Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın “Doğu ve Güneydoğu’da saygınlığı olan ‘mele’lere Diyanet’ten 1000 kişilik kadro ayrılacağını açıklaması gözleri Türkiye’nin bu az bilinen dünyasına çevirdi. Kimdi bu ‘mele’ler? ‘Tekke ve zaviye kanunu’na rağmen varlıklarını günümüze nasıl taşımışlardı? Diyanet gibi bir din kurumu varken bunlar alternatif bir yapı mıydı? Diyanet onlara kapı açmak istiyordu ama onlar Diyanet’e nasıl yaklaşacaklardı?
Radikal, ‘mele’lerin dünyasına ışık tutmak için Diyarbakır’da bir medresenin yolunu tuttu. Toplumsal hayatın dışında kalmayı tercih eden melelerle görüştü.
Diyarbakır’a 130 kilometre uzaklıktaki Kulp ilçesine bağlı Konuklu Köyü’ndeyiz. Ömeriye Medresesi’ni sorduğumuz bir çocuğun yanıtı melelerin etkisini hissettiriyor:
“Biz hep gideriz, pek çok insan geliyor, hele bayramlarda bu yol arabadan geçilmez.” Yüksek bir tepeye inşa edilen ve büyük kubbeler üzerine oturtulmuş medresenin kapısında ‘Ömeriye Kuran Kursu’ yazan minik bir tabela var. 1925 tarihli Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanun nedeniyle tabelada ‘Kuran kursu’ yazıyor ama halk arasında oranın adı medrese.
Ömeriye Medresesi’nin avlusunda bizi ‘seyda’ adı verilen ‘başmele’ Muhammet Şimşek karşılıyor. Onunla 4 katlı medresenin ikinci katına, çoğunluğu 13-18 yaş arası çocukların eğitim gördüğü büyük salona çıkıyoruz. Çocuklar belirli gruplar halinde namaz kılıp Kuran okuyor. Daha küçük olanlar medresenin geniş salonunda koşturuyor. Genellikle Arapça olan derslerin geniş bir yelpazede olması dikkat çekiyor. Silsile-i kutup, fars ilminin yanı sıra mantık, mecaz ve belagat gibi edebi dersler de okutuluyor. Gençler 20 yaşına geldiklerinde ‘mele’ sınıfına ilk adımı atıyor. Bilge olarak anılan Muhammet Şimşek medrese hakkında bilgi veriyor:
“Dedem Şeyh Mehmet, Bediüzzaman Said Nursi’nin Hizan’dan medrese arkadaşıydı. Said Nursi, bir gün şıh dedemi köyünde ziyaret eder ve bu tepe için, ‘Bir medrese yapılsa ne güzel olur’ der. Yıllar sonra babam Şeyh Şehdettin zamanında (1985) inşa başlar. Yol yok, su yok. Çok zor şartlar altında bugüne geldi ve hâlâ inşaatı devam ediyor.” Şimşek’e Bekir Bozdağ’ın sözlerini soruyoruz: “Günlerdir kendi aramızda tartışıyoruz; binlerce ilim ehli kişi bölge halkının yardımlarıyla ayakta kalabiliyor. Böyle bir kanun çıkarsa bu arkadaşlarımız maddi açıdan rahatlar.”
Medresede 24 saat
Ömeriye Medresesinin 60 talebesi var. Bu sayı yazın 130’u buluyor. Öğrencilerin tamamı yatılı ve yılsonunda 15 günlük bir izinleri var. Çalışma saatlerinin Hicri takvime göre düzenlenen mele adaylarının haftalık izinleri de perşembe ve cuma günleri. Medrese öğrencileri okula gitmeyip eğitim hayatını dışarıdan tamamlıyor. Türkçe, matematik gibi dersler için genellikle ‘açık lise’ye gidiyorlar. 18 yaşındaki Burhan Demir daha önce birkaç medresede eğitim görmüş ve Kuran hafızı. 17 yaşındaki Serhan Esme medrese hayatını şu sözlerle özetliyor: “Sabah namazını kılıyoruz, 5.30’da etüt var. Genellikle topluca, 1 saat Kuran okuyoruz. 6.30’da kahvaltı, sonra sırayla dersler… Akşam 9 gibi yatarız, yatmayanlar kitap okur.” Medeni, Rüzgâr, Yunus, Hamit, Burhan ve diğerleri… 21 yaşındaki mele Dindar Basma da öğrencilere din bilimlerini Kürtçe anlatıyor.
Nasıl mele olunur?
Seyda Muhammet Şimşek, bir öğrencinin nasıl mele olduğunu şöyle anlatıyor:
“Medrese tahsilinin belli müfredatları vardır; ama bir kişinin öğrenmesi gereken ilk şey ‘nahuser’ (Arapça gramer). Kuran’dan başlayıp fıkıh ilmine kadar mantık, münazara, istihare gibi dersleri öğrenir. Bunları iyice kavradıktan sonra mele olması için bizim tarafımızdan ‘icazet’ yani medrese diploması verilir. Bir öğrenci ortalama 6 senede icazet almaya hak kazanır. Fakat asıl önemli olan, 6 yıl sonra, öğrendiklerini hayatta ne kadar kullandığıdır. Medreseye giden öğrencinin ahlakının iyi olması lazım. Önce saygı, sevgi, şefkat ve merhamet kuralları. Senden yüksek olan bir talebeye hürmet edeceksin...”
