Dolar

34,8691

Euro

36,7563

Altın

3.047,74

Bist

10.147,21

Asya-Pasifik, dünyanın yönlendiricisi haline geliyor

Amerika’nın geçmişte olduğu gibi bu yüzyılda da küresel liderliğininin sorgulanması anlamsız diyen Hillary Clinton; 'Dünyanın geleceğine Afganistan’da veya Irak’ta değil, bizzat Asya’da karar verilecek' diyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-12-11 19:01:04

Asya-Pasifik, dünyanın yönlendiricisi haline geliyor
Hillary Clinton / ABD Dışişleri Bakanı

Irak’taki savaşın dozu giderek düşerken ve Amerika, Afganistan’daki askerlerini geri çekmeye başlamışken, ABD tarihi bir dönemeçte bulunuyor. Son 10 yıldır bu iki alana devasa kaynaklar ayırdık. Ancak önümüzdeki 10 yıl boyunca, zaman ve enerjimizi nereye yatıracağımız konusunda daha zekice ve sistematik davranmalıyız; çünkü ancak böylelikle liderliğimizi kalıcı kılmak, çıkarlarımızı güvence altına almak ve değerlerimizi ileri bir aşamaya taşımak üzere kendimizi çok daha avantajlı bir durumda buluruz. Amerikan devletinin önümüzdeki on yıl için üstlendiği en önemli görevlerden biri de, dolayısıyla, Asya-Pasifik bölgesinde diplomatik, ekonomik, stratejik ve diğer yatırımlarını önemli ölçüde artırmaya odaklanmak olacaktır.

Asya-Pasifik bölgesi, küresel politikanın önemli bir yönlendiricisi haline geliyor. Hindistan alt-kıtasından Amerika’nın batı kıyılarına dek uzanan söz konusu bölge, iki okyanusu kapsıyor: Pasifik ve Hint Okyanusu. Ve söz konusu okyanuslar, denizcilik ve strateji bağlamında birbirlerine giderek daha fazla bağlanıyorlar. Asya-Pasifik bölgesi, dünya nüfusunun neredeyse yarısını elinde bulundurmaktan gurur duyuyor. Bölge, küresel ekonominin kilit motorlarından çoğunun yanı sıra, en fazla seragazı salınımında bulunan ülkeleri içeriyor. Bu bölge, birçok kilit müttefikimize ve Çin, Hindistan, Endonezya gibi önemli yükselen ülkelere de ev sahipliği yapıyor.


Bölgenin istikrar ve refah yaratmak üzere çok daha olgun bir güvenlik ve ekonomi mimarisi inşa ettiği bir dönemde, Amerika’nın üstlendiği taahhüt oldukça önemli. Böylelikle, Amerika, söz konusu mimarinin inşasına yardım edecek ve tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurmayı üstlendiği kalıcı ve kapsamlı transatlantik kurumlar ve ilişkiler ağının sonraki dönemde çok önemli sonuçlar doğurması gibi, bu yüzyıl da sürecek olan liderliği açısından önemli katkılarda bulunacak ve bunu yapmayı sürdürecek. ABD’nin bir Pasifik gücü olarak benzeri yatırımlar yapma vakti geldi. Zaten bu hedef, Başkan Barack Obama’nın yönetiminin ilk dönemlerinden beri benimsediği stratejik bir yönelim idi ve bu yönelimin meyveleri daha şimdiden toplanıyor.

Irak ve Afganistan halen bir geçiş dönemi yaşarken ve ciddi ekonomik sorunlar içindeyken, Amerikan siyaset sahnesinde bizi ülkemize geri dönmeye davet edenler var. Ülke içindeki önceliklere ağırlık vermek üzere dışarıda üstlendiğimiz taahhütlerin önemini azaltmaya çabalıyorlar. Bu tür tepkiler anlaşılır; ancak insanı yanıltıyor. Artık dünyanın her bir yanına ulaşmaya gücümüzün yetmediğini söyleyenler, yüzlerini geleceğe değil geçmişe yöneltmiş bulunuyorlar –keza, aslında dünyanın her bir yanına “ulaşmamanın” sorumluluğunu alamayız. Amerikan iş çevresine yeni piyasalar açmaktan, nükleer silahlanmanın durdurulmasına, deniz hatlarını ticaret ve seyrüsefere açık tutmaya dek bizim ülke-dışında üstlendiğimiz çalışmalar, ülke içindeki refah ve güvenliğimizin de anahtarıdır. Altmış yıldan uzun süredir, ABD, “ülkeye geri dön” tarzı bu tartış maların çekimine kapılmamış, bu argümanların sıfır toplamlı mantığına direnmiştir. Ve böyle davranmayı da sürdürmeliyiz.

