Dersim katliamını yaşayan tanıklar anlatıyor
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı tarihi belgeleri açıklayıp devlet adına özür dileği Dersim Katliamı hakkında yaşayan tanıklar ne diyor? İşte ayrıntılar:
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-24 15:23:52
Beni kurşuna dizdiler
“Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngülerle öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme, kan gölüne dönmüştü. Her taraf ceset doluydu... Askerler Munzur’a attı beni. Nehir kan akıyordu. Suların üzerinde cesetler yüzüyordu. Boğulmak üzereyken bir cesede tutundum.”
Bir süredir Türkiye’nin gündemine oturan ve Başbakan Erdoğan’ın açıklamaları ve özür dilemesiyle yeni bir sayfanın açıldığı Dersim Katliamı ile ilgili olarak o dönemi yaşayan tanıkları bulmaya çalışıyoruz Dersim’de. O dönemin bir kaç tanığından ikisine ulaşıyoruz. Onlardan biri Tunceli’ye 9 km uzaklıktaki Meytan Köyü’nde yaşayan 90 yaşındaki Yumoş Bakıray. Katliam sırasında 15 yaşında olan Yumoş Nene’nin yüzündeki çizgiler, çorak toprakları andırıyor ama belleği pırıl pırıl. “O acıyı, katliamı bizden iyi kim anlatabilir ki oğul. Etimizde, kemiğimizde, kulaklarımızda, yüreğimizde hâlâ o sızı vardır” diye başladı ve şöyle devam etti Yumoş Nene:
Kadınları kurşuna dizmediler, tecavüz ettiler
“1937 yılında Turişmek köyü Robaik mezrasında, ailemle yaşıyordum. 15 yaşındaydım daha. Askerler katliamdan önce gelip köydeki evlerde bulunan bıçaklarımızı bile toplayınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında. Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, ormana saklandık. Oradan seyrediyorduk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve erkek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unutmadım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile kulağımda.”
Anlatırken kalın çerçeveli gözlüklerinin altından gözyaşları akıyor Yumoş Nene’nin. “Neneceğim biraz dinlen istersen” deyince, “Yok oğul, anlatalım ki bir daha kıyamasınlar kimseye” dedi ve devam etti:
“İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar. Etraf sarılıydı ve çoğu birbirine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bizim de başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık. Askerler daha sonra köyleri ateşe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanıdıklarımızın cesetleri ile doluydu. Sonra tekrar ormanlık alana çekildik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik. Gündüz mağaralarda saklanıyorduk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadınlar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘çocuğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Kadın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğulmuştu.”
Köyü çığlıklar sardı
Katliamın bir diğer yaşayan tanığı 83 yaşındaki Hüseyin Gül. İzlerini hala vücudunda taşıdığı katliam sırasında 10 yaşındaymış Hüseyin Dede. Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor:
“Askerler bizi Hopik’te topladı. İple kollarımızı birbirine bağladılar. Önümüze makineli tüfekleri koydular ve taramaya başladılar. Kadın çığlıkları ortalığı kaplamıştı. Ağzımdan ve vücudumun başka yerlerinden vuruldum. Bir cesedin altında kaldım ve ölü numarası yaptım, hiç kıpırdamadım. Yaklaşık 10 asker ölenleri kontrole geldi. Süngü batırıyordular. Koluma süngü isabet edince ah dedim. Canlı olduğumu anlayınca bacağımdan tutup sürükledi ve tepeden aşağı attılar, Munzur’a attılar beni. Askerler sudayken de ateş etti ama vuramadı. Bir baktım Munzur kıpkırmızı, kan akıyor. Suların üzerinde cesetler yüzüyor. Boğulmak üzereyken yanımdan geçen bir cesede tutundum. Onunla birlikte epey sürüklendim. Bir yerde ayaklarımın taşa değdiğini hissedince çırpındım sudan çıktım. Aylarca dağlarda köy köy dolandım.”
* * *
Dersim Katliamını Yaşayan Tanıklar Anlatıyor - 2
Dersim Katliamı’nın yaşayan tanıklarından 89 yaşındaki Süleyman Çılgın ve 81 yaşındaki Fatma Bayraktar ormana saklanarak kurtarmışlar canlarını. Aileleri, gözlerinin önünde vurulmuş, süngülenmiş, yakılmış. Anlattıkları yürekleri dağlıyor.
