KİAP: Roboski (ortasu) raporunu açıkladı
KİAP tarafından Şırnak Uludere’de TSK’nın bombardımanı sonucu öldürülen 35 vatandaşımız ile ilgili olarak yerinde gözlem ve tespitlerle hazırlanan rapor açıklandı.
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-01-03 15:51:47
ŞIRNAK İLİ QILABAN (ULUDERE) İLÇESİ ROBOSKİ (ORTASU) KÖYÜ KATLİAMI RAPORU
A- HEYETİN OLUŞUMU:
28.12.2011 Çarşamba gecesi Şırnak ili Uludere ilçesine bağlı Ortasu (Roboski) köyü yakınlarında sınırın sıfır noktasında meydana gelen ve 35 kişinin katledildiği, 1 kişinin yaralandığı ve 3 kişinin de sağ kurtulduğu olayla ilgili olarak çıkan çelişkili haber ve beyanlar nedeniyle KİAP (Kardeşlik İçin Adalet Platformu) bileşenlerinden müteşekkil bir heyet olarak kamuoyunu doğru bilgilendirmek üzere olayın gerçekleştiği Ortasu köyüne gidilmiştir.
Heyetimiz; ÖZGÜR-DER (Diyarbakır’dan Serdar Bülent Yılmaz, Tatvan’dan Şefik Akdeniz, Van’dan Erdoğan Güleryüz, Hasan Değer, Batman’dan Bünyamin Sevim), MAZLUM-DER (Van şubesinden Fuat Değer), DİYARBAKIR DÜŞÜNCE OKULU (Selahattin Özer), TATVAN İNSAN-DER (Tatvan’dan Rahmi Maltaş, Muzaffer Taşcan, Burhan Aksoy, Mehmet Demirtaş, Kazım Koç), ÖZGÜR EĞİTİM-SEN (Batman’dan Murat Kurhan, Diyarbakır’dan Metin Çaçan, Tatvan’dan Sinan Kıranşal), BİLGİ ve DÜŞÜNCE DERNEĞİ (Bingöl’den Mustafa Yılmaz ve A.Rezzak Dervişoğlu) temsilcilerinden teşekkül etmiştir. Ayrıca heyetimize İHH Bölge Koordinatörü (Selahattin Özer), ile İHH Acil Yardım ekibi (İstanbul’dan Erdinç Tekir, Siirt’ten Metin Yardım, Van’dan İbrahim Çinkılıç) da eşlik etmiştir.
B- HEYETİN GÖRÜŞMELERİ:
Diyarbakır, Bingöl, Van, Batman ve Tatvan’dan 31.12.2011 tarihinde yola çıkan platform üyeleri 14.45 sularında Ortasu Köyüne ulaşmıştır. Taziye çadırında kabul edilen heyet taziye dileklerinde bulunduktan sonra köylülerle görüşmelerini gerçekleştirmiştir. Görüşmeler çerçevesinde olayla ilgili sorulan sorulara ilgili şahıslar aşağıdaki açıklamalarda bulundular.
HAŞİM ENCÜ (Köy muhtarı):
“3 yıldan bu yana Ortasu köyü muhtarlığı yapmaktayım. Babalarımızın, atalarımızın uzun yıllar önce henüz sınır yokken yapmış olduğu ticareti, aramıza sınır çekilince de dedelerimiz sürdürmek zorunda kalmıştır. Aynı ticareti biz de halen yapmaktayız. Bu sınır ticaretini sadece biz değil burada herkes yapmaktadır. Kaçakçılığın medyada kötü bir şeymiş gibi ifade edilmesi bizi üzüyor.
Bizim için kaçakçılık, atalarımızdan beri yapılan sınır ticaretidir. Burası tarıma elverişli olmadığından buranın tek geçim kaynağıdır diyebilirim. Hayvancılık bölge olaylarından dolayı geçim kaynağı olamıyor. Vefat eden çocuklarımızın çoğu büyük şehirlere çalışmaya gitmiş imkânsızlıktan tekrar köye dönmüş insanlardı. Kendim dahi 15 yıl Ankara’da inşaatlarda çalışıp, sonra köye dönmüş biriyim. Burada geçim kaynağı olan kaçakçılık, devletin, askerin, buradaki tüm yetkililerin bildiği bir şeydir.