İnsanlar, sınırlarımızın ötesinde Amerika’nın niyetleri –yani, müdahil olarak kalma ve öncülük etme irademiz- konusunda da endişe içindeler. Asya’da gerçekten kalıp kalmayacağımız, yoksa başka bölgelerdeki olaylara mı dikkatimizi yoğunlaştıracağımızı merak ediyorlar; ayrıca inandırıcı ekonomik ve stratejik taahhütler üstlenip üstlenemeyeceğimiz ve bu taahhütleri kalıcı kılıp kılamayacağımız, eyleme dönüştürüp dönüştüremeyeceğimiz de ayrı bir merak konusu. Tüm bunların yanıtı ise: Evet yapabiliriz ve yapacağız. Asya’nın büyümesini ve dinamizmini kontrol altında tutmak, Amerika’nın ekonomik ve stratejik çıkarları için merkezi önem arz ederken, Başkan Obama açısından da kilit bir öncelik olmayı sürdürüyor.

Asya’daki açık piyasalar, Amerika’ya, yatırım, ticaret ve ileri teknolojiye erişim açısından eşi benzeri görülmemiş fırsatlar sağlıyor. Ülke içindeki ekonominin düzeltilmesi, Amerikan firmalarının Asya’daki geniş ve büyüyen tüketici temelini kullanma yeteneğine ve ihracata bağlı bulunuyor. Stratejik açıdan bakıldığında, Asya-Pasifik bölgesinde barış ve güvenliğin kalıcı kılınması, küresel ilerleme açısından da –Güney Çin Denizi’nde seyrüsefer özgürlüğünün savunulmasıyla, K. Kore’de nükleer silahların yaygınlaşmasını önleyerek veya bölgenin kilit oyuncularının askeri faaliyetlerinde saydamlık sağlayarak- giderek artan bir önem arz ediyor.

Tıpkı Asya’nın Amerika’nın geleceği açısından kritik önem arz etmesi gibi, sorumluluk yüklenen bir Amerika da, Asya’nın geleceği açısından asli öneme sahiptir. Bölge, bizim liderliğimizi ve ticari faaliyetlerimizi sabırsızlıkla bekliyor –hatta modern tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar sabırsızlıkla. Bölgede güçlü ittifaklar ağına sahip olup, topraksal bir hedefi olmayan ve ortak iyilik sağlamak üzere sicili kuvvetli olan tek güç biziz. Müttefiklerimizle birlikte, bölgenin güvenliğini on yıllardır güvence altına alıyoruz; Asya’nın deniz hatlarında devriye geziyor, istikrarını koruyoruz. Bunun karşılığında ise, bölgenin büyümesi için gereken koşulları yaratıyoruz. Bölgedeki milyarlarca insanın küresel ekonomiye eklemlenmesine yardımcı olduk ve bunu ekonomik üretkenliği teşvik ederek, sosyal güçlenmeyi ve insanlar arası bağları artırmayı sağlayarak gerçekleştiriyoruz. Bölge açısından önemli bir ticaret ve yatırım ortağıyız; Pasifik’in her iki yakasında işçiler ve işadamlarının yararına olacak inovasyonlar için kaynak teşkil ediyoruz. Her yıl 350.000 kadar Asyalı öğrenciye ev sahipliği yapıyoruz. Serbest piyasaların şampiyonu, evrensel insan haklarının savunucusuyuz.

