Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Muharrem hüzün ve matem ayı

Muharrem ayı İslam dünyasında özellikle Şia ve Aleviler açısından Ehl-i Beyt ve Kerbela ile özdeşleşmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-12-05 07:34:39

Muharrem hüzün ve matem ayı


Bu nedenle Aleviler ve Şiiler için Muharrem ayı bir hüzün ve matem ayıdır. Peygamberler serveri Muhammed Mustafa hazretlerinin iki gözünün nuru Hasan ve Hüseyin hazretlerinden Hz. Hüseyin'in Kerbela çölünde hunharca katledilişinin acısı her yıl müminlerce hatırlanır ve onun aşkı ve muhabbeti için, Hak rızası için oruçlar tutulur ve aşureler kaynatılarak o acı ve elem verici olay her yıl tekrar tekrar hatırlanır. Hz. Hüseyin'in kıyamının tekrar hatırlandığı bu günlerde müminler Ehl-i Beyt'in ahlakı ve tutumunu içselleştirmeye çalışırken, zalimlere karşı mücadele azmi ile dolarlar. Bu matem günlerinde eski devirlerde Aleviler arasında Kerbela mersiyeleri ve özellikle büyük şair Fuzuli'nin "Hadikatüs-şühedası" büyük bir vecd ile okunurdu. Muharrem orucu süresince iftardan sonra da yeme ve içmeye dikkat edilir ve Kerbela şehitleri fakru zarureti hatırına az yenir, et yenmez ve hiçbir canlıya kıyılmaz ve su içilmez. Hz. Hüseyin şehit olduğu gün kaynatılan aşureler Hak rızası için dağıtılır ve Hüseyin aşkına gözyaşları dökülür. Yine oruç tamamlandığında Hz. Hüseyin aşkına kurbanlar kesilir ve lokmalar dağıtılırdı. Matem günleri boyunca gülünmez ve eğlenceden uzak durulurdu.

Allah'tan tutulan oruçların ve Hz. Hüseyin'in canı için kaynatılan aşurelerin kabulünü dilerken bu vesile ile Aleviliğin temel kavramlarından birini "üç sünnet, yedi farz" kavramını açıklamaya çalışacağım.

Sırrı faş etme Alevilikteki en büyük suçlardan birisidir. Bu nedenle sırrın ne olduğu çokça tartışılmıştır. Meseleye kafa yoranlar kendi müktesebat ve meşreplerince farklı cevaplar verir. Son yıllarda en revaçta olanı Aleviliğin İslam dışında daha eski bir inancın devamı olduğu ve sırrın Aleviliğin İslam dışılığı olduğu iddiasıdır. Bu çevrelere göre Aleviler yüzyıllardır Müslümanlar kendilerine dokunmasın diye lâfzen Müslüman görünmüş ve kendilerini İslam perdesi arkasında gizlemişlerdir. Güya sır budur! Peki, sır bu mudur? Elbette ki değil! Son asra kadar hiçbir Kızılbaş Pir'inin ve şairinin aklına böyle bir açıklama yapmak gelmemiştir. Zira sırdan kasıt ehl-i tarikin yol-edep-erkânını na-ehil kimselerden sakınmasıdır. Hak sohbetine layık olmayanlar ile muhabbetten kaçınmak avamdan el etek çekmek, evliya muhabbetinden ayrılmamaktır. Zira yukarıda bahsedilen tarzda bir sır olsa idi Kızılbaş sürekleri en güçlü oldukları dönemlerde örneğin Şah İsmail devrinde bu sır açık edilirdi. Bu nedenle sırdan, kasıt yol-edep-erkân bilgisi olduğu için taliplerin kendilerini ehl-i tarik olmayanlardan sakınmaları olarak anlaşılmalıdır. Nitekim gerek Şah İsmail ve gerekse daha sonra gelen Kızılbaş şairleri temel bilgileri nefesler aracılığı ile talipler arasında açık etmiş ve paylaşmışlardır. Çaldıran sonrası Kızılbaşlar devrin şartları nedeniyle kendi akidelerini kendi aralarında bir sır gibi taşıyarak başkalarıyla paylaşmakta ketum davranmışlardır. Bu nedenle pek çok Kızılbaş şairi kendi muhitleri dışında hemen hemen hiç bilinmez ve nefesleri tanınmaz. Bu gizlilik nedeniyle Kızılbaş ayinleri hakkında bugüne kadar süregelen kuşku ve iftiralar doğmuştur. Belki de bu nedenle Kızılbaş semahı ile Mevlevi semaı arasındaki benzerlik unutulmuştur. Tarihsel olarak Kızılbaşlar (ve tabii ki Bektaşiler) ile Mevleviler arasında Sünnilikle gözüken çekişmenin yaşanmamış olması bu iki grubun da aslında birbirlerini çok iyi tanımalarından kaynaklanır. Mevlânâ, Kızılbaşlar arasında sevilen sayılan bir zat olmuştur. Sır Ali sırrıdır ancak bilinmeyen bir şey değildir. Sır tamamen İslam'ın dışında değil, içindedir. Bugün içinde bulunduğumuz hal sırrı faş etmeyi farz kılmaktadır: çünkü özde değil sözde talipler cirit oynamakta ve sadece Alevilere değil İslam'a da zarar vermektedirler. Kendi nefs-i hevaları uğruna bir inancın akidesini bozmaktan çekinmemektedirler. Sözümüz anlayana; anlamak istemeyene ve yoldan uzak olana değil.