Normalde kaçakçılık 5, 10, 15 hatta 20 kişilik gruplarla yapılır. 3 yıllık muhtarlık görevim süresince de her kaçak grubu geçişinde asker beni arayıp teyit ederdi. ‘Şu an geçen grup sizinkiler mi değil mi?’ diye sorarlardı. Ama bu sefer hiçbir şey sorulmadı bana. O nedenle kesinlikle kasıtlı bir olay olduğuna inanıyoruz. Bu olay bu şekilde olmadı, sorulmadı bana. Normalde bu saldırıya uğrayan 40 kişi birlikte yolculuk etmiyorlardı.
5-6 kişilik gruplar halinde ayrı ayrı geliyorlardı. Örneğin birkaç ay önce kardeşimin de içinde olduğu bir kaçakçı grubu yanlışlıkla vuruldu, yaralıları tedavi ettik ama kimseye haber vermedik ve olayı kimseye yansıtmadık. Bu sefer grupları bile bile bekletip topladıktan sonra bombalamışlar. O yüzden kesin kasıt var. Alaydan zırhlı araçlar gidip, gelen ilk grubun önünü kesiyor. Kendilerinin orada olduklarını göstermişler. Normalde böyle yapmazlar. Gizlenirler ve gelenleri yakalayıp savcılığa sevk ederler. Ancak bu kez orada olduklarını göstermişler. Ardından her gelen grup askerleri görünce sınırın sıfır noktasında birikmeye başlamışlar. Devlet diyor ki “40 kişilik kaçakçı grup olmaz bunlar neden 40 kişiden oluşuyordu?”. Ama devlet onları bekletip birikmelerini sağladı. Eğer yolu kapatmasaydı onlar 40 kişi olmazdı ki orada. Asker Türkiye tarafında grup da sıfır noktasındaymış. F-16’lardan önce top atışlarını duyduk, aydınlatma fişekleri atıldı.
Top atışlarından ve ardından gelen uçaklardan dolayı saldırıyı köyde duyduk. Toplardan sonra yolu kesen asker hemen çekildi. Uçaklar da çekildikten sonra halk olarak olay yerine o gece gittik. Cenazeleri biz sıfır noktasından gidip, kendimiz aldık. Devletin o konuda bize hiç desteği olmadı.
Cesetleri Uludere Devlet Hastanesine götürdük. Malatya’dan gelen 2 doktor orada otopsi yaptı. Açık mı yüzeysel mi otopsi yapıldığını bilemiyorum.
Toplam 3 köyün sakinlerinden oluşan yaklaşık 40 kişilik grup Gülyazı, Ortasu köyü ve Tarlabaşı mezrasındandırlar. 35 kişi hayatını kaybetti, Hasan Ürek adlı köylü olaydan yaralı olarak kurtuldu. Şuan Şırnak Devlet Hastanesinde yoğun bakımda yatmaktadır. Hayatını kaybedenlerden Osman Kaplan’ın 6, Selman Encü’nün 4, Hüsnü Encü’nün de 1 çocuğu var. 8 yeğenimi olayda kaybettim.
Olayda kimyasal silah kullanıldığına dair hiçbir bilgimiz yok. Kullanıldığını iddia edersek yalan olur, kullanılıp kullanılmadığını bilemiyoruz.
Devlet yetkilileri ilk defa bugün (01.01.2012/Pazar) ziyaretimize geldi. Ziyarete devlet yetkililerinden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, Tarım Bakanı Mehdi Eker ve beraberinde bir heyetle taziyemize geldiler. Başbakan ise köyümüzün ileri gelenlerinden Alihan Özhan ile telefon görüşmesi yaptı. Telefonunun hoparlörünü açan Alihan Özhan hayatını kaybedenlerin ailelerine Başbakan’ın taziye dileklerini iletmesini sağladı. Başbakan üzüntülerini iletti, olayın faillerini bulmak için ellerinden geleni yapacaklarını, bu işin takipçisi olacaklarını ifade etti. Cumhurbaşkanı ve Meclis başkanı ise aramadı bizi.
Şırnak Valisi bir evde Beşir Atalay ve heyetiyle beraber ziyarete geldi. Halkın içine gelmedi. Kaymakama yapılan saldırı ise bizim için üzücü bir olaydı. Öfkeli köylü Kaymakam’ı taşlayıp, saldırdılar. Araya giren bazı insanlar onu halkın elinden zor kurtardı.
