Yeni anayasadan hayır gelir mi?
Anayasa yapımında seçmenin yüzde 50’sinin desteklediği bir siyasi parti ile yüzde 6’sının desteklediği bir siyasi parti eşit güçte konumlanmıştır. Bu, uygulama, küçük bir azınlığın çoğunluğu ambargosu altına alması demektir ve anayasa yapımını imkansızlaştırmaktadır.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-28 07:21:37
Prof. Dr. SERAP YAZICI / İstanbul Bilgi Üniv. Hukuk Fak. Öğretim Üyesi
1982 Anayasası, demokratik yöntemlerle hazırlanmaması, yasakçı, otoriter, milliyetçi ve vesayetçi bir içeriğe sahip olması nedeniyle, kabul edildiği tarihten bu yana haklı eleştirilere konu olmuştur. Bu eleştirilerin bir bölümü, 1982 Anayasası’nın kısmi değişikliklerle, demokratik ve özgürlükçü bir ruha sahip kılınmasının mümkün olmadığı tezini de içermektedir. Bu nedenle, 1990’lardan bu yana, Türkiye’nin önde gelen sivil toplum ve meslek kuruluşları, yeni bir anayasa hazırlanması hedefine ulaşmak amacıyla, çeşitli anayasa taslaklarının hazırlanmasını teşvik etmişlerdir. Bu taslak çalışmaları nedeniyle, yeni anayasa tartışmaları, kamuoyunda zaman zaman daha da canlanmıştır. 12 Eylül 2010 halkoylamasının yüzde 58 evet oyu ile sonuçlanması, toplumun yeni anayasa beklentisinin ne ölçüde güçlü olduğuna karine olarak yorumlanmıştır. Bu nedenle, Haziran 2011 Genel Seçimleri öncesinde, pek çok sivil toplum kuruluşu, çeşitli anayasa projelerinin hazırlanmasını teşvik etmiş; bu projeleri, kamuoyunun tartışmasına açmıştır. Yeni anayasa beklentisinin kümülatif olarak güçlenmesi nedeniyle, AKP, CHP, MHP ve Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu, 2011 seçim beyannamelerinde seçmenlerine yeni anayasa vaadinde bulunmuşlardır. Böyle olmakla beraber, bu siyasi partilerden hiçbiri, yeni anayasa taahhüdünü, seçim kampanyalarının asli unsuru haline getirmemiş; hatta belki de böyle bir tutumdan özellikle imtina etmişlerdir.
Toplumun beklendiği anayasa
TBMM’nin, seçimleri takiben 28.06.2011’de yemin törenini gerçekleştirmek üzere yaptığı ilk toplantının, CHP milletvekilleriyle, EDÖB’nu temsil eden bağımsız milletvekillerinin protestolarına sahne olması, yeni anayasa umutlarına gölge düşürmüştür. Kamuoyunun bir bölümü, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, halkın seçtiği vekillerin protestosuna sahne olan TBMM’nin, nasıl olup da yeni bir anayasa yapmanın gerektirdiği yapıcı ve demokratik üslubu sergileyebileceği meselesini, haklı olarak sorgulamıştır. Böyle olmakla beraber, Cemil Çiçek’in TBMM başkanlığına seçimini, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin oylarıyla değilse de açık veya zımni mesajlarıyla desteklemeleri, bu meclis kompozisyonunun gerektiğinde demokratik bir olgunluk da sergileyebileceği izlenimini yaratmıştır. Başkan seçilmesinin ardından, Çiçek’in yeni bir anayasa yapmanın ilk aşaması olan yöntem sorununu çözmek amacıyla, 19.10.2011’de anayasa hukuku ve kamu hukuku profesörlerini, görüşlerinden istifade amacıyla TBMM’ye davet etmesi de, yeni anayasa projesi yönündeki umutları besleyen bir başka faktör olmuştur. Bu nedenle, yemin töreninde ortaya çıkan ve bir süre devam eden krize rağmen, kamuoyunun geniş bir kesimi, parlamentonun yeni anayasayı yapabileceği umudunu muhafaza etmiştir. Türkiye toplumunun çoğunluğu, yeni anayasa beklentisini paylaşmakla beraber, bu çoğunluğun yeni anayasadan ne bekledikleri konusunda görüş birliğine ulaşabilecekleri şüpheli görünmektedir. Türkiye’nin yeni bir anayasa metni ile çözmesi gereken sorunların ne olduğu açıktır. Yeni anayasayla, hak ve özgürlükler genişletilmeli; bu özgürlüklerin güvenceleri güçlendirilmeli; kısacası, insan haklarının demokratik dünyada kabul gören evrensel standartları benimsenmelidir. Bundan başka, demokrasi değerleri ve özgürlüklerin asli güvencelerinden olan hukuk devletinin tüm mekanizmaları kabul görmeli; bu bağlamda, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı güvence altın alınmalıdır. 1961 Anayasasından bu yana süregelen, 1982 Anayasası’yla daha da güçlenen vesayet kurumları tasfiye edilmeli; çoğulculuk esasına dayanan, temsili demokrasi güçlendirilmelidir.
Yerel yönetimler güçlenmeli
Öte yandan, asker-sivil ilişkileri, bu ilişkilerin demokratik modeline uygun kılınmalı; silahlı kuvvetlere tanınan ayrıcalıklar tasfiye edilerek askeri vesayete son verilmelidir. Nihayet, Kürt meselesinin çözümünü kolaylaştırmak amacıyla, yeni anayasada herhangi bir etnik grubu yücelten ifadelerden ve her tür etnik referanstan kaçınılmalı; bu bağlamda, anayasal vatandaşlık, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, farklı dil ve lehçelerin öğretim kurumlarında seçimlik ders olarak okutulması kabul edilmeli; böylece, farklı grupların kültürel haklar yönündeki talepleri karşılanmalıdır. Bu listede yer alan hususlar, yeni anayasanın karşılaması gereken demokrasi reformunun ana çizgilerini ifade etmektedir.