Başkan Obama, Pasifik’te yeri doldurulamaz rolümüzün hükümet düzeyinde tam olarak sahiplenilmesi amacıyla, çok-boyutlu ve kalıcı çabalara öncülük yapıyor. Bu çabaların çoğu, gazete manşetlerinden duyurulmadı; çünkü uzun dönemli yatırımlar, ivedi krizlerden daha az ilgi çekicidir ve dünyanın diğer bölgelerinde de aynı zamanda önemli gelişmeler yaşanıyor.

Dışişleri Bakanı olarak, bu geleneği kırdım ve Asya’ya ilk resmi denizaşırı seyahatimi gerçekleştirdim. Bu zamana dek gerçekleştirdiğim yedi ziyarette, bölgede vuku bulan hızlı dönüşümleri ilk elden görme ayrıcalığı edinmiş; Asya-Pasifik’in geleceğiyle Amerika’nın geleceğinin ne denli iç içe olduğuna tanık olmuştum. Bu bölgeye doğru stratejik bir yönelim ise, Amerika’nın küresel liderliğini güvence altına alıp kalıcı kılma yolunda dünya çapındaki çabayla mantıksal bir uyum içinde. Bu yönelimin başarısı, Asya-Pasifik bölgesinin ulusal çıkarlarımız açısından ne denli önemli olduğu konusunda iki parti arasında bir uzlaşı sağlamayı ve bu uzlaşıyı ileri noktalara götürmeyi gerektiriyor. Ayrıca, yaptığımız tercihlerin küresel etkilerini izah eden tutarlı ve bölgesel bir stratejiyi de zekice uygulamaya geçirmeliyiz.

Peki, bu bölgesel strateji neye benziyor? Konuya yeni başlayanlar için, “ileri konuşlandırılmış” diplomasi olarak adlandırdığım diplomasiye yönelik kalıcı bir taahhütte bulunmayı gerektiriyor. Yani, diplomatik varlıklarımızın tümünü, Asya-Pasifik bölgesindeki her ülkeye ve her noktaya aktarmayı sürdürmeliyiz –üst düzey yetkililerimiz, kalkınma uzmanlarımız, bakanlıklar-arası heyetlerimiz ve daimi varlıklarımız da buna dahil. Stratejimiz, Asya’da gerçekleşen hızlı ve çarpıcı değişimleri açıklayabilmeli ve bu değişimlere adapte olabilmeli. Bunu göz önünde bulundurursak, çabamız altı temel eylem çizgisi boyunca ilerleyecek:

- İkili güvenlik ittifaklarının güçlendirilmesi;
- Çin de dahil olmak üzere yükselen güçlerle temel ilişkilerimizin derinleştirilmesi;
- Bölgesel çok-taraflı kurumlarla temas kurulması;
- Ticaret ve yatırımın artırılması;
- Geniş temelli askeri bir varlık kurulması; ve
- Demokrasi ve insan haklarının ilerletilmesi.

Kendine özgü coğrafyamız gereği, Amerika hem bir Atlantik, hem de bir Pasifik gücü. Avrupa’daki ortaklarımızdan ve onların bize sağladıklarından gurur duyuyoruz. Şu anda önümüzde duran mesele ise, Amerika’nın çıkarları ve değerleriyle mümkün olduğunca tutarlı ve kalıcı olması kaydıyla, Pasifik’te bir ortaklıklar ve kurumlar ağı inşa etmek. Tıpkı, Atlantik’te kurduğumuz ağın bir benzerini kastediyorum. Böylelikle, bu bölgelerdeki çabalarımız için bir mihenk taşı sağlamış olacağız. Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’da antlaşma temelli ittifaklarımız, Asya-Pasifik’e stratejik yönelimimiz açısından bir dayanak noktası teşkil ediyor. Söz konusu ittifaklar, bu bölgelerdeki barışı ve güvenliği yarım yüzyıldan uzun süredir sağlamaktalar ve bölgenin çarpıcı bir ekonomik yükseliş sağlaması için gereken ortamı şekillendiriyorlar. Bölgedeki varlığımızı güçlendirip, değişen güvenlik sorunlarının olduğu bir dönemde bölgede liderlik sergilememizi mümkün kılıyorlar.