Bu olay –yani katliam- kanaatimce Sayın Arınç’ın Meclis’te yaptığı o olumlu konuşmadan kaynaklandı. Kürtlerin haklarını vereceğiz demesi bana göre Ergenekonvari güçleri harekete geçirdi. Ne zaman ki AKP ile BDP görüşme yapacak olsa hemen süreci bozacak bir olay gerçekleşir. Hatırlarsanız bir kaç ay önce de görüşmeler olurken birden 13 asker öldürüldü.
Olayın aydınlatılmasından başka hiçbir isteğimiz yoktur. Başbakanımızın özür dilememesi özellikle de Genelkurmay Başkanını görevden almaması bizi çok üzmüştür. Onu görevden almadıkları sürece gözyaşlarımız da dinmeyecektir. Çünkü bu saldırı Genelkurmay Başkanından, bölgede görevli komutanlardan habersiz olabilecek bir saldırı değildir.”
MUZAFFER ENCÜ (Ölenlerden Orhan Encü ve Zeydan Encü’nün abisi):
Muhtar Haşim Encü’nün ifadelerini aynen teyit etti, bunun dışında şunları ifade etti:
“Olay yerine ulaşan 3. kişi bendim. Ulaştığımda hala cesetler alev içinde yanıyordu. İki kardeşimi olayda kaybettim. 8. sınıf öğrencisi olan Orhan Encü 13 yaşındaydı. Cesedinin sadece üst gövdesi vardı, alt tarafını, bacaklarını bulamadım. Olayda vefat edenlerin en küçüğü Orhan’dı. Diğer kardeşim de Zeydan Encü 18 yaşındaydı. Cesetlerde kurşun yarası falan yoktu. Hepsi paramparça olmuş, katırların ve insanların etleri birbirine karışmıştı. Kimilerimiz yakınımız diye hayvan parçalarını da almış olabiliriz.
ABDAL ENCÜ (Ölenlerden Celal Encü’nün Abisi):
Haşim Encü ve Muzaffer Encü’nün konuşmalarını teyid ederek;
“Olay gecesi olay bombalama olduğunda bizimkilerin bombalandığını anladık çünkü bombardıman bölgesindeydiler. Hemen yola çıktık. 15 yaşındaki kardeşim Celal Encü de gidenler arasındaydı. Cesetler paramparçaydı. Ben kardeşimi yanmış elbisesinden tanıyabildim. Bütün vücudu parçalanmış tanınmayacak haldeydi. Elbisesini tanıyınca kardeşimin parçalarını çuvala koyup öylece getirebildim. Bazı parçalarını bulamadık. Biz olayda bir kasıt olduğuna inanıyoruz. Orada olanların köylüler olduğunu biliyorlardı. Genelkurmay başkanı görevden alınmalıdır.”
DAVUT ENCÜ (Olaydan sağ kurtulan ve olayda dokuz kuzenini kaybeden mağdur)
Haşim Encü ve Muzaffer Encü’nün konuşmalarını teyid ederek;
“Köyümüz korucu köyüdür. Karakolla normalde sürekli irtibatımız vardır. Bu nedenle gidip geldiğimizden haberdarlar. Bunu bildiğimiz için bir bombalama beklemiyorduk. Askerler önümüzü tuttuğu için geriye doğru gittik. Biz sekiz kişilik bir gruptuk. Sınırın 200-300 metre Irak tarafında idik. Bir kısmı da sınıra sıfır noktasında toplandı. Bize teslim ol çağrısı yapılmadı. Yapılsa teslim olurduk. Bulunduğumuz yerde telefon çekmiyordu. İrtibat kurma imkânımız yoktu. Zaten olsa da bir bombardıman beklemiyorduk. Uçakları bombalamadan sonra fark ettik. Sınırın sıfır noktasında telefon çekiyor ama oradakiler de bir saldırı beklemediklerinden kimseyi arama ihtiyacı duymadılar. Bizim her zaman yaşadığımız hadiselerden farklı bir gelişme görünmüyordu çünkü. İki defa bombardıman yapıldı. İlk bombala yapıldığında sıfır noktasındaki gruba yapıldı. Hemen ardından bize saldırı yapıldı. Bizler mağdurlar ve mağdur yakınları olarak davacı olduk. Savcılığa şikâyetlerimizi bildirdik. Mağdur olarak ifade verdik.”
