Haber Merkezi / TİMETURK
Müslümanlar bugün yeni bir yıla girdi. Miladi 26 Kasım 2011, Hicri 01 Muharrem 1433 yeni yılın birinci günü. Bu vesileyle tüm Timeturk ziyaretçilerinin Hicri Yılbaşını tebrik ediyoruz. Hicri 1433 yılının tüm insanlığa huzur, mutluluk ve bereket getirmesini diliyoruz.
Bindörtyüzotuzüç küsur yıldan beri, yılları `Hicret`le sayan Müslümanlar, zamanı `hicretten önce` ve `hicretten sonra` diye ikiye ayırırlar. Bugün idrak ettiğimiz 1433. Hicri Yılbaşı, Miladi takvime göre, 622 senesinde Hz. Muhammed(sav) ve ashabının, putperestlerin Mekke`de hayat hakkı tanımaması üzerine Medine`ye hicret etmelerinin başlangıcıdır.
İslam dünyasındaki birçok düşünür bugün yayımladıkları makalelerde, Müslümanları tarihlerini yeniden düşünmeye davet ettiler. `Hicri Takvim` diye bir takvimin varlığı, Hz. Peygamberin (sav)`in Mekke`den Medine`ye hicretinin arzettiği önemi anlatmaya tek başına yetmektedir diyen Müslüman düşünürler, İslam aleminin bugün içinde bulunduğu kaos ve keşmekeşten kurtulmak için hicreti yeniden düşünmeleri gerektiğini açıkladı.
Bu arada, Pakistan, Hindistan, Endonezya ve birçok İslam ülkesinde bu gece camilerde Hicreti anlatan anma programları düzenlenecek.
`HİCRİ YILBAŞI GECESİ`
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam, miladi 571`de 20 Nisana rastlayan, Rebiul-evvel ayının on ikinci Pazartesi sabahı, Mekke`de doğdu. 622`de Mekke`den Medine`ye hicret etti. 20 Eylül Pazartesi günü, Medine`nin Kuba köyüne geldi. Bu tarih Müslümanların Şemsi yılbaşı oldu. O yılın Muharrem ayının birinci günü de, Kameri yıl başı oldu. Muharrem ayının birinci gecesi Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir.
MUHARREM AYININ ÖNEMİ
Muharrem ayının onuncu gününe “Âşüre günü” denilmektedir. Kimi rivayetlerde yer aldığına göre Hz. Adem cennetten yeryüzüne bu günde indirilmiş, Hz. Nuh’un gemisi Cûdi dağına bu günde oturmuş, Hz. Mûsâ ve kavmi Firavun’un zulmünden bugünde kurtulmuştur. Rasulullah (sav) Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu günde oruç tutmuş, bunu müslümanlara da öğütlemiştir. Peygamber Efendimiz, Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da, “Ramazan orucundan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan âşüre orucudur” (Müslim, Savm, 38) buyurmuş ve bu orucun, Muharrem ayının dokuz-on veya on-onbirinci günlerinde tutulmasını tavsiye etmiştir. (Buhari, Savm, 69)
Yani “Haramları terkedip kötülüklerden uzaklaşmak”/ “tabiatın dürtüleri istikametinde yaşamayı terketmek şeklinde kullanılmıştır.
“İnsan dünyayı hiçbir zaman Coğrafya ilminin söz ettiği biçimde ve ölçüde göremez. Kişinin dünya görüşü üyesi bulunduğu toplumun maddi ve manevi ölçülerine bağlıdır. Yeryüzü bir ferdin gözünde, içinde yaşadığı kentin (Medine'nin) değişmesi ölçüsünde değişebilir ancak. Hatta denebilir ki ferdin sahip olduğu zihinsel bi çim, onun sahip olduğu dört sınıfsal dalıyla da aynı tip, aynı ölçü ve benzerliktedir. (Toplum, doğa, tarih ve nefsin sosyolojik konumu, ferdin dört sınıfsal dalını belirler.) Yani bir bakıma dış dünya ferdin gözünde, kendi toplumundan ve kendi sınıfından yansıyan olaylar ve görüntülerden oluşmuş bir biçimdir. Dış dünya, toplum bilim dilinde zihniyet ve bireyin süjesinin (görünmeyenin), gerçeklik ve bireyin objesini (görünenini) kendi üzerinde yontup renklendiren bir ressam ve bir heykeltıraştır.
