Uluslararası ilişkilerin yeni baş aktörleri: Halklar
Mensubu olunan dinle olabildiğine çatışan bir diktatörlük belası Kuzey Afrika-Ortadoğu hattındaki tüm İslam ülkelerini sarmalamıştı. Ancak en baskıcı rejimler dahi hiç beklenmedik bir anda taşan öfkeyle yerle bir olmaya mahkumdur.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-16 10:33:02
Yusuf Korkmaz *
Uluslararası ilişkilerciler bilim dallarını tarif ederken, şu beş aktörün güç çekişmesini konu alan bir disiplinden ibaret olduğunu söylerler: Devlet, hükümet dışı ulusal aktörler, uluslararası örgütler, uluslararası şirketler ve bankalar ile istihbarat örgütleri ve silahlı gruplar gibi diğer aktörler. Her ne kadar devleti oluşturan halksa da ve bu listede zikredilmesine gerek olmadığı varsayılsa da bunun realitede çok da böyle olmadığını biliyoruz. Demokrasi, yani halkın kendi kendini idaresi formülünü hayata geçirmiş batı ülkelerinde bile birçok şeyin kâğıt üstünde kaldığını ve devlet idaresini bir şekilde ele geçiren elitlerin halkı yalnızca seçim dönemlerinde sergilenen kurnazca propaganda teknikleriyle tavlamak dışında, olması gerektiği gibi yönetim sürecinin merkezine oturtmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Özellikle Amerika gibi tüm dünyaya demokrasi havariliği taslama "kutsal" görevini vazife edinmiş bir ülkenin ne kadar da tiyatral seçim süreçleri geçirdiğini ve başkanın değişmesiyle çok şeyin değişmediğini verili olarak bildiğimiz bir örneğimizin olması bu tezimizi yeterince doğruluyor.
Batı kendi içinde devlet-halk diyalektiğini kura dursun, sahip oldukları en kör topal demokrasinin bile en iyi diktatörlükten daha iyi olduğunu bilmek için değirmenlerde saç ağartmaya gerek yok. Bizim de içinde bulunduğumuz bir medeniyetin parçası olan Ortadoğu'da maalesef içler acısı bir durumla karşı karşıyaydık. Mensubu olunan dinle olabildiğine çatışan bir diktatörlük belası Kuzey Afrika - Ortadoğu hattındaki tüm İslam ülkelerini sarmalamıştı. Batının piyonları, ajanları ve işbirlikçilerinin bir şekilde bu ülkelerin başlarına musallat edildiğini düşünür, bu zalimlere çaresizce buğzetmekten başka elimizden bir şey gelmezdi.
Halklar sabır taşı değildir. En baskıcı rejimler dahi hiç beklenmedik bir anda taşan öfkeyle yerle bir olmaya mahkûmdur. Bu tarihi gerçeğe yirmi birinci yüzyılın başlarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika topraklarında bir kez daha şahit oluyoruz.
Bugün Tunus, Mısır, Libya. Yarın Suriye, Yemen, Bahreyn, Cezayir, Suudi Arabistan, Ürdün, İran. Bir başka gün belki İsrail, belki halkının gözü daha da açılmış bir Amerika! Bugün salt hayal ürünü gibi gelen bu düşüncelerin geçen yıl bu zamanlar Tunus, Mısır ve Libya için de geçerli olduğu gerçeği yabana atılmamalı ki, şimdiden Wall Street sokaklarını dolduran binlerce kişi bu gerçeğin habercileri.
Hali hazırda Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında olup biten bu halk hareketlerine bilgi ve gözlemden kaynaklanmayan içgüdüsel bir kuşkuculukla bakmayı yeğleyenler, kendi içlerinde yaman bir çelişkiye düştüklerini hesaba katmıyorlar. Düne kadar diktatörleri batının piyonları ve işbirlikçileri olarak görenlerin; bugün bu diktatörleri deviren halkları batının yeni piyonları ve işbirlikçileri olmakla itham etmelerini başka türlü açıklamanın bir yolu yok. Dün diktatörü halkın başına geçirenin de, bugün diktatörünü deviren halkların da arkasında batılı bir takım karanlık güçlerin oyunundan başka bir şey olmadığını öne sürmekle, bilerek ya da bilmeyerek yenilmez ve yanılmaz batı efsanesinin ateşine odun taşıyorlar. Batıyı bir anlamda "kadir-i mutlak"laştıran ve bu anlamda hâşâ ilahlaştıran bu düşünme biçimi, "La ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) denilerek girilen bu dinin mensuplarına hiç yakışmıyor.