C- GÖZLEMLERİMİZ:
Bölgeye yaklaştıkça OHAL havasının hâkim olduğunu, devletin hizmet boyutunun burada varlığının hiçbir şekilde hissedilmediğini gözlemledik. Taziye çadırında biri dışarıda diğeri içerde olmak üzere iki büyük pankart vardı. Bunlardan birinde hayatını kaybeden gençlerin fotoğrafları diğerinde ise “Katil Erdoğan” yazılmaktaydı. Köydeki halı saha kalabalık taziye ziyaretçilerini ağırlamak için taziye çadırı amacıyla kullanıma tahsis edilmişti.
Yoğun bir kalabalığın olduğu taziye çadırında aralarında Altan Tan ve Hasip Kaplan’ın da bulunduğu BDP heyeti de bulunmaktaydı. Ayrıca aynı taziye yerinde Kürdistan Bölgesel Yönetiminden gelen ve Başkan Mesut Barzani’ye bağlı olduğunu öğrendiğimiz askeri bir üst düzey yetkilinin de içinde olduğu bir heyet hazır bulunmaktaydı. Hükümeti temsilen bakanlar nezdinde bir ziyaretin olduğu ama Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Meclis başkanının taziyeye fiilen katılmadıkları ifade edildi. Hükümeti temsilen gelen heyetin de çadıra taziye ziyaretinde bulunmadığını öğrendik.
Heyetimiz taziye çadırına geçmeden hemen önce çadırı ziyaret eden Uludere Kaymakamı Naif Yavuz ise orada bulunan bir grubun saldırısına uğramıştı. Gördüğümüz kadarıyla hükümet bölgeyi de taziyeyi de yeterince sahiplenmemiş bu sahiplenmenin daha çok BDP tarafından gerçekleştirildiği gözlenmiştir.
Köylülerde gözlemlediğimiz en belirgin husus öfke ve acıydı. Öfkenin ve acının arkasında ise katliama dair hükümetin takındığı üstten bakan, umursamayan ve son derece teknik ifadeler kullanan resmi ve soğuk tutum bulunmaktaydı. Yapılan resmi açıklamaların köylüleri tatmin etmekten uzak olduğu bilakis öfkeyi artırdığı açıkça görülüyordu. Başbakanın olaydan bir gün sonra ve bir soru üzerine ayaküstü yaptığı olayı örtmeye yönelik değerlendirmelerin köylünün acısını artırdığı tespit edildi.
Hükümet adına Bülent Arınç tarafından 2 Ocak günü yapılan açıklamada da Genelkurmayın görüşünün esas alındığı, devlet adına özür dilenmeyeceği, hatta; “İşaret fişekleri, top atışlarına rağmen yoluna devam eden bir grup var. 'Biz terörist değiliz' diye birilerine ulaşmasını bekleyebilirdik. Kendilerine ikaz edilmesine rağmen ulaşılamadığı bilgisi var.” ifadeleriyle adeta katliamdan köylüleri sorumlu tutan bir tavrın geliştiği görülmüştür. Hükümetin sürdüregeldiği bu sorumluluğu üstüne almama tutumu asla kabul edilebilir bir tavır olmadığı gibi soruşturma sürecinde devletin kollanacağı şeklindeki genel kaygıları da beslemektedir.
D- TESPİTLER:
Olay sırasında yapılan görüşmeler, yapılan resmi açıklamalar ve basına yansıyan bilgiler ile çeşitli kurumların raporlarına göre;
1- Olay, 28.12.2011 Çarşamba gecesi Şırnak ili Uludere ilçesine bağlı Ortasu (Roboski) köyü yakınlarında sınırın sıfır noktasında 21.30 – 22.00 saatleri arasında meydana gelmiştir.
2- Olayda toplam 35 kişi yaşamını yitirmiştir. Katliamdan dört kişi kurtulmuştur. Bunlardan Servet ENCÜ, Davut ENCÜ, Hacı ENCÜ ve Hasan ÜREK’tir. Hasan Ürek, hali hazırda Şırnak Devlet hastanesinde tedavi görmektedir.
3- Olayın yaşandığı Ortasu köyü bir korucu köyüdür.
4- Olayın meydana geldiği yer, Ortasu köyüne 1–1.5 saat mesafededir.
5- Olayda hayatını kaybedenlerin yaş aralığının 13–30’dur. Ancak maktullerin çoğunluğu 13–18 yaş aralığındadır.
6- Olayda hayatını kaybedenler olay sırasında katırlarla mazot almaya gitmişlerdir. Söz konusu mazot, sınırın diğer tarafında yaşayanlar tarafından sınıra kadar getirilip köylüye teslim edilmektedir.