Dersim Katliamı’ndan sağ olarak kurtulan ve yıllarca acı ile yaşayan tanıkların izini bu defa merkeze bağlı Çiçekli Köyü’nde sürüyoruz. Dersim’de ilk okulun ve ilk karakolun yapıldığı köylerden biri Çiçekli. Bu köyde yaşayan 80 yaşı devirmiş insanlar, “Dersim’de neler oldu?” sorumuza, “Ölüm oldu, sürgün oldu. Munzur kan aktı, insanlar acıyı tattı” diyerek yanıt veriyorlar. Fatma Bayraktar da bu yaşlılardan biri. Neredeyse yürüyemiyor dizlerinin ağrısından ama 81 yaşına inat hafızası, anlatımı capcanlı.
“Anlatayım da oğul, neye yarayacak ki. Geri mi gelecek kestikleri, öldürdükleri” diye çekiniyor ilk başlarda. Torunlarının “Nene korkma. Bu abi gazeteci. Memur değil, jandarma değil” demesiyle rahatlayıp anlatmaya başlıyor: “Köyümüze 40 süvari asker geldi. Silahları topladılar katliamdan bir kaç gün önce. Babam da silahları teslim etti. Ondan sonra köylerden herkesi toplamaya başladıklarını duyduk. Demirkapı’da topladılar yüzlerce köylüyü. Biz çocuklar, kadınlar, kızlar kaçıp ormanlara sığındık. Kaçmayanlar, kaçamayanları toplayıp karşılarına büyük makineli tüfekler getirdiler. Bir anda kurşuna dizdiler hepsini. O kadar insan öldürüldü ki, köy meydanı ceset tarlası gibiydi.”
Miço Ağa’nın onurlu kızları...
Fatma Nene gözyaşlarını tutamıyor artık. “Kusura bakma oğul, yaşlılık iyice sulugöz etti beni” diyerek anlatmaya devam ediyor: “Miço Ağa askerler tarafından öldürüldü. İki kızı vardı ki dünyalar güzeli. Birisinin adı Naciye diğeri Xatun’du. Sapsarı, upuzun saçları, renkli gözleri vardı iki bacının. Dillere destandı güzellikleri. Adlarına türküler yazılırdı. Yüzbaşı bunları karşısına alıp ‘Biriniz beni kabul edin, canınızı bağışlayayım’ dedi. Kızlar diz çöktürülmüştü. Bunun üzerine ayağa kalkıp birbirlerine baktılar önce. Sonra ‘Babamızı, ailemizi, aşiretimizi öldürdünüz. Sana varacağımıza, kanımızın akrabalarımızın kanına karışmasını tercih ederiz’ dediler. Bunun üzerine yüzbaşı kurşuna dizdi bu iki kardeşi. Aylar sonra asker gidince bulundu cesetleri. Sapsarı saçları, toprağa karışmıştı.”
Önce seyyitlerimizi öldürdüler
Dersim Katliamı’nın tanıklarından biri de 89 yaşındaki Süleyman Çılgın. 1937 tarihinde 15 yaşlarında olduğunu belirten Çılgın, katliamın öncesinde askerlerin günlerce köy köy gezip mutfak bıçağına kadar tüm silahları topladığını hatırlıyor. “Sonra ilk önce ağaları, pirleri, seyyitleri ve aşiret liderlerini toplayıp öldürdüler” diyerek unutamadığı bir tanıklığı dile getiriyor: “Katliam tüm Dersim’e yayılınca kurtulanlar dağlara, ormanlara sığındı. Bunlardan ikisi de aşiretin sevilen büyüklerinden Topo ve Xıdo’ydu. Dağda yaşarlarken bir gün öldürülen babalarının evine geldiler. Muhtar ihbar etmiş duyduğumuza göre. Asker bastı köyü. Saatlerce çatışıp yakalandı Topo ve Xıdo. Katırların sırtına bindirdiler ve yaktılar onları. Küllerini savurdular. Topo ve Xıdo’nun bir mezarı bile olmadı. Binlerce Dersim’li gibi.
Taraf
SON VİDEO HABER
Haber Ara