Bu ittifaklar ne kadar başarılı olsalar da, sadece onları kalıcı kılmakla yetinemeyiz –değişen dünya karşısında onları da güncellememiz gerekiyor. Bu yönde bir çabayı sarf ederken, Obama yönetiminin önünde üç temel ilke bulunuyor:

1. İttifaklarımızın temel hedeflerine dair siyasi uzlaşıyı sürdürmemiz gerekiyor.

2. Yeni sorunlara yanıt vermeleri ve yeni fırsatları değerlendirmeleri için, ittifaklarımızın uyumlu ve atik olmaları gerekiyor.

3. Savunma yeteneklerimizin ve ittifaklarımızın iletişim altyapısının, birçok devlet ve devlet-dışı aktörden kaynaklanan provokasyonları önleyecek türden operasyonel ve materyal yetenekte olmasını güvence altına almalıyız.

Bölgede barış ve istikrar açısından bir köşe taşı olan Japonya ile ittifak, Obama yönetiminin bu ilkeleri ne denli hayata geçirdiğinin bir göstergesi. Seyrüsefer özgürlüğünden açık piyasalara ve adil rekabete dek net bir yol haritası eşliğinde istikrarlı bir bölgesel düzen kurmaya dair ortak bir vizyon paylaşıyoruz. Yeni bir anlaşmaya da onay verdik ve bu anlaşma kapsamında, Japon hükümetinden 5 milyar doların üzerinde bir katkı söz konusu. Bu katkının amacı ise, Japonya’daki Amerikan güçlerinin varlığının sürdürülmesi, bir yandan da bölgesel güvenliği tehdit eden sorunlara hızlı yanıt vermek ve bu sorunların yaşanmasını önlemek amacıyla ortak istihbarat, denetim ve keşif faaliyetlerinin yaygınlaştırılması ve siber tehditleri önleyecek istihbaratın paylaştırılması. Bir neticeye bağladığımız Açık Semalar Anlaşması ise, iş dünyasına ve insanlar arası bağlantılara erişimi güçlendirmeyi hedeflerken, Asya-Pasifik’te stratejik bir diyalogu da başlatmış bulunuyor. Bu anlaşmanın hazırlığı sırasında, Afganistan’a en fazla yardımda bulunan iki ülke olarak işbirliği içinde çalıştık.

Benzer şekilde, Güney Kore ile olan ittifakımız da giderek daha da güçleniyor ve operasyonel açıdan daha entegre bir hal alıyor. Ayrıca, Kuzey Kore’deki provokasyonları caydırmak ve yanıt vermek amacıyla birleşik yeteneklerimizi geliştirmeyi de sürdürüyoruz. Savaş zamanında operasyonel kontrolün başarılı bir şekilde el değiştirmesi ve Kore-Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın meclisten kolaylıkla geçmesi için bir plan üzerinde anlaştık. Ayrıca, ittifakımız, G-20’de ve Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde birlikte yaptığımız çalışmalar yoluyla küresel bir nitelik kazanıyor. Bunda, Haiti ve Afganistan’daki ortak çabalarımızın da rolü büyük.