7- Köylülerin yaptığı bu ticaretten bölgedeki askeri unsurlar da haberdardır.
8- Olay öncesi köylülerin önünü kesen askeri birlik Gülyazı Jandarma Sınır Alayına bağlıdır.
9- Olayda ölenlerin neredeyse tamamının vücutlarının parçalanmış olduğu, yakınlarının cesetleri teşhiste zorlandığı, birçoğunun kafatasının parçalanıp beyinlerinin dışarı fırladığı, bir kısım cesetlerinin neredeyse yarısının bulunamadığı, cesetlerin birçoğunun bombaların özelliğinden ve de taşınan benzinin alev almasından dolayı yandığı anlaşılmıştır.
E- KÖYLÜLERİN GENEL TALEPLERİ
Heyetimizin konuştuğu birçok köylünün ortaklaşan talepleri şunlardır:
- Hükümet olayın üzerine kararlılıkla gitmelidir. Etkin bir soruşturma derhal başlatılmalıdır.
- Başbakan açık ve net bir şekilde özür dilemelidir. Devletin bu katliamdaki sorumluluğunu kabul etmelidir.
- Olayda kastı ya da kusuru olanlar ortaya çıkarılmalıdır.
- Suçlular cezalandırmalıdır.
- Genelkurmay Başkanı ile olayla irtibatı olan diğer kişiler derhal görevden alınmalıdır.
- Kürt sorunu barışçıl yollarla çözülmelidir ki bir daha bu tür hadiseler yaşanmasın.
F- SONUÇ VE TALEPLER:
Ortasu kırsalında, sınırın sıfır noktasında yaşanan bu vahşetin iddia edildiği gibi basit bir istihbarat hatası, bir “operasyon hatası” olmadığı anlaşılmaktadır. Hükümet ve askeri yetkililerinin 40 kişilik kaçakçı grubunun olağan bir şey olmadığı, normalde daha küçük gruplarla kaçakçılık yaptıkları yönündeki ifadeleri doğru olmakla birlikte olayı izah etmekten uzaktır. Zira olayın gelişim seyri dikkate alındığında 40 kişilik grubun önce küçük 5’erli altışarlı gruplar şeklinde görüldüğü, sonra bizzat askeri birliklerin yönlendirmesiyle bir araya gelmelerine neden olunduğu anlaşılmaktadır. Hükümetin ve Genelkurmayın, “sınır ticareti/kaçakçılık yapan bu grubun sayısal fazlalığından dolayı PKK’li sanıldığı ve bu nedenle operasyona uğradığı” şeklindeki beyanı ise olayın vahametini ve devletin kusurunu örtmeye dönük geçersiz mazeretler kabilindendir.
Katliamın gerçekleştiği söz konusu bölgenin, PKK örgütünün geçiş güzergâhı olduğu iddiası hem gerçekle bağdaşmamakta hem de o bölgenin sınır ticareti/kaçakçılık yapan köylüler tarafından kullanıldığı gerçeğini gizlemeye matuftur. Zira köylülerin beyanları açıkça o yolun köylüler tarafından hem de neredeyse hemen her gün kullanıldığını, bununda devlet ve askeri birimlerce bilindiğini göstermektedir. O halde o bölgedeki hareketlilik akla ilk olarak örgütü değil köylüleri getirmelidir. Kaldı ki olay gününe kadar o tür görüntüler, ilgili askeri birimlerce bu şekilde değerlendirilmiştir.
Bölgedeki askeri yetkililerin bilgisi dâhilinde uzun zamandır yapılan bu sınır ticaretinin bölgenin tek geçim kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Bölgedeki askeri yetkililer köylülerin bu ticaretinden haberdar oldukları için İnsansız Hava Araçlarından (İHA) alınan görüntüler sonrasında köylülerden o bölgede bulunup bulunmadıkları bilgisini aldıkları köylülerin beyanlarından anlaşılmaktadır. Kaldı ki hadisenin böyle olduğunu anlamak için köylülerin bunu ifade etmelerine de gerek yoktur; çünkü söz konusu “kaçakçılık” hadisesi on yıllardır her gün yapılmaktadır. Bunun da askerin bilgisi dışında olması imkânsızdır.
Maktul yakınlarının verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır ki, bu saldırı öncesinde, ne muhtardan kaçağa çıkan kimse var mı diye bilgi alınmıştır ne de toplu halde hareket eden 40 kişilik kalabalık bir grup vardır. Aksine önleri bilinçli olarak kesilmiş küçük kaçakçı gruplarının bekletilerek toplanmaları sağlanmış ve ardından gruba saldırılmıştır.