Unutulmamalı ki diktatörler ve tek adamlar piyon, ajan ve işbirlikçi olabilirler ve çoğunlukla da öyledirler ama ülkelerinin gerçek sahibi olan halklar hiç bir zaman piyon, ajan ya da işbirlikçi olamazlar. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Tersinden bakarsak ve bir an olsun bu türlü düşünenlerin iddialarının doğru olduğunu varsayarsak; en azından bu düşünme biçimi halk adına halkçılık yapan Kemalistler misali, örneğin Tunuslular adına Tunusçuluk, Libyalılar adına Libyacılık yapmak anlamına gelmez mi? Kimin adına neyi savunuyor olduğumuzu iyi değerlendirmeliyiz ve her yeri geldiğinde acımasızca ve haklı olarak eleştirdiğimiz bu Kemalist jakobenizm söylemine küresel ölçekte kendimizi kaptırmamalıyız.
Analizlerini tamamen ezberleri üzerinden yapanlar bu süreci anlamlandırmakta güçlük çekiyorlar. Bu anlamda bazen tamamen kulaktan dolma bilgilerle süreci yorumlamaya çalışan sokaktaki adamla, bir uluslararası ilişkiler profesörünü aynı düzlem üzerinde bulabiliyoruz. Bir diğer ifadeyle, bölgede ve dünyada yaşanmakta olan sistemik değişim süreciyle ilgili yalnızca batının yenilmez-yanılmazlığı ve mutlak oyun kurucu olduğu sanrısından hareketle yersiz komplolar üreten sıradan insanla, uluslararası ilişkiler disiplinini soğuk savaş yıllarından kalma ve devlet baş aktörlü, birey ve toplum olarak insan unsurundan vâreste bir yaklaşımla yorumlayan profesörün algılamakta güçlük çektiği bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Gerçekten de "uluslararası ilişkiler"in tarifi yapılırken insan unsurunun ya da halk faktörünün dile getirilmemesi oldukça manidar. Bu zamana kadar halklar hep bu acımasız gerçeklik dünyasının ve güçler çatışmasının figüranları olarak görüldü ve çoğunlukla acımasız rejimler vasıtasıyla adeta bir koyun sürüsü gibi güdülmeye çalışıldı. Bu rejimlerin en güçlü silahı da şimdiye kadar hep uluslararası ilişkiler disiplininin baş aktörü sayılan "devlet" erkini ellerinde bulundurmasıydı. Devletleri bu acımasız dünyada başrol oyunculuğuna taşıyan özellikleri ise şiddet araçlarının kontrolü tekelini ellerinde tutmaları olarak görülürdü. Maalesef bizim bölgemizde bu şiddet tekeli batılı karanlık güçlerle mücadele etmek yerine mazlum halkları sindirmek ve dikta rejimi altında susturmak için kullanıldı. Ama haddini aşan zıddına döner vecizesi uyarınca, haddinden fazla korkutulan ve sindirilen halklar bir noktada bunun tam zıddı mesabesince korkusuzluğu tattılar ve ölümü öldürme cesaretini gösterdiler. Diktatörlerin devlet erki vasıtasıyla ve şiddet tekeli ile ellerine geçirdikleri korku silahını elinden alan halklar bir bir diktatörlerini deviriyorlar.
Filistin'in can dostları Mısırlılar düne kadar İsrail yalakası bir diktatörün idaresinde yaşamak ve İsrail'in Filistinlilere uyguladığı zulme ortak olmak zorundaydı. Bağrından İbn Haldun gibi bir Müslüman düşünürü çıkarmış Tunuslular Fransız kuklası Zeynel Abidin Bin Ali'nin sokaklarda dahi yasakladığı başörtüsü sorunuyla boğuşuyorlardı. Birilerinin iddia ettiğinin tam aksine sonuna kadar emperyalist batının işbirlikçisi olan Muammer Kaddafi'nin Libya'sı kâh Berlusconi'yle, kâh Sarkozi'yle, kâh Obama'yla yapılan ve ulusal kaynakların peşkeş çekildiği toplantılara ev sahipliği yapıyordu. Artık öyle değiller ve başkaları da öyle olmayacaklar. Çünkü artık uluslararası ilişkilerin yeni baş aktörleri halklar.
Kaynak: Milat Gazetesi
SON VİDEO HABER
Haber Ara