Ayrıca, Avustralya ile olan ittifakımızı da Pasifik ortaklığından Hint-Pasifik ortaklığına, yani daha küresel bir ortaklığa doğru genişletmekteyiz. Siber güvenlikten Afganistan’a, Arap Uyanışı’na, Asya-Pasifik’teki bölgesel mimarinin güçlendirilmesine dek, Avustralya’nın üstlendiği taahhütler ve yol göstericiliği oldukça gerekliydi. Ve Güneydoğu Asya’da, Filipinler ve Tayland’la olan ittifaklarımızı yenileyip güçlendiriyoruz. Örneğin, Filipinler’e giden gemi sayısını artırıyoruz ve Mindanao’daki Ortak Özel Operasyonlar Görev Gücümüz aracılığıyla Filipinlerdeki terörle mücadele güçlerinin başarılı bir şekilde eğitimi için çalışıyoruz. Asya’daki en eski antlaşmayı imzaladığımız ortağımız olan Tayland’da ise, bölge çapında insancıl yardım ve afet sonrası kurtarma çabalarına yönelik bir merkez kurmak için uğraş veriyoruz. İttifaklarımızı yeni talepler doğrultusunda güncelledikçe, ortak sorunları çözmemize yardımcı olması için yeni ortaklıklar da kuruyoruz. Çin’e, Hindistan’a, Endonezya’ya, Singapur’a, Yeni Zelanda’ya, Malezya’ya, Moğolistan’a, Vietnam’da, Bruney’e ve Pasifik ada ülkelerine dek erişmemiz, bölgede Amerika’nın stratejisi ve taahhütlerine dair daha kapsamlı bir yaklaşım edinmek için geniş çaplı bir çabanın birer parçası. Bu yükselen güçlerden, kurallar-temelli bir bölgesel ve küresel düzeni şekillendirmede ve bu düzene katılmada yanımızda yer almalarını talep ediyoruz.

Yükselen ortaklar arasında önde gelenlerden biri de, elbette, Çin. Ondan önceki birçok diğer ülke gibi, Çin de, Amerika’nın inşasına yardım ettiği ve kalıcılığını sağlamak için birlikte çalıştığı açık ve kural-temelli bir sistemin parçası olarak belli bir refah düzeyine erişmiş bulunuyor. Çin, bugün, ABD açısından yepyeni bir ikili ilişki sistemini temsil ediyor. Bu, şu ana dek görülmüş en sorunlu ve azametli ilişki biçimlerinden biri. Dolayısıyla, dinamik, dikkatli ve tutarlı bir idareyi gerektiriyor. Çin’e yönelik yaklaşımımızın gerçekleri temel alması, sonuçlara odaklanması ve gerek ilkelerimiz gerekse çıkarlarımız açısından doğruluk payına sahip olması önemli.

Pasifik’in her iki yakasında bir takım korkular ve yanlış algıların mevcut olduğunu hepimiz biliyoruz. Ülkemizde kimileri Çin’in ilerleyişini ABD açısından bir tehdit olarak görürken, Çin’de kimi çevreler ise Amerika’nın Çin’in büyümesini engellemeye çalıştığını iddia ediyor. Biz her iki görüşü de reddediyoruz. Gerçek şu ki, güçlenen bir Amerika, Çin açısından iyi olduğu kadar, güçlenen bir Çin de Amerika açısından olumlu bir gelişme olarak addediliyor. Çatışmadansa işbirliğine yönelmek, her iki taraf açısından daha kazançlı görünüyor. Ancak, sadece niyet temelinde bir ilişki inşa edemezsiniz. Pozitif kelimeleri etkin bir işbirliğine tutarlı bir şekilde tercüme etmek ve öncelikle küresel düzlemde karşılıklı sorumluluklarımızı ve yükümlülüklerimizi yerine getirmek, her iki tarafın iradesine bağlı. Tüm bunlar, ilişkimizin önümüzdeki yıllarda potansiyelini ortaya koyup koyamayacağını belirleyecek. Ayrıca, farklılıklarımız konusunda da dürüst olmalıyız. Bu farklılıkları kararlı bir şekilde ele alacağız, keza birlikte yapmamız gereken ivedi çalışmaların peşini bırakmıyoruz.

Son iki buçuk yıldır önceliklerimden biri de, ortak çıkar alanlarını tespit edip, bunları yaygınlaştırmak, Çin ile karşılıklı bir güven ilişkisi tesis etmek ve küresel sorunların çözümünde Çin’in de aktif bir çaba sergilemesini teşvik etmek yönünde oldu. İşte tam da bu yüzden Hazine Müsteşarı Timothy Geithner ile birlikte, Stratejik ve Ekonomik Diyalogu başlattık. Böylelikle, hükümetler arasında bu zamana dek tesis edilmiş en yoğun ve kapsamlı görüşmeler için zemin hazırlandı; her iki taraftan da onlarca bakanlık bir araya getirilerek, ikili ilişkilerde en ivedi sorunlar (güvenlikten enerjiye, insan haklarına dek) görüşüldü.