Bergson'un deyimiyle, dış dünya, 'kapalı toplum'da yaşamakta olan bir ferdin gözünde sınırlı, küçük, durgun bir dünyadır. Bunun aksine, 'açık toplum'a bağlı olan bir fert ise aynı dünyayı sınırsız ve sürekli değişim içinde görür. Birincisi için yeryüzü, memleketinden biraz daha büyük bir toprak parçasıdır. Gökyüzü ise, ona her taraftan kapalı olan, çok yakın ufuklarında yerle bağlantılı, kümbetleri andıran durgun ve donuk bir çatıdır. Kaf Dağı, varlık âleminin sınırı, Cabulsa ve Cabulka ise varlık âleminin uzanabildiği en son noktalardır. Meselâ yeryüzüne Arap yarımadasından ba kacak olsa görecektir ki, o mâmur yerden (Arap yarımadasından) başka mâmur yer yoktur. Evet, kapalı bir toplum Kapalı Toplum/Din ve Açık toplum/Din kavramları Fransız Filozof Henry Bergson'a aittir. Kapalı toplum veya din şudur: İnanç, amel, gelenek ve görenek kalesinde kişinin düşünceleri tutsak durumundadır. Bundan dolayı da devamlı durgun haldedir. Asırlar geçse de gene durgun ve hareketsiz kalır. Bir değişim göstermez. Bunun tersi olan Açık toplum ve ya din ise şudur: İnanç, amel, gelenek ve görenekler kalesinin kapıları kırılmıştır. Bunlar diğer toplum ve dinlere açıktır. Bu durum onun değiştiğini, genişleyip zenginleştiğini gösterir. Böylece sürekli bir olgunluğa gider. Yahudi kavmi ve dini kapalı toplum veya dine örnektir. İslam dini ve hicretin ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarındaki İslam toplumu da açık toplum veya dine örnektir. Habeşistan Hıristiyanlığı kapalı toplum ve dine, Batı Avrupa Hıristiyanlığı ise açık toplum ve dine örnektir. Cabulsa ve Cabulka, biri doğuda, diğeri batıda olduğu düşünülen efsanevi şehirler.
Toplumda âlem kişisel, basit, çok küçük ve hareketsiz bir 'çatı'dır. Ve onun çok yakın olan sınırlarının ötesinde -ki bu sınırlar vatan sınırlarından birazcık daha uzaktır-yokluk, mutlak gizlilik ve karanlıktan başka birşey yoktur.
Toplum biçimlerden oluşur. Ferdin hak, âdet, gelenek ve görenekleri toplumu oluşturur. Din ise 'gökten inmiş olan' değişiklik kabul etmez, 'niçin' ve 'nasıl'ı ol mayan, cebrî, katı kurallı, akıl ve mantıktan uzak, sebep-sonuç ilişkisine önem vermeyen, kendisine bağlı kişilerin ruhsal yapılarına göre biçimlenen ve tek bir 'biçim'i ve 'seviyesi' olan inanç ve âmeller bütünüdür. Körükörüne bir bağlılıktır. (Bir ölçüde doğru olan) Durkheim'ın deyimiyle 'Din, toplumun genel ruhunun dış görünüşü ve büyütülmüşüdür'.
Toplumbilim araştırmalarında, özellikle medeniyetlerin, toplumların ve dinlerin başlangıçlarından günü müze uzanan tarih hikâyelerinde görülen odur ki insanın -gerek birey gerek toplum olarak- 'yer'e bağlılığının temel esası din ve dünya görüşüdür. Toplumbilim bu esasın doğruluğunu toplumsal sınıflar üzerinde de göstermiştir. Çiftçi sınıfı, toplumsal sınıfların en donuk, en hareketsiz olanıdır. Bergson'un deyimiyle toplumsal sınıfların en 'bağlı' olanıdır. İnsan-yer ilişkisini, bu ilişkinin ruhbilim ve toplumbilimdeki yerini dikkatlice inceleyen ve ruhbilim konusunda söz sahibi olan araştırmacı Holbach bunun sebebini sağlam ve sabit bir ilişkiye bağlamaktadır. Ona göre bu sınıf yer ile (zemin ile, toprak ile) vardır ve yer onun varlığının gereği olmuştur.
Hattâ yer çiftçinin tek dostu, ezelî ebedî mekânı ve manevî mirasının sahibi olarak görünür. Çiftçi, toprağa bağlılığını ilâhî ve dini bir bağlılık olarak algılar. Yer onun için refah ve huzurdur. O yaptığı tarımı, manevi ve beşeri kişiliğiyle, ailesiyle, inançlarıyla, ahlâkî ve toplum sal temelleriyle bir olarak görür. Bu durumun dilbilime ansımalarından biri şudur: Çiftçileri adlandırmak için genel olarak yer'in değişik biçimleri kullanılır. Göçebe isimleri yer ile değil, daha çok hareket ile ilintilidir. (Anadolu'da göçebelere neredeyse tamamen Yörük denmesi ve bu kelimenin 'yürü' fiiliyle aynı kökten olması müellifi haklı gösteriyor.