‘Cebimde sadece 5 lira var’
Mele’lerin bu çetin hayatlarına belki çok az kişi tanık olmuştur ama Bakan Bozdağ’ın açıklamaları belli ki burada heyecan yaratmış. Günlerdir bu konu konuşuluyor. Uzun yıllar fahri imamlık yapan Abdulcelil Şimşek konuyu özetliyor:
“Sırtımızda çantamız, kış-yaz, yağmur çamur demeden 10 km. yolu medrese eğitimi için yürüyorduk. Eğitim sonrası akıbetimizin ne olacağı meçhuldü. Mele’lerin bölgede etkileri vardır, saygın insanlardır. Halk dediklerini uygular. Eğer bu insanlar kadroya alınsalar daha da aktif hale gelirler. Hükümet bunu çeşitli nedenlerle yapabilir ama temelinde iyilik vardır.”
Mele Dindar Basma ise bir talepte bulunuyor: “Bu sınavı yapan kişilerin medrese eğitimi alması lazım. Çünkü ilahiyat eğitimi almış bir müftüyle medrese eğitimi almış bir melenin arasında çok fark var.” Abdulkadir Baş, Silvan, Bitlis, Midyat ve Çınar’ın köylerinde melelik yapmış. Nereye gittiyse oraya kadrolu imam tayin edildiği için hep yeni bir köy bulmuş kendisine. Şimdi de Çınar’ın Has Köyü’nde. Köylülerin yardımıyla geçiniyor ve maddi sıkıntı içinde:
“Bu çok geç kalmış bir düzenleme. Aldığımız eğitim ve insanları bilgilendirmek bizi çok memnun ediyor, ama maddi sıkıntılarımız da çok yoruyor. Ben iki çocuk babasıyım, şimdi cebimde sadece 5 lira var.” ‘İtaatsiz meleler’ mesafeli
Melelerin Diyanet kadrosuna alınmasından duyduğu rahatsızlığı da şu sözlerle anlatıyor:
“İster istemez siyaset ön plana çıkmış. Ama gerçek manada İslam ilmi almış bir mele, İslam ve Kuran’ın dışına çıkamaz.” Tam bu sırada, görev yaptığı köyden Mehmet Nezih Özden, müsaade isteyerek şöyle diyor:
“Bu bir devlet politikasıdır. Şimdiye kadar neredeydi? Binlerce yıl bu insanlara bir imkân tanımadı da şimdi mi akıllarına geldi? Mele’lerin sözleri dinlendiği için buradaki halkı kazanmak adına yapılan bir politikadır.”
Bölgedeki sivil itaatsizlik eylemleri kapsamındaki ‘sivil cuma’ları organize eden DİAYDER (Din adamları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) Başkanı Zahit Çifkuran’ın da görüşlerine başvuruyoruz. Derneğin 85 üyesi var ve Çiftkuran gibi bunların birçoğu medrese eğitimi almış. Kan davaları, kız kaçırmalar, töre-namus cinayetleri gibi toplumsal sorunlara da el atıyorlar. “Niyet önemli, sonucunu bekleyeceğiz” diyen Çiftkuran’a göre hükümetin bu çalışması yeni değil:
“İki yıl önce, bölgede müftülük tarafından melelere bildiri dağıtıldı, hatta sayılar tespit edilip kadroya alınacakları söylentisi yayıldı.
Birçok mele başvurdu. Bakan’ın açıklamalarının altında neler yattığını henüz bilmiyoruz. Ancak yaptığımız ‘sivil itaatsizlikler’e katılım gittikçe artıyor, bu da bir taraftan rahatsızlık uyandırıyor. Türkiye’de ilahiyat mezunu imamları da tartışmak lazım. İmamın görevi sadece namaz kıldırmak değil. ‘Kürtçe gramer ilk kez medreselerde yapıldı’
Mardin Artuklu Üniversitesi’nden Prof. Kadri Yıldırım, Kürt medreselerinin tarihini anlatıyor:
“Bilinen ilk Kürt medresesi Baba Tahir Uryan tarafından İran’ın Hamedan kentinde 1000 yıl önce kurulmuş. En aktif süreç Yavuz Sultan Selim ile Kürt beylikleri arasında yapılan antlaşmadan sonra, 16. yüzyılda. Medreselerin milli etkisi de var. Bu medreseler de Kürtçe kullanılıyor ve bu da Kürt dilinin bozulmadan, kaybolmadan gelişmesini sağlıyor. İlk Kürtçe grameri medrese âlimlerinden Ali Teremahi tarafından kurulmuş. İlk şiirler de medreselerden. Cumhuriyetten sonra medrese ekolü çok ciddi darbe alıyor. Kürt dili de kendini ifade edebilecek bir müessese bulamaz oluyor."
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Özaydın’ın söyledikleri, melelik seçiminin kolay olmadığını, Diyanet’in bu konuda zorlanabileceğini gösteriyor:
“Bölgede birçok cemaat var. Melelerin söz sahibi olmasının sebebi, iyi medrese eğitimi almalarıdır. Diyanet meleleri nasıl bir sınava tabi tutacak, bilmiyoruz. Ankara’dan koordine edilemez. Yerel bir komisyon kurulmalı ve içinde seydalar, din adamları olmalı. Benim tanıdığım, Türkçe bilmeyen çok iyi meleler var, bunlar ne olacak?”
‘Erbakan da bana kadro verecekti’
Diyarbakır’ın Şıh Maşuk Medresesinde kapıda karşılanıyoruz. Buranın en dikkat çekici özelliği, kapısının çok alçak olması. Bu sayede medreseye girenler bir saygı göstergesi olarak eğiliyor. Nakşibendi tarikatının önde gelenlerinden, 90 yaşındaki Hüseyin Elçi, Erbakan döneminde kendisine kadro teklif edildiğini anlatıyor:
“Erbakan’ın vekillerinden Yaşar Göçmen, ‘Size kadro tahsis etmek isteriz’ dedi. Ben de bu işi Allah rızası için yaptığımı söylemiştim. Devletin çalışması olumlu, ama mele seçerken dikkatli davranılmalı.”