Ayrıca, saydamlığı artırmak ve ordularımız arasındaki yanlış algıların riskini azaltmak için de çalışıyoruz. ABD ve uluslararası camia, Çin’in ordusunu modernize etme ve büyütme yönündeki çabalarını izledi; Çin’in bu çabalarına daha fazla açıklık getirmeye çalıştık. Her iki tarafın orduları arasında daha saydam, kalıcı ve kapsamlı bir ilişki tesis edilmesinden her iki taraf da yarar sağlayacak. Dolayısıyla, Pekin’in bizimle kalıcı bir askeri diyalog içine girmesinin yollarını araştırdık. Ayrıca, Stratejik Güvenlik Diyalogu’nu da güçlendirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor; keza söz konusu diyalog, deniz güvenliği ve siber güvenlik gibi “hassas” konularda askeri ve sivil liderleri bir araya getiriyor. Aramızda güven tesis ettikçe, Çin ile kritik bölgesel ve küresel güvenlik meselelerini ele almak üzere daha fazla işbirliği kurmak istiyoruz. İşte bu yüzden de Çinli meslektaşlarımla, Devlet Müsteşarı Dai Bingguo ve Dışişleri Bakanı Yang Jiechi’yle –genellikle gayriresmi toplantılar çerçevesinde- son dönemde çok daha sık görüşmeye başladım. Bu görüşmelerde, Kuzey Kore, Afganistan, Pakistan, İran gibi önemli sorunları tartışmaya açarken, Güney Çin Denizi’ndeki gelişmeleri de mercek altına alıyoruz.

Ekonomik cephede ise, Amerika ve Çin’in, gelecekte güçlü, kalıcı ve dengeli bir küresel büyüme sağlanması için birlikte çalışması gerekiyor. Küresel mali krizin ardından, ABD ve Çin, G-20 çerçevesinde etkin bir çaba içine girdi; amaçları küresel ekonomiyi eski düzeyine geri getirmek idi. İşte bu tür bir işbirliğini inşa etmeliyiz. Amerikan firmaları, Çin’in büyüyen piyasalarına ihracat yapmak üzere kendilerine hakkaniyetli fırsatlar sunulmasını istiyorlar. Söz konusu ihracatlar, ABD’de önemli bir istihdam kaynağı olabilir; ayrıca 50 milyar dolarlık bir Amerikan sermayesinin Çin’e yatırılacağına dair verilen güvence, küresel rekabet gücünü de destekleyecek şekilde, yeni piyasa ve yatırım fırsatları için güçlü bir temel teşkil edecektir.

Aynı zamanda, Çinli şirketler de, ABD’den çok daha ileri teknoloji ürün satın alabilmek, buraya çok daha fazla yatırım yapmak ve piyasa ekonomilerinin faydalandığına benzer koşullarda piyasaya erişim imkanları edinmek istiyorlar. Bu hedefler doğrultusunda birlikte çalışabiliriz; ancak öncelikle Çin’in reform doğrultusunda önemli adımlar atması gerekiyor. ABD ve diğer yabancı şirketlere veya bu şirketlerin yenilikçi teknolojilerine karşı uyguladığı adaletsiz ayrımcılığı sona erdirmesi, ülkedeki kendi şirketlerine yönelik kayırmacı uygulamalarını kaldırması ve yabancı entelektüel mülkiyetin cesaretini kıran tedbirleri sonlandırması için Çin ile çalışıyoruz. Ayrıca, Çin’in dolar ve diğer büyük ticaret ortaklarının para birimi karşısında kendi parasına daha hızlı bir şekilde değer kazandırması için gereken adımları atmasını bekliyoruz. Bu tür reformlar, sadece her iki ülkenin yararına olmakla kalmayacak (çünkü Çin’in ülke-içi büyüme çağrısında bulunan beş yıllık planında yer alan hedefleri de desteklemiş olacak), küresel ekonomik denge, öngörülebilirlik ve refaha da katkı sağlayacak.

Devamı için tıklayınız

Haber Ara