Üç sünnet, yedi farz nedir?

Kızılbaş geleneğinin kendine has terkiplerinden birisidir "üç sünnet, yedi farz". Buyruklarda ve nefeslerde ufak tefek değişiklikler gösterse de temelde benzerlik taşır. Bu terkip içinde geçenleri değişik şekillerde de görebiliriz. Biz de Hatayi'den bir nefesle söze girelim;

"Üç sünnet, yedi farz Mümin olana / Mümin isen dinle gel ezelinden

Birincisi la ilahe illallah / Kelime-i Tevhid gele dilinden"

Üç sünnetin ilki kelime-i tevhiddir ve Mümin olan kimsenin dilini tevhidden uzak tutmaması esastır. Buyruklara göre de Talip daim zikr-i Hak üzere olmalıdır. Nitekim Allah, Ahzap Suresi 41. ayette "Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ" buyurur. Hakk'ı çok ve devamlı olarak zikretmelidir ki, zikrin nuru kalbe düşsün ve gece gündüz, gizli aşikâr Tevhid kelimesini söylemelidir ki nefs-i emmarenin kökünü kessin, takvâ yoluna gönül bağlayıp cila versin.[1][1] Ve yine Hak Teala'nın korkusun çekmek gerekir. Zira Hakk'ı unutan Hakk'ın emrini kırandır. Hakk'ın emrini kıran ise Yezid Mervan'dır. [1][2]

Yine bir başka nefeste Hatayi farz ve sünnetleri birleştirerek şu şekilde seslenir:

Dervişliğin on babı var ey mümin / Arif isen gel dinle evvelinden

Evvel budur lâ ilâhe illallah / Kelam-ı Tevhid okuya hem dilinden

Şeyh Safi hazretlerine sorulur "El-mü'minü ke'n-nahleti lâ ye'külu illâ tayyiben: Mümin arıya benzer. Sadece temiz olanı yer ve temiz olarak bırakır." O da cevaben; İman, umur-ı batınidedir ve imanı kabul edici dahi gönüldür. Öyle olunca mümin olan gönüldür. Pes gönlün yediği kelime-i tayyibedir ki aslı tevhiddir ve anun fer'i İslamdır ve gönül ki mümindir tevhid azığı ona pak ve tahirdir şirkten. Onun fer'i İslam'dır ve kavli 'La ilâhe illallâh'tır."[1][3] diye devam eder.