Öte yandan bu gruba saldırı düzenlenmeden önce “Dur!” ihtarı ya da “Teslim ol!”çağrısı yapılmadığı bilinmektedir. Askeri birimlerce ihtar veya benzeri bir girişimin yapılmış olması durumunda ise bu katliam engellenmiş olacaktı. Ayrıca, İHA’lardan gelen verilerin savaş uçaklarını harekete geçirmeye yettiği yapılan resmi açıklamalardan anlaşılmaktadır. Biliyoruz ki savaş teknolojisi ne kadar ileri olursa olsun insani olguları, nüansları teşhis etmede yetersizdir. Bunun için ekstra bilgiler ve bulgular gerekir. Buna karşın görüntülenenlerin örgüt mensubu oldukları kesin olarak anlaşılsa dahi yapılması gereken imha değil, önce sağ olarak ele geçirmektir. Bunun için bu kişilere “Teslim ol!” çağrısı yapılmalıdır. Geçmişte yaygın olarak kullanılan yargısız infazların yasalara aykırı olarak son zamanlarda savaş uçakları marifetiyle yapıldığı görülmektedir. Ortada açık bir hukuksuzluk olduğu aşikardır.
Heyetimiz bu katliamın, yukarıda anılan veriler ışığında “kasıtlı” yapıldığına dair güçlü delillerin olduğu inancındadır. Bu inancımıza karşın gerek cumhurbaşkanı gerek başbakan gerekse de hükümet ve iktidar partisi sözcülerinin katliama dair yaptıkları açıklamaların olayın gereğince üzerine gidilemeyeceği ve aydınlatılabilmesi için gerekli çabaların gösterilmeyeceği yönündeki kaygılarımızı arttırmaktadır. Bu kaygılarımıza rağmen yaşanan vahşetin faillerinin en kısa zamanda ortaya çıkarılıp hesabının sorulması için bir araştırma komisyonu kurulması önerisini hem hükümete hem de kamuoyuna sunuyoruz.
Özellikle İHA’lardan gelen verilerin değerlendirildiği kurum ile operasyona karar veren kurumların derhal açığa alınması ve tüm kayıtlara savcılıkça el konulması gerekmektedir. Olayda bir istihbarî yönlendirmenin olup olmadığı açığa çıkarılmalıdır.
Resmi ağızlardan basın aracılığıyla yansıyan bilgilere göre olayla ilgili İHA’ların kaydettiği 4,5 saatlik bir görüntünün olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüntülerde muhtemelen grubun bombalama öncesi hareketleri kayıtlıdır. Bu görüntüler soruşturmayı yürüten sivil savcılık tarafından incelenmelidir.
Ayrıca Diyarbakır savcılığında başlatılan adli soruşturmanın selameti açısından ve delilleri karartma ihtimalinin yüksek olduğu görüldüğünden konuyla ilgili herkes, rütbesine bakılmaksızın açığa alınmalıdır.
Yaşanan bu katliamda devletin açık sorumluluğu kabul edilmeli, bunun gereği ve ikrarı olarak Devletin başı olarak Cumhurbaşkanı, hükümet adına Başbakan, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ayrı ayrı özür dilemelidir.
Ailelerin acısını hafifletmeyeceği açık olmakla birlikte maktul ailelerine yüklü tazminatlar ödenmelidir. Ancak Devletin maktul ailelerine vereceği tazminat 5233 Sayılı Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında belirlenmemelidir. Zira bu kanuna dayanarak belirlenen tazminatlar uygulamada çok düşük tutulmaktadır. Kaldı ki içerik olarak kanunun kapsamına giriyor gibi görünse de ortada açık bir devlet katliamı vardır. Bu nedenle ailelerin tazminat talebi söz konusu olduğunda adı geçen yasaya göre değil normal tazminat prosedürü de dikkate alınmalıdır. Ancak bizim önerimiz devletin bu tür olaylara örnek teşkil edecek ve devletin kusuruna dayanan yüksek miktarda bir tazminatı re’sen ödemesidir.
Bölgedeki sınır ticaretini kolaylaştıracak ve yasal hale getirecek adımlar atılmalıdır.
KARDEŞLİK İÇİN ADALET PLATFORMU
(KİAP)
Haber Ara