı bir ülke. Biz bundan memnuniyet duyuyoruz ama daha yapılacaklar var.

Benim samimi kanaatim, bir kısmı fiili uygulamalarla rahatlatılmış hususlar var. Bunların hepsinin anayasa ve yasalarla güvencesini bulması lazım. Daha demokratik gelecek için bunun gereğine çok inanıyorum. Onun için bu yapılacakları daima önemsemek lazım. AK Parti’nin bu değişimci boyutu daima dinamik kalmalı. Bugün olanların hiçbiri tesadüfi değil Fadime Hanım. Biz partiyi kurarken bunları düşündük. 2002 seçim beyannamesinin koordinasyonunu yürütüyorduk. O beyannameye herkesin bakmasını tavsiye ediyorum. Hangi konuda bugün olmuş olan ne varsa hepsi orada var. Biz sonra o beyannameyi acil eylem planına dönüştürdük ve hepsine tarih koyduk. AK Parti bütün bunları planlayarak politikasının stratejisinin içine koyarak geldi. Her zaman da yaptı. Sapmadı, savrulmadı. Biz şu anda da çok strateji çalışıyoruz. Günübirlik siyasete bakan bir parti olmadık, değiliz.

AK PARTİ ÜLKEMİZİ BEREKETLENDİRDİ

Sizin üçüncü yani son döneminiz. Ne hissediyorsunuz?

Artık bitiyor evet. İnsan belli yaşa gelince nostalji yapıyor, hayatının geçen kısmına biraz fazla bakıyor. Baktığımda hayatımdan çok memnunum. Ama zor yaşadım. Altı yaşındayken annemi, babamı kaybettim. Sıkıntılar da yaşadım ama hayatımın her döneminde memnun oldum. Şu anda da çok memnunum. Rabbime şükrediyorum. AK Parti hareketi misyonu kutlu bir misyon. Hayatımızı ve ülkemizi bereketlendirdi. Böyle bir hareketin içinde yer almanın hazzını yaşıyorum. Geleceğe de bu manada çok umutlu bakıyorum.

On yıllık yoğun çalışmanın ardından torun torba, bağ bahçe özlemi var mı?

Çocuklarımız torunlarımız var, hamdolsun, onlara daha fazla zaman ayırmak söz konusu olur ama biz toplumsal sorumluluk duygularına, ideolojik bakışlara erken yaşlarda başladık. Rahmetli Üstat Necip Fazıl ile. Toplumsal sorumluluk gereğini hayatım sürdükçe de sürdüreceğim.

BAŞBAKANI ŞİİR OKURKEN TANIDIM

Başbakan ile tanışıklığınız onun belediye başkanlığına mı denk geliyor daha mı eski?

Tanışmamız başkanlık dönemi ama evvelinden de bilirim. Başbakanımızı ilk görüşümü hatırlıyorum. Rahmetli Necip Fazıl için bir jübile töreni düzenlenmişti İstanbul’da, eski Türk Talebe Birliği salonunda. 80 öncesi. Ben o zaman Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde öğretim üyesiyim. O jübileye gittim. Orada Başbakanımız şiir okudu, Sakarya’yı okudu galiba. Ve üstat çok beğendi. Kendisine iltifatlar etti. O zaman Başbakanımız çok gençti tabi… Üstat kendi şiirini okuyanları falan pek beğenmez hatta bazen de kızardı. Onun beğenmesi çok önemlidir. Sayın Cumhurbaşkanımızla da öyle, onun öğrencilik yıllarından beri.

Bu, çok gerilere dayanan bir güven ilişkisi sanırım aynı zamanda?

AK Parti bir samimiyet hareketi, bir ihlâs hareketi zaten. O birbirine güven, birbiri için fedakârlık, halden anlamak…



Star

Haber Ara