Yeni anayasada yer alması zorunlu olan bu yenilikler konusunda, parlamentoda temsil edilen siyasi partilerle bu partilerin seçmen tabanlarının görüş birliğine ulaşmaları, zayıf bir ihtimal gibi görünmektedir.
Bu nedenle, kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkan, büyük çoğunluğun paylaştığı yeni anayasa arzusunun, anayasal reform ihtiyacını tek başına çözecek bir güce sahip olmadığının kabulü gerekir.
Bu gerçeğe rağmen, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in girişimleriyle ve parlamentodaki tüm partilerin desteğiyle kurulan Uzlaşma Komisyonu, toplumun belirli bir kesimi için yeni anayasanın yapılabileceği konusunda güçlü bir umut uyandırmaktadır. Ne var ki komisyonun çalışma usulleriyle ilgili olarak yayınladığı 15 maddelik metin, yeni anayasanın içeriği konusunda adım atmanın mümkün olmadığını göstermektedir. Metnin 6. maddesine göre komisyon, tüm siyasi partilerin mutabakatıyla karar verebilecektir. Bu hüküm, Ergun Özbudun’un ifade ettiği gibi (Taraf Gazetesi, 21.11.2011, Neşe Düzel Röportajı), komisyonun ölü doğduğu, hiçbir temel konuda karar üretemeyeceği anlamına gelmektedir. Yeni anayasanın çözmesi gereken tüm sorunları bir kenara bırakarak sadece Kürt sorununun çözümüne yönelik hükümlere odaklandığımızda, MHP ile BDP arasındaki görüş ayrılıklarının derinliği, komisyon çalışmalarının yürümeyeceğini göstermeye yeterlidir. Gerçekten MHP, anayasal vatandaşlık, anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konularını kırmızı çizgiler olarak ilan ettiği, tartışmaya dahi açmayacağını vurguladığı halde, bu hususlar, BDP’nin anayasa yapımı sürecindeki olmazsa olmazlarını ifade etmektedir.
13. madde anayasaya engel
Öte yandan, metnin 15. maddesi, partilerden biri dahi komisyondan çekildiğinde, komisyonun dağılacağı ve çalışmaların sona ereceği hükmüne yer vermektedir. Bu hüküm de her an dağılmaya hazır, kırılgan bir komisyonun varlığına işaret etmektedir.
Nihayet metnin 13. maddesi, Anayasanın 175. maddesiyle TBMM’ne tanınan anayasayı değiştirme yetkisini ortadan kaldıran bir hükme yer vermektedir. 13. maddeye göre: “Anayasa taslak metni, gerek uzlaşma ve yasama komisyonlarında ve gerekse genel kurulda partilerin mutabakatı olmadıkça değiştirilemez, ekleme yapılamaz.” Bu hüküm, sadece, Anayasanın 175. maddesini değil, aynı zamanda temsili demokrasinin gereği olan seçmen iradesinin parlamento kompozisyonunu belirme yeteneğini de ortadan kaldırmıştır. Böylece, anayasanın yapımı gibi çok hayati bir süreçte, seçmenin yüzde 50’sinin desteklediği bir siyasi parti ile yüzde 6’sının desteklediği bir siyasi parti, eşit bir güce sahip kılınmıştır. Bu, uygulamada, seçmenin yüzde 6’sının desteğine sahip bir grubun, kendisi dışındaki tüm grupların iradesine ambargo koyabileceği anlamına gelmektedir. Demokrasi, elbette sayısal çoğunlukların azınlıklara hükmettiği bir modeli ifade etmemektedir. Ancak, herhalde demokrasi, küçük bir azınlığın çoğunluğu ambargosu altına aldığı bir sistem anlamına da gelmemektedir.
Sistematik reform projesi
Bu nedenle, mevcut koşullar, Türkiye’nin 30 yıldan beri kronikleşen yeni bir anayasaya kavuşma idealine, sanıldığı gibi çok yaklaştığını göstermemektedir. Bu yüzden, kamuoyunun yeni anayasa hayali peşinde zaman kaybetmek yerine, demokrasi açığını kapatabilecek, insan haklarını güçlendirebilecek daha gerçekçi senaryolara odaklanması gerekir. Bu sorunları çözmek üzere, mevcut şartlar altında uygulanabilecek en gerçekçi yöntem, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 10 Eylül’de Lale Kemal’e verdiği mülakatta belirttiği gibi, kanunlar düzeyinde çok sistematik bir reform projesine yönelmektir. Türkiye’de insan haklarını güvencesiz bırakan, demokratik kurumları zayıflatan asıl faktör anayasa olmakla beraber, yıllardan beri yürürlüğe giren kanunlar da bu sonuç üzerinde etkili olmaktadır. Şüphesiz, bu tür bir projeye öncelik tanımak, yeni anayasa idealinden vazgeçmek biçiminde yorumlanmamalıdır. Kanunlar, hatta yönetmelikler üzerinde sistematik olarak yapılacak iyileştirmeler, ülkenin otoriter iklimini yumuşatarak demokrasi kültürünü güçlendirebilir; bu ise, yeni anayasa idealini, daha ulaşılabilir bir hedef haline getirebilir.
Star
SON VİDEO HABER
Haber Ara