Tarikattadır elimiz / Hakikattadır yurdumuz

Hakla olur virdimiz / Her kazadan saklar bizi (P.S. Abdal)

İşte size sır! Talibin dilinden tevhidi eksik etmemesi.

İkinci Sünnet budur adavet etmeye/ Nefse uyup şeytana gönül katmaya

Özünde zerrece kibir tutmaya/ Geçe ol ezeli kötü fiilinden

Sünnetin ikincisi, talibin kalbinden kin ve adaveti gidermesidir. Yani hiçbir mahlûk kendisinden incinmeye, müminler arasında yıkılmış yeri olmaya, Mürşit huzurunda kimse kendisinden hak dava kılmaya ve özün şeytandan sakına.

Eliftir doksan bin kelâmın başı / Var Hakk'a şükreyle beyi neylersin

Vücudun şehrini arıtmayınca / Yüzün yumağa suyu neylersin (P.S. Abdal)

"Talip bin ise bir otura" yani daima edep ve hayâ üzere ola. Nitekim bir hadisi şerifte Peygamberimiz "Mümin, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir." diye buyurur.

Üçüncü sünnet budur özür eyleye / Özür yiğit mevlasın mazur eyleye

Söylerse de mizan söyleye /Kimse incinmeye onun kavlinden (Hatayi)

Üçüncü sünnet Talibin yola teslimi rıza olmasıdır. Tarikat'ın her türlü yolunu bilmesi ve o kavil üzere bulunmasıdır. Üç sünnet formülasyonu çeşitli farklılıklar göstermekle beraber özde birbirine yakındır. Birincisi değişmez, ikinci ve üçüncü sünnet farklı şekillerde tarif edilse de esasta talibin kendisini her türlü kötülükten alıkoyması ve şeytanın izinden uzak durması ve yolu bilmesi üzerinedir.

Yedi farza gelince birbirine yakın olmakla birlikte ufak tefek farklılıklar gösterir.

Ben dervişim diye göğsün açarsın / Hakk'ı zikretmeğe dilin var mıdır

Sen kendin görsen'e ilde n'ararsın / Hali hâl etmeğe hâlin var mıdır (P.S. Abdal)

Yedi farz ile ilgili açılımlardan birini yazarak konuyu şimdilik burada keselim:

1-Talip ile sırdaş olmak.

2- Taliplerin dört kapıda kâmil olup sayılmış olmak ve ispatlarının olması.

3- Mümin ve talip olacakların hırs ve nefislerini öldürmeleri ve kendilerini bir ölü gibi görmeleri.

4- Talip evliyaya iradet getirip, mürebbisi emrine muti olup rızasız gezmemeli.

5- Sofu iradet getirip, musahip tutmalı ve musahip hakkını ceme getirmeli.

6- Evliyaya iradet getirip tövbe almalı ve biat etmeli.

7- Talibin setr ve kisvet giyinmiş, meyan kuşanmış, mürebbi ve musahibine erişmiş, pir eliyle beli bağlanmış, eli ikrar eteğine yetmiş ve her türlü sayılmış olmalı.

Not: Hüseyin aşkına tutulan cümle oruçları ve kaynatılan aşureleri Allah kabul eylesin.

[1][1] İmam Cafer Buyruğu, Ayyıldız yay. s.79

[1][2] İmam Cafer Buyruğu, Ayyıldız yay. s.109

[1][3] S. Kutlu, N. Parlak, Makalat Şeyh Safi Buyruğu, Horasan Yay., s.226-227

Şenol KALUÇ: LDT Alevi-Bektaşi Araştırmaları Merkezi Direktörü


Zaman

SON VİDEO HABER

İstanbul2da 4 katlı otelde yangın

Haber Ara