Bütün bunlardan sonra denilebilir ki şu veya bu biçimde hareket imkânı tanımayan mekân, toplumu veya ferdi bağlar, donuklaştırır, hareketten alıkoyar. Böylece o toplum veya fert ilerlemekten, yükselmekten, değişip gelişmekten ve genişlemekten yoksun kalır. Bunun doğal sonucu olarak da düşünce, duygu, akıl, ilim, sanat, kül tür, din ve dünya görüşü donar, canlılığını yitirir ve ölüme hüküm giyer. Veya kendisiyle ilişkiye giren hareketli, dışa açık bir din, kültür ve toplumun içinde eriyip yok olur.3 Batı toplumu ortaçağın kapalı kafesi içinde Avrupa Bana göre Yunanlıların gerilemesi ve onların hasta Rum toplumundaki çöküşü 'site'lerin kapalı kalelerinde mahsur kalmaları ve dış âlemle bağlarının kopuk oluşudur. Her yabancıyı Berberî olarak nitelemeleridir.
Hans Portoz Avrupa'nın uyanışını, keşifler, ıslahatlar dönemini, Rönesans ve bütün bir Batı uygarlığını Haçlı seferlerine bağlıyor. Dini inançlar sarsıldı, kopmaz sanılan bağlar koptu. Sayısız kalıplar kırıldı ve hareket başladı. Toplumbilim diliyle söylemek gerekirse, 'toplumsal zaman'ı gösteren, bin yıl önce 395 rakamı üzerinde donup kalmış olan saatin akrebi harekete geçti ve günden güne hız kazandı.
Beyaz adam, yeryüzünü tanıma isteğini Haçlı seferleriyle kazandı. Bu geniş ve hareketli dünya Batının cesur ve araştırmacı insanlarını yeni yerleşim bölgeleri tanımaya, yeni yollar aramaya sevketti. 15. ve 16. yüzyıllarda büyük dünya seferlerinin, coğrafi keşiflerin, yeni deniz ve kara yollarının sebebi buydu. Artık efsanevi Asya'nın gizemli Afrika'nın ve zengin Amerika'nın keşfi, dünya görüşünün genişletilip uygarlığının bu temellere oturtulması kaçınılmazdır. Gerek tarihçiler gerek toplumbilimciler her zaman şunu iddia etmişlerdi: Haçlı se ferleri (yani bir grup Batılının doğuya hicreti), coğrafi keşifler ve dünya turları (yani Asya, Afrika ve Amerika'ya hicret) Avrupa'nın uyanmasının, harekete geçmesinin ve bugünkü Batı medeniyetinin ilk ve temel esasıdır.
Bu tarih Ortaçağın başlangıcını ve 1453 İstanbul'un Müslümanlar tarafından fethi de Ortaçağın sonu kabul ediliyor.
Doğu ve Batı'nın en büyük medeniyetini oluşturan yarı vahşi, Arya kavimlerinin güneye ve batıya doğru hicret etmeleri, Sümer, Babil, Akad ve Aram sülalerinin büyük uygarlıkların kurulmasına sebep olmaları, Sami kav minin Beynelnehreyn (iki ırmak arası-Mezopotamya), Mısır ve Kuzey Afri ka'ya hicret edişleri, israiloğullarının Mısır'dan Filistin'e hicretleri, Berberi lerin batıya ve doğuya hicretleri; Frenklerin, Hunların, Slavların, İngiliz ve Saksonların... Avrupa'ya hicretleri şu gerçeği gösterir: Bedevî kabile toplumlarının merkezi ve büyük toplumlar haline geçişinin temeli hicret eylemidir.
Amerika'nın uygarlığında daha açık bir biçimde görülmektedir. Avrupa'nın maceracı insanları kendi ülkelerini terkedip yeni kıtalara hicret etmekle bugünkü büyük ve ileri toplumun temelini atmışlardır. Üstelik bu insanlar ülkelerinde kalacak olsalardı, ya katil, ya da soyguncu olacaklardı.
İnsanlık tarihindeki kapalı ve açık dinlerin, kapalı ve açık toplum ve uygarlıkların incelenmesi şu gerçeği ortaya çıkarmaktadır ki, hicret fert veya toplumun yer'e bağımlılığını koparır, onu (fert veya toplumu) bağımlılık tan kurtarır. Hicret, insan ve toplumun dünya görüşünü değiştirir ve sonuçta da dinsel, fikirsel, duygusal donukluğu ve gerilemeyi iptal eder, toplumsal çürümeyi önler. Topyekün bir hareket ve toplumsal bir diriliş sebebi olan hicret, insanı, içinde bulunduğu dört donuk unsurdan (Tarih, toplum, tabiat ve ten) kurtararak yüce ve kâmil makamlara ulaştırır.
Her uygarlığın ardında bir hicret vardır. Araştırıp incelediğimizde görürüz ki her büyük toplumun ardında mutlaka bir hicret vardır. Hicret, Kur'an'da ve Peygamber (sav)'in hayatında tarihi bir olaydan çok farklı bir olaydır. İslam’da Hicret'in konumuna bakacak olursak göreceğiz ki, o büyük ve toplumsal